SAKIN HADİS VE SÜNNETİ REDDEDENLERDEN OLMAYIN!!!

Darul_Beka

Profesör
Katılım
17 Kas 2013
Mesajlar
2,214
Tepkime puanı
174
Puanları
63
SAKIN HADİS VE SÜNNETİ REDDEDENLERDEN OLMAYIN!!!
Hadisin - sünnetin delil ve bağlayıcı olması üzerinde biraz daha yoğun durmamızın nedeni, bazı kimselerin güya Kur’an’ı delil kabul edip sünneti cahilane bir üslupla delil kabul etmemelerinden kaynaklanmaktadır. Hz. Muhammed’in, Kur’an-ı Kerim’i açıklayıcı konumunu kabul etmeyip “Bize ayetler yeter” diyerek sünnetin fonksiyonunu reddetmek, hayatın ayrıntılarını rasyonaliteye bırakmak, içinde gizli bir yalancı peygamberlik iddiası bulunan bir tür sapkınlık değil midir? Bu sapkınlığın gerçekleştirmek istediği esas amaç şudur:
1-Hadis ve sünneti reddedenler, Resulullah’ın temel görevlerinden tebyin yetkisini O’nun elinden almaya çalışarak kendilerini işlevsel anlamda sahte peygamber yerine koymaktadırlar. Allah Teâlâ, Resulüne vahyi tebyin/açıklama yetkisi vermiştir. Şu ayet bu konuya açıkça işaret etmektedir: “بِالْبَيِّنَاتِ وَالزُّبُرِ وَأَنزَلْنَا إِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ إِلَيْهِمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ” “(Biz, peygamberleri) hakikatin açık belgeleri ve hikmet yüklü sayfalarla (göndermiştik). İşte sana da bu uyarıcı vahyi/zikri indirdik ki kendilerine indirileni insanlara açıklayasın ve belki onlar da bu sayede düşünürler.”[1] Ayet çok açık biçimde Peygambrimize beyan yetkisinin verildiğini bildirmesine rağmen, Kur’an’ın beyanı olan hadis-sünneti kabul etmemek nasıl bir Kur’an anlayışının ürünüdür? Resulullah’a tanınmayan beyan hakkı herhangi bir kimseye tanındığı zaman kişiler hangi makama yüceltilmektedirler?
2-Hadis ve sünneti reddedenler, hayatın ayrıntılarıyla ilgili dini hükümlerin kısm-ı azamının kaynaklarının sünnette olması münasebetiyle, sünneti devre dışı bırakarak hayatta boşluk oluşturmak istemektedirler. Bu istemin arka plânında moderniteye; hayatın Allahsız yorumu olan batı medeniyetine iktidar yolu açmak düşüncesi vardır. Bu sebeple de sünneti itibarsız kılma ve hadis inkârcılığı daha çok sömürge ülkelerinde yaşayan Müslüman toplumlarda ortaya çıkmıştır. Büyük Âlim Mevdudi, Hint ve Pakistan topraklarında bunlara karşı, özellikle hadis düşmanlıklarıyla müsellen Kadıyani’lere karşı büyük mücadeleler vermiştir. Halkı Müslüman toplumlardaki hadis inkârcılarının çoğu, batı medeniyetinin üstünlüğünü kabul etmiş, kendileri de hayatın sorunlarına dinden çözüm üretecek donanımda olmayan “kabız” kimselerdir.
3-Hadis ve sünneti reddedenler, Müslümanların derece farklarını belirlemenin en önemli ölçüsü olan sünneti kabul etmeyerek, batılılaşmayı din hâline getiren insanlarında Müslümanlığına hükmederek dünya sisteminin meşruluğuna yol aramaktadırlar. Sünnet en önemli ölçüdür. Kimin iyi, kimin kötü Müslüman olduğunun biricik kriteri Kur’an ve sünnettir. Sünneti reddedenler bu kriteri yok ederek batı merkezli değerleri insan olmanın ölçüsü yapmak isteyenlere taşeronluk yapmaktadırlar. Ya da değer merkezli parelel bir dinin zuhuruna yardımcı olmaktadırlar.
4-Hadis ve sünneti reddedenler, Hz. Peygamber’i ve tevhit mücadalesini tarihselleştirerek Müslümanların batılılaşmaya karşı alternatif bir medeniyet kurmalarını engellemek istemektedirler. Alternatif bir medeniyet oluşturmanın ayrıntıları hadis ve sünnetin içerisindedir. Hayatın genişlik alanı ve insanca kurgulanması bağlamında hadislerde birçok özel ve genel hüküm mevcuttur. Sünnet dışlandığı zaman, boşluk kabul etmeyen hayat bunu farklı dünya görüşleri ve medeniyet anlayışlarıyla dolduracaktır.
5-Hadis ve sünneti reddedenler, yeni meseleler karşısında çözüm üretmenin en önemli iki kaynağından biri olan sünneti dışta bırakarak İslâm’ı ütopik bir din olarak algılatmayı amaçlamaktadırlar. Malum olduğu üzere, hayatın sorunları sayılamayacak kadar çoktur. Bu çok sorunu çözerken ayette çözüm bulunamadığında hadislere başvurulur. Hadis külliyatımız Peygamber Efendimizin hayatın sorunlarına nebevi bakışı ve çözümü muhtevi rivayetlerle doludur. Onları hesaba katmayanlar, olayların çözüme bağlanmasında ortaya çıkan boşluğu ya dolduramayacaklar ki bunun sonunda din ütopikleşir. Veya çözümü rasyoneliteye havale edecekler ki sonuçta risalet konumunun yerini insan hevası alacaktır.
6-Hadis ve sünneti reddedenler, Müslümanların dünya çapındaki ortak davranışlarını ve ahlaki eylemlerini yok etmek istemektedirler. İslâm ümmeti Hz. Peygamber’in sünneti sayesinde ortak hareketler yaparlar. Yapılan ortak davranışlarla Müslümanlar arasında vahdet oluşur. Sünnet sayesinde; abdest, namaz, oruç, zekât, selamlaşma, tesettür, haramlara karşı duyarlılık, müskiratın türlerinden kaçış, hayâ duygusu, ebeveyne saygı, helal kazanç yolları, yemeğe besmele ile başlamak vb. Müslümanlar arasında ortak davranışlar oluşturur. Bunu en bariz şekilde hacda görebiliriz. Dünyanın her tarafından gelen Müslümanlar sünnet sayesinde ortak hareketler yaparlar ve birbirlerini garipsemezler. Çünkü sünnet aynı zamanda bir davranışlar manzumesidir. Sünnete karşı çıkanlar Müslümanların vahdetini bozmak isteyen işbirlikçilerdir.
7-Hadis ve sünneti reddedenler, tutundukları bazı marjinal rivayetlerden yola çıkarak İslâm’ın kaynaklarının güvenirliğine ve zenginliğine gölge düşürmek istemektedirler. Bu zevatın iki ciddi sorunu vardır ki bunları telafi etmedikleri müddetçe de söylediklerinin hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. Bu sorunlar, ilgili şahısların İslâmî ilimlerin usulünü neredeyse hiç bilmemeleri ve Arapça’ya belagat ilmi başta olmak üzere yeterince vakıf olmamalarıdır. Bu kimselerin sadece sünnet-hadis değil Kur’an anlayışlarıda malüldür. Kendilerini, alet ilimleri başta olmak üzere yeterince donatmak yerine ümmetin yararına olmayan şeyleri ekranlara taşıyarak insanları dinlerinden şüpheye düşürmeleri veya tanımak isteyenleri İslâm’dan soğutmaları onlara vebal olarak yeter. Hadis ilmi adeta bir çağlayandır. Ondan bir katre alıp yükselen değerlerin gölgesinde değerlendirmeler yapmak ya da zayıflığı malum bir rivayet üzerinden genellemelerde bulunmak ilmi bir yaklaşım değildir.
Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de, Hz. Peygamberin bir kadı ve hâkim olduğunu açıklamıştır. Allah Teâlâ, insanlara “Anlaşmazlıklarda onun vereceği hükme başvurmalarını”[2] İslâm’a düşmanlığıyla ön plana çıkan “tağutların” hükümlerine müracaat etmemelerini,[3] Hz. Peygamber hüküm verince “gönülden itaat göstermelerini”,[4] Allah’ın ve Resulünün vermiş olduğu hükümlerde “Mü’minlerin seçme hakkının olmayıp”[5] Allah’a ve Peygamberine teslimiyet gerektiğini sık sık vurgulamıştır. Hz. Peygamber kendisine getirilen birçok davaya bakmış ve hâkimlik yapmıştır. İslam Hukukundaki yargılama usulüyle ilgili hükümlerin çoğu, O’nun sözlü uyarılarından ve uygulamalarından çıkartılmıştır. Sözün özü; hadisler ve sünnet ayetlerin beyanı, dinin hikmetinin tefsiri, ibadetlerin uygulaması, hadlerin tatbiki, davranışların modelleri; Resulullah’ın Kur’an-ı Kerim’den anladıklarını hayata yansıtmasıdır. Dolayısıyla hadis ve sünneti rededenler insanlığın hayatından Resulullah’ı kovmak isteyen cahiller ve zalimlerdir.
[1] Nahl 16/44
[2] Nisa 4/59.
[3] Nisa 4/60.
[4] Nisa 4/65.
[5] Ahzab 33/36.
MEHMET SÜRMELİ
 

Darul_Beka

Profesör
Katılım
17 Kas 2013
Mesajlar
2,214
Tepkime puanı
174
Puanları
63
tebyin-byn
çok güzel bir makale
her bir cümlesi okumaya değer
tabi önyargılarınız sağlıklı bir akıl ile okumaya izin verirmi bilmem
 

adams77

Kanalizasyoncu
Katılım
14 Haz 2013
Mesajlar
25,880
Tepkime puanı
2,060
Puanları
113
Konum
Mars
Hadis ve Sünneti Kuran-ı Kerim 'in önüne geçirmeye çalışmanın durumu nedir?
 

Darul_Beka

Profesör
Katılım
17 Kas 2013
Mesajlar
2,214
Tepkime puanı
174
Puanları
63
arkadaşlar gerçekten nefis bir yaklaşım var makalede
önyargılardan uzak bir okuyun
 

alanyali07

Kıdemli Üye
Katılım
11 May 2008
Mesajlar
6,968
Tepkime puanı
845
Puanları
0
Edip yüksel geçenlerde yabancı papazların dinadamlarının olduğu bir yabancı tv programına katılmış.
edip bunu yayınlayamadı tabi, hristiyanlar "reşadçı edip rezil oldu" diye yayınlıyor videoyu..

edip kendince atıp tutuyor.. alışmış sazı eline alıp konuşmaya..
karşısına bir papaz çıktı.. adam , edip gibilerin açıklarını iyi biliyor tabiki..

papaz hemen sağlı sollu girişmeye başladı edipe..
kısas ayetindeki anlamı sordu ve bu nasıl uygulanacak dedi..
edip dut yemiş bülbüle döndü, çünkü ayetin salt zahiri mealine bakıp uygulama söz konusu olamaz.. ciddi sıkıntılar çıkar..
ancak sünnet ve o ayetle beraber nakledilen ayetin nüzul sebeplerine baktığımız zaman iş çözülüyor..
edipde bu yetenek olmadığı için kalakaldı..
 

Darul_Beka

Profesör
Katılım
17 Kas 2013
Mesajlar
2,214
Tepkime puanı
174
Puanları
63
Beyan kelimesinin manasını anlayınca yazı yalan oluyor.
kelime oyununu bırak bak can alıcı noktasını aşağıya kopyaladım

-Hadis ve sünneti reddedenler, Hz. Peygamber’i ve tevhit mücadalesini tarihselleştirerek Müslümanların batılılaşmaya karşı alternatif bir medeniyet kurmalarını engellemek istemektedirler. Alternatif bir medeniyet oluşturmanın ayrıntıları hadis ve sünnetin içerisindedir. Hayatın genişlik alanı ve insanca kurgulanması bağlamında hadislerde birçok özel ve genel hüküm mevcuttur. Sünnet dışlandığı zaman, boşluk kabul etmeyen hayat bunu farklı dünya görüşleri ve medeniyet anlayışlarıyla dolduracaktır.
 

çelebiler

Kıdemli Üye
Katılım
4 Ocak 2013
Mesajlar
7,457
Tepkime puanı
211
Puanları
0
kelime oyununu bırak bak can alıcı noktasını aşağıya kopyaladım

-Hadis ve sünneti reddedenler, Hz. Peygamber’i ve tevhit mücadalesini tarihselleştirerek Müslümanların batılılaşmaya karşı alternatif bir medeniyet kurmalarını engellemek istemektedirler. Alternatif bir medeniyet oluşturmanın ayrıntıları hadis ve sünnetin içerisindedir. Hayatın genişlik alanı ve insanca kurgulanması bağlamında hadislerde birçok özel ve genel hüküm mevcuttur. Sünnet dışlandığı zaman, boşluk kabul etmeyen hayat bunu farklı dünya görüşleri ve medeniyet anlayışlarıyla dolduracaktır.
Masallar kimsenin canını almaz sadece uyutur.
Hakikatler karşısında rivayet kültürü alternatif medeniyet oluşturamaz.
Kim bu dünyada Allah'ın hakikatlerinin uygun hareket ederse Allah dünyayı onun emrine verir.
Allah'ın kanunlarına uygun hareket etmeyen peygamber olsa mağlup olur.
 

Darul_Beka

Profesör
Katılım
17 Kas 2013
Mesajlar
2,214
Tepkime puanı
174
Puanları
63
Masallar kimsenin canını almaz sadece uyutur.
Hakikatler karşısında rivayet kültürü alternatif medeniyet oluşturamaz.
Kim bu dünyada Allah'ın hakikatlerinin uygun hareket ederse Allah dünyayı onun emrine verir.
Allah'ın kanunlarına uygun hareket etmeyen peygamber olsa mağlup olur.
slogan atmak yasak okuyarak cevap ver
Hadis ve sünneti reddedenler, Hz. Peygamber’i ve tevhit mücadalesini tarihselleştirerek Müslümanların batılılaşmaya karşı alternatif bir medeniyet kurmalarını engellemek istemektedirler. Alternatif bir medeniyet oluşturmanın ayrıntıları hadis ve sünnetin içerisindedir. Hayatın genişlik alanı ve insanca kurgulanması bağlamında hadislerde birçok özel ve genel hüküm mevcuttur. Sünnet dışlandığı zaman, boşluk kabul etmeyen hayat bunu farklı dünya görüşleri ve medeniyet anlayışlarıyla dolduracaktır.
 

Darul_Beka

Profesör
Katılım
17 Kas 2013
Mesajlar
2,214
Tepkime puanı
174
Puanları
63
cevap ver bakim
islam hukukunun kaynakları nedir yoksa öyle bir hukuk tanımıyormusun roma hukukuna göre mi hareket edeceksin

Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de, Hz. Peygamberin bir kadı ve hâkim olduğunu açıklamıştır. Allah Teâlâ, insanlara “Anlaşmazlıklarda onun vereceği hükme başvurmalarını”[2] İslâm’a düşmanlığıyla ön plana çıkan “tağutların” hükümlerine müracaat etmemelerini,[3] Hz. Peygamber hüküm verince “gönülden itaat göstermelerini”,[4] Allah’ın ve Resulünün vermiş olduğu hükümlerde “Mü’minlerin seçme hakkının olmayıp”[5] Allah’a ve Peygamberine teslimiyet gerektiğini sık sık vurgulamıştır. Hz. Peygamber kendisine getirilen birçok davaya bakmış ve hâkimlik yapmıştır. İslam Hukukundaki yargılama usulüyle ilgili hükümlerin çoğu, O’nun sözlü uyarılarından ve uygulamalarından çıkartılmıştır. Sözün özü; hadisler ve sünnet ayetlerin beyanı, dinin hikmetinin tefsiri, ibadetlerin uygulaması, hadlerin tatbiki, davranışların modelleri; Resulullah’ın Kur’an-ı Kerim’den anladıklarını hayata yansıtmasıdır. Dolayısıyla hadis ve sünneti rededenler insanlığın hayatından Resulullah’ı kovmak isteyen cahiller ve zalimlerdir.
 

çelebiler

Kıdemli Üye
Katılım
4 Ocak 2013
Mesajlar
7,457
Tepkime puanı
211
Puanları
0
cevap ver bakim
islam hukukunun kaynakları nedir yoksa öyle bir hukuk tanımıyormusun roma hukukuna göre mi hareket edeceksin

Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de, Hz. Peygamberin bir kadı ve hâkim olduğunu açıklamıştır. Allah Teâlâ, insanlara “Anlaşmazlıklarda onun vereceği hükme başvurmalarını”[2] İslâm’a düşmanlığıyla ön plana çıkan “tağutların” hükümlerine müracaat etmemelerini,[3] Hz. Peygamber hüküm verince “gönülden itaat göstermelerini”,[4] Allah’ın ve Resulünün vermiş olduğu hükümlerde “Mü’minlerin seçme hakkının olmayıp”[5] Allah’a ve Peygamberine teslimiyet gerektiğini sık sık vurgulamıştır. Hz. Peygamber kendisine getirilen birçok davaya bakmış ve hâkimlik yapmıştır. İslam Hukukundaki yargılama usulüyle ilgili hükümlerin çoğu, O’nun sözlü uyarılarından ve uygulamalarından çıkartılmıştır. Sözün özü; hadisler ve sünnet ayetlerin beyanı, dinin hikmetinin tefsiri, ibadetlerin uygulaması, hadlerin tatbiki, davranışların modelleri; Resulullah’ın Kur’an-ı Kerim’den anladıklarını hayata yansıtmasıdır. Dolayısıyla hadis ve sünneti rededenler insanlığın hayatından Resulullah’ı kovmak isteyen cahiller ve zalimlerdir.
Zinanın cezası Kuran'a göre nedir,hadise göre nedir?Boş konuşma cevap ver şimdi.
 

Darul_Beka

Profesör
Katılım
17 Kas 2013
Mesajlar
2,214
Tepkime puanı
174
Puanları
63
Zinanın cezası Kuran'a göre nedir,hadise göre nedir?Boş konuşma cevap ver şimdi.
hukuku bilmediğin çok açık
keşke öğrenmeye çalışsan
hatta islam hukuku değil beşeri hukuk ve kaynaklarını öğrensen böyle boş şeyler konuşmazdın
ilme saygın olurdu.Hukuk boşluk kabul etmez eğer roma hukukuna göre laik bir yaşamı tercih ettiysen böyle bir derdin olmaz ancak
o zamanda Allaha savaş açmış olursun
bak aşağıda açıklanmış zina cezası
Fuhşun çeşitlerine göre cezalarını belirleyen Nisâ ve Nûr sûrelerinin ilgili âyetleri birbirini tamamlamış; âyetlerin açıklamaya muhtaç kısımlarını da hadisler açıklamış, böylece cinsel suçlarla ilgili cezaların kaynağını sünnet ve buna dayalı sahâbe icmâı teşkil etmiştir.

“Çirkin fiil” diye tercüme ettiğimiz fâhişe kelimesi Kur’an’da, hemcinsler arasındaki cinsel ilişki için de kullanılmıştır (Ankebût 29/28). Buradan hareketle âyetler lafızlarına uygun olarak yorumlandığında 15. âyette kadınların kendi aralarında yaptıkları fuhuştan (sevicilik, lezbiyenlik), 16. âyette de erkeklerin kendi aralarında yaptıkları fuhuştan (livâta, homoseksüellik) bahsedildiği anlaşılmaktadır. Nûr sûresinin 2. âyetinde ise kadınlarla erkekler arasında yapılan fuhuş (zina) suçunun hükmü açıklanmıştır; şu halde suçların cezalarıyla ilgili hükümlerde bir değiştirme (nesih) söz konusu değildir. Nitekim İsfahanlı müfessir Ebû Müslim (ö. 323/935) âyetleri böyle anlamış, Muhammed Abduh ve Reşîd Rızâ da el-Menâr’da (IV, 438-440) bu anlayışı desteklemişlerdir. Buna göre:

a) Seviciliğin cezası kadınları evlerde hapsetmektir; “Allah’ın onlara bir yol açması” ise hallerini düzeltmeleri ve erkeklerle evlenmeleridir.

b) Livata suçunun cezası, bunu yapanlara söz ve fiille eziyet çektirmek, onlara maddî ve mânevî olarak acı vererek canlarını yakmak, böylece bu iğrenç fiili işlemekten vazgeçmelerini sağlamaktır. Ceza olarak ne söyleneceği, ne yapılacağı âyette açıklanmamış, ictihad ve uygulamaya bırakılmıştır.

c) Kadınla erkek arasında yapılan fuhuşun cezası ise Nûr sûresinde (24/2) açıklandığı üzere yüzer sopadır.

Bu anlayış ve yorum, âyetlerin lafzî ifadesine uygun olmakla beraber konuyla ilgili hadisler ve uygulama göz önüne alınınca birçok cevapsız soru ve çözülmemiş problem doğmaktadır. Yukarıdaki anlayışı ortaya koyanlar ve onu destekleyenler bu problemleri, ilgili hadislerin sahih olmadığını ileri sürerek veya “Hadisler daha önceki dinlere veya örfe dayalı uygulamayı aksettirmektedir, âyetler gelince bu uygulamalar terkedilmiştir” şeklinde te’viller yaparak (Ateş, II, 229) çözme yoluna gitmişlerdir. Ancak gerek homoseksüel ilişki ve gerekse evli erkeklerin ve kadınların zinası için öngörülen ağır cezaların –Nûr sûresi geldikten sonra da– asırlar boyunca uygulandığı, yüz sopa cezasının ise evlilik hayatı yaşamamış (muhsan olmayan) erkekle kadının zinasına tahsis edildiği bilinmektedir. İlgili hadislerin sahih olmadığını söylemek, hadis ve usul ilminde yerleşmiş kaidelere göre kolay ve isabetli değildir. Bu hadislerde geçen ifadeler de bu hükümleri açık biçimde içermektedir. Şöyle ki:

a) İbn Abbas, “Allah’ın açtığı yol”un, yani bununla kastedilen çözümün “Evlilerin zinası için recim (taşlayarak öldürmek), bekârların zinası için ise yüz sopa” olduğunu belirtmiştir (Buhârî, “Tefsîr”, 4/1 vd.).

b) Hz. Peygamber “Allah’ın açtığı yol”un evli zânîler için recim, bekâr zânîler için ise yüz sopa olduğunu açıklamıştır (Müslim, “Hudûd”, 12-14).

c) Yine Resûlullah, Allah’tan başka tanrı olmadığına ve kendisinin Allah’ın elçisi olduğuna iman eden kimseler arasında sadece üç büyük suçtan birini işleyenlerin ölüm cezasına çarptırılacağını belirterek bunlardan birinin de zina eden “evlilik yaşamış” kadın ve erkek olduğunu belirtmiştir (Buhârî, “Diyât”, 6; Müslim, “Kasâme”, 25-26). Bu hadis evlilik hayatı yaşamış bulunan kimseler için zina cezasının ölüm olduğunu açıkça ifade etmektedir.

d) Hz. Peygamber hayatta iken, onun bilgisi dahilinde ve verdiği hükme dayanan birden fazla recim cezası uygulanmıştır. Bunların bir kısmı müslüman kadınlarla ve erkeklerle, bir kısmı ise –kendi istekleriyle bir hakim olarak Hz. Peygamber’e başvurdukları için– bu konuda onun hüküm vermesini isteyen yahudilerle ilgilidir (Müslim, “Hudûd”, 16-33; el-Muvatta’, “Hudûd”, 2-6). Yahudiler, zina eden bir kadınla erkeğin davasını Resûlullah’a getirdiklerinde o, Tevrat’ta bunun cezasının ne olduğunu sormuş, yahudiler gerçeği gizleyerek sopa cezasından bahsetmişlerdi. Yahudi iken müslüman olan Abdullah b. Selâm’ın müdahalesi ve Tevrat’taki yerini göstermesi üzerine yahudiler onu doğrulamak mecburiyetinde kalmışlar, Hz. Peygamber de gereğinin yapılmasını emretmişti (Müslim, “Hudûd”, 26). Bugün elimizde bulunan Tevrat’ta da recim cezasına yer verildiğini görüyoruz (Levililer, 20, 24/16 vd.; Tesniye, 22/13 vd.).

e) Hz. Peygamber’in irtihalinden sonra Hulefâ-i Râşidîn devrinde evlilere zina cezası olarak recim uygulanmıştır (el-Muvatta’, “Hudûd”, 9-10; Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, I, 359).
 

bi husben

Kıdemli Üye
Katılım
7 Mar 2007
Mesajlar
5,664
Tepkime puanı
322
Puanları
83
Sünnet munkirleri asla iflah olmazlar sünnet munkirliğinin sonu ateizimdir. Yıllardır bunu savunuyorum en son bu sitede yazan yahayyy denen şahıste ateizim kucağına battı.Aklını kendine rab edinip heva ve hevesine yenilenler çıkmaza düştüklerinde inançsız olup çıkmaktalar.
 

çelebiler

Kıdemli Üye
Katılım
4 Ocak 2013
Mesajlar
7,457
Tepkime puanı
211
Puanları
0
hukuku bilmediğin çok açık
keşke öğrenmeye çalışsan
hatta islam hukuku değil beşeri hukuk ve kaynaklarını öğrensen böyle boş şeyler konuşmazdın
ilme saygın olurdu.Hukuk boşluk kabul etmez eğer roma hukukuna göre laik bir yaşamı tercih ettiysen böyle bir derdin olmaz ancak
o zamanda Allaha savaş açmış olursun
bak aşağıda açıklanmış zina cezası
Fuhşun çeşitlerine göre cezalarını belirleyen Nisâ ve Nûr sûrelerinin ilgili âyetleri birbirini tamamlamış; âyetlerin açıklamaya muhtaç kısımlarını da hadisler açıklamış, böylece cinsel suçlarla ilgili cezaların kaynağını sünnet ve buna dayalı sahâbe icmâı teşkil etmiştir.

“Çirkin fiil” diye tercüme ettiğimiz fâhişe kelimesi Kur’an’da, hemcinsler arasındaki cinsel ilişki için de kullanılmıştır (Ankebût 29/28). Buradan hareketle âyetler lafızlarına uygun olarak yorumlandığında 15. âyette kadınların kendi aralarında yaptıkları fuhuştan (sevicilik, lezbiyenlik), 16. âyette de erkeklerin kendi aralarında yaptıkları fuhuştan (livâta, homoseksüellik) bahsedildiği anlaşılmaktadır. Nûr sûresinin 2. âyetinde ise kadınlarla erkekler arasında yapılan fuhuş (zina) suçunun hükmü açıklanmıştır; şu halde suçların cezalarıyla ilgili hükümlerde bir değiştirme (nesih) söz konusu değildir. Nitekim İsfahanlı müfessir Ebû Müslim (ö. 323/935) âyetleri böyle anlamış, Muhammed Abduh ve Reşîd Rızâ da el-Menâr’da (IV, 438-440) bu anlayışı desteklemişlerdir. Buna göre:

a) Seviciliğin cezası kadınları evlerde hapsetmektir; “Allah’ın onlara bir yol açması” ise hallerini düzeltmeleri ve erkeklerle evlenmeleridir.

b) Livata suçunun cezası, bunu yapanlara söz ve fiille eziyet çektirmek, onlara maddî ve mânevî olarak acı vererek canlarını yakmak, böylece bu iğrenç fiili işlemekten vazgeçmelerini sağlamaktır. Ceza olarak ne söyleneceği, ne yapılacağı âyette açıklanmamış, ictihad ve uygulamaya bırakılmıştır.

c) Kadınla erkek arasında yapılan fuhuşun cezası ise Nûr sûresinde (24/2) açıklandığı üzere yüzer sopadır.

Bu anlayış ve yorum, âyetlerin lafzî ifadesine uygun olmakla beraber konuyla ilgili hadisler ve uygulama göz önüne alınınca birçok cevapsız soru ve çözülmemiş problem doğmaktadır. Yukarıdaki anlayışı ortaya koyanlar ve onu destekleyenler bu problemleri, ilgili hadislerin sahih olmadığını ileri sürerek veya “Hadisler daha önceki dinlere veya örfe dayalı uygulamayı aksettirmektedir, âyetler gelince bu uygulamalar terkedilmiştir” şeklinde te’viller yaparak (Ateş, II, 229) çözme yoluna gitmişlerdir. Ancak gerek homoseksüel ilişki ve gerekse evli erkeklerin ve kadınların zinası için öngörülen ağır cezaların –Nûr sûresi geldikten sonra da– asırlar boyunca uygulandığı, yüz sopa cezasının ise evlilik hayatı yaşamamış (muhsan olmayan) erkekle kadının zinasına tahsis edildiği bilinmektedir. İlgili hadislerin sahih olmadığını söylemek, hadis ve usul ilminde yerleşmiş kaidelere göre kolay ve isabetli değildir. Bu hadislerde geçen ifadeler de bu hükümleri açık biçimde içermektedir. Şöyle ki:

a) İbn Abbas, “Allah’ın açtığı yol”un, yani bununla kastedilen çözümün “Evlilerin zinası için recim (taşlayarak öldürmek), bekârların zinası için ise yüz sopa” olduğunu belirtmiştir (Buhârî, “Tefsîr”, 4/1 vd.).

b) Hz. Peygamber “Allah’ın açtığı yol”un evli zânîler için recim, bekâr zânîler için ise yüz sopa olduğunu açıklamıştır (Müslim, “Hudûd”, 12-14).

c) Yine Resûlullah, Allah’tan başka tanrı olmadığına ve kendisinin Allah’ın elçisi olduğuna iman eden kimseler arasında sadece üç büyük suçtan birini işleyenlerin ölüm cezasına çarptırılacağını belirterek bunlardan birinin de zina eden “evlilik yaşamış” kadın ve erkek olduğunu belirtmiştir (Buhârî, “Diyât”, 6; Müslim, “Kasâme”, 25-26). Bu hadis evlilik hayatı yaşamış bulunan kimseler için zina cezasının ölüm olduğunu açıkça ifade etmektedir.

d) Hz. Peygamber hayatta iken, onun bilgisi dahilinde ve verdiği hükme dayanan birden fazla recim cezası uygulanmıştır. Bunların bir kısmı müslüman kadınlarla ve erkeklerle, bir kısmı ise –kendi istekleriyle bir hakim olarak Hz. Peygamber’e başvurdukları için– bu konuda onun hüküm vermesini isteyen yahudilerle ilgilidir (Müslim, “Hudûd”, 16-33; el-Muvatta’, “Hudûd”, 2-6). Yahudiler, zina eden bir kadınla erkeğin davasını Resûlullah’a getirdiklerinde o, Tevrat’ta bunun cezasının ne olduğunu sormuş, yahudiler gerçeği gizleyerek sopa cezasından bahsetmişlerdi. Yahudi iken müslüman olan Abdullah b. Selâm’ın müdahalesi ve Tevrat’taki yerini göstermesi üzerine yahudiler onu doğrulamak mecburiyetinde kalmışlar, Hz. Peygamber de gereğinin yapılmasını emretmişti (Müslim, “Hudûd”, 26). Bugün elimizde bulunan Tevrat’ta da recim cezasına yer verildiğini görüyoruz (Levililer, 20, 24/16 vd.; Tesniye, 22/13 vd.).

e) Hz. Peygamber’in irtihalinden sonra Hulefâ-i Râşidîn devrinde evlilere zina cezası olarak recim uygulanmıştır (el-Muvatta’, “Hudûd”, 9-10; Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, I, 359).
Kur'an'da Allah zinanın cezasına ödürme cezası vermediği halde resul tebyin yetkisi ile değnek cezasını taşlayarak ölüm cezası olarak mı açıklamış?
 
Üst