dedekorkut1
Doçent
SARAH İLE MUSA
SELİM GÜRBÜZER
Bakın Fûzulî aşk’ı şöyle tanımlıyor:
“Aşk imiş her ne var âlemde
İlim bir kıyl ü kâl imiş ancak.”
İşte asırlar öncesinde dile gelen böylesi bir aşkın gözyaşı seliyle birlikte tarihler 1996 yılını gösterdiğinde ‘Sarah ile Musa’ ikilisinde bir başka biçimde yansımıştı. Öyle ki, Fuzuli’nin “Divan-ı leylî vü Mecnun” mesnevisinde yer alan ‘Leyla ile Kays’ arasında geçen ve sonrasında ayrılıkla biten o aşk öyküsünü yeniden Kahramanmaraş’tan İngiltere’ye uzanan Sarah ile Musa’nın aşkında hafızamızda yeniden tazeler olmuştuk.
Malumunuz o günlerde iç ve dış basında gündemden hiç düşmeyen bir Musa'mız vardı, birde Sarah'ımız.
Musa, Anadolu topraklarında geleneksel değerlerle yoğrulmuş, yüreği saf ve sevgi dolu bir delikanlımızken Sarah ise sürekli çevresince horlanıp, aynı zamanda hakkında şişmansın, çirkinsin denilerek rencide edilmiş bir İngiliz kızı olarak bağrımıza basmak istediğimiz bir gelinimizdi. Neyse ki, Sarah ailesiyle birlikte tatil için Alanya'ya geldiğinde garsonluk yapan Musa’yla tanıştığı gün, kendi doğup büyüdüğü ülkesinde onca rencide edilmişlikten sonra onun tutku gözlerinde kendi insanlığını bulmuş ve en nihayetinde gelinimiz olmasını bilmiştir. Elbette ki Sarah’ın da yuva kurup mutlu olmak en tabii hakkıydı. Amma velakin gel gör ki; İngiltere’de kadın erkek ilişkileri içi boş, ruhsuz ve sınır tanımaz özgürlük çığırtkanlığı çerçevesinde seyrettiği içindir Sarah'ın bu halini bir türlü içlerine sindiremedikleri gibi birde bunun üstüne üstük dünya çapında çok büyük kamuoyu baskısı oluşturarak gelinimizi aramızdan alıp kendi ülkelerine götürdüler. Oysa Musa, Mecnun misali saf duygularla Sarah’ı sevmiş ve onu olduğu gibi kabul edip öyle nikâh kıymıştı. Ancak İngiltere bu ya, hemen durumdan vazife çıkarıp bir yandan 13 yaşında bir kızın imam nikâhı ile evlenmesine pek hoş gözle bakılmazken diğer yandan aynı İngiltere bu yaşlarda bir kızın nikâhsız cinsel bir ilişkide bulunmasını cinsel özgürlük olarak hiçbir sakınca görmeyerekten yaman bir çelişki içerisine girebiliyor. Bizde ki durum farklı elbet, on üç yaşında bir kızla nikâhsız ilişkiye girmeyi asla tasvip etmeyiz, illa ki aralarındaki bağı nikâh bağıyla taçlandırmalarını ön şart olarak, yani cinsel özgürlüğün tam aksine nefsi arzularının kölesi gayri meşru ilişki olarak görürüz. Kaldı ki meseleye şer’an da böyle bakmamız da gerekir zaten. Nitekim her iki kültür kodu arasında ki farkı Sarah ile Musa çiftinin izdivacında yaşanan hadiselerde en net bir şekilde görebiliyoruz da. Onlar meseleye kendi zaviyelerinden öyle baka dursunlar, bu mesele su yüzüne çıktığında başta İngiltere ve Türkiye olmak üzere birçok ülkede gündemden düşmeyen herkesin merakına mucip konu olduğu gibi bizi de içten içe üzen bir hadise olarak kendi coğrafyamızda yankı bulur. Öyle ki, o yıllarda Türkiye tarafında basın ve televizyon aracılığıyla bu izdivacın yankısını günlük takip edenler yeniden Leyla ile Mecnun aşkını hatırlar oldular da. Dahası Türk halkının algısında Mecnunun aşk uğruna düştüğü çöl, bu kez üzerinde güneş batmayan imparator sahrası olmuştu. Derken bu aşk iksiri güneş batmayan Büyük Britanya ülkesi sahrasına dalga dalga yayıldıkça diğer coğrafi alanlarda da birbirlerini seven çarpan gönüllerde bir başka heyecan uyandıran bir hadise olmuştu.
Peki, dünya sathına yayılan bu aşk dalgası Batı yakasında nasıl ele alındı? Nasıl ele alınsın ki, bikere Batı insanı bu noktada aşk nedir ne değildir bilmez ki. Bu yüzden Sarah ve Musa’nın tertemiz masumane aşkına bir anlama veremeyip hep ön yargı çerçevesinden yaklaşmışlardır. Hadi anlam veremeyip aval aval bakmalarını anladık ta, birde durumdan vazife çıkarıp dünyanın gündeminde kriz üretmelerine ne demeli. Baksanıza o günlerde İngiliz medyası habire meseleyi dünya gündemine taşıyarak Sarah’ın Musa’ya olan ilgisini uluslararası skandal bir boyut kazandırmışlardı. Derken Sarah üzerinden uluslararası arenada Türkiye karşıtı kamuoyu oluşturma çabasına girmişlerdir. Dedik ya, Musa yakışıklı, bir o kadar da gözde efendi delikanlımızdır. Öyle ya, böyle yakışıklı bir genç, nasıl olurda tonton, pekte güzel olmayan Sarah’a bu denli ilgi duyar bir türlü içlerine sindirememişlerdi. Aslında sindirememelerine şaşmamak gerekirdi, zira kendi kültür coğrafyalarında eşine nadirde olsa rastlanmayan bir hadiseyle karşı karşıya idiler, dolayısıyla böyle bir olaya ne akıl sır erdirebildiler, ne de bir anlam verebildiler. Elbette anlam veremezler, bilmedikleri bir şey vardı ki, o da aşk denen hadise sadece yaşanınca ancak akıl sır erdirilebilen bir duygu selidir. Hele ki sevgi ikliminden yoksun İngiltere gibi toplumlar isteseler de aşkı anlayamazlar zaten. İşte aşk bu ya, ne kitapla ne kalemle ne de sözle anlatılabilir. Hem nasıl anlatılsın ki, her şeyden önce aşk haldir, kâl (söz) değil ki, illa insanın yüreğinde yaşaması gerekir ki aşkın ne olduğunu idrak edilebilsin. İşte İngiliz basınının şaşa kalıp da çözemediği romantizm durum bu. Belli ki idrak edemedikleri aşk gerçeği bizatihi yaşayarak idrak edilebilecek aşkın gözyaşı selinde gizlidir. Düşünsenize, Sarah kendi kucağında büyüdüğü toplumunda tatmadığı aşkı Musa'nın sevgi dolu yüreğinde hissettiğinde iç dünyasında kim bilir ne fırtınalar kopmuş olsa gerek ki Musa’ya bir anda gönlünü kaptırabiliyor. İşte aşk budur.
SELİM GÜRBÜZER
Bakın Fûzulî aşk’ı şöyle tanımlıyor:
“Aşk imiş her ne var âlemde
İlim bir kıyl ü kâl imiş ancak.”
İşte asırlar öncesinde dile gelen böylesi bir aşkın gözyaşı seliyle birlikte tarihler 1996 yılını gösterdiğinde ‘Sarah ile Musa’ ikilisinde bir başka biçimde yansımıştı. Öyle ki, Fuzuli’nin “Divan-ı leylî vü Mecnun” mesnevisinde yer alan ‘Leyla ile Kays’ arasında geçen ve sonrasında ayrılıkla biten o aşk öyküsünü yeniden Kahramanmaraş’tan İngiltere’ye uzanan Sarah ile Musa’nın aşkında hafızamızda yeniden tazeler olmuştuk.
Malumunuz o günlerde iç ve dış basında gündemden hiç düşmeyen bir Musa'mız vardı, birde Sarah'ımız.
Musa, Anadolu topraklarında geleneksel değerlerle yoğrulmuş, yüreği saf ve sevgi dolu bir delikanlımızken Sarah ise sürekli çevresince horlanıp, aynı zamanda hakkında şişmansın, çirkinsin denilerek rencide edilmiş bir İngiliz kızı olarak bağrımıza basmak istediğimiz bir gelinimizdi. Neyse ki, Sarah ailesiyle birlikte tatil için Alanya'ya geldiğinde garsonluk yapan Musa’yla tanıştığı gün, kendi doğup büyüdüğü ülkesinde onca rencide edilmişlikten sonra onun tutku gözlerinde kendi insanlığını bulmuş ve en nihayetinde gelinimiz olmasını bilmiştir. Elbette ki Sarah’ın da yuva kurup mutlu olmak en tabii hakkıydı. Amma velakin gel gör ki; İngiltere’de kadın erkek ilişkileri içi boş, ruhsuz ve sınır tanımaz özgürlük çığırtkanlığı çerçevesinde seyrettiği içindir Sarah'ın bu halini bir türlü içlerine sindiremedikleri gibi birde bunun üstüne üstük dünya çapında çok büyük kamuoyu baskısı oluşturarak gelinimizi aramızdan alıp kendi ülkelerine götürdüler. Oysa Musa, Mecnun misali saf duygularla Sarah’ı sevmiş ve onu olduğu gibi kabul edip öyle nikâh kıymıştı. Ancak İngiltere bu ya, hemen durumdan vazife çıkarıp bir yandan 13 yaşında bir kızın imam nikâhı ile evlenmesine pek hoş gözle bakılmazken diğer yandan aynı İngiltere bu yaşlarda bir kızın nikâhsız cinsel bir ilişkide bulunmasını cinsel özgürlük olarak hiçbir sakınca görmeyerekten yaman bir çelişki içerisine girebiliyor. Bizde ki durum farklı elbet, on üç yaşında bir kızla nikâhsız ilişkiye girmeyi asla tasvip etmeyiz, illa ki aralarındaki bağı nikâh bağıyla taçlandırmalarını ön şart olarak, yani cinsel özgürlüğün tam aksine nefsi arzularının kölesi gayri meşru ilişki olarak görürüz. Kaldı ki meseleye şer’an da böyle bakmamız da gerekir zaten. Nitekim her iki kültür kodu arasında ki farkı Sarah ile Musa çiftinin izdivacında yaşanan hadiselerde en net bir şekilde görebiliyoruz da. Onlar meseleye kendi zaviyelerinden öyle baka dursunlar, bu mesele su yüzüne çıktığında başta İngiltere ve Türkiye olmak üzere birçok ülkede gündemden düşmeyen herkesin merakına mucip konu olduğu gibi bizi de içten içe üzen bir hadise olarak kendi coğrafyamızda yankı bulur. Öyle ki, o yıllarda Türkiye tarafında basın ve televizyon aracılığıyla bu izdivacın yankısını günlük takip edenler yeniden Leyla ile Mecnun aşkını hatırlar oldular da. Dahası Türk halkının algısında Mecnunun aşk uğruna düştüğü çöl, bu kez üzerinde güneş batmayan imparator sahrası olmuştu. Derken bu aşk iksiri güneş batmayan Büyük Britanya ülkesi sahrasına dalga dalga yayıldıkça diğer coğrafi alanlarda da birbirlerini seven çarpan gönüllerde bir başka heyecan uyandıran bir hadise olmuştu.
Peki, dünya sathına yayılan bu aşk dalgası Batı yakasında nasıl ele alındı? Nasıl ele alınsın ki, bikere Batı insanı bu noktada aşk nedir ne değildir bilmez ki. Bu yüzden Sarah ve Musa’nın tertemiz masumane aşkına bir anlama veremeyip hep ön yargı çerçevesinden yaklaşmışlardır. Hadi anlam veremeyip aval aval bakmalarını anladık ta, birde durumdan vazife çıkarıp dünyanın gündeminde kriz üretmelerine ne demeli. Baksanıza o günlerde İngiliz medyası habire meseleyi dünya gündemine taşıyarak Sarah’ın Musa’ya olan ilgisini uluslararası skandal bir boyut kazandırmışlardı. Derken Sarah üzerinden uluslararası arenada Türkiye karşıtı kamuoyu oluşturma çabasına girmişlerdir. Dedik ya, Musa yakışıklı, bir o kadar da gözde efendi delikanlımızdır. Öyle ya, böyle yakışıklı bir genç, nasıl olurda tonton, pekte güzel olmayan Sarah’a bu denli ilgi duyar bir türlü içlerine sindirememişlerdi. Aslında sindirememelerine şaşmamak gerekirdi, zira kendi kültür coğrafyalarında eşine nadirde olsa rastlanmayan bir hadiseyle karşı karşıya idiler, dolayısıyla böyle bir olaya ne akıl sır erdirebildiler, ne de bir anlam verebildiler. Elbette anlam veremezler, bilmedikleri bir şey vardı ki, o da aşk denen hadise sadece yaşanınca ancak akıl sır erdirilebilen bir duygu selidir. Hele ki sevgi ikliminden yoksun İngiltere gibi toplumlar isteseler de aşkı anlayamazlar zaten. İşte aşk bu ya, ne kitapla ne kalemle ne de sözle anlatılabilir. Hem nasıl anlatılsın ki, her şeyden önce aşk haldir, kâl (söz) değil ki, illa insanın yüreğinde yaşaması gerekir ki aşkın ne olduğunu idrak edilebilsin. İşte İngiliz basınının şaşa kalıp da çözemediği romantizm durum bu. Belli ki idrak edemedikleri aşk gerçeği bizatihi yaşayarak idrak edilebilecek aşkın gözyaşı selinde gizlidir. Düşünsenize, Sarah kendi kucağında büyüdüğü toplumunda tatmadığı aşkı Musa'nın sevgi dolu yüreğinde hissettiğinde iç dünyasında kim bilir ne fırtınalar kopmuş olsa gerek ki Musa’ya bir anda gönlünü kaptırabiliyor. İşte aşk budur.