Sema Maraşlı / Feminist kadın kaybedilmiş kadındır

cihad38

Profesör
Katılım
4 Nis 2013
Mesajlar
1,087
Tepkime puanı
18
Puanları
0
Erkeklerle Konuşurken (Evlilik okulu kitabından)

bu başlıklı paylaşıma bayıldım, bunu yazdırıp eve götürecem lakinnn,
(her ne kadarda biraz cinsimizi aşağılıyor olsada)
bu seferde soru gelecek ; kadınlarla konuşurken başlıklı yazıyı niye getirmedin, zaten hep işine gelen yazıları getiriyorsun diyecek,yine zıvanadan çıkıcam, :)

 

spesifik

آزادی قید و بند
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
24,869
Tepkime puanı
4,115
Puanları
113
Konum
Hayâlistan/bul
Erkeklerle Konuşurken (Evlilik okulu kitabından)

bu başlıklı paylaşıma bayıldım, bunu yazdırıp eve götürecem lakinnn,
(her ne kadarda biraz cinsimizi aşağılıyor olsada)
bu seferde soru gelecek ; kadınlarla konuşurken başlıklı yazıyı niye getirmedin, zaten hep işine gelen yazıları getiriyorsun diyecek,yine zıvanadan çıkıcam, :)


Sema Maraşlı nın muhabbet olsun kitabında her ikisi mevcut üstelik erkekler için on beş bayanlar için yirmi beş adım var biz niye erkeklerden on adım fazla diyormuyuz :)
 

spesifik

آزادی قید و بند
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
24,869
Tepkime puanı
4,115
Puanları
113
Konum
Hayâlistan/bul
Kaybetmeden Önce… (Evlilik Okulu)
Evlilik okulunun ilk derslerinde affetmenin önemi üzerine yazmıştım. Sevgiyi koruyan şey bağışlamaktır. Hataları bağışlamadığımızda öncelikle kendimize zarar veririz, sonrasında sevdiklerimize zarar veririz.
Affetmediğimiz de bilinçli ya da bilinçsiz öç almaya çalışırız. Açık ya da sinsi cezalar uygular, çeşit çeşit cezalandırma metotları buluruz.
Kırıldıkça ufak ufak cezalarla başlarız. Biz kadınlar cezalandırmakta daha ustayızdır. Kadın beyni detaycı olduğu için plan yapmakta zorlanmaz. Kadın ince ince öç alır kocasından. Erkeğin en önemsediği konularda onu sinir edecek şeyler yapar. Cezalandırdığını fark ettirmeden cezalandırır.
Kocasının defalarca söylediği şeyleri inadına inadına yapar. Aslında ne yapması gerektiğini gayet iyi bilir fakat kocasına duyduğu kızgınlık onu mutlu edecek şeyleri yapmasına engel olur. Ufak ufak başlayan cezalar zamanla artar sevgiyi zedeler, tüketir. Gizli gizli, sinsi sinsi…
Mesela gece eve geç gelen kocaya sabah kalkıp kahvaltı hazırlanmaz, uyuyormuş numarasına yatılır, kocanın ütüleri yapılmaz. Erkek elektrik faturası fazla diye söylenir, kadın doğalgazı çok kullanır. Erkek yemeği az tuzlu sever, kadın tuzu biraz fazlaca atar. Erkek karısının kıyafetlerinde hoşlanmadığı şeyleri söyler, kadın onunla bir yere giderken kocasının en hoşlanmadıklarını giyer…
Erkek karısının evde bakımlı olmasını onun için süslenmesini ister, bunu defalarca söyler kadın kocasını her gün en paspal hali ile karşılar. Kadın kocasını telefonla arar erkek telefonu geç açarsa kadın da kocası aradığı zaman özellikle görmemiş duymamış gibi yapıp geç açar. Geç açmak nasıl oluyor görsün de bir daha yapmasın diye düşünür. Oysa kadının bu inat ya da kocayı umursamaz halleri kocaya hiçbir şekilde ders olmaz. Sadece erkek kendini karısının yanında değersiz olarak görmeye başlar.
Erkekler ince ince cezalandırma konusunda pek usta değillerdir. Onların cezaları daha nettir. Erkeklerin cezaları eşine duyduğu kızgınlığa göre değişir…Bağırıp çağırmak, surat asmak, ilgiyi kesmek, aralarına buzdan bir duvarı örmek ya da aldatmaktır.
Cezalandırdıkça da karı-koca arasındaki ilişki daha kötü bir hale gelir. Çoğu zaman yaptığımızı ceza olarak da adlandırmayız. “O bana öyle yaparsa ben de ona böyle yaparım.” şeklinde bir savunmamız vardır. Birbirini cezalandırırken sonunun nereye varacağını düşünülmez. Netice olarak karı koca birbirlerinden iyice uzaklaşır. Eşi cezalandırmak sevgiyi öldüreceği için aslında kendini cezalandırmaktır.
Sonra bağ olarak en yakınımızdakiler ruhen en uzağımızda olurlar. Sarılmak istesek sarılamayız, samimi olmak istesek olamayız. Cezaları yedikçe kırılır içimizde bir şeyler, ve cezalandırdıkça da kaybederiz sevdiklerimizi. Bu yüzden affedeci olmak çok değerli bir vasıftır.
Biz mükemmel olmadığımız gibi sevdiğimizde mükemmel değildir. Hatası olduğunda hataya odaklanıp onu cezalandırmak yerine, onun iyi huylarını hatırlayıp onların hatırına yanlışlarını görmezden gelmek gerek. Görüyorsa bile ceza kesmesek gerek. Yüzde yüz iyi yoktur; yüzde yetmişte iyiyi bulduysak, yüzde yetmişin hatırına yüzde otuz hatayı hoşgörü ile karşılamak gerekmez mi?
Bu cezalar ya evliliği bitirir ya da karı kocayı sevgisiz, muhabbetsiz bir hayata mahkum eder.
Bir gün eş gider. Ya ölür ya aldatır, ya başkasına aşık olur ya da boşanmak ister. İşte o zaman cezalandıran tarafın aklı başına gelir.
Ölüm halinde vicdan azabından başka yapacak bir şey yoktur. Gidenin arkasından bol bol dua ve hayır hasenat belki vicdan azabını biraz hafifletir.
Kadın için aldatılma halinde evliliğini kurtarmak; ancak diğer kadının, erkek için ne kadar değerli olduğu ile bağlantılıdır. Erkek diğer kadını sevmemişse kadının evliliğini kurtarmak istemesi halinde bir şansı vardır. O zaman kadın için eşini sinir etmek için yaptığı davranışları bir yana bırakıp ona değer verdiğini gösterme zamanıdır.
Fakat erkek aşık olmuşsa, yüreği başka bir kadın için çarpmaya başlamışsa artık yapacak bir şey kalmamış demektir. Kadın artık ne yaparsa yapsın yüreği gitmiş adamı geri çeviremez, gideni durduramaz. Bazı kadınlar bu durumda hatasını fark eder, yapacak bir şey olmadığını anlar ve sessizce çekilir.
Fakat bazı kadınlar da ümitsizce çırpınır, direnir. Kadın birden bire kocasına aşık olduğunu zanneder. Birden bire onun için her şeyi yapabileceğini fark eder. Her şeyi birden bire toparlamaya çalışır ve genellikle eline yüzüne bulaştırır. Aşırı iyi olmaya çalışır, aşırı tepkiler gösterir, aşırı süslenir…gibi.
Bir kuaför anlatmıştı. Kocasının hayatında başka bir kadın olduğunu duyan kadınlar, kuaföre gelip her şeyin en uç olanından yaptırmak istiyorlarmış. O güne kadar doğru düzgün kendine bakmayan kadın birden bire büyük bir değişim yaşayınca o değişim üzerinde sakil durur. Kocanın da hoşuna gitmez.
Erkek için de aynı durum geçerlidir. Erkekler karısı aldatınca genellikle ayrılmayı tercih ediyorlar.
Kadının aldatma ya da aldatılma olmadan ayrılmak istemesi ise genellikle kocasının ona karşı soğuk hallerinden, surat asarak, ilgi ve sevgisini keserek cezalandırmaya çalışmasından kaynaklanıyor. Cezadan bıkan kadın ayrılmaya kalktığında erkek de eşini ikna etmek için çabalıyor fakat bu çabalar çoğu zaman ayrılmayı kafasına koyan kadını geri çevirmiyor. Yapılan araştırmalarda boşanma taleplerinin çoğu kadınlardan geliyor. Kadınlar sevgisiz bir hayatı diğer şartlar yerinde de olsa devam ettirmek istemiyorlar.
Ayrılık durumunda genellikle eşler önce evliliği kurtarmak için bir şeyler yaparlar, kurtaramayacağını anlayan da evliliğinde yaptığı gibi ayrılık safhasında da eşi cezalandırmaya devam ederler. Saldırganlaşırlar, tehdit ve şantajla karısını ya da kocasını ayrılmamaya ikna etmeye çalışırlar. Ayrılırlarsa arkasından hakaret, küfür, iftira ile eşe zarar vermeye çalışırken en çok kendilerine zarar verir, kendilerini küçük düşürürler.
Hele ki gönlü başkasına gitmiş bir eşin bedeninin onun yanında kalması kimseyi mutlu etmez. Eşinin başkasını sevdiğini bilen içten içe kendini yer, bitirir. Bu durumda onu zorla tutmaya çalışmak kişinin kendine yapacağı en büyük kötülüktür.
Velhasıl evlilik hayatı içinde karı-koca iyilikleri görüp kıymet bilmeli, hataları hoşgörü ile karşılamalı, eşi cezalandırarak sevgiyi tüketmemelidir. Yoksa eşi kaybedecek zaman durumu toparlamak oldukça zor, bazen imkansızdır. Bu durumda eşi onu gerçekten sevdiğine inandırmak ise en zorudur. Kişi eşi kaybedeceği zaman gerçekten sevdiğini mi anlamıştır yoksa hırs yapıp sadece kaybetmemek için mi çabalıyordur, eş bundan bir türlü emin olamaz.
Aslında duruma bir de şöyle bakmak lazımdır. Kıymet bilmeyen eşler belki de Allah (c.c) ın “Verdiklerimin kıymetini bilir, şükrederseniz nimeti artırırım, nankörlük eder şikayet ederseniz elinizden alırım.” sözünün muhatabı olmuşlardır. O zaman yapacak tek şey yaşananlardan ders almaktır. Aynı şeyleri yeniden yeniden yaşamamak ve aynı imtihanla yeniden sınanmamak için. Kaybetmeden önce kıymet bilmek her açıdan en akıllıca olan.
 

spesifik

آزادی قید و بند
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
24,869
Tepkime puanı
4,115
Puanları
113
Konum
Hayâlistan/bul
Yalan (Evlilik Okulu) Evlilik hayatında en değerli şey güven duygusudur. Güven de ancak dürüst olunarak sağlanabilir. Evliliğe niyet eden çiftler daha söz, nişan safhasından itibaren birbirlerine yalan söylememeli ve birbirlerini yalan söylemek zorunda bırakmamalıdırlar.
Evlilikte yalan varsa, iki sebebi vardır. Birincisi taraflardan biri bunu çocukluğundan beri alışkanlık edinmiştir. Ya aile baskısı ile büyümüştür ya da ailede çok yalan söyleniyordur. Bu durumda kişi yalan söylemeyi bir hata, büyük bir günah olarak bile görmez. Yalana alışmış birisi dürüstlüğe çok değer veren biri ile evlenirse ikisinin de işi zordur. Dürüst olan taraf sürekli incinir, kendini güvende hissetmez. İki taraf da yalan söylemeyi alışkanlık haline getirmişlerse birbirlerini idare etmeleri daha kolay olur. Tabii evlilikleri pek sağlam olmaz. Dinimiz yalanı yasaklamış, dürüstlüğe çok değer vermiştir. Peygamberimiz: “Mümin yalan söylemez.” buyuruyor. Yalan alışkanlığı olanların bundan acilen kurtulmaları lazımdır.
Bazılarının hayatına da yalan evlendikten sonra girer. Evlilikte psikolojik baskı varsa, yalan kurtuluş reçetesi gibi görünebilir. Kocasının ona yalan söylediğinden şikayetçi olan bir hanıma “Kocanızın işlerine ve gittiği geldiği yerlere karışır mısınız?” diye sordum. “Tabii ki. Görüşmesini istemediğim arkadaşları var.” dedi. Böyle olunca ne oluyor? Kocası arkadaşı ile görüşse, evde tatsızlık olmasın diye bir şeyler uydurmak durumunda kalıyor. Bazı hanımlar erkeğin kendi ailesi ile görüşmesini istemiyorlar. Erkek onlarla gizli görüşüyor ve karısına da onun kızmayacağını düşündüğü bir yalan atıveriyor. Bu yalanın vebali hem kadına hem erkeğe yazılır. Kadın buna sebep olduğu için. Erkek de Allah’tan çok karısından korktuğu için.
Şu dünya da yalan kimseyi kurtarmış değildir. Bir şekilde kişinin ayağına dolanır, kişi yakalanır, ona duyulan güven yerle bir olur. Yalan söyleyen hele ki erkekse iyice çabuk yakalanır. Erkek beyni detaycı yaratılmadığı için yalan söylerken ya da gizli iş yaparken detayları hesap edemez, bu yüzden de yakalanır.
Erkek de karısı üzerinde onu yalana sevk edecek baskı kurmamalıdır. Özellikle karısının ev işi ve çocuk yetiştirmek gibi işlerine müdahale etmemelidir. Mesela; erkek karısından çocuğu her gün banyo yaptırmasını istiyor, bu kadının zoruna gidiyor ve çocuğu yıkamasa da “yıkadım” diyor. (Tabii bu arada çocuk da yalana alışıyor.) Ya da çocuk arkadaşları ile oynarken kavga ediyor kafasına bir oyuncak yiyor, alnı morarıyor, kadın korkusundan kocasına “çocuk düştü” diyor.
Yalan söylememek her doğruyu söylemek demek değildir. Gerekli olduğu kadar konuşmaktır. Doğruyu söyleyeyim diye söylenmesi gerekmeyen şeyleri de söylemeye gerek yok.
Evlilikte eşlerin birbirine hoşgörülü olması çok önemlidir. Hoşgörü olmayınca birbirleri üzerinde baskı kurduklarında yalan ortaya çıkacaktır. Yalan aile hayatına girdiğinde eşler birbirlerine hep kuşku ile bakacaktır. Kuşku olunca muhabbetten söz etmek biraz zordur.
 

spesifik

آزادی قید و بند
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
24,869
Tepkime puanı
4,115
Puanları
113
Konum
Hayâlistan/bul
Anneliği Abartmak “Mutlu Evlilik Okulu” kitabımdan Bir ay önce “Evlilik Okulu” kitabım çıkıyor diye duyurmuştum fakat kapak tasarım, baskı derken kitap biraz gecikti. Nihayet cuma günü inşallah kitapevlerinin raflarında yerini alacak. Kitabın adı “Mutlu Evlilik Okulu” oldu. Evlilik Okulu adıyla başka kitaplar da olduğu için kitabı kitapevlerinden isterken “Sema Maraşlı İle Mutlu Evlilik Okulu” diye isterseniz karışıklıklar olmaz.
Kitapta cocukaile sitemizde yaptığım dersleri olduğu gibi almadım, düzenledim yeni dersler yazdım. Evlilik okulu dersleri için yazmadığım ama eşleri ilgilendiren konuların olduğu yazılarımı da aldım ve yeni yazılarla birlikte yetmiş beş ders oldu.
Bu arada kitabı çok soran oldu. Vakıflardan derneklerden ders yapmak için bekleyenler var, özel bekleyenler var. İlgilenen herkese çok teşekkür ediyorum. Ben daha fazla beklemek istemiyorum diyen ya da daha uygun almak isteyen okuyucularımız kitabı kitapyurdu sitesinden alabilirler. Kitabın fiyatı 15 lira fakat kitapyurdun da özel indirimle 9.79 a satılıyor. İnternet üzerinden almayı tercih edenler için iyi bir fırsat.
http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=677507&sa=155034313
Kitapyurdu benim de kitap alışverişi yaptığım güvenilir bir site. Çok geniş bir yelpazesi var. Alışveriş yaptığınızda belli bir rakamı geçtiğinizde kargo ücreti de ödemiyorsunuz.
Kitap için çok yoğun bir yazı maratonundan çıktığım için şimdilerde henüz yeni yazı yazma isteği duyamıyorum. Son yazılarım parantez içinde (Evlilik Okulu) notu olanlar hep kitaptan paylaşımlardı. Bugün yine kitaptan bir bölüm yayınlıyorum.
ANNELİĞİ ABARTMAK
Bizim toplumuzda annelik hep yüceltilirken, kadınlık hep bir hor görülmüştür. Kim tarafından? Kadınlar tarafından. “Cennet annelerin ayakları altındadır.” hadis-i şerîfi dillerden düşmezken, kadının kocasını razı etmesi ile ilgili pek çok hadisi şerifi ya görmezden geliniyor ya da sahih değildir deyip inkar ediliyor. Yani hadislerde de işimize geleni alma gibi bir iki yüzlülük yapıyoruz.
Kadınlarımızın pek çoğu ilk çocuğu kucağa alır almaz kocaya sırtını dönmeye başlıyor. Kadının hayatı çocuğu oluyor. Çocuğun yemesi, içmesi, gezmesi…Ailede mutluluk vesilesi olması gereken çocuk aileye bomba gibi düşüyor. Kadınlarımız çok sahipleniciler. Anneler çocuklarını mal mülk gibi sahipleniyorlar. Kadın çocuğun üstüne fazla düştükçe karı-kocanın arası bozuluyor. Eğer bir de erkek umursamaz ve çocukla ilgisizse (bazı babalar karısının çocuğa aşırı ilgisini kıskanabiliyorlar) karı-kocanın arası iyice kötü oluyor.
Kadınlar kocalarına hizmet etmediklerini gururla anlatırken, çocuklarına nasıl uşak olduklarını övünerek anlatıyorlar. Kocasına çay götürmeyi bile zül kabul eden kadınlar, kazık kadar olmuş çocuklarının ayaklarına yiyecek taşıyarak, kuş gibi besliyorlar. Dünyada araştırılması yapılmış mıdır bilmiyorum; ama anneliği en abartan millet hangisi diye bir araştırma yapılsa kesin bizim kadınlarımız çıkar. Kocası için taramadığı saçını, çocuğu için süpürge eden kadınlarımız.
Nihayetinde kadın; kadın olmayı unutup sadece anne oluyor. Hatta eşine de annelik etmeye başlıyor. Fakat anneliği de çok sağlıklı olmuyor. Bütün ilgisini sevgisini çocuklarına yükleyince çocuklarını kendine bağımlı, hayata karşı güvensiz yetiştiriyor. Hayatını çocuklarına adadığı için onlardan beklentisi de çok oluyor. Bu beklenti çocuklar tarafından karşılanmayınca da fazlasıyla da üzülüyor. Bu arada eşi ile iletişimi de büyük zararlar görmüş oluyor.
Günümüzde annelerin bu aşırı fedakarlığı erkek çocukları için hiç iyi olmadı. Anneler erkek çocuğunu kız çocuğu gibi yetiştirmeye başladılar. Erkek çocuğunun yapması gereken pek çok işten onları muaf tutuyorlar ve oğulların yapması ve öğrenmesi gereken pek çok işi anneler üstleniyorlar. Gerçi son dönemlerde kızlarda da durum hemen hemen aynı. Kızlar ev işi yapmayı öğrenmeden evleniyorlar ve evliliklerinde ciddi problemler yaşıyorlar. Ayrıca annelerinin de hatalarını kopyalıyorlar.
Yapılan bir araştırmada üniversitelilerin portakal soyamaması annelerin ne kadar hamarat olduğunun değil; çocuklarının büyümesine izin vermediğinin işaretlerinden biridir.
Anneler erkek çocuklarını eskiden “paşam, aslanım” diye severken günümüz anneleri “bebeğim, gül yanaklım” diye seviyor. Anne “bebeğim” demese de bebek muamelesi yapıyor. Annesinin bebeği evlenince kavvamlık gibi ağır bir sorumluluğun üstesinden doğal olarak gelemiyor. Anneler oğulları ile göbek bağını bir türlü kesmek istemiyorlar.
Bütün işi annesi tarafından yapılan bir erkeğin evlenince birden sorumluluk almayı öğrenmesi pek de kolay değil. Karısı da acele edip güçlü kadın moduna girip her şeyi üstlenince erkek bir türlü sorumluluklarını üstlenemiyor. Karısı bütün yükü alıyor fakat sürekli söyleniyor, şikayet ediyor ve çok yoruluyor.
Böylece gelin, kayınvalidesinin hatasının cezasını çekme durumunda kalabiliyor. Velhasıl anneliğin abartılmasının kimseye faydası yok. Evlatlar iyi yetişmiyor, gelinler memnun kalmıyor, kadın çok yoruluyor, koca desen zaten şikayetçi. O halde kadının kadın olmayı unutmaması lazım.
Kadın beyni müthiş donanımlı yaratılmış. Kadın hem kutsal anne hem de kocasına düşkün, cilveli, işveli bir kadın olabilir. Bunlar birbiri ile çelişen şeyler değil. Yeter ki kadın, kendini anne olmaya çok kaptırmasın ve kadın olma ile anne olma ayırımını yapabilsin.

 

spesifik

آزادی قید و بند
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
24,869
Tepkime puanı
4,115
Puanları
113
Konum
Hayâlistan/bul
Peygamber Efendimiz Nasıl Bir Eşti?
Sevgili Peygamber’imizin eşlerine muamelesi nasıldı? Onlara nasıl davranırdı?
Hemen söylemeli ki eşlerine karşı çok sabırlıydı. Allah’ın elçisi kadınlara iyi davranır ve kadınlara iyi davranmaları hususunda erkekleri uyarırdı:
“Siz onları Allah’ın bir emaneti olarak alıp, namuslarını yine Allah’ın emriyle helal edindiniz. O hâlde Allah’ın emaneti (haksızlık ve kötülük) hususunda Allah’tan korkunuz.”
“İman bakımından Mü’minlerin en kâmili, ahlâkı en güzel olandır. Sizin en hayırlınız kadınlara karşı hayırlı olanınızdır.” buyurmuş, kendisi de çok güzel örnek olmuştur.
Allah Resûl’ü eve selam ve güler yüzle girerdi:
Nur Sûresi 61. Âyet-i Kerîme:
“Evlere girdiğiniz zaman Allah tarafından bereket ve güzel bir sağlık dileği olarak kendi(ev halkınıza, kimse yoksa kendi kendi)nize selam verin.”
Peygamber’imiz, Hz. Enes’e:
“Ey oğulcuğum! Ailenin yanına girdiğinde selam ver, sana ve evdekilere selam ver…” buyurmuştur.
Peygamber’imizin eşinin yanına girdiği zaman selam vererek söze başladığı, hanımına yaklaşıp elini omzuna koyduğu, öptüğü, onunla sohbet ettiği, onun dertlerini dinlediği nakledilmektedir.
Her sabah ve ikindi vakti bütün eşlerine tek tek uğrar, onlara hâl-hatır sorar ve değer verdiğini belli ederdi.
Eşlerine karşı çok sabırlıydı: Hiçbir eşine tek fiske bile vurmamış, kötü söz söylememişti. Eşlerinin bazen sabahtan akşama kadar Peygamber’imize küstükleri olurdu. Peygamber’imiz onların huysuzluklarına tahammül ederdi.
Eşlerine son derece yumuşak davranırdı…
Hz. Âişe anlatıyor: “Bir gece hanımlarına mı gitti diye vesveseye düşüp, Resûlullah’ı yoklamıştım. Elim saçlarına girdi. Meseleyi anlayan Resûlullah ‘Sana yine şeytan gelmiş olmalı…’ dedi.
Peygamber’imiz, eşini azarlamadan ona hatasını göstermiştir.
Hz. Safiye anlatıyor: “Resûlullah bir gece yolculuğunda beni devesine almıştı. Yolda uyuklamaya başladım. (Uyumamı önlemek için) bir taraftan beni okşuyor bir taraftan da ‘Ey Huyeyy’in kızı, ey Safiye!’ diyordu…”
Peygamber’imiz bir gün Hz. Âişe’ye, hırçın ve sanki sert bir kömür parçası gibi siyah bir deve verdi. Ona dokunup bereket getirmesi için dua etti. Sonra şöyle dedi:
“Bu deveye bin ve ona yumuşak davran. Şüphesiz bir şeyde yumuşaklık varsa, onu süsleyip güzelleştirir. Bir şeyde yumuşaklık çekilip alınırsa onu lekeler.”
Eşlerinin kusurlarını görmezden gelir, iyi huylarını överdi:
Bir gün Resûlullah Muhâcir ve Ensâr’ın teşkil ettiği bir topluluk önünde ganimetleri taksim ederken eşi Zeynep Binti Cahş söze karıştı. Hz. Ömer onu azarladı. Peygamber’imiz: “Ömer, onunla uğraşma. O evvâhe(yumuşak huylu, yufka yürekli ve çok dua eden)dir.” dedi. Eşinin hatasını söylemek yerine onun güzel huyunu söylerdi.
Şakacı ve güler yüzlüydü.
Hanımlarıyla şakalaşır, onların şakalarına iştirak ederdi:
Hz. Âişe bir gün bulamaç pişirdi. Peygamber’imiz sofraya eşlerinden Hz. Sevde ile birlikte oturdu. Peygamber’imiz iki hanımının ortasında oturuyordu. Hz. Sevde bulamacı yemiyor, Hz. Âişe yemesi için ısrar ediyordu. Hz. Sevde ise yememekte ısrar ediyordu. Hz. Âişe “Yemezsen yüzüne sürerim.” dedi. Sevde yememekte ısrar edince Âişe bulamacı onun yüzüne sürdü. Bunun üzerine Peygamber’imiz Sevde’nin elini alıp bulamaca batırdı. “Sen de ona bulaştır .” dedi. Daha sonra onların hâlini gülerek seyretti.
Peygamber’imizin hanımlara gösterdiği hoşgörü ve müsamahakârlık örnek alınmalı. Karı- kocanın şakalaşmaları aile muhabbetini artırır, kalbe sevinç ve ferahlık verir.
Allah resûl’ü eşlerinin gönüllerini hoş edecek şeyler yapardı.
Hz. Âişe anlatıyor:
“Peygamber’imiz oturuyordu. Birden insanların ve çocukların gürültüsünü işitti. Bir de baktık ki bir Habeşli dans ediyor, insanlar etrafını sarmışlar. Bana, ‘Âişe, gel bak.’ dedi. Yanağımı omzuna koydum, iki omuzu arasından bakmaya başladım. ‘Doymadın mı Âişe?’ demeye başladı. Ben de bana verdiği değeri anlamak için ‘Hayır…’ diyordum. Yorgunluktan ayaklarını değiştirdiğini, bir birine, bir ötekine bastığını gördüm.”
Peygamber’imiz Hz. Âişe ile koşu yarışı yapardı. Bazen o, Peygamber’imizi; bazen Peygamber’imiz onu geçerdi.
Hatalarına karşı onlara kin tutmaz, affedici davranırdı:
Hz. Ebûbekir, kızının kapısına geldiğinde Hz. Âişe’nin Peygamber’imizle tartıştığını duydu ve içeri girince Peygamber’imizi üzdüğü için kızına vurmaya yeltendi. Hz. Âişe Peygamber’imizin arkasına geçerek babasından saklandı. Peygamber’imiz onu korudu ve Hz. Ebûbekir gidince “Gördün mü ya, seni adamın elinden nasıl kurtardım?” diyerek ona tatlı bir ihtarda bulundu.
Hatalar karşısında bazen suskun kalır, eşinin hatasını anlamasını beklerdi:
Bir sefere eşleri Hz. Safiye ve Ümmü Seleme ile beraber çıkmıştı. Ümmü Seleme’ nin hevdeci (semer sepeti) sanarak Safiye’nin hevdecinin yanına gitti. Konuşmaya başladı. Onun Safiye olmadığın anlayınca Ümmü Seleme’nin yanına geldi. Ümmü Seleme kendi gününde Peygamber’imizin Safiye ile konuşmasını bile kıskanmıştı.
Resûlullah’a “Allah’ın elçisi olduğun hâlde benim günümde Yahudi’nin kızıyla konuşuyorsun!” dedi.
Peygamber’imiz suskun kaldı.
Ümmü Seleme söylediğine pişman oldu ve “Ey Allah’ın elçisi, benim için af dile! Beni böyle yapmaya kıskançlık sevk etti.” dedi.
Eşlerine kıymet verdiğini davranışları ile gösterirdi:
Hz. Âişe, Peygamber’imizle birlikte bazı seferlere çıkmıştı. Bir seferde Hz. Âişe’nin gerdanlığı kopmuştu. Peygamber’imiz gerdanlığın bulunması için yerinden ayrılmamıştı. Ashap da ayrılmayıp orda kaldı. Orada su olmadığı gibi yanlarında da su yoktu. Ashap Hz. Ebûbekir’e gelip: “Nedir bu kızın Âişe’nin ettiği? Resûlullah’ı ve bizi burada beklemeye mecbur etti, su da yok!” dediler.
Hz. Ebûbekir kızının yanına geldiğinde Peygamber’imiz Âişe’nin dizlerinde uyuyordu. Kızına dönüp “Resûlullah’ı ve diğer insanları alıkoydun. Üstelik su da yok.” dedi. Ona epeyce laf saydı, hatta eliyle böğrünü dürtmeye başladı. Peygamber’imizin başı dizlerinde olduğu için Hz. Âişe hareket edemiyordu. Peygamber’imiz sabah namazına kalktığında su yoktu, bunun üzerine teyemmüm âyeti indi:
“Eğer su bulamazsanız temiz toprakla teyemmüm ediniz. Ondan yüzlerinize ve ellerinize sürünüz.” (Nisâ Sûresi / 43)
Âişe üzerine bindiği deveyi gönderince gerdanlığı onun altında buldu.
Kolay kolay öfkelenmezdi:
Kadınlardan biri, Peygamber’imizin eşlerinden Ümmü Seleme’ye: “Resûlullah öfkelendiği zaman ne yapardı?” diye sordu.
Ümmü Seleme: “Öfkelendiği zaman yanakları kızarırdı. Resûlullah öfkelendiğinde onunla konuşmaya Ali’den başkası cesaret edemezdi.” diye cevap verdi.
Az kızdığı için, öfkelendiğinde eşleri karşısında konuşmaya cesaret edemiyorlardı.
“Çok söyleme, arsız edersin…” atasözünde olduğu gibi gerekli gereksiz her şeye kızmazsa erkeğin sözü çok daha fazla tutulur.
Peygamber’imiz, sevgisini söylemekten ve davranışları ile göstermekten hiç çekinmezdi:
Bir gün Hz. Âişe, Peygamber’imize sordu:
“Yâ Resûlallah, bana olan sevgin nasıldır?”
Peygamber’imiz:
“Kördüğüm gibidir.” diye cevap verdi.
Hz. Âişe arada bir sorardı:
“Kördüğüm nasıldır?
Peygamber’imiz:
“İlk günkü gibidir.” diye cevaplardı.
Gece ibadete kalkarken eşinden izin isterdi.
Peygamber’imizin yaptıklarını yapmak sünnet değil midir? Peki, siz karınıza onu sevdiğinizi en son ne zaman söylediniz? Onun güzel yanlarını sayıp ona ne zaman iltifat ettiniz? Bineğe binerken hanımları dizlerine bastıran Peygamber’i örnek alarak, en azından arabaya binerken kapıyı açıp eşiniz arabaya binince kapıyı kapatarak yerinize geçtiğiniz oldu mu hiç?
“Gecelerde kadınların hakkı vardır.” diye ibadete kalkarken bile eşinden izin isteyen Peygamber’e bakıp kaç akşam geç kaldığınızda haber verdiniz? Haklı olduğunuz hâlde kaç kez öfkenizi yuttunuz? Kızdığınız zaman sevginizi keserek cezalandırmak yerine affederek onu utandırdınız? Karınız sevgi ve merhametinizi ne kadar hissetti?..
Saygı erkeğin, sevgi kadının en büyük hakkıdır. Kadının hataları olabilir. Bir tarafın hata yapması diğer tarafın kendi üzerine düşeni yapmamasının mazereti olamaz. Dünyada hak peşine düşmeyelim; ama öyle bir gün var ki her hak sahibi hakkını isteyecektir.
Allah Resûl’ü davranışları ile erkeklere örnek olurken Hadîs-i Şerîfler ile de kadınlara kocalarına nasıl davranmaları gerektiğini anlatmıştır.



 

spesifik

آزادی قید و بند
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
24,869
Tepkime puanı
4,115
Puanları
113
Konum
Hayâlistan/bul
Bir Ömür Aşk
Geçen aylarda 90 yaşında nur yüzlü, dindar, çok tatlı bir hanımla tanıştım. Her sabah kalkıp yarım saat spor yapmayı ihmal etmeyen, kendine bakan, sağlığı yerinde hoş bir hanımdı. Biraz sohbet ettik. Rahmetli kocası ile çok büyük bir aşk yaşamışlar.“Ah kızım, geç buldum erken kaybettim.” derken gözlerinden yaşlar süzüldü. Erken kaybettim, deyince içim burkuldu.“Kaç yıl evli kaldınız?” diye sordum.“Elli dört yıl” dedi sanki çok az bir zamanmış gibi. Ona ne kadar hızlı ve tatlı geçmişse artık. Bana oldukça uzun geldi.Tabii büyük aşk yaşamış birini bulmuşum hem de elli dört yıl evlilik, sırrını almadan bırakır mıyım hiç. O da zaten kocasından konuşmaya bayılıyor. Kocasının fotoğraflarını gösterdi. Onu anlatırken gözleri parlıyordu. Epeyce sohbet ettik. Hikayesini yazacağım inşallah. Ona da söyledim çok sevindi. “İsimlerimizi de yaz” dedi. Hikayeyi yazmadan bu tatlı teyzeden bir kaç mutluluk sırrı paylaşayım sizinle.“Tatlı dilli miydi kocan, sana güzel sözler söyler miydi?” diye sordum.“Yok yavrum bilmezdi öyle tatlı, süslü kelimeler. Ben de beklemezdim zaten.” dedi.“Çiçek miçek demi yok?”“Yok”“Hayat şartlarınız nasıldı?”“Çok zorluk çektiğimiz zamanlar oldu.”“Kocan hangi huyunu beğenirdi, seni niye çok severdi?”“Erkekler yatağı çok sever ya. Ben de onu sevdiğinden mahrum etmedim. Ne zaman gel dediyse hiç hayır demedim.”Sorduğum diğer sorulardan sonra mutluluğunun sırrını çözdüm. Teyze kocasından beklentilerini sıfırlamış. Ondan ne geldiyse razı olmuş. “Umma ki küsmeyesin” diye bir başlık vardı “Muhabbet Olsun” kitabımda. Teyze onun canlı bir örneği idi. Hiç ummamış, ummadığı içinde hiç küsmemiş. Olana teşekkür etmiş şükretmiş olamayandan da şikayetçi olmamış.Kocasını eleştirmemiş, hiç suçlamamış. Hatta bir gün kocası av tüfeğini temizlerken ateş almış ve karşısında oturan yedi yaşındaki kız çocuklarına isabet etmiş ve çocuk oracıkta ölmüş. Tabii büyük bir üzüntü…Cenaze gömülmüş, evladının ölümüne sebep olan kocası yıkılmış, üzgün, bitkin eve dönmüş. Teyze de çok üzgün tabii. O da yavrusunu kaybetmiş. Fakat o halde kocasını üzgün görmeye dayanamamış, ona sarılmış. “Suçlama üzme kendini. Kader. Çocuğumuzun ömrü o kadarmış, yapacak bir şey yok.” demiş.Ne büyük bir teslimiyet! Ne güzel bir ahlak.Kimse kusura bakmasın, sözüm önce kendime. Mutsuzsak huysuzluğumuzdan ahlaksızlığımızdandır. Daha doğrusu imani eksikliğimizdendir. İmanımız sağlam olsa ahlakımızda güzel olur. Yaradan’a güvenimiz tam olsa sabretmeyi biliriz, şükretmeyi biliriz.Bencilliğimizden dolayı beklentilerimiz çok yüksek. Hem bencil hem aşık; hem bencil hem mutlu olmak mümkün değil.Okuyucularımdan “Aşk evliliği yaptık fakat şimdi mutsuzuz anlaşamıyoruz.” diye mesajlar geliyor ve hep eş suçlanıyor.Teyzeyi gördükten sonra şuna emin oldum. Aşk zamanla ölmez; eğer yaşatmayı bilirsen. Sağlam da bir imanın varsa. Ruhunu Allah aşkı; gönlünü eş aşkıyla besliyorsan.
 

spesifik

آزادی قید و بند
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
24,869
Tepkime puanı
4,115
Puanları
113
Konum
Hayâlistan/bul
Çiğ Gelip Çiğ Gitmek


Yıllar önce ergenlikle ilgili kitaplarımı yazarken bir okulda yedinci ve sekizinci sınıf öğrencilerine on beş sorudan oluşan bir anket yapmıştım. Sorulardan biri “Ergenlik hakkında ne düşünüyorsunuz?” idi. Çocuklardan biri çok güzel bir cevap vermişti:“Ergenlik fıstığın kavrulmasına benzer. Biz çocukken çiğ fıstıklar gibiyiz. Yetişkin olabilmemiz için olgunlaşmamız lazım. Bunun içinde biraz acı çekmemiz, ateşte kavrulmamız lazım ki tadımız yerine gelsin. İşte bu zor döneme ergenlik denir.”Aslında bu tarifi hayata da uygulayabiliriz. Hepimiz dünyaya çiğ olarak geliriz. Ruhi tekamül için olgunlaşıp tadımızın yerine gelmesi için bazen küçük bazen büyük zorluklar çeker; ateşlerde kavruluruz. Eğer çektiğimiz zorluklara sabreder , şikayet etmezsek mümin olarak olgunlaşır, imanın tadını duyarız. Sevgili peygamberimiz: “İmanın yarısı sabır, yarısı şükürdür.” buyurur.Sabrettiğimizde acıyı daha az duyarız. Hatta acı bizim için manevi bir tat bile olabilir. Fakat söylendiğimizde, şikayet ettiğimizde ruhi tekamüle ulaşamayız, imtihanı da kaybederiz.Bu tarif Hz Mevlana’ nın “Hamdım, piştim, yandım.” sözüne de pek uygundur. Sabrımıza göre kimimiz ham kalırız, kimimiz pişeriz. Yananlar ise daha azdır. Onlar gerçek Allah âşıklarıdır.Sabrın anlamını da tam bilinmiyor. Dil ile şikayet yok, Allah’a açık bir isyan yok, fakat kişi içten içe kendini yiyip bitiriyorsa sabretmiş olmuyor sadece tahammül etmiş oluyor. Sabır; tahammül etmek değil; teslim olmak demektir. Allah’tan gelene razı olmak ve gönlü de ferah tutabilmektir.Sabredebilmek için sağlam bir kader inancı olması gerekiyor. “Kadere iman; kaygı ve üzüntüyü giderir.” buyuruyor Allah resûlü. “Kadere iman” Mümin olmanın şartlarındandır. Hayat bizim kontrolümüzde değil, Yaradan’ın kontrolünde. Oysa pek çoğumuz kontrol delisi olmuşuz. Çocuğumuz, eşimiz, işimiz, yakınlarımız, hayatımız bizim kontrolümüz altında olsun, aksilikler çıkmasın, hoşumuza gitmeyen şeyler olmasın, istiyoruz. Yaşadığımız tatsızlıklar bizim ya da karşımızdakinin hatası da olsa sonuçta imtihanımızın bir parçası. “Keşke ve niye” diyerek ömrümüze yazık etmeyelim.Kontrol edemediğimiz durumlar ortaya çıktığında kafayı yiyoruz. Sanki hiç kader yokmuş, Yaradan’ın takdiri yokmuş gibi. Aciziz işte. Acizliğimizi bir kabul edebilsek en güçlü halin bu olduğunu göreceğiz.Hatta kontrol hastalığımız o kadar ilerlemiş ki haşa Yaradan’ı da kontrol etmek istiyoruz. Yaptığımız her dua kabul olsun istiyoruz, her şey bizim istediğimiz gibi olsun istiyoruz, olmazsa içten içe Allah(c.c) a da küsüyoruz.Kader konusu çok hassas bir konu. Yaşadıklarımızın nereye kadarı kader, nereye kadar bizim elimizde bunu bilemeyiz. Çok ince çizgilerle birbirine bağlanan, çok ince çizgilerle birbirinden ayrılan bir konu. Kader konusunda çok konuşulmasını peygamber efendimiz tavsiye etmemiş.Kaderi en güzel tevekkül ile anlayabiliriz.Tevekkül: Bir konuda elinden geleni yapıp sonu için Yaradan’a güvenmektir. İstediğimiz olduysa şükretmek ; olmadıysa da “Böylesi hayırlıymış” deyip dert etmemektir. Yaptın mı elinden geleni tamam artık sonuca razı ol, Rabbine güven.Ayrıca elinden geleni de ahlaki ve vicdani sınırlar içinde yapmak gerek. Eşi, dostu, evladı, aileyi suçlayarak, duygusal şantaj altında bırakarak onlara bir şeyler yaptırmaya ya da yanımızda tutmaya çalışırsak bu ahlaki bir yol değildir ve genellikle sonu kayıptır. Bu duygusal bir kayıp da olabilir fiziki bir kayıp da olabilir. Fakat her iki durumda da kayıptır.Sağlam bir iman için, sağlık ve mutluluk için “tevekkül etmek” şart.Sadece psikolojik değil, fiziksel hastalıkların pek çoğunun da üzüntü, korku, kaygı ve öfkeden kaynaklandığı artık doktorların da kabul ettiği bir gerçek. Bizi hasta eden sağlığımızı kaybetmemize sebep olan bu duygular isteğimiz dışında gelişen durumları kabul edememekten yani kadere razı olamamaktan kaynaklanıyor. Oysa kaderde büyük bir hikmet, Yaradan’ın takdiri vardır.Başımıza gelenler; bazen bir günahımızı temizlemek içindir, bazen kibrimizden kaynaklanan kınamalarımızın, büyük sözlerimiz cezasıdır, bazen kıymet bilmediğimiz için elimizden giden bir nimettir, bazen sevabımızı artırmak, bazen de bizi olgunlaştırmak için bir fırsattır. Her durumda da bize düşen imtihanı kabul edip, yapılması gerekenleri yapıp, korku kaygı ve ümitsizliğe düşmeden Rabbimize güvenip O’ na dayanmaktır.Kader ve kısmet inancımız sağlamsa sabrımız da şükrümüz de çok olur.Şu sözü çok seviyorum: “Kısmetinde varsa; el getirir yel getirir, sel getirir. Kısmetinde yoksa; el götürür, yel götürür, sel götürür.”Bu gelen ya da giden eş olabilir, para olabilir, ev bark olabilir ya da çok basit, bir öğün yemek de olabilir. Kısmetinde varsa sen istemesen de kaçsan da o gelir seni muhakkak bulur; kısmetin de yoksa kendini parçalasan da giden gider, yapacak bir şey yok. Bazen kendi elimizle sebep oluruz gidene.Karşımıza çıkan iyilikse de kötülükse de getirenler sadece eldir. Gönderen Allah’tır. Ellere takılıp göndereni unutursak imtihanı kaybederiz.Sıkıntılar geldiğinde hiç üzülmemek mümkün değildir; fakat isyan etmemek, üzüntüyü çok uzatmamak gerekir. Kısa süreli üzüntüler için vücudun kendini koruma sistemi vardır. Fakat üzüntü ile yaşamaya devam edildiğinde vücut iflas eder. Psikolojik ve fizyolojik hastalıklar başlar.Razı olmak, kabullenmek mutluluğun, huzurun formülüdür. Hastalığı, bekarlığı, evliliği, ayrılığı…Eşini çocuğunu, kayınvalideni, anneni, arkadaşlarını, komşunu iyi ve kötü huyları ile birlikte kabul ettiğinde onlarla iyi bir iletişim kurmaya başlamışsın demektir. Yaşadığımız zorlukların bizi perişan etmek için değil, ruhi tekamülümüz için, çiğlikten kurtulmamız için verildiğini unutmamamız lazım.Her sorunun çözümü yoktur. Bazen her şeyi denersiniz ama istediğiniz şey olmaz. O zaman ya probleme kafayı takar; aklınızı ve sağlınızı kaybedersiniz ya da kadere teslim olur hayırlısı böyleymiş deyip kaderle kavga etmekten vazgeçersiniz. Kendi hatalarınız varsa onları görüp, alınacak dersleri alıp yola devam edersiniz.En kötüsü de yaşadıklarından ders almayıp ateşten çiğ çıkmak, pişmemek, olgunlaşmamak için ısrarla direnmektir.Elbette ki hiç birimiz zor imtihanlar istemeyiz. Rabbimizin lütfundan kereminden iyilikler dileriz. Fakat zorlukla karşılaştığımızda da bunda bir hikmet olduğunu unutmayıp sabır ve şükür ile hareket edersek imanın tadını duyarız. En iyi dost ve en iyi yardımcı Allah’tır. Güvenilmeye en layık olan da O’ dur. Yaradan’ın her işi hikmetlidir.Ayrıca bilemeyiz ki belki şu anda çok üzüldüğümüz şeyden çok daha iyisini takdir etmiştir Rabbimiz.Rabbim bizleri tevekkül ehli ve rıza ehli eylesin. Çiğ gelip çiğ gidenlerden eylemesin.
 

spesifik

آزادی قید و بند
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
24,869
Tepkime puanı
4,115
Puanları
113
Konum
Hayâlistan/bul
Erkeklik Hormonu: TestosteronHormonlarımız, biyolojimizi nasıl etkiliyorsa, davranışlarımızı da etkiler. Kadın ve erkek farklılığın sebebi olan hormonlarla ilgili bilgi sahibi olmak; eşinizde anlamadığınız hatta sinir olduğunuz pek çok şeyin açıklaması olabilir. Hormonların kadınların duygusal yaşamlarını etkilediği bilinen bir şey fakat, hormonların erkekler üzerinde de çok güçlü etkileri olduğu nedense pek dile getirilmiyor. Bu derste kadınların erkekleri daha iyi tanıması için erkeklik hormonu testosteron hakkında bilgi sahibi olalım.Testosteron erkekleri kadınlardan ayıran salgıdır. Erkeklerde yüksek miktarlarda, kadınlarda ise düşük miktarlarda salgılanır. Testosteron erkeği erkek yapan cinsiyete ait hormondur.Erkeğin cinsel enerjisini sağlar. Aynı zamanda cesaret hormonudur. Yaradan cesareti ve cinselliği tek hormona yüklemiştir. Biri düştüğünde diğeri de düşer; biri yükseldiğinde diğeri de yükselir.Cesaret ve cinsel enerji tek hormona yüklü olduğu için birbirine bağlıdır. Önemli yarışmalar kazanıldığı zaman artar, kaybedildiği zaman düşer. Erkeğin tuttuğu takımın maç kazanması bile testosteron seviyesini artırır. Takımı maç kaybettiğinde de düşer. Erkek güven sorunu yaşadığı zaman testosteronu çok düşer. Bu da cinsel problemler yaşamasına sebep olur.Testosteron aynı zamanda başarı ve hırs hormonudur. Başarı testosteronu artırır, testosteron da başarıyı. Yaptığı işte başarı gösterenlerin testosteron seviyesi yüksektir. Yaptığı iş her ne olursa olsun, işini iyi yapanda güven artışından dolayı testosteron da artar.Testosteron erkeğin hayattaki statüsü ile birlikte de değişir. Erkeğin mevki, makam ve maddi gücünün artmasıyla kendine olan güveni artar ve testosteron seviyesi yükselir. Sosyal çevrede gördüğü ilginin artması ile kendine güveni ve cesareti artar.Erkeğin evin içindeki konumu da testosteron artışına ya da azalmasına sebep olur. Erkek eşinden saygı görüyorsa, evin reisi konumundaysa testosteron seviyesi normaldedir. Fakat denetim meraklısı bir kadınla birlikteyse, karısı evde psikolojik baskı ile ya da otorite ile kendi hükmünü yürütmeye çalışıyorsa, koca evin huzuru için kendi isteklerinden vazgeçmiş, gönülsüz olarak karısına evet diyorsa ya da ondan korktuğu için karısının isteklerine tamam diyorsa o erkek bitmiş demektir.Çünkü erkek korktuğu ya da güven duygusu zedelendiğinde testosteron hem cinsellik hem cesaret hormonu olduğundan bir süre sonra erkeğin cinsel arzuları azalmaya başlar. Testosteron düştüğünde erkeğin vücudunda çok az miktarda bulunan kadınlık hormonu ”östrojen” artmaya başlar ve erkek karısına karşı istek duymaz olur. Bir süre sonra da bacı-kardeş olurlar.Sadece cinsel hayatları bitmez, testosteron erkeğin ruh halini de etkilediği için erkek içe kapanır ya da hırçınlaşır. Erkeğin kendini erkek hissetmesi ve erkek gibi davranması için karısı tarafından saygı görmesi, karısı tarafından kıymetli olduğunu bilmesi, bir baskı altında kalmaması önemlidir.Testosteron aynı zamanda saldırganlık hormonudur. Aileyi ve vatanı koruyacak olan erkeklere saldırganlık ve cesaret hormonu fazladan gerekli olmalı ki Yaradan vermiş. Yalnız erkekte koruma ve kollama saiki daha fazla olduğu için erkeğin saldırganlığı ailesi için tehlikeli değildir. (Yaşanan kadın şiddetine yönelik olayların geri planında alkol, işsizlik, cinnet, aşağılama, tahrik, ruh hastalığı gibi etkenler vardır.)Erkeklerde saldırganlık hormonu var fakat bunun yanında erkekler çok da merhametli yaratılmışlardır. Kadın; tehdit, şantaj ve aşağılama ile erkeğin saldırganlık yönünü, yumuşaklığı ile de onun merhametli olan yönünü ortaya çıkarabilir.Testosteron aynı zamanda güç ve rekabet hormonudur. Kadın evde kocası ile rekabete girerse erkek kazanmak için elinden geleni yapar. Karı-koca birbirlerine rakip olurlar. Testosteronun en önemli sosyal etkisi erkeği güç konularına yönlendirmesidir. Neredeyse her şey erkeklerin testosteron seviyelerini etkiliyor. Saatler, mevsimler, çevre, rekabet, stres, iş başarısı, eşi ile ilişkisi….Testosteron davranışın ve kişiliğin şekillenmesinde de önemli rol oynar. Erkeğin neşesini ve keyfini de etkiler. Testosteron aynı zamanda yorgunluğu ve kafa dağınıklığını azaltan hormondur. Stres, testosteron düzeyini düşürebilir ve özgüveni azaltabilir. Benzer şekilde düşük testosteron seviyeleri de strese neden olabilir. Testosteron antidepresan rolünü de oynar, ancak fırladığında erkeği öfkeli ve hırçın yapar.Testosteron hastalık ve fiziksel yorgunluk nedeniyle düşer. Testosteron düzeyi doğal olarak fazla yüksek biri, insanlarla ilişkilerinde zorluk çekebilir ve testosteron azaldığında sinirli olabilir. Testosteron düzeyi doğal olarak düşük olan birisi ise daha yumuşak başlı olabilir fakat çok düşerse de hırçınlaşabilir. Yapılan geniş kapsamlı araştırmalara göre, günlük dalgalanmalar, mevsimsel döngüler erkekleri oldukça fazla etkiliyor.Bir erkek uyuduğu zaman hormon seviyeleri saat saat artar ve güneş doğmadan önceki saatlerde en yüksek düzeye ulaşır. Birkaç saat sonra normale döner, sonra biraz düşer, öğle saatleri tekrar yükselir. Akşamüstüne doğru testosteron en düşük seviyesine iner. Güneşin batışından iki saat kadar sonra tekrar yükselmeye başlar.Yükseldiği saatler cinsel ilişki için de en uygun saatlerdir. Ayet-i kerimede buna dikkat çekilmiş:“Ey iman edenler! Ellerinizin sahip olduğu kimseler ve sizden olup da henüz bulûğa ermemiş (küçük)ler, şu üç vakitte (odanıza girmek isterlerse) sizden izin istesinler: Sabah namazından önce, öğleyin (istirahat için) elbiselerinizi çıkardığınız zaman ve yatsı namazından sonra. (Çünkü bunlar) sizin üstünüzün açılabileceği üç (mahremiyet) vaktidir. Bunlardan başka (zamanlarda girmelerinde) size de, onlara da bir günah yoktur. (Onlar, hizmet için) yanınızda dolaşabilir, birbirinizin yanında olabilirsiniz. Allah size ayetleri bu şekilde açıklar. Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Nur Suresi: 58)Düşük testosteron seviyesi erkeklerin akşamları işten eve döndüklerinde yorgun ya da keyifsiz olmalarının nedenlerinden biridir. Testosteron seviyeleri çok düşük olduğu zaman erkeklerin enerjisi ve cinselliğe karşı ilgisi azdır.Hanımlar! Akşamüstü kocalarınıza hiç dokunmayın, sizinle ilgilenmelerini beklemeyin. Onu süslenip kapıda karşılamışsanız ve yüzünüze bakmamışsa, canınızı sıkmayın, hormonu düşük olduğundan keyfi yerinde değildir. Bir de günün yorgunluğu var üzerinde, aman hiç dokunmayın. Bir iki saat dinlensin, hormonu yükselsin, keyfi yerine gelsin. Bu arada surat asmadıysanız sizi fark edip ilgilenmeye başlayacaktır. Nasıl olsa akşamüstü ilgilenmiyor diye onu kapıda pejmürde karşılamayın, onu hoş bir şekilde karşılarsanız bunu fark eder fakat ilgi gösterecek enerjisi yoktur. İlgisini biraz zaman geçince gösterecektir.Beslenme de testosteron seviyesini etkiliyor. Vücuttaki çinko seviyesindeki kısa süreli düşüşler bile testosteronu azaltabiliyor. Uzmanlar otuz ile elli yaş arası erkeklerde çinko için günlük 15 miligram kullanılmasını tavsiye ediyorlar. En yüksek oranda çinko içeren besinler; et, kümes hayvanları (doğal ortamda yetişmiş olmalı), baklagiller, fındık ve ceviz gibi protein yönünden zengin yiyeceklerdir. B vitaminleri B6, B12 ve folik asit eksikliği de testosteron seviyesini düşürüyor.Tam buğday yerine rafine buğday ekmeği yiyen insanlarda B vitaminleri genellikle düşük oluyor. Rafine buğdaydaki B vitaminlerinin çoğu öğütülme esnasında kaybolur. Doğal ekmek yemek, B vitamini ve dolayısıyla erkeklik hormonu seviyesini korumak için gereklidir. Doğal östrojen içeren adaçayı, rezene gibi bitkiler de testosteronu azaltıyor. Meyan kökü testosteron seviyesini yüzde 34 düşürüyor. Erkek çok yüksek testosterondan mustarip değilse bu bitkileri kullanmasın.Sema Maraşlı “Mutlu Evlilik Okulu” kitabından
 

spesifik

آزادی قید و بند
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
24,869
Tepkime puanı
4,115
Puanları
113
Konum
Hayâlistan/bul
Kalpli Pasta ve Kafa Karışıklığı Geçen hafta içinde “Dünya Kadınlar Günü” olması münasebeti ile hafta boyunca gazetelerin sayfalarının pek çoğu kadınlara ayrılmıştı. Yazılar, röportajlar; “Kadına şiddet bitsin” ya da “Kadınlar kutsaldır” babındaydı. Yeni bir şey yok, çözüme dair bir şey yok. Kadınlar günü daha doğrusu haftası feminist söylemlerle geçiştiriliyor.
Kadın haklarına yönelik, haberler, yazılar, çıkan kanunlar, kışkırtmalar kadınların kafasını karıştırıyor. Bir karı-kocanın yaşadığı şu olay bu karışıklığı çok iyi anlatıyor.
Genç bir karı-koca. Kadın rahat. Kocası tarafından gideceği yerler konusunda kısıtlanmıyor. İstediği gibi akrabaları, arkadaşları ile görüşüyor. Fakat bir gün gitmek istediği bir yer yüzünden eşiyle tartışıyorlar. Eşi gitmesini kesinlikle istemiyor. Erkek sinirle “gidersen bacaklarını kırarım” diyor. Kadın, ertesi günü bunu telefonda annesine anlatıyor. Annesi kocasını da alıp birlikte karakola gidip “Damat kızımızı tehdit etti, şikayetçiyiz.” diyorlar. Polisler “Kızınızın gelmesi lazım” diyor.
Kızlarını arıyorlar. Kız evde kalp şeklinde yaş pasta yapmakla meşgul. Üzerine de minik kalplerden süsler yapıyor. O gün kocasının doğum günü. “İşim var” dese de annesi ısrar ediyor, o da kalkıp yola düşüyor. Bir koşu şikayetini yapıp eve dönüp pastasını yapmaya devam ediyor. Akşam üzeri kocası geldikten az sonra polisler gelip adamı karakola çağırıyorlar.
“Karına böyle böyle dedin mi?” diye soruyorlar. O da “Tartışırken öfkeyle dedim ama böyle bir şey yapacağım için değil.” diyor. Fakat söylediği için suçlu bulunuyor. Bu ilk olduğu için ceza ikinci şikayete kalıyor. “Üç ay karına sesini bile yükseltmeyeceksin bir daha şikayet ederse ceza alırsın.” diyorlar.
Adam eve geliyor. Karısı kalpli yaş pastayı çıkarıyor “İyi ki doğdun” diyor. Hediyesini veriyor. Adam: “Hediyeye gerek yoktu. Ben bu doğum günümde senden ömür boyu unutamayacağım bir hediye aldım.” diyor. Koca üç ay çok dikkat ediyor, kadın ne istese yapıyor. Üç ay bitince karısını götürüp annesinin evine bırakıyor. Kadın annesinin evinde bir kaç hafta durunca evine dönmek istiyor ama kocası kabul etmiyor. Bir de küçük çocukları var bu arada. Son durum ne oldu bilmiyorum ama çok ibretlik bir olay.
Şiddet haberleri ve kadınlara ayrımcılık yapan kanunlar kadınlara fayda değil zarar getiriyor. Kadınlar bir kızgınlıkla gidip kocalarını şikayet edip, sonrasında çok pişman oluyorlar. İşin en kötüsü kanunlardan şiddet gören kadınlar değil; kocasının gözünü korkutup kocasına kendine göre ayar vermek, ona hükmetmek isteyen kadınlar faydalanıyor. Şiddet görenlerin çoğu korkularından gidip şikayet edemiyor. Ayar vermek isteyenlerin de çoğunun yaptığı iş elinde patlıyor. Kadınlara geriye kalan yalnızlık ve pişmanlık oluyor.
 

spesifik

آزادی قید و بند
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
24,869
Tepkime puanı
4,115
Puanları
113
Konum
Hayâlistan/bul
Boşanma Sonrası Çocuklar

“Çocuğumu mahkeme kararına rağmen göremiyorum, ancak para yatırıp polisle gidersem görebiliyorum.” diye pek çok babadan mesaj geliyor.Ayrıca hanımlardan da ” Eşimden ayrıldım, çocuklarımı ben aldım, psikolojileri bozulmasın diye babaları ile görüşmelerini istiyorum fakat babası yeterince çocukları aramıyor, ilgilenmiyor.” mesajları da geliyor.Evliliklerin çokça hüsranla bittiği günümüzde biraz da boşanma sonrasını irdelemek lazım.Şu bir gerçek ki boşanma dönemi ve sonrası iyi yönetilmezse çocukları çok fazla etkiliyor. Hele de çocukların yaşı küçükse. Çocuk zaten “annem babam ayrılıyor” diye üzülüyor; bir de kavgalar, hakaretler varsa, iki sevdiği insan arasında kalıyorsa, bu zorlu süreçte çok fazla yara alıyor.Elbette boşanma dönemi karı-koca stresli olabilir; birbirlerine öfkeli ve kızgın olabilirler fakat önce kendi, sonra çocukların ruh sağlıklarını düşünerek sakin olmaya çalışmalı, öfkeyle kalkıp zararla oturmamalılar.Evet kişi önce kendi ruh sağlığını korumakla yükümlüdür. Evlilik süresince çok tatsız olaylar yaşanmış olabilir. “O bana bunu yaptı şunu da yaptı.” diye makarayı dönüp dönüp başa sarmamalı. Sonra o makara kafaya öyle bir dolanır ki kişi istese de açamaz sonra.Ayrılığın da bir nezaketi, kibarlığı olmalı.“Bu benim imtihanım” deyip alınması gereken dersler alınıp tevekkül edip Rabbe sığınılmalı.Kişi kendi hatalı ise bir sonraki evliliğinde aynı hataları yapmamak için ders çıkarmalı.Şerli birinden ayrılmışsa şükretmeli.Sevdiğinden ayrılmışsa sabretmeli. Kader kısmet. Kişi ne kadar uğraşırsa uğraşsın son tahlilde Allah’ın dediği olur. İsyan mümine yakışmaz.Fakat maalesef ki pek çok çift, ayrılık safhasında çok yara alıyor, bazıları hiç atlatamıyor. Hem kendilerine hem çocuklarına hem de diğer yakınlarına eziyet ediyorlar.Bazısı eski eşine biriktirdiği kızgınlığı, kini, nefreti çocuklarının eli ile almaya çalışıyor. Çocuğu diğer ebeveynden nefret ettirmek için elinden geleni yapıyor. Çocuk o ebeveynden nefret edecek, görmek istemeyecek ya da çocuk onu gördüğünde kıracak, incitecek bir şeyler yapacak ki onun yüreği ferahlasın.Kısacası anne ya da baba (çocuk kimde kalıyorsa) çocuğun eline ateş veriyor; çocuğun ayrılmak zorunda kaldığı canından diğer parçayı yaksın diye. Fakat çocuğun önce kendi eli tutuşuyor, yüreği yanıyor, ateşi veren hiç farkında bile olmuyor. Hem de derin yanıklar, izler oluşuyor.Bazen de çocuğun velayetini alan (ülkemizde genellikle anneler alıyor) intikam almak için çocuğu babasından kaçırıyor. Eski eşi üzeyim derken çocuğunun baba ile bağlarını keserek çocuğuna çok büyük kötülük yapıyor. Bu durumda kalan babaların bir kısmı çocuklarını görmek için mücadele ediyorlar, bir kısmı da vazgeçiyor. Bir kısmı da çocuk durumu anlamayacak kadar küçükse ve polis ile çocuğunu gördüğünde çocuğun korktuğunu üzüldüğünü gördüğünde mecburen görme hakkından vazgeçmek zorunda kalabiliyor.Tam tersi de olabiliyor. Anneler, çocuklarını düşünerek onların babaları ile iletişimleri iyi olsun istiyor; fakat çocuğunu aramayan babalar oluyor. Boşanma sonrası erkeğin yeniden evlilik yaptığı kadın adamın çocuklarını görmek istemiyor ve kocasının da görmemesi için engeller çıkartıyor. Erkek bakıyor yeni eşle tatsızlıklar olacak bu evliliğim de yıkılmasın diye çocuklarından vazgeçebiliyor. Oysa hiç bir babanın çocuğundan vazgeçmek gibi bir hakkı yok. Karısından ayrılmış da olsa o çocukların babası ve onlardan sorumlu.Ölmüş bir baba, ayrılmış ve çocuklarını aramayan bir babadan daha iyidir. Baba ölmüşse çocuğun ümidi yoktur durumu kabullenir. Babası ile ilgili olumlu güzel düşünceleri vardır. Babasını bir dayanak olarak bir dağ gibi içinde büyütür.Oysa var olan fakat çocuğunu aramayan bir baba, çocuk için güvensizlik ve sevgisizlik demektir. Babasına bile güvenemezse bir çocuk kime güvenebilir ki? Zordur onun başkalarına güvenmesi.Hele suçluluk duygusu ile arada bir arayıp bir hediye ile çıkıp gelip sonra aylarca aramayan babalar, gözü yollarda onu bekleyen çocuğuna ne çok kötülük ettiğinin farkında olmaz çoğu zaman.Eski eşten intikam almak için çocuğunun kalbine kin ve nefret tohumu atanlar bilsinler ki o tohum büyüdüğünde çocuğunu saracak, ona çok büyük zarar verecektir. Ve o kin ve nefretin dalları ilerde muhakkak tohumu atanı da içine alacak ona da zararı dokunacaktır.Boşanan çiftler çocuğa diğer ebeveyn hakkında kötü konuşmamalı. Hem kendileri hem de çocuğun diğer yakınları onun anne ya da babası hakkında olumsuz sözler söylememeli.Hatta olumsuz konuşma bir tarafa evladını düşünen ebeveyn; çocuğu aramayan, yeterince ilgilenmeyen ebeveynin açığını kapatmaya çalışmalı.“Gelemiyorsa arayamıyorsa sıkıntıları vardır yoksa o seni sever, ya da duygularını göstermekte zorlanır…” gibi onun adına uygun mazeret bulunmaya çalışmalı ki çocuk durumdan daha az etkilensin, sevilmediğini düşünmesin.Çocuklar büyüdüklerinde zaten durumu idrak edebilirler fakat küçükken durumu tam anlayamadıkları için kendi dünyalarında çok yanlış çıkarımlar yapıp çok fazla etkilenebilirler. Sevgi ile büyüdüklerinde daha doğru tespitler yapabilirler.Sevgi pek çok derdin ilacıdır. Kin ve nefret ise pek çok derdin sebebi. Affetmek, geçmişe takılıp kalmamak kendimize ve çocuklarımıza yapacağımız en büyük iyiliktir. Merhamet Rabb’imizin rızasını kazanmaya ve O’ nun merhametinin bizi kuşatmasına sebeptir.
 

spesifik

آزادی قید و بند
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
24,869
Tepkime puanı
4,115
Puanları
113
Konum
Hayâlistan/bul
Kimsenin Günahını Almayın

Sosyal ağlarla oldukça mesafeli bir ilişki götürmeye çalışıyorum. Sosyal ağları pek fazla kullanmıyorum, sadece işimden dolayı yazılarımı paylaşmak, programlarımı duyurmak için facebook vetwitter
kullanıyorum. Bunlar da her zaman açık değildir, pek takip etmem. Bunlar dışında başka yerlerden de davetler geliyor fakat hiçbirini kabul etmiyorum. Sosyal ağlarda özel hayat paylaşımı
ile ilgili
düşüncelerimi daha önce yazmıştım.Sohbet sitelerine zaten karşıyım. Hem çok tehlikeli hem zaman kaybı. İnternette düzenli olarak www.cocukaile.net sitemizi takip ediyorum, bir de bir kaç haber sitesine akı
yorum bana yetiyor. Sosyal ağlardaki yazılanları okumaya takılırsam, kitap okumak için zamanım kalmıyor. Herbiri başka bir konuda akıp giden yazıları okumak yerine çize çize kitap okumayı tercih ediyorum.Fakat yazılarımı eklemek için Facebook sayfamı açtığımda bazen ana sayfaya göz atıyorum. Bende arkadaş olarak beş bine yakın kişi ekli olduğu için çoğunluğunu tanımıyorum, okurum olarak beni takip ediyorlar.Epey bir zamandan beni dikkatimi çekiyor; dindar insanlar, hacılar, hocalar, tesettürlü hanımlar, düzgün olduğu belli kişiler
seks
videosu paylaşmış görünüyor. Ya da ummadığın kişiler seni okey oynamaya davet ediyorlar. Ya da olmadık şeylere seni etiketliyorlar. Hiç yapacak kişiler değiller. Belli ki bilgileri dışında bir şey bu. İsimleri ve resimleri kullanılmış. Çok bariz ki bu facebook ağının kurucularının işleri ya da onların menfaat karşılığı yapılmasına izin verdikleri pis işler.Sonuçta bu ağların sahibi olan Amerikalılar;
millet
âyet-i kerîme ve hadis-i şerif paylaşsın, hayır için kullansınlar diye açmadılar bu sayfaları. Ana gayeleri para kazanmak. Bunun yanında milletin özel bilgilerine sahip olup kullanmak ve ahlaki bozulmaya sebep olmak gibi ana hedefleri de muhakkak vardır. Kendileri yeterince bozulduğu için sıra bize geldi. İnternet İslam ülkelerinde çok ucuz ve köylere kadar yayılmış durumda. Oysa Avrupa ülkelerinde bu kadar ucuz ve bağlantı kolay değilmiş. Yalnız nedense İslam ülkelerinde ucuz olmasını ve erişimin kolay olmasını Avrupalılar destekliyorlar. Bu da işin başka bir boyutu.Bu ağların sahipleri parayı
nas
ıl kazanacaklar? Kullanıcılardan alsalar katılım az olur. Sayfaların kenarına reklam alarak gelir elde ediyorlar fakat tabii bu onların gözlerini doyurmaz. Hem para kazanıp hem ahlaksızlığı yaygınlaştıracak şeyler yapılmalı.O
videoları gördüğümde okuyucularımı uyarmak için bir yazı yazsam mı diye düşünmüştüm. Sonra da vazgeçmiştim çünkü açıkça belli ki bu kişiler bunları yapacak insanlar değil.
Toplu mesaj
atan, herkese arkadaşlık teklifi gönderen, merhaba çok tatlısın diye herkese selam veren, abuk subuk videolar paylaşanlar yamuk tipler var. O tipler hemen belli oluyor. Onların arkadaşlık teklifini kabul eden olmuyordur herhalde.[/COLOR]Fakat bu her halinden düzgün insanlar olduğu belli, hatta bir kısmı arkadaş listesinde olan kişilerin, seks videoları paylaşacağına, oyuna davet edeceğine kimse inanmaz diye düşünüp vazgeçmiştim. Geçen haftalarda ana sayfada bir genç kızın paylaşımı dikkatimi çekti “Hiç beklemediğim abi dediğim düzgün biri, bana seks videosu göndermiş, terbiyesizi hemen sildim .” yazmış. Demek ki inananlar da varmış diye yazmaya karar verdim. Arkadaşlarınızdan gelmiş gibi duran videolara üstünde onun cümleleri ile yazılmış özel bir not yoksa inanmayın. “Hadi sen de izle” gibi mesajlara aldanmayın. Arkadaşınızın o videodan haberi bile yoktur sadece sayfasını kullanıyorlar.
Bunu sadece videolarda yapmıyorlar. Beğen butonları ile de yapıyorlar. Sizin haberiniz yokken sizin adınıza bazı şirketlerin ürünlerini beğeniyorlar. Sadece satılacak ürünler değil bunlar. Sizin hesabınızdan internet sitelerini beğeniyorlar, sizin adınıza takip ediyorlar haberiniz bile olmuyor.
Geçen gün yakınım olan lise öğrencisi bir genç söyledi. Arkadaşları ona neden cinsel ürün beğendiğini
sormuşlar. Delikanlı çok şaşırmış “Ben öyle bir ürün beğenmedim, ürünü arkadaşlarım söyleyince gördüm.” diyor. Ne hain bir tuzak. Kenarda çıkan reklamları herkes tıklamıyor fakat bir arkadaşınız bir ürün beğendiyse merak edip tıklama ihtimali yüksektir. Bunun için de özellikle gençleri hedef alıyorlar. Arkadaşımız beğendiyse almıştır ben de alayım diye sipariş veren de çıkıyordur. Bunun bir hile olduğunu anlamayanlar oluyor. Şirketler internet satış siteleri ya da reklamlarla çok büyük paralar kazanıyorlar.Oysa gerçekten cinsel ürün alan ya da seks sitelerine giren kaç kişi bunu beğenerek ya da tanıdıklarını etiketleyerek ilan etmek ister. Yapan bunu gizli yapar. Siz başkalarını kınarken kim bilir sizlerde nerede hangi abuk subuk ürünleri ve siteleri beğenmiş görünüyorsunuz. Kim bilir kaç tanıdığınızda sizin için “
Sapık. Hem yapmış hem de ilan ediyor” diye suizanda bulunuyordur. Velhasıl tam bir fitne.Sizin adınıza kim yapıyor bu işleri? Biraz araştırınca öğrendim ki bunların özel ticari siteleri var. Birine kaydolup aylık para ödediğinizde internet sitenizin, Facebook ya da twitter sayfanızın takipçileri yüzlerce, binlerce artıyor. Bakıyorsunuz tanınmamış insanların, hiçbir özelliği olmayan sitelerin binlerce takipçisi var görünüyor. Bunlar sanal kişiler değil, gerçek kişiler fakat çoğunun o siteyi takip ettiğinden haberi bile yok. Bunu dini içerikli görünen bazı siteler de yapıyor, sapık siteler de yapıyor. Maksat takipçi sayısını çok gösterip hem “aaa çok takipçisi varmış, ben de takip edeyim gibi psikolojik bir yönlendirmeye sebep olmak hem de reklamdan daha çok pay almak.Bir ara benim facebook sayfamda elliye yakın beğeni vardı. Oysa hiç birini ben beğenmemiştim. Yazar, şair hiç tanımadığım kişilerin sayfasını beğenmişim görünüyordum. Benim mesleğim yazar olduğu için benim adıma yazarları beğenmişler. Büyük ihtimalle o yazarlar takipçi sayısını artırmak için bir şirketle çalışıyorlardır. Silmek için uğraştık silemedik virüs gibi yapışmıştı. Bir süre sonra kendi kendine kayboldu.Belki bu arada benim onları beğendiğimi zanneden pek çok okuyucu o kişilerin sayfasına girip sayfalarını incelemiş belki takip edenler olmuştur. Bu arada şu açıklamayı da yapayım, beğen teklifleri bana okuyuculardan çok geliyor fakat ben hiçbirini onaylamıyorum çünkü beğenmek tavsiye etmek demektir. Tavsiye edebilmem içinde onları tek tek incelememem, emin olman lazım, bunun için de zamanım yok.Bir de oyun davetleri var. Hiç beklemediğiniz arkadaşlarınızdan sürekli gelen. “Aaa Ayşe’ ye bak akşama kadar dini sohbetlerde, vakıf, dernek işlerinde koşturuyor ama akşamda okeyin başından kalkmıyor demek ki, bir de beni davet etmiş,” diye kimsenin günahını almayın Ayşe hayatında hiçbir oyun sitesine tıklamadığı gibi akşam bilgisayarı da açacak zamanı yoktur. Davetlerden haberi yoktur, sayfasında gördüyse de silemiyordur.Virüs mesajlarını da unutmamak lazım. Arkadaşlarınızdan gelen bir video gibi gönderiyorlar. “Çok emek verip yaptım, baksana” gibi mesajlarla geliyor. Sayfanıza yapışıp gitmiyor, silemiyorsunuz, Ya da bir arkadaşınız başka bir arkadaşınız ile ilgili bir video göndermiş gibi duruyor. Dikkat çeksin diye de iğrenç başlıklar atıyorlar. “Filancanın rezillikleri” gibi. Tabi arkadaşının adını rezillik kelimesi ile yan yana gören “Bu ne yaaa” deyip tıkladığı anda virüsü kapıyor, bilgisayarınız ya da notebookunuz göçüyor ya da zarar görüyor. Kendi adınıza hazırlanmış olan, fotoğraf ve isminizin olduğu video bile gelse sakın tıklamayın. Bana da geliyor bazen.Velhasıl madem internet kullanıyoruz biraz uyanık olalım, tuzaklarına dikkat edelim. Arkadaşlarımızdan gelmiş gibi duran videoları, reklamları tıklayarak kötü niyetle para kazanmak isteyenlerin ekmeklerine yağ sürmeyelim.Her duyduğumuza, gördüğümüze inanmayalım. Oturduğumuz yerden onun bunun günahını almayalım, yalan ve iftirayı yaymayalım. Sosyal ağlar bizi kötülüklere, günahlara bağlamasın.

 

spesifik

آزادی قید و بند
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
24,869
Tepkime puanı
4,115
Puanları
113
Konum
Hayâlistan/bul
İbretlik

Hangi konuyu yazmaya niyetlensem bu günlerde basit geliyor Filistinli kardeşlerimizin halini düşününce. Dünyanın gözü önünde katliam yapılıyor fakat ne hikmetse insan haklarına çok kıymet verdiğini her fırsatta söyleyen Batı’dan bir müdahale yok.
Her biri kendi derdinde ya da keyfinde olan İslam ülkelerinden ise kınamadan başka bir şey yok.

Sosyal ağlar Gazze’ yi gündemde tutmaya yarıyor fakat ne kadar etki gücü var net belli değil.


Oturduğumuz yerden ağlaşmanın kimseye faydası yok. Ne yapılmalı ya da ne yapılmamalı ona bakmak lazım. Önce bolca dua lazım elbette. Bir de güvenilir yardım kuruluşları ile maddi yardım göndermek lazım. Yiyecek, içecek ve ilaç gibi acil ihtiyaçlarını gidersinler diye. Hem bu dönemde hem de ilerleyen günlerdi savaşın enkazını kaldırmak, yaraları sarmak için maddi yardıma çok ihtiyaçları olacak. Pek çok insan evsiz kaldı. Yalnız yardım kuruluşlarına dikkat etmek gerek, güvenilirliği kanıtlanmış ihlasla çalışanları seçmek lazım.


Bir de protesto konusu var. Yahudi ürünlerini protesto etmek gerekli. Sadece bu dönemde değil sürekliliği olmalı. Ne kadar kaliteli dense de ben yıllardır onların yaptığı hiç bir ürüne güven de duymuyorum, ürünlerini satın alarak desteklemek de istemiyorum. Kendi adıma elimden geldiği kadar dikkat etmeye çalışıyorum.


İnternet ortamında paylaşılan kanlı fotoğrafların kimseyi daha duyarlı yaptığı yok, sadece insanları duyarsızlaştırıyor. Çünkü insan ne ile çok muhatap olursa ona karşı duyarsızlaşır. Ayrıca bu fotoğraflar bizim çocukların yüreğine korku salabilir. Paylaşılacaksa şehitlerin gülümseyen fotoğrafları paylaşılsın ki çocuklarımız şehadete özensinler.


Bizler onlara acıyoruz fakat manevi durumumuza; çocuklarımızın, gençlerimizin haline bakıldığında esas bizlerin hali acınacak durumda. Kendi halimiz için de neler yapmalıyız diye kafa yormamız gerek bu arada.


Filistin de yaşananlar her açıdan ibretlik. Filistin halkının kadın ve çocuklar da dahil cesareti Müslümanlara örnek olmalı. Rabbim Filistinli kardeşlerimize zafer nasip etsin, bizlere de bir uyanış ve gafletten sıyrılmaya vesile olsun inşallah.
 

spesifik

آزادی قید و بند
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
24,869
Tepkime puanı
4,115
Puanları
113
Konum
Hayâlistan/bul
Her Şeye Sahip Kadınlar

Bazı kadınlar (onlardan değilseniz üstünüze almayın) evlilik cüzdanını alınca, kocasının tapusunu aldığını zannediyor. Evlendiği anda, koca benim (annesi ve ailesi uzak dursun, artık bana bıraksınlar) malı benim, ondan doğacak çocuklar benim. (Ailede babanın çocuk üzerinde hiçbir hakkı yokmuş gibi bütün sorumluluğu kadın alır, babayı damızlık ve gerektiğinde çocuk bakıcısı olarak kullanır.) Ev benim, hayat benim…
Evdeki bütün iyi şeyler kadının eseridir; bütün aksaklıklar ve olumsuzluklar da kocasının yüzündendir. Kadınlıktan anladığı şey kocaya talimat yağdırmaktır.Anne olmuş hali ise iyice sinir bozucudur. Çocukları ile kafayı bozar. Bütün hayatı çocukları yemek yedi mi, ne kadar yedi, altına yaptı mı, ne kadar yaptı şeklinde devam eder. Küçükken çocuklarının hastalıklarını sahiplenir, büyüdüklerinde sınavlarını. “Hastayız, sınavımız var” diye konuşuyorsa çocuklarından bahsediyordur. Zannedersiniz kendi de hasta ya da çocukla o da sınava girecek.En kötüsü ise kocasından bahsederken “babamız” diye bahsetmeye başlamasıdır.Kocasına “babamız” diyen kadın sayısı oldukça fazla maalesef. Bana evlilik problemini anlatan kadın, kocasına “babamız” dediği anda artık onu dinleyemiyorum ve hemen uyarıyorum. “Lütfen kocanıza “babamız” demeyin o sizin babanız değil, çocuklarınızın babasıdır; Peygamber efendimiz karısına “bacım” diyen erkeği uyararak ona bunu yasaklıyor.” Fakat öyle alışmışlar ki “babamız” demeden dertlerini anlatamıyorlar, arada bir ağızlarından kaçıyor.Eğer bu kadınlardansanız acele kendinize gelin.Öncelikle şu sahiplenme hırsından kurtulun. Hiçbir şey sizin değil; aslında hiçbir şey hiçbirimizin değil. Koca tapulu malınız değil. Çocuklar size Allah’ın emaneti. Siz onların sahibi değilsiniz. Hastalık çocuğun hastalığı, sınav da onun sınavı. Çocuklarınızla göbek bağınızı kesin ve onların sahibiymişsiniz gibi davranmayın, çocuklarınızın ruh sağlığını bozuyorsunuz. İhtiyaçları kadar yanlarında olun, daha fazla değil. Onun sınavı var diye siz kafayı yemeyin, bırakın o kendi taşısın sorumluluğunu.Hele çocukların sınavı ya da herhangi bir şeyi için kocanızla kötü olmayın. Tatsız bir ev ortamında öncelikle çok düşündüğünüz çocuklarınızı huzursuz edersiniz. Onlar için yapacağınızı en iyi şey, kocanızla mutlu olmaktır.Koca sizin tapulu malınız değil, siz de onun sahibi değilsiniz. Dinimize göre siz kocaya emanetsiniz. Siz kocadan değil, koca sizden sorumludur. Erkeğin aldığı mallar ve ev eşyaları da erkeğindir. Çocuk da öncelikle babanın sorumluluğundadır. Ayrılık durumunda istiyorsa çocukları almak önce babanın hakkıdır. Ayrıca kocayı bu kadar sahiplenirseniz ölüm ya da ayrılık durumunda kendinize gelemezsiniz.Hadi artık şu üzerinizdeki fazla yüklerden kurtulun. Herkes Yaradan’ın verdiği sorumlulukları yüklensin, daha fazlasını ya da daha azını değil.
 

spesifik

آزادی قید و بند
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
24,869
Tepkime puanı
4,115
Puanları
113
Konum
Hayâlistan/bul
Yalnız Erkekler

“Özgür ve Yalnız Kadınlar” yazımdan sonra bir okurum “Yalnız kadınlardan bahsetmişsiniz, ya biz yalnız erkekler ne olacak?” demiş. Gerçi benim yazım kadın için yalnızlığın ne demek olduğu üzerine değildi bunu ayrıca yazmak lazım.
Okurumun sorusu üzerine “yalnız erkekler” den başlayalım. Doğrusu yalnız erkekler üzerine hiç düşünmedim,. Zor mudur bir erkek için yalnızlık bilmiyorum. Artısı eksisi nedir?Akşam çocuk sesi olmadan, bir kadın sesi olmadan yaşamak nasıl bir duygudur? Bunları ben bilemem. Ya da akşam yemek kokusu olmayan, boş, soğuk bir eve girmek bir erkeğe ne hissettirir? Yalnızlık gençken mi orta yaşta mı yaşlılıkta mı daha zordur?Eşinden ayrılmış ya da eşi ölmüş bir erkeğin yalnızlığı ile hiç evlenmemiş bir erkeğin yalnızlığı aynı şey midir? Ya da her yalnızlık kendi başına bir hikaye midir?Kadın yalnızlığı biraz daha zor gibi geliyor. Çünkü kadın gidip bir erkeğe evlenme teklif edemez fakat erkeğin böyle bir imkanı var. O halde bir erkek neden yalnızlığı tercih eder? Ya da tercih değilde kafasına göre birini bulamamanın mecburi kabullenişi midir yalnızlık? Evet yalnız beyefendilerden cevap bekliyoruz. Mail gönderebilirsiniz, Adem-Havvalar bölümünde yayınlamak üzere yazı olarak gönderebilirsiniz, isminiz yayınlanmayacak. Ya da yorum olarak bu yazının altına düşüncelerinizi yazabilirsiniz. Bekar, boşanmış, genç, orta yaş ve yaşlı, yalnız okurlarımızın yazı ve yorumlarını bekliyoruz.

http://www.cocukaile.net/yalniz-erkekler/
 

spesifik

آزادی قید و بند
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
24,869
Tepkime puanı
4,115
Puanları
113
Konum
Hayâlistan/bul
Kuzu Kocalar Nasıl Yetişir

[video]http://www.gazetevahdet.com/kuzu-kocalar-nasil-yetisir-297yy.htm[/video]
 

Tahsin EMİN

Kıdemli Üye
Katılım
7 Şub 2012
Mesajlar
11,757
Tepkime puanı
490
Puanları
83
Kur'an ve Sünnet ekseninde sınırları çizilmiş bir aile vardır,

"Kuzu erkek", "Kuzu kadın" gibi tanımlamalara girmenin bir anlamı yoktur diye düşünüyorum...


 

spesifik

آزادی قید و بند
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
24,869
Tepkime puanı
4,115
Puanları
113
Konum
Hayâlistan/bul
KADIN Doğmak Kadın Olmak

Zordur kadın olmak. Daha küçücükken kız olarak doğduğun için kimin ne kadar çok üzüldüğünü dinleyerek büyürsün. Ya da oğlu olmadığı için karısının üzerine evlenenlerin ya da kız doğurduğu için dayak yiyen kadınların hikayelerini.
Farkında olmadan bu pek makbul erkekliğe özenirsin. Ezilen kadınların hikayelerini dinleyerek büyürsün. Hem nefret eder erkeklikten, hem de özenirsin. Erkekler tarafından ezilmemek için güçlü olmaya çalışırsın.Sonunda erkek gibi kız olursun.Sonra okursun, bir şekilde evlenirsin. Gerçekten kız olmanın ve kadın olmanın ne demek olduğunu bilmeden. Kimse anlatmamıştır, örnek de olmamıştır. Ev temizleyerek, bulaşık yıkayarak, yemek yaparak, çocuk doğurarak kadın olunacağın zannedersin.Bunların karşılığı da kocanın sana bolca sevgi vereceğini umarsın. Evet, erkek gibi yetişmişsindir ama içinde sevgiye aç bir kız çocuğu vardır. Anne babanın okşamadığı saçlarını kocanın okşayacağını, göğsüne yatıp saatlerce sohbet edeceğini hayal edersin. Tıpkı filmlerdeki gibi ağacın arkasından birbirine “cee” yapıp sonra sarılıp, çimlerin üzerine uzanıp gökyüzünü seyrederken tatlı tatlı hayaller kurduğun gelir gözünün önüne.Oysa kocan olacak kişinin hayalleri hiç de seninki ile aynı değildir. Daha ilk gece anlarsın, hırpalanır incitilirsin. Kızarsın ona öfkelenirsin fakat hemen ümidini kaybetmezsin. Yarın her şey daha iyi olacak diye beklersin. Fakat birbirinin tekrarı günler yaşarsın.Kocandan uğradığın hayal kırıklığın yetmezmiş gibi bir de çocukluğun boyunca dinlediğin hikayelerin cadısı (kaynana) hiç rahat bırakmaz seni. Ona da nasıl davranacağını bilemezsin. Önce iyi davranmaya gayret edersin fakat bakarsın ki sana sevgisini vermeyen kocan onu senden daha çok seviyor. Daha çok değer veriyor. Kıskançlık sarar bütün bedenini. Öfkeden ve kızgınlıktan doğru düzgün düşünemez olursun. Onu kocanın sana göstermesi gereken sevgiyi çalan hırsız gibi görmeye başlarsın. Sen kaynananın arkasından konuştukça kocan iyice senden uzaklaşır; fakat yanlış adım attığını fark etmezsin.Ve hiç bitmeyen tartışmalar başlar, kırılırsın, incinirsin ve öfke biriktirmeye başlarsın. Artık kocanın her şeyi sana batmaya başlar. Büyük kavgalar edersin, ağır sözler söylersin fakat barışmaları tatlı olsun, sen ağlarken o gelip sana sarılsın, öpsün, saçlarını okşasın, elini tutsun ve her şeyin daha iyi olacağını söylesin diye beklersin. Fakat bir türlü o barışmaları yaşayamazsın.Etrafında kocasından dert yanan kadınlara hak vermeye başlarsın. Annen, ablan, teyzen, kız arkadaşların… Kim mutlu olmuş ki ben olayım, diye üzülürsün, umutların azalır. “Süslen püslen, kadın gibi ol” diye akıl verenler olur, yaparsın bir işe yaramaz. İçini kadın yapmadan dışın kadın olamaz, sadece öyle görünür ama bilemezsin.Hep kocanın hatalarını görürsün, kendi hatalarını zerrece görmezsin, gösteren de olmaz.Bu kadar acıların üstüne hiç boynunu bükmezsin, hiç zayıf görünmezsin. Kocan tarafından ezilmemek için güçlü ve sert kadın olmaya devam edersin.Hiç kimse göstermez sana aslında bütün problemin güçlü ve sert olmaktan kaynaklandığını. “Kocana karşı sert olduğun kadar çok kırılırsın, güçlü olduğun kadar çok ezilirsin.” diyen de olmaz. “Güçlü olmak erkeğin rolüdür, rol çalarsan seni sevmez.” diyen de olmamıştır. Kadın doğmanın kadın olmaya yetmediğini anlayamazsın. Erkek doğmanın da erkek olmaya yetmediğini…Bilseydin eğer,Sana kimsenin kadın olmanın ne demek olduğunu öğretmediği gibi ona da kimsenin erkek olmanın, koca olmanın ne demek olduğunu öğretmediğini… İlk gece sana nasıl davranması gerektiğini anlatan şefkatli bir annenin öğüdü ile gelseydi yanına, daha başka dokunacağını…Fark edebilseydin eğer,Onun da çocukluktan çok dertleri olduğunu, erkek olmanın ağırlığını taşımakiçin ne çok çaba sarf ettiğini… Sen yarıştıkça seninle yarışmak zorunda kalmaktan nefret ettiğini…Görebilseydin eğer,Erkek gibi bir kadınla yaşamanın onun için ne kadar zor olduğunu,Sen ondan sevgi, şefkat beklerken onun ise senden erkekliğini hissetmek için yumuşaklık, nezaket beklediğini… Senin de onun hayallerindeki kadın olmadığını, fakat idare ettiğini…Duyabilseydin eğer,Sende bir kadın bulamamanın çığlıklarını,Onun kalbinin sesini, söyleyemediği sözlerini,Sevgisini nasıl göstereceğini bilememesinin sıkıntısını…Yapabilseydin eğer,Eleştirmeseydin, yargılamasaydın, değiştirmeye uğraşmasaydın, olduğu gibi kabul edebilseydin, hayallerindeki adam olamayacağını baştan kabul etseydin…Hükmetmeye çalışıp onu aciz hissettirmeseydin. “Kocalıkta başarısızsın” mesajı vermeseydin…Hak verebilseydin eğer,Ona hocalık ya da annelik etmenden hoşlanmamasına. Bunların hepsinin zaten dışarıda var olduğuna, sende görmek istediğinin öncelikle bir kadın olduğuna…Affedebilseydin eğer,İçinde o kadar öfke biriktirmeseydin, gözlerinden nefret sızmasaydı, gururunun, kibrinin yerine anlayışı koyabilseydin…İtiraf edebilseydin eğer,Aslında kadın olmanın ne demek olduğunu bilmediğini, onun yardımına ihtiyacın olduğunu…Fırsat verseydin eğer,Senin kahramanın olmaktan mutluluk duyacak bu adama,Saygı duysaydın eğer,Kendini erkek hissedebilecekti. Takdir ve teşekkürünle destekleseydin sana sevgisini daha çabuk verecekti.Bilseydin eğer,Kadının gerçek gücünün; narinliğinde, yumuşaklığında olduğunu,Onun sertliğinin senin nezaketinle yumuşayacağını, onun şefkatinin senin teslimiyetinde olduğunu… Onun senin güler yüzüne, neşene, çocuksuluğuna ihtiyacı olduğunu… Onun ağırlığının senin naifliğinle hafifleyeceğini…İnansaydın eğer…Yazının Devamı http://www.gazetevahdet.com/kadin-dogmak-kadin-olmak-396yy.htm
 

spesifik

آزادی قید و بند
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
24,869
Tepkime puanı
4,115
Puanları
113
Konum
Hayâlistan/bul
Erkeğe Şiddet

Beş aylık evli bir çift boşanıyorlar. Erkek ticaretle uğraşıyor, kadın da bir devlet kurumunda memur olarak çalışıyor. Evliliğin üçüncü ayında erkek ortak olduğu ticaret şirketinden ayrılıyor ve bütün sermayesini alıp bir iş yeri açıyor, oturmak için bir ev, bir de araba alıyor. Evliliğin beşinci ayında evlilikleri çatırdıyor ve ayrılmaya karar veriyorlar. Erkek, ailesinin desteği ile başladığı önceki işinden kazancı ile kurduğu yeni iş yerinde sermayenin yarısını, aldığı evin yarısını ve yeni aldığı arabanın yarı parasını ayrıldığı karısına vermek zorunda. Ayrıca karısı boşanmak beni çok üzdü diye manevi tazminat isterse tazminat, bir de nafaka isterse nafaka vermek zorunda. Şaka gibi ama gerçek.

Kanunlarımıza göre 2002 yılına kadar evlilik içinde herkesin kazancı ve kazancı ile aldığı mal kendine ait sayılıyordu. Fakat 1 Ocak 2002'de değişen kanuna göre bu tarihten sonra evli çiftler arasında ne kadar evli kaldıklarına bakılmaksızın, kimin ne kadar kazandığına, o malın alınmasında kimin ne kadar katkıda bulunulduğuna bakılmaksızın "Edinilmiş Mallara Katılma Rejimi" adı altında karı-koca bütün mallarda ortak sayılıyor ve ayrılma durumunda malları ortak paylaşılmak mecburiyetinde kalıyorlar. Eğer ki kadın çalışmıyor da olsa erkeğin aldığı her şeye yarı yarıya ortak. Ayrılık durumunda erkek nikâh sonrası alınan bütün malların yarı değerini kadına ödemek zorunda. Sadece birkaç ay evli kalarak kadın evlilikten son derece zengin ayrılabiliyor.
Eşit mal paylaşımı adalet anlayışına sığacak bir şey değil. Ancak karı-koca birlikte çalışıp birbirlerine yakın kazançları ile ortak bir şeyler alsalardı, ayrılık durumunda alınanları yarı yarıya paylaşmak zorunda olsalardı, eşit mal paylaşımı adaletli olurdu. Fakat bu kanunda taraflardan biri çalışmasa da ya da kazancı diğerine göre çok az olsa da bütün malları ortak bölmek gerekiyor.
Tabii kanun sadece erkekler için geçerli değil, kadın içinde geçerli. Kadın da evlilik sonrası kendi üzerine ev, araba alsa; iş yeri açsa, o da ayrılık durumunda yarısını kocasına vermek zorunda. Kim için olursa olsun çok haksız bir kanun.
Fakat kanundan en çok erkekler zarar görüyor. Kendinden maddi olarak çok düşük kazancı olan ya da işsiz olan bir erkekle evlenen kadın sayısı çok az olduğu için kadınlar bu kanundan pek zarar görmüyor. Kazançlar yakınsa zaten eşit paylaşıyorlar.
Fakat kazancı iyi erkek- kazancı olmayan kadın (ya da az kazanan kadın) evliliği çok fazla var. Bu durumda kısa süreli evliliklerde bile erkek evinin, arabasının, evlilik sonrası sahip olduğu bütün malın yarısını ayrıldığı kadına vermek zorunda kalıyor. Üstüne bir de nafaka da vermek zorunda bırakılabiliyor. Çünkü malın yarısını kadın kendi malı gibi alıyor.
İki tarafın bekârken aldıkları mallar ve evlilik içinde iken onlara miras düşen mallar ayrılık durumunda paylaşılmıyor. Bunların dışında evli iken alınanlar paylaşılmak zorunda.
Dinimizde durum nedir? Kadının malı kadının, erkeğin malı da erkeğindir. İster kazanmış olsun, ister miras yolu ile gelmiş olsun, ister bekârken, ister evli iken alınmış olsun fark etmez. Kimse diğerinin malı üstünde hak iddia edemez. Evi kuran, eşyaları alan erkekse onlar da erkeğindir. Ayrılık durumunda herkes kendine ait olan malı alır gider. Kadın da çalışmışsa kazancı kadar malı alır. Birbirlerinin malına ortak olma durumları yoktur ve zorla alırlarsa haramdır.
Erkek evin reisi olarak evin geçimini sağlamak ve ailesinin ihtiyaçlarını gidermek zorundadır. Bunun dışında kazancı erkeğin kendinindir, eşiyle kaç yıl evli kalmış olursa olsun.
Devlet kanun eli ile vatandaşına haram yediriyor. Ayrıca yalan söylemelerine ve sahtekârlık yapmalarına da sebep oluyor. Nasıl mı? Ayrılık ihtimaline karşı kişiler evlilik içinde aldıkları malları babalarının, annelerinin, kardeşlerinin üzerine yapıyorlar. Onlarla aralarında bir tatsızlık olduğunda ya da onlardan birinin ölümü durumunda başka problemlere ve haramlara sebep oluyor.
Eşit mal paylaşımından kurtulmanın tek yolu evlilik sözleşmesi yapmak. Evlilik sözleşmesi yapılmadan evlenirseniz bu kanunu kabul etmiş sayılıyorsunuz. Fakat pek çok kişi evlilik sözleşmesi teklif etmeye utanıyor, çekiniyor. Erkekler daha evlenmeden boşanırsak malları nasıl paylaşacağız teklifinden bulunmaya korkuyor, kadınların çoğu da bu teklifi bir hakaret olarak kabul ediyor. Bu yüzden düğün öncesi ayrılan kişiler oluyor.
Oysa bunun tam aksi olması gerekmiyor muydu? Normalde herkesin malı kendine olmalıydı fakat "biz eşit mal paylaşımı istiyoruz" diyenler sözleşme yapmalı değil miydi? Devlet bu kanunla yine erkekler üzerinde maddi manevi şiddet uyguluyor. Erkek evlenirken evlilik sözleşmesi istese bir dert istemese ayrı bir dert. Hele ayrılık kararında kadın kusurlu ise, erkek için malının mülkünün yarısını belki hiç yüzünü güldürmemiş belki ona hayatı zindan etmiş bir kadına vermek zorunda olmak kolay olmamalı.
Sonra devlet yetkilileri evlilikler azaldı, boşanmalar arttı diye şikâyet ediyor. Bu kanunların varlığına rağmen, erkekler yine iyi cesaret edip evleniyorlar bence. Boşanma davalarını daha çok kadınların açtığı gerçeğini de göz önüne alırsak bu kanunların kadınları boşanmaya teşvik ettiğini söylemek hiç de insafsızlık olmaz diye düşünüyorum. Bulduysan durumu iyi bir adam: Evlen, boşan zengin ol. Oh, ne âlâ memleket. Ha bir de haram yiyenler diğer tarafta hesap verirken devlet yetkililerimiz vatandaşlarına orada da yardımcı olabilecekler mi acaba?
 

spesifik

آزادی قید و بند
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
24,869
Tepkime puanı
4,115
Puanları
113
Konum
Hayâlistan/bul
Kadına Şiddet 1 (Aile Bağlarını Koparmak)
“…Özgür insan aşksız ve bağsız bir martı olarak içinde korkunç bir boşluk hissediyor. Ve iş, seyahat, macera kişinin sevdiği uğruna vazgeçtiği her şey bir anda son derece anlamsızlaşıyor, insan kazandığı bu özgürlükle ne yapacağını bilemiyor, sahipsiz bir köpek gibi, sürüsüz bir koyun gibi ortalıkta başıboş dolaşıyor, kaybettiği kölelik için gözyaşı döküyor, geri dönebilmek, tekrar zindancı başının isteklerine boyun eğebilmek için ruhunu bile vermeye hazır hale geliyor.Kadın hareketinin klasik metinlerindeki, kadın özgürleştikçe cinsiyetler arası yeni ve daha iyi bir ilişki başlayacağına dair umutlar gerçek çıkmadı.”Yukarıdaki yazı tanınmış Alman filozof Profesör Ulrich Beck ve karısı sosyolog Elisabeth Beck-Gernsheim tarafından yazılmış “Aşkın Normal Kaosu” kitabından bir bölüm. Kitap kişilere özgürlük vererek çalınan mutlulukla birlikte bitirilen evlilik kurumunun halini çok iyi anlatıyor.Medya, feminist dernekler, devlet kurumları kadınlara “Özgü olun yanınızdayız, uçun, uçun, uçun…” diye gaz verip duruyor. Nereye kadar uçacaklar? Ve bu yalnız başına uçuş onları mutlu edecek mi? “Onlar için ne kadar güvenli?” “Özgürlük ateşi kimi ne kadar yakıyor?” sorularını kimse cevap vermiyor.Bu devirde evlilik devam ettirmek zaten zor. Bencilliğin tavan yaptığı, herkesin bireyselleşme derdinde olduğu bir çağda yaşıyoruz.Bir de bunun yanında kadınların medya tarafından yükseltilen beklentileri var. Beklentileri karşılanmayan kadınlar kızgınlar, onların beklentilerini karşılayamaya gücü yetmeyen erkekler kızgınlar.Erkeğin zalim, kadının mazlum gösterildiği zihniyet yüzünden, kadın erkek birbirine düşman oldu. Dış dünyanın tehlikelerine, yorgunluklarına karşı bir sığınak olması gereken evlerin içinde bir iç savaş başladı. Bu cinsiyetler arası savaş iki cinsi de yiyip bitiriyor. Bir kaç gün önce Sağlık Bakanlığı’nın yaptığı bir açıklamaya göre ülkemizde 2014 yılında 8 milyon kişi antidepresan kullanmış. Kadınlar da antidepresan kullanımı erkeklerin iki katı fazlaymış.Hani niye mutlu değil bu kadınlar? Bir yıl içerisinde beş milyon kadın depresyona girip ilaç kullanmak zorunda kalıyorsa yanlış giden bir şeyler var demek gerekmiyor mu? Demek ki bu cinsiyetler arası savaştan kadınlar daha zararlı çıkıyor. Demek ki bu verilen haklar, kadınları mutlu etmiyor. Bu kadar özgürlük, pozitif ayrımcılık, erkeğin karşısında devlet desteği, korkutulmuş sindirilmiş kuzu kocalar belli ki kadınları mutlu etmemiş. Problemi doğru anlayıp çözüm bulmak gerekmiyor mu?Kadın ve erkeği birbirine düşman etmek yerine birlikte muhabbet edebilmeleri için, sevmenin ve sevilmenin tadını çıkarmaları için desteklemek gerekmiyor mu?Sudan sebeplerle kocasını polise şikayet eden kadının ruh hali nasıl ilgilenen var mı? Kadın: “Kocayı evden attık, hadi gel çay demledim.” diye komşusu ile çay muhabbeti mi yapıyor? Çocuklarına, babalarını evden atmanın açıklamasını nasıl yapıyor? Onların itirazları ve kızgınlıkları ile nasıl baş ediyor? Gece yatağında tek başına uyurken kocasının nerede sabahladığını merak etmiyor mu? Hiç vicdan azabı çekmiyor mu? Komşuların gözünde kocasını evden atan kadın olmak onu hiç rahatsız etmiyor mu?“Kocan sana sesini yükseltse şiddet olur, şikayet et, evden uzaklaştır.” diye kadınları kışkırtanlar, sonra dönüp bu yalnız kalan kadınların ruh hali nasıldır diye bir psikolojik destek veriyorlar mı?Yanlış yönlendirmeler yüzünden kocalarını şikayet eden kadınların çoğu pişman olup şikayetlerini geri alıyorlarmış; fakat çoğu zaman iş işten geçmiş oluyor. Erkek ya geri dönmek istemiyor ya da dönse de aralarında onarılması zor bir hasar oluşturuyor.Kadına esas şiddeti, kadınları kocalarına karşı kışkırtıp aile birliğini dağıtmaya çağıranlar yapıyor.“Sinek kadar kocam olsun, o da başımda bulunsun” diyen kadınların yerine aslan gibi kocalarını sokağa atan kadınlar geldi. Bu kadınlar sonrasında da “Ne bir üstümü örtenim var, ne koluma bir dürtenim var” diye ağıt yakıyorlar. Ve bu kadınlar dönüp sebep olanlara beddua ediyorlar.Kadın özgür olduğunda değil bir erkeğe bağlandığında mutludur. Yaradan öyle yaratmış. Dini kaygıları olmayan feminist kadınlar, bağlanma ihtiyaçlarını nikahsız ilişkilerle götürmeye çalışırken en büyük zararı dini hassasiyeti olan insanlar çekiyor. Feminist kadınların kışkırtmaları sonucu kocadan vazgeçen inançlı kadınlar ya yalnızlığa mahkum oluyor ya da gizli kapaklı ilişkilerin içine düşüyor, maddi manevi kayıp yaşıyor. Bundan daha büyük şiddet ne ola ki?
 
Üst