Senai Demirci ve Rasim Ozan ağabeyler ve geleceğin Bonapartları

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Türkiye’de hâlihazırdaki görünür olan İslamcılık, bir uçta Senai Demirci’nin durduğu meditasyon dindarlığı ile modacı Cemil İpekçi sentezinin doğurduğu yapmacık bir naiflik, diğer uçta Rasim Ozan Kütahyalı’nın durduğu otobüs muavinliği ile Küçük Emrah sentezinden doğan soğan-erkekliği kıvamında bir sertlik arasında salınıp duruyor.

Her iki kutup da kendini “ağabey” konumunda görüyor ve bütün dindarlara sürekli akıldânelik pozisyonunda hiza mesafe komutları veriyor. Onlar bu komutları veriyor da söz konusu talimatlara muhatap olanlar niye “kuzuların sessizliği”ni oynuyor? İşte orası, artık Türkiye’nin koyunun olmadığı yer haline gelmiş olmasıyla açıklanabilir. Abdurrahman Çelebiler eldeki kuzuları “büyüyünce koyun olmak yok, hepiniz keçisiniz” diyerek, ancak asıllarını inkâr etmek suretiyle hayatta kalabileceklerine inandırmış durumdalar.

Senai Demirci’nin hayli geyiğe sarılan “Kıl Beni Ey Namaz” klibindeki sömürülmüş, örselenmiş sinir bozucu Afrikalı tebessümü, Rasim Ozan Kütahyalı’da “yeter uleeen” nidasıyla arabesk bir fantazyaya kendini bırakıyor. Her iki davranış biçimi de aynı özden neşet ettiği gerçeğini asla yok saymıyor, hatta duruma göre birbirine yol veriyor ve birbirinin rollerini geçici olarak üstleniyor.

Mesela Senai Demirci’nin “Kahrolsun İsrail” diyenleri yerden yere vurduğu yazısına tepki gösteren İHL Sözlükçülere serdettiği “kancık” hakareti, ne kendisine bayılan kadın hayranlarında bir azalmaya sebebiyet verdi, ne de yıllardır besleyip büyüttüğü naifliğine bir halel getirebildi. Çünkü “Yeni Türkiye’nin bu yeni yüzleri” Siyonist ölüm makinelerine tıpkı kliplerinde olduğu gibi gerdan kırıp göz süzerken, bu tavrı eleştirenlere ise kavgada dahi söylenmeyecek küfürler edip “erkeklik ispatında” bulunmaya kalkıştıklarında bırakın yalnız kalmayı, imkanları birken milyona çıkacağını çok iyi biliyorlardı. Orta yere seriliveren bu maçoluğun, söz konusu kişi ve kişilerin ekseriyetle kadın olan hayranlarınca nasıl tevil edildiği ise merak konusu doğrusu. Zira ondan hiç de beklenilmeyen bu sarsıcı gelişme, ideal aile babası görünümlü bir mutemetin, derin dondurucuda karısını saklayan bir sapık çıkması kadar şaşırtıcı oldu.

Kendine yönelen eleştirilere bakın ne cevap veriyor Senai “Ağabey”: “slogan atmak yerine, slogan atmanın yanında durmak yerine iş üretmelisiniz, iş! Fikir çıkmalı sizden. Stadyumlarda değil kütüphanelerde kahredin İsrail’i. Bağırarak değil düşünerek kahredin İsrail’i... Tekbir’leri slogan diye atmak yerine, tefekkürünüz eyleyin, hazmedin.”

Nasıl da buyurgan, nasıl da tepeden, nasıl da elinde tahta cetvelle sıra dayağına kalkan o bilmiş, ceberut öğretmen… Ya kütüphane sessizliği veya harita odası fantezilerine teslim olmuş bir kaderin mahkumu çocuklarsınız ona göre.

Hiç yaşayamadığı tuvalette sigara içmek, teneffüste kız kavgası etmek, inadına okeye dönmek, arkadaş için sanayi çetesinden zincirlerle dayak yemek veya en sahici Dostoyevski akşamlarına, Kafka buhranlarına gark olmak; yani gerçek hayat içre ve sağlamcı olmadan yaşamak; onun için sonu olmayan/olmaması gereken şeyler. Ama işte varlar ve halen yaşıyorlar ve o belalı nefes alışlarıyla birilerini fena halde kudurtuyorlar: “Tomarla muştuyu omuzlayarak genç adamlar / polisin sevmediği genç adamlar sokaklarda / patronları kudurtan gazeteler satarlardı / Ey şehre başaklar: / militan ruhlar ekleyen hayat!”

***

Şimdi bu malum sarkacın Küçük Emrah ucundan ilginç sesler yükseliyor.

Geçmişte Aydın Doğan’ın “kaçakçılık, darbeseverlik, pijama ile Başbakan karşılamacılık” gibi hasletlerini yazarak dindar camiada “ağabey” mertebesine yükseltilmiş olan Rasim Ozan Kütahyalı, Aydın Doğan’la “evicek görüşmeye” başlayınca, bir taraftan bunun havasını atmak, diğer taraftan da “bakın ne adamlara diz çöktürdüm” diyerek, kendini sevmeyenlere tehdit savurmak için bir taşla birçok kuş vurmanın sarhoşluğu içinde son olarak şunları yazdı: “Eski Türkiye yıkılıyor. Yeni Türkiye'nin inşaatı ise henüz çok daha yeni... Herkes şundan emin olsun ki, Eski Türkiye'ye dönüş söz konusu olamaz, eğer böyle çılgınca bir zorlama olursa iş, Allah korusun, iç savaşa kadar gider. Cebir ve şiddete dayalı zorlama halinde kazanacak taraf bellidir ama sonuç olarak Eski Türkiye ile Yeni Türkiye'nin silahlı restleşmesi Türkiye'ye 50 yıl kaybettirir.”

Başından itibaren her türlü açılım ve saçılımı, ana dilde eğitimi, özerklik tezlerini, “andımız da kalksın, başörtüsü de serbest kalsın” diyerek gayet kurnaz bir biçimde dindarlarla buluştururken, toplum mühendisliğinin bu en nadide örneklerini aylardır sergiledi durdu.

“Bir mahalle bakkalıydı, şimdi 30 ülkede süper marketler zincirine sahip” şeklindeki Banker Bilo hikâyelerinin medya dünyasındaki izdüşümü haline gelen Kütahyalı’nın gözünü diktiği hedef “Yeni Türkiye”.

Bu hedefin gerçekleşmemesi halinde, “iç savaş”tan, “silahlı restleşme”den, “cebir ve şiddet”ten bahsetmesine ve “bu durumda galip gelecek olan yine biz oluruz” demesine bakılırsa, Korsika’nın köyünden çıkma Napolyon Buanoparte’ın ihtilal generalliğine yükseliş öyküsüne benzer yepyeni bir “paramiliter başarı öyküsünü” daha kendisi için kurguladığı anlaşılıyor.

Aydın Doğan’ın dahi evine kadar gelip akıl danıştığı veya o göz kamaştırıcı planları üzerine projeler kurduğu Buanoparte’ın kişisel hayalleri bir tarafa, savunmakta olduğu o modası geçmiş liberal tezlerin ve bu tezlerin gerisinde duran iradenin gerçekte ne gibi sonuçları göze aldığı üzerinde durulmalıdır.

Buna “Yeni Türkiye’nin yeni devrimciliği” deniliyor ki Arap Baharı ile özdeşleşen bu yeni Sorosyen devrimcilik, Suriye’den sonra sıranın İran’a bile gelmeden önce Türkiye’yi yerle yeksan edeceğini ilan ediyor.

Bin yıllık bir ülke ve devlet müktesebatının “Yenisi, Eskisi” diye kodlandırılması, bildik bir iç savaş planlaması ve buna dair bir siyasi mevzilenmeden başka ne olabilir! Bunları böylesine bir özgüvenle bağırtan iradeye ram olmak için memleketin kodamanlarının sıraya geçip o perde gerisinde duran iradeye bağlılık yemininde bulunuyor oldukları gerçeği, bundan daha açık nasıl izah edilebilir! Her şey gün gibi ortada.

Ali Eyvaz, haber vaktim
 
Üst