siyasetin cıkmaz sokagı:

Tuncay ÖZ

Profesör
Katılım
3 Kas 2006
Mesajlar
2,566
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Konum
32
Sekiz yıl boyunca bir kamu kuruluşunda görev yaptım. Orada bulunduğum son iki yılda, “Toplam Kalite” çalışmalarında “dokümantasyon sorumluluğu” görevini üstlenmiştim. Kalite çalışmaları esnasında çalıştığım yer olan belediyeye ait huzurevinde görev yapacak personelin görev tanımları ve sahip olmaları gereken özellikler tek tek tespit edilmişti. İdarecisinden, kapıdaki “Kapı Kontrol Görevlisine” kadar…

Bu çalışmalar esnasında, Türkiye`de siyaset yapmanın, milletvekili, bakan hatta başbakan olmanın ne kadar kolay olduğunu düşünmüşümdür hep... Kurumumuzu teslim edeceğimiz insanlarda sayfalar dolusu özellik olmasını ”şart” koşarken, ülkemizi teslim edeceğimiz insanlarda bizim aradığımız ya da onları önümüze koyanların aradıkları özellik nedir?

Vatandaş olarak kıstasımız sadece komedi konusu olmuş vaatler mi? Mitinglerde dağıtılan yiyecekler, ya da kendilerine oy vermemiz için bize verdikleri birkaç paket erzak mı? Veyahut kendisini seçmemizi isteyen insanın “ehil” olup olmayışı mı?

Ya, o insanları bizden oy isteyecek konuma getirip “aday” yapan kişi ve kurumlar? Parti delegeleri, genel başkanları? Onların kıstasları nelerdir? Meraka gerek yok, meclise baktığımızda kıstasın “ehil” olmayla ilgisi olmadığını anlayabiliyoruz. Bol para, genel başkana yaranma, yakın çevre ve bilhassa parti mensuplarına bol vaat…

Formül bu olunca, “seçilmiş” bir vekil, bakan ya da belediye başkanı olmak, “asgari ücretli bir iş bulmaktan” daha kolay oluyor elbette…

Öteden beri “seçilmişlik-atanmışlık” tartışması yapılır. Bilhassa son yıllarda yükselen eğilim, seçilenleri “kutsayıp” atanmışları “tu-kaka” etme yönündedir. Peki, hangi seçilmişler; yukarıda “seçilme biçim ve kıstaslarını” ortaya koyduğum seçilmişler mi? Peki ya hangi atanmışlar; o şekilde seçilenlerin atadıkları mı?

Bu durumda “referansımız İslam`dır” diyenlere dönüp bakıyoruz. Peygamberi “işi ehline veriniz” diyerek, sonsuza kadar geçerli olacak muhteşem bir düstur ortaya koymuş inancın sahipleri ne yapıyorlar? Ya, vasıfsız insanları seçsin diye halka yapmadıkları sömürüyü bırakmıyorlar; ya da atadıkları ile devlet malı aracın kapısını balyozla kırdırıyorlar.

Hal böyleyken, siyasetçilerin o ifade etmekten pek hoşlandıkları kavram “demokrasi”, amacından sapıp kendine zarar veren bir konuma geliyor. Yıllardır kavranamayan şey, demokraside asıl gayenin “işi ehline vermek” olması gerektiği gerçeğidir. Şans eseri seçilip “seçenden üstün” duruma gelen vasıfsız bir “seçilendense”, dişiyle, tırnağıyla, emeğiyle bir yerlere gelmiş ve işini mükemmel yapan “atanmış” birini tercih ettiğimi ifade edeyim. Seçilmiş olmanın adeta “kutsandığı” bir ortamda, hiç kimse seçilenden “bunlar beni o ve ya bu şekilde seçiyorlar, bari işi öğreneyim” insafı da beklemesin.

Sandık başına gitmeyen milyonlar, ortaya koymaya çalıştığım bu tablonun neticesidir. Peki, bu neyi doğuruyor? Türkiye`deki siyasî yapının güvenilir olmayışı, hırsızlık ve yolsuzlukların `ünlü` simalarının her nedense hep bu tür siyasetçiler arasından çıkması, siyasetçi kadar siyaseti de bitirince, “farkına varan kesim”, oy vermekten kaçıyor, “medya bombardımanı ile gittikçe büyültülen ve `fark etmemesi` sağlanan kesim” ise, “seçtiğini” zannedip komedi malzemesi vaatlerle “seçtirilmeye” devam ediyor.

Sonuçta olan elbette ülkenin geleceğine oluyor ve siyasetin bu çıkmazında kaybolup gidiyoruz.

Peki, ne yapılmalı? Çözüm açıktır. Öncelikle siyasî partiler, ülkenin ihtiyaçlarını tespit edip ona göre teşkilatlanmalılardır. Bakanlık görevi, başbakanın `sen de şu bakanlığı al bilmemne abi` şeklinden çok, önemli belirleyici kıstaslarla kişilere verilmelidir. Bu kıstaslar, kişinin değil, işin özelliklerine göre önceden belirlenmelidir. Yani, partiler, milletvekili adaylarını, seçilmesi ve iktidar olunması durumunda verecekleri görevin kıstaslarına göre belirlemelidirler.

Evet, ülkede ve hatta dünyada her şey ucuzlamış olabilir. Medyada yer almak, medya patronu olmak, güçlüden yana olup parayı `bulmak`, emperyalizme hizmet edip Nobel almak, aşk, kariyer, her türlü ikili ilişkiler, vs. Bunlar bir şekilde tamir edilebilir ama “ülkeyi yönetmenin” ucuzlaması öyle sonuçlar doğurur ki, her ne kadar `ben pazarlamaya geldim` de dese, başbakan, bunun sonucunda pazarlayacağı bir ülke dahi bulamayabilir.

Seçimlere bir yıldan daha az bir sürenin kaldığı şu günlerde, ülkemiz adına, siyasetin çıkmaz sokaklarına girip kaybolmamayı diliyorum.


"alıntı..."
 
Üst