Sohbetin önemi (osman nuri topbaş hoca efendinin kitabından)

fuatulku

Üye
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
1
Tepkime puanı
0
Puanları
0
SOHBETİN ÖNEMİ

Yaratılış gayemizi Cenab-ı Hak şöyle bildiriyor;
‘Ben cinleri ve insanları ancak Bana ibadet (kulluk) etsinler diye yarattım’
Gerçek kulluk, Cenab-ı Hakk’ı kalpte tanımak yani marifetullahtan nasip alabilmek ile başlar. Diğer bir deyişle, TAKVA hayatı yaşamakla gerçekleşir.
TAKVA; korkma, sakınma anlamına gelmektedir. Takva; insanoğlunun her an ilahi bir kameranın altında olduğu bilincine ermesidir. Kul Allah tan üç türlü korkar ve sakınır. Birincisi Allah ın celal sıfatlarından azametinden korkar ve günaha düşmekten sakınır. İkincisi Allah’ın ahiret nimetlerini bilir, idrak eder ve bunlara erememekten korkar. Üçüncüsü ise kul Allah’ı gerçek manada sevmeye başladığında Onu kırmaktan, gücendirmekten korkar ve sakınır. Bu konuyla alakalı şu menkıbeyi aktarmak uygun olacaktır;
Rivayete göre, bir gün Malik b.Dinar (r.a.) ve Sabit Benani(r.a.) Rabia Hatun’a uğradılar. Rabia Hatun Malik’e “Rabbine neden ibadet ettiğini bana söyler misin?” diye sordu. Malik “Cennetine müştehakım( hak etmeye çalışıyorum)” der. Sabite aynı soruyu sorduğunda “cehennem korkusundan” diye cevap alır. Bunların üzerine Rabia Hatun “Malik senin durumun işini hep ücret ve menfaat karşılığında yapan işçinin haline benzer. Sabit senin durumun da dayak korkusuyla iş yapan kölenin haline benzer” der. Bunun üzerine ikisi birden Rabia Hatun’a “ya sen?” diye sorunca, o, şöyle dedi: “Allah’a karşı duyduğum sevgi ve arzudan”
İşte bu bahsi geçen takva haline ulaşmak için de nefsin tezkiyesi ve kalbin tasfiyesine ihtiyaç vardır.
Nefsin tezkiyesi; nefsin temizlenmesi yani manevi kirlerden arınması anlamına gelmektedir.
Kalbin tasfiyesi; kalpte Allah’tan başka hiçbir şeye yer olmamasıdır.
Kim nefsini öldürürse, dünyası ondan uzaklaşır. Kim de kalbini öldürürse, Mevla’sı ondan uzaklaşır.
Cenab-ı Hak ömrümüz boyunca muhafaza etmemiz gereken hudutları bizlere açıkça belirtmiştir. Bu doğrultuda ayet-i kerimede şöyle buyrulmuştur.
“ Ey iman edenler Allah ve Resulü’nün önüne geçmeyin! Allah’a karşı takva sahibi olun! Şüphesiz Allah işitendir, bilendir!”
Ayet-i kerimeden anlaşılacağı gibi Allah ve Resulü’nün hükümleri dururken kendi kafamızdan hüküm beyan etmeye kalkışmak haddi aşmak anlamına gelir. Nitekim sahabe-i kiram da daima işittik ve itiat ettik diyerek Allah ve Resulü’ne teslimiyetlerini ifade ederlerdi.
Cenab-ı Hakk’ın lutfettiği en büyük nimeti şüphesiz imandır. Bu nimetin bedelini Allah’a ödememiz, hamd ve şükrünü hakkıyla eda etmeye gayret göstermemiz gerekmektedir. Zira bedeli ödenmeyen bir şeye sahiplik iddia etmek, abesle iştigaldir.
İmandan sonra gelen en mühim nimet ise Resulullah (s.a.v.) Efendimize ümmet olmamızdır. Bu nimetin şükür borcunu ise ancak Efendimize benzeyerek, her halimizi Onun haliyle mizan ederek ödeyebiliriz. Tasavvuf da zaten Allah Resulü’ne benzemek sanatıdır. Onun şahsi hayatındaki uygulamalarının bütünüdür.
Bu sebeptendir ki kul, Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye’nin gösterdiği istikamet üzere yaşamalıdır. Kul bu hususta kendi halini daima kontrol etmelidir:
-Allah’ın yasak ettiği durumların içinde mi değil mi?
-Kazancı helal mi haram mı?
- sorumlu olduğu kişilerin manevi durumları nasıl?
- gönülde acaba ahiret mi öncelikli yoksa geçici dünya mı?
Mahlukat içinde eğitime en çok muhtaç olan varlık insandır. Allah Resulü (s.a.v) ashabını sohbet ile eğitmiştir. Eğitim hususunda Allah ve Resulü’nün hükmü sohbettir. Bu yüzden sohbet nebevi bir terbiye metodudur. Efendimizin Sünnet-i Seniyyesidir. Asr-ı Saadet insanlarının kalpleri bu nebevi terbiye neticesinde merhamet, marifet ve muhabbetle doldu. Zira Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur:
“Sen öğüt ver(vaaz ve nasihatte bulun)! Çünkü nasihat (ve hatırlatma) mü’minlere fayda verir. Ben cinleri ve insanları, ancak bana ibadet (kulluk) etsinler diye yarattım.”
Bu ayet-i kerimeden de anlaşılacağı üzere sohbetler ilahi bir emirdir.
Rasulullah (s.a.v.) bu hususta şöyle buyurmuştur;
“bir grup insan, Allah’ın evlerinden bir evde toplanır, Allah’ın Kitabı’nı okur ve onu aralarında müzakere ederlerse, üzerlerine sekinet (huzur, güven,rahatlık) iner, onları rahmet kaplar ve melekler çevrelerini kuşatır. Allah Teala da o kimseleri kendi nezdinde bulunanların arasında zikreder.”
Sohbet meclislerinde bulunanlar için ne güzel müjdedir bu. Kim Allah Teala tarafından hem de Kendi nezdindekiler arasında anılmak istemez ki?
Sohbetlere bu meyanda ibadet kıvamında yaklaşmamız gerekir. Ancak bu doğrultuda yaklaşıldığında manevi merhaleler kat edilebilir.
Bu tür meclislerde olanlar ilahi affa yakın olurlar. Rahmet melekleri onların etrafını kuşatarak yerden göğe kadar bir halka içine alırlar ve onları her türlü kötülüklerden ve tehlikelerden muhafaza ederler. Sohbetler vesilesiyle herkes kendi kusur veya noksanını anlayıp telafi ve tedavi reçetesi alır. Böylece Cenab-ı Hakk’ın merhameti ve rahmeti üzerimize tecelli etmeye başlar ve Allah ile yakınlık derecemiz artar.
Sohbetlerde duygular düşüncelere üstün gelir. Kitap okurken ise tam tersidir. Bu yüzden sohbetleri sadece kitap okumak olarak görmemek gerekir.
Sohbet meclisinin en bereketli neticesi, sohbet meclisindekilerin manevi halleri birbirine sirayet etmesidir. Nitekim sahabe-i kiram da Efendimiz(s.a.v.) hal transferi ile manevi merhaleler kat etmişler ve fazilet numunesi haline gelmişlerdir.
Sohbetin bu kıymetli hususiyeti sebebiyledir ki, sahabiden sonra gelen hiçbir Salih zat onlardan daha fazla ibadet etse dahi sahabi derecesine yükselemez. O fiziki beraberlikte, yani kalbin muhatabın kalbine adapte olması durumunda fizikteki birleşik kaplar kanunu misali kalpler birbirinden istifade eder. Hal transferi ve tesir alışverişi gerçekleşir. Zamanla kalbi keyfiyetler de birbirine benzemeye başlar.
Bu sebeple Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz ashabını eğitirken sohbet metodunu kullandı. Yani sahabi sadırdan sadıra vaki olan sohbetle yetişti, sırf satırlardan okunan yazılarla değil.
Sohbetler bir mumla diğer mumların yakılması gibidir der Mevlana Hazretleri. Bakıldığında ilk mumun Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz olduğu görülmektedir.
Cenab-ı Hak Asr Suresinde şöyle buyurmaktadır;
“Asra yemin olsun ki insan mutlak bir hüsrandadır. Bundan ancak iman edip Salih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır.”
Cenab-ı Hak mü’minleri kardeş kılmış ve adeta onları birbirlerine zimmetlemiştir. Bu sebeple onları birbirlerinin maneviyatından da mesul kılmıştır. Yine Tevbe ve Al-i İmran surelerinde şöyle buyurmuştur;
“Mü’min erkekler ve kadınlar, birbirlerinin velileridir. İyiliği emreder, kötülükten men ederler.”
“Siz, insanlığın (iyiliği) için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten sakındırırsınız…”
Sohbetleri takip edenler sohbet ortamına sırf Allah(c.c.) rızası için gelirler. Sohbet ortamında herkes birbirinin kardeşidir. Bu kardeşlik hem dünyevi hem de ahiridir. Onların arasında zamanla özel bir bağ oluşur. Bu hususta büyük Osmanlı alimi Muhammed Hadimi şu nasihatte bulunur:
“ Ahiret kardeşlerinin sayısını çoğaltmaya çalış! Onlarla sohbet et, ziyaretlerine git ve hizmetlerine koş! Onlara elinden gelen iyilik ve yardımı yap ve onları sev! Çünkü sen, o güzel ahlaklı din kardeşlerinle olgulaşırsın ve onlar arasında bulunmakla Salihlerin gidişatını, fiil, hal ve ahlakı kazanabilirsin. Zaten Cenab-ı Hak sana onlarla beraber olmayı emretmektedir:
‘ Ey iman edenler! Allah’a karşı takva sahibi olun ve sadıklarla beraber bulunun!’
Allah ile beraber ol, yani her yerde onu hatırla ve rızasını gözet! Bunu yapamazsan, Allah ile beraber olan Salih kişiyle ol! Zira onunla beraber olursan, onun feyz ve ruhaniyeti seni Allah(c.c.)’a ulaştırır.”
Rasullah(s.a.v) söyle buyurmuştur:
“Mü’minler birbirleriyle karşılaştıklarında birbirini yıkıyan iki el gibidirler”
Yani mü’min kardeşler, birbirlerine hayırda ve takvada yardımcı olurlar, güzel davranışlara teşvik edip bu yöndeki gayretlerini kuvvetlendirir, eksiklerini giderir, hatalarını düzeltir, yumuşak bir üslupla nasihatte bulunurlar.
Yine hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur;
“ Lokman Hekim, oğluna dedi ki;
Alimlerin ve ariflerin meclislerinde bulun! Hikmet ehli sözlerini dinle! Çünkü Allah Teala, ölü toprağı yağmurla dirilttiği gibi, ölü kalbi de hikmet nuruyla dirilitir.
İşte bu ehemmiyetine binaen büyükler, sohbeti, yerine göre evrad ile meşgul olmaktan ve nafile namaz kılmaktan daha üstün görmüşlerdir.
Nitekim üstadın biri, kabiliyetli bir talebesine şöyle demiştir;
“ Beyazid-i Bistami nin sohbetinde bulun! Onunla bir defa sohbet etmen, senin tek başına günde yetmiş defa gerçekleştireceğin vuslattan daha hayırlıdır.”
Devamında “ tavsiyemdir ki; mümkün mertebe dünyacılarla beraber olmayı azalt! Hali seni Allah’a yaklaştırmayan kişilerle beraber olma! Dünyaya bağlananlardan uzaklaş! Zira onlarla beraber olmanın ne kadar zehirleyici bir şey olduğu kesin tecrübelerle sabittir. Onlar senden menfaat elde ederler, ancak sen onlarla beraber olmaktan dolayı hep kaybedersin! Zira hal saridir, sohbet ve ülfet edenlerin halleri birbirlerine geçer. Tabiat hırsızdır. İnsanların tabiatları birbirine benzemeye ve başkasını takip etmeye meyyaldir. Tabiat, sahibi farkına varmadan başka bir tabiatın hususiyetlerinden çalıverir. Hayır işlerinden ve Salih amellerden geri kalan kimselerden de olma! Zira Cenab-ı Hak der ki;
‘ Bizim zikrimizden yüz çeviren ve dünya hayatından başka bir şey istemeyen kimselerden yüz çevir, onlara bakma’
‘ Kalbini zikrimizden gafil kıldığımız, heva ve hevesinin ardına düşmüş ve işi gücü hep aşırılık olan haddi aşmış kimselere uyma!’
Bu ayetler ışığında düşünüldüğü zaman bu tür kimselerle münasebetleri kesmek ve onlardan uzak durmak icab eder. Nerede kaldı onlarla beraber olup sohbet etmek!
Sohbetlerden uzak kalan kişiler çoğunlukla dünya ehliyle hemhal olacağı muhakkaktır. Dolayısıyla firaset sahibi bir mü’mine yakışan, Salihlerle sohbete devam ederek kendini gafletten korumak ve iç alemini temizleyerek manen mesafe almaya çalışmaktır.
İmam Gazali Hazretleri gayri Müslimler, fasıklar ve gafillerle beraberliğin, zamanla zihni beraberliğe bu beraberliğin de zaman içinde kalbi beraberliğe dönüşebileceğini bildirir. Bu hal ise insanın adım adım helake sürüklenmesi demektir.
Rasulullah (s.a.v.) sahabe-i kiramı sohbetle yetiştirmiştir. Bu husuta birçok misal vardır. Bunların bir kısmı şöyledir;
“Züheyr (r.a.) Müslüman olmak için meclise geldiğinde, Fahr-i Kainat Efendimiz(s.a.v) ashabına sohbet ediyordu. Züheyr’in ifadesine göre Rasulullah (s.a.v.) halka halka oturan ashabının arasında bulunuyor, kah sağ tarafındaki sahabileriyle, kah sol tarafındakilerle sohbet ediyordu.”
İşte sohbet, Allah Rasulü(s.a.v.)’nün hayatı boyunca en çok tatbik ettiği terbiye metodudur. Ancak Allah Rasulü (s.a.v) itidal üzere hareket eder, bıkıp usanmasınlar diye, ashab-ı kiramın dinlemeye istekli olduğu vakitleri kollardı.
Ebu Vakıd el-Leysi (r.a.) anlatıyor;
Bir gün mescide bir grup insanla beraber Allah Rasulü(s.a.v.)’in huzurunda bulunuyorduk. O esnada kapıda üç kişi göründü. Biri içeri girmeden gitti. Diğer ikisi ise içeri girip Efendimiz (s.a.v.)’in yanına kadar geldiler. İçlerinden birisi, halkada gördüğü bir boşluğa oturdu. Diğeri ise yer kalmadığı için ve kimseyi de rahatsız etmemek düşüncesiyle halkanın hemen arkasına oturuverdi.
Rasulullah (s.a.v) sohbetin bir yerinde şöyle buyurdular:
“ Size şu üç kişinin halini anlatayım mı? Halkaya oturan birincisi; Allah Teala’ya sığındı. Allah da onu himayesine aldı.
İkincisine gelince; o kimse Allah’tan haya etti, edebe sarıldı. Allah Teala da o kulundan haya etti; onu azabından emin kıldı.
İçeriye giremeyen diğeri ise; o bu meclisten yüz çevirdi. Allah da ondan yüz çevirdi.”
Demek ki sohbete devam etmek, Allah Teala’nın hıfz ı emanına ( Allah Teala tarafından korunmak) sığınmak manasına da gelmektedir. Bu meclislerden yüz çevirmek ve ehemmiyet vermemek ise Allah’tan uzaklaşamaya sebebiyet verir.
Ya Rabbimiz! Bizleri sohbet meclisinden yüz çevirip de Senin de onlardan yüz çevirdiğin kimselerden eyleme! Bu meclislerde bulunup bu meclislerden hisse almayı ve davranışlarımıza aksettirebilmeyi nasip eyle. Ahiret kardeşlerimizi çoğaltmayı nasip eyle! AMİN
 
Üst