Süleymancılar Faiz Alınabilir

Kurtuluş26

Profesör
Katılım
6 Ocak 2014
Mesajlar
860
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Web sitesi
islamikonular.weebly.com
Gayrimüslim diyarında Faiz hakkında pek çok hadis-i şerif vardır. Kur'an-ı kerimde Bekara suresi 275. âyet-i kerimesinde, (Alışverişin helal, faizin haram)olduğu bildirilmektedir. Ecnebi ülkelerde, müslümanların, gayrimüslimlere ödünç verip, onlardan faiz almalarının caiz olduğu Mülteka’da yazılıdır. Mecmaül enhür ve Dürer’deki hadis-i şerifte, gayrimüslim ülkelerde, müslümanların kâfirlerden faiz almalarının caiz olduğu bildirilmiştir. Bundan başka zaruret dışında faiz her yerde her zaman haramdır.(Cevhere)
Faiz yalnız İslam dininde değil, semavi dinlerin hepsinde haramdı.Fetava-i Hayriyyede buyuruluyor ki: (Zimmi [gayrimüslim] zimmiye elli lira ödünç verip, faizi ile birlikte ellibeş lira alsa, beş lirayı geri vermesi gerekir. Çünkü, faiz her dinde haramdır.)

Avrupa’da faiz meselesi Dâr-ül-harbde, müslümanın, kâfirlere ödünç vererek, onlardan faiz almasının caiz olduğu bütün kitaplarda yazılıdır. Dâr-ül-harbde, gayrimüslimlerin mallarını faiz, kumar, fâsid bey’ ile almak helaldir. Bu yollarla müslümanın zarar etmesi ise, helal değildir. (Redd-ül Muhtar)
İmam-ı a’zam ve imam-ı Muhammed, (Dâr-ül-harbde, müslüman ile kâfir arasında faiz olmaz) buyurdu. (Mültekâ)
Dâr-ül-harbde, bir müslümanın, kazanmak şartı ile, kumar, faiz ve sigorta yolu ile, para kazanmasının caiz olduğu, (Kuduri, Cevhere, Vikâye, Hindiyye, Mebsut, Dürr-ül Muhtar, Redd-ül Muhtar) gibi muteber eserlerde yazılıdır. Aynı husus Mecma’ul-enhür ve Dürer’de de, (Lâ ribâ beynel müslimi vel harbiyyi fi daril harbi = Dâr-ül-harbde, müslüman ile kâfir arasında faiz yoktur) hadis-i şerifi ile bildirilmektedir. Çünkü, onların malını rızaları ile almak mubahtır. Fakat, mallarına saldırmak, zorla almak caiz değildir. Diyanet Ansiklopedisi’nin faiz maddesinde de böyle yazmaktadır. Dâr-ül-harbde, yalnız kâfirlerden faiz alan bir bankaya para yatıran bir müslümanın, bu paranın faizini alması helal olur. Bu bankadan ödünç para alıp faiz verenlerin hepsi müslüman ise, bankaya yatırılan paranın faizini almak haram olur. Bankadan para alıp faiz verenler, müslüman ve harbi kâfir karışık ise, o bankadan alınan faiz ve hizmet karşılığı alınan maaş mekruh olur. Müslüman müşterisi çok ise, harama yakın, harbi kâfir müşterisi çok ise, helale yakın mekruh olur. Meşihat-i islamiyyenin çıkardığı Ceride-i ilmiye kitabının 55. sayısının 1744. sayfasında yazılı fetvada da, (Dâr-ül-harbde kâfir bankasına para yatırıp, bankadan faiz almak, şer’an helal olur) buyuruluyor. Sigortacı ile Dâr-ül-harbde sözleşme yapmak ve vereceği paraları almak helal olur. (İbni Âbidin) Diyanet Ansiklopedisi’nde ise şöyle diyor: Ebu Hanife ve imam-ı Muhammed’e göre dâr-ül-harbde müslümanla harbi arasında faiz muamelesi caizdir. Aynı şekilde Hanefi mezhebine göre, fâsid kabul edilen alışveriş ve ticari muameleler, bahse girmek ve kumar oynamak da caizdir. Ancak müslümanın bu işlemlerden kazançlı çıkması şarttır. (Faiz maddesi s.121)
Bu vesikalardan da anlaşıldığı gibi, faiz almak caiz olan yerlerde, banka reklamı yapmak da caizdir. Üstelik bankalar, sadece faizli işlem yapmaz, fabrikalara, şirketlere hissedar olmak, bina yapıp satmak, alacaklıların senedini tahsil etmek, para havalesi yapmak gibi birçok faizsiz işlem de yapar. Böyle kazancı haram-helal karışık bir kimsenin verdiği hediyeyi almak, onunla alışveriş ve kira işlemleri yapmak caiz olur. (Hadika)
Dâr-ül-harbde, kazanmak şartı ile bahse girmek, yani bir nevi kumar oynamak da caizdir. Rum suresinde, (Rumlar, en yakın bir yerde yenilgiye uğradılar. Halbuki onlar, bu yenilgilerinden sonra birkaç yıl içinde galip geleceklerdir) buyurulmaktadır. Müşriklere göre ise, bu, inanılacak şey değildi. Halbuki Allahü teâlânın vaadi mutlaka gerçekleşecekti. Hazret-i Ebu Bekir, sure-i celilenin inişinden sonra, müşriklere, (Bu galibiyet, sizi sevindirmesin. Birkaç yıl sonra Roma, Farsa mutlaka galip gelecektir) demişti. Müşrikler, (Bu birkaç yıl ne kadar zaman?) diye sordular. Üç yıl diye cevap verdi. Übeyy ibni Halef, (Yalan) diyerek, on deveye Hazret-i Ebu Bekir ile bahse tutuştu. Hazret-i Ebu Bekir, durumu Resul-i ekreme haber verdikleri zaman, Peygamber efendimiz, (Birkaç yıl, 3-9 yıl arası demektir. Deve adedini çoğalt ve müddeti de uzat) buyurdu. Hazret-i Ebu Bekir, Übeyy’i arayıp buldu. Übeyy, (Ne o, pişman mı oldun?) dedi. Hazret-i Ebu Bekir, (Hayır pişman olmadım. Seninle bahsi artıralım. Yüz deve yapalım. Müddeti de dokuz yıla çıkaralım) dedi. Übeyy, durumdan çok emindi. Romalıların hiçbir vakit, yeniden savaş edebileceklerine ihtimal vermediği için, (Peki yüz deve, dokuz yıl olsun) dedi. Dokuz yıl sonra, Bedir’de Müslümanlar, müşriklere Allahü teâlânın yardımı ile galip geldikleri sırada, Romalılar da Farslılarla, tekrar giriştikleri savaştan muzaffer olarak çıkmışlardı. Hazret-i Ebu Bekir bahsi kazanmıştı. Fakat develerini bizzat Übeyy’den isteyemedi. Übeyy, Uhud’da yaralanmış ve Mekke’ye dönüşünde ölmüştü. Develeri Übeyy’in vârislerinden aldı. Bu durum müşrikleri iyiden iyiye düşündürdü. İçlerinden birçoğu, müslümanlığı kabul etti. Böylece Kur’an-ı kerimin bir mucizesi daha meydana çıktı. (Medarik,Tibyan)
Mekke-i mükerreme, o zaman İslam ülkesi olmadığı ve Hazret-i Ebu Bekir’in kazanması garanti olduğu için bu bahis işi caiz görülmüştü. Bunun için İmam-ı a’zâm ile İmam-ı Muhammed’e göre, ribâ ve kumar gibi şeylere ait fâsid akidler, dâr-ül-harbde, müslümanlar ile kâfirler arasında caizdir, yapılabilir. (Mülteka)
Dâr-ül-harbde, kazanmak şartı ile bahse girmenin caiz olduğunu gösteren bir misal daha verelim: Meşhur bir pehlivan olan Rükâne, koyunlarının üçte birini bahse koyarak Peygamber efendimize güreş teklifinde bulundu. Resulullah efendimiz, defalarca Rükâne’yi yenip koyunların tamamını aldı. Sonra da ihsan ederek hepsini geri verdi. Rükâne müslüman oldu. (Mebsut, Mevahib-i ledünniyye, Şevahid-ün-nübüvve)

... @Kurtuluş26 oku ve aklını başına alıp tövbe et.

Bunlar okusunda tevbe etsinler ...


Sual: “Memleketimizin dâr-ül harp olduğunu söylüyor. Doğru mudur?”



Bizim onlar hakkında daha önce de açıklamalarımız vardı:
(Bakınız: Hakikat İle Dalâlet'I Bilmemiz Lâzım, İstanbul 1991 tarihli 5. baskısı)

HAKİKAT İLE DALÂLETİ BİLMEMİZ LÂZIM

Sual: “Süleymancılar doğru yolda mıdır?”
Cevap: Hayır.
Sual: “Doğru yolda olmadıkları nasıl bilinir?”
Cevap: Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerle.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyun. Onlar doğru yoldadırlar.” (Yâsin: 21)
Bütün Peygamber Aleyhimüsselâm Efendilerimiz Hakk’ı tebliğ ettikleri, hakikata çağırdıkları topluluklara:
“Sizden buna karşılık hiçbir ücret istemiyorum. Benim mükâfatım âlemlerin Rabbine aittir.” demişlerdi. (Şuarâ: 109)
Onlar topladıklarını zevk ve safâ yolunda süse ve lükse harcarlar.
İsraf ise haramdır.
Âyet-i kerime’de:
“Yiyin için, fakat israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez.” buyuruluyor. (A’raf: 31)
Talebeleri âlet ederek topladıklarını kendi arzuları istikametinde harcadıkları için, emanete hıyanet etmiş oluyorlar. Bu ise münafıklık alâmetidir.
Hadis-i şerif’te:
“Münafıklık alâmeti üçtür. Söylediği zaman yalan söyler, vâdederse sözünü yerine getirmez, kendisine bir şey emanet edildiği zaman ona hıyanet eder.” buyurulmaktadır. (Buhârî-Müslim)

Sual: “Onlara yardımda bulunmak caiz midir?”
Cevap: Hayır.
Sual:“Niçin caiz değildir?”
Cevap: Hazret-i Allah ve Resulü -sallallahu aleyhi ve sellem- ile harp ettikleri için.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:
“Fâsıka ihsan eden kimse İslâmiyet’in yıkılmasına yardım etmiş olur.” buyuruyorlar. (Münavî)
Hatta tevbe edip rücu etmedikçe kız da alınıp verilmez.

Sual: “Şu halde daire-i saâdette midirler?”
Cevap: Hayır.
Sual: “Ne ile ispat edersiniz?”
Cevap: Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerle.
Aslında hiçbir bölücünün daire-i İslâm’da olmadığını şu Âyet-i kerime’ler açıklamaktadır:
“Şüphesiz sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim. O halde benden korkun.
Amma ne var ki, insanlar din hususunda kendi aralarında parçalara bölündüler, çeşitli kitaplara ayrıldılar. Her bölük, her parti kendi tuttuğu yoldan memnundur, yanında bulunan (din veya kitapla) sevinmektedir.
Şimdi sen onları bir süreye kadar kendi sapıklıkları ile başbaşa bırak!
Kendilerine verdiğimiz servet ve oğullar ile, onların iyiliklerine koştuğumuzu mu zannediyorlar? Hayır, onlar işin farkında değiller.” (Müminun: 52-56)
“Fırka fırka olup dinlerini parça parça edenlerle senin hiçbir ilgin yoktur. Onların işi Allah’a kalmıştır. Sonra O, yaptıklarını kendilerine haber verecektir.” (En’am: 159)
Hadis-i şerif’te ise:
“Ayrılık yapan bizden değildir.” buyuruluyor. (Münâvî)
Bu Âyet-i kerime’lere ve Hadis-i şerif’lere göre Hazret-i Allah kulluğuna, Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de ümmetliğine kabul etmiyor. Nasıl daire-i İslâm’da olabilirler?
Allah-u Teâlâ bölücüler hakkında hükmünü vermiş, âkıbetlerini açık olarak beyan etmiştir:
“Onlar kendilerine ilim geldikten sonra, birbirlerini çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler.
Eğer belirli bir süre için Rabbinin verilmiş bir sözü olmasaydı, aralarında hemen hükmedilerek iş bitirilmiş olurdu.” (Şûrâ: 14)
“İşte bundan ötürü sen onları tevhide, birliğe davet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Onların heveslerine uyma.
Ve de ki: Allah’ın indirdiği Kitab’a inandım, aranızda adalet yapmakla emrolundum.
Allah bizim de Rabbimiz sizin de Rabbinizdir. Bizim işlediklerimiz bize sizin işledikleriniz size aittir. Bizimle sizin aranızda tartışılacak bir şey yoktur. Allah hepimizi bir araya toplar. Dönüş de ancak O’nadır.” (Şûrâ: 15)
Görülüyor ki Hazret-i Allah birleşmeyi emrediyor, bölücülüğü de şiddetle yasak ediyor. Emr-i İlâhî çiğnendiği için, dinde ayrılık yapmanın suç ve cezası çok büyüktür.

Sual:“Süleymancıların lideri durumundaki Kemal Kacar’ın bir gazetede “Faiz alınabilir” şeklinde bir beyanı var.” (Bakınız: 7.12.1989 tarihli Tercüman Gazetesi)
Cevap: Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Âyet-i kerime’lerinde fâizi şiddetle yasaklamıştır:
“Fâizi yemeyiniz!” (Âl-i İmran: 130)
“Fâiz yiyenler ‘Fâiz ticaret gibidir’ dedikleri için kıyamet günü kabirlerinden şeytan çarpmış gibi ihtiyaçlar içinde kalkacaklardır.
Oysa Allah alış-verişi helâl, fâizi haram kılmıştır. Bundan böyle kime Rabbinden bir öğüt gelir ve fâizcilikten vazgeçerse, geçmiş günahları kendisine ve hakkındaki hüküm de Allah’a aittir.
Kim de tekrar fâize dönerse onlar cehennemliktirler. Orada ebedî olarak kalacaklardır. Allah fâizle kazanılanı eksiltir, bereketini tamamen giderir. Sadakası verilen malları ise artırır. Allah küfrân-ı nimette bulunan günahkâr hiç kimseyi sevmez.” (Bakara: 275-276)
“Ey iman edenler! Allah’tan sakınınız. Eğer imanınızda gerçek iseniz, fâizden arta kalanı bırakın almayın. Yok eğer fâizi terketmezseniz, bunun Allah’a ve Peygamber’ine açılmış bir savaş olduğunu bilin. Eğer fâiz almaktan tevbe ederseniz, ana paranız yine sizindir. Böylece ne kimseye haksızlık etmiş ne de haksızlığa uğramış olursunuz.” (Bakara: 278-279)

Fâizciler hakkında buyurulan hem lafzî hem de mânevî bu şiddetli tehditler, hemen hemen hiçbir tahrim âyetinde yer almış değildir.
Hazret-i Allah’a ve Resulü’ne harp ilân etmiş olan bu gibi kimseler en şiddetli bir dil ile lânetlenmişlerdir.
Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise fâizin her çeşidinin günahını otuzaltı zinâya eşit saymıştır.
Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyuruyorlar:
“Allah fâizi yiyeni, yedireni, şahitlerini ve kâtibini lânetlemiştir.” (Tirmizi)
“Fâiz yiyenlerle zekât vermeyenleri cehennem ateşi ile müjdele.” (Münâvî)
Hazret-i Allah’ın hükmü bu. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in emri de bu. Onların kitabı başka mı?
Kemal Kacar bu Âyet-i kerime’leri inkâr ettiği için, otomatikman küfre kaymıştır. Kendisi küfre kaydığı gibi, ona tâbi olanlar da küfür batağına kaymıştır.

Sual: “Memleketimizin dâr-ül harp olduğunu söylüyor. Doğru mudur?”

Cevap: Hayır. Burası İslâm diyârı olduğu için dâr-ül harp olamaz. Helâli helâl, haramı haram bilmek gerekir. Kimse helâli haram, haramı helâl yapamaz.
Dar-ül harp demekle Kur’an-ı kerim’in hükmünü kaldırmak istiyorlar. Madem ki dar-ül harp diyorlar, neden harp açmıyorlar? İslâm diyarıdır. Çünkü hükümet erkânı ve milletin çoğunluğu, elhamdülillah yüzde doksandokuzu müslümandır. O hâlde nasıl dar-ül harptir diyebiliriz? Temsil olarak Almanya’yı ele alalım. Bu kadar Müslüman Türk işçisi çalıştığı halde; İslâm diyarı mıdır? Küfür diyarı mıdır?
Elbette küfür diyarıdır. Niçin? Bütün hükümet erkânı ve milletin ekserisi gayr-ı müslim olduğu için. Burada haramı haram, helâli helâl bilmek gerekir. Allah-u Teâlâ’nın haram kıldığı haramdır. Harama helâl demek küfürdür. Üstelik dar-ül harptir diyenler, bütün hükümet erkânına ve millete de küfür damgasını vuruyorlar da, şu Hadis-i şerif’in kapsamına girdiklerinin farkında bile değiller.
Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:
“Bir kimse müslüman kardeşine fısk ve küfür isnad etmesin. Zira o kimsede bu haller yoksa, sözler sahibine döner.” buyuruyorlar. (Buharî)
Onlar yalnız kendilerini müslüman zannediyorlar ve her bölücü de bunu bahane ederek halkı kendine çekip-çevirmeye çalışıyor. Bu suretle din kardeşliğini, İslâm birliğini, güzel vatanımızı paramparça yapmak istiyorlar. Parçalamak isteyenleri değil suçlamak, elimizden gelse elini ve dilini uzatanları hemen men ederiz.
Biz bunu daha evvel de izah etmiştik. “Ben, hükümet Hazret-i Allah’ın bütün emirlerine uyuyor demiyorum. Hükümeti medih ve müdafaa etmiyorum. Maaş da almıyorum. Sadece fitne ve bölücülük edenleri nifaktan ittifaka davet ediyorum.”
Zira Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde:
“Sizden bir kimse çirkin bir iş görürse onu eliyle derhal değiştirsin. Eğer buna gücü yetmezse dili ile değiştirsin. Buna da gücü yetmezse bari kalbiyle buğzetsin. Bu ise imanın en zayıf derecesidir.” buyurmuşlardır. (Müslim)
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruyor:
“Her kim Rahman olan Allah’ın zikrinden göz yumarsa, biz ona şeytanı musallat ederiz. Artık o onun ayrılmaz bir arkadaşıdır. Hiç şüphesiz ki şeytanlar o insanları yoldan çıkarırlar. Onlar da kendilerinin hidayete erdirilmiş olduklarını zannederler.
Nihayet o bize geldiği zaman der ki ‘Ey şeytan! Keşke benimle senin aranda gün doğusu ile batısı kadar uzaklık olsaydı. Ne kötü arkadaşmışsın sen.” (Zuhruf: 36-37-38)
Gerçek mânâda bütün bu sözlerimiz, bilmeyerek bir bölücü grubun içine girip hakikat zannıyla çalışan temiz ve nezih kardeşlerimize izah ve ikna maksadıyla söylenmiştir.
Yarın huzur-u ilâhiye çıktıklarında büyük vebal altında kalıp şiddetli azap göreceklerinden, vicdanımızdan kopup gelen hislerimizi beyan ediyoruz.

Sual:O halde memleketimiz Dar-ül İslâm mıdır?
Cevap: Dar-ül İslâm’dır denilebilmesi için ilâhi hükümlerle hükmetmek şarttır. Bir hükümet erkânı bu hükümleri değiştirmeye ve azınlıkta olan küfürü savunanları kaldırmaya gücü yetmezse Dar-ül İslâm’dır denilemez. O halde nedir? Dar-ül harptir denilemediği gibi Dar-ül İslâm’dır da denilemez.
O halde ne yapmamız lâzım? Bunu bizzat Allah ve Resulü’nden öğrenelim.
Bir Hadis-i kudsi’de şöyle buyuruluyor:
“Ben Allah’ım. Benden başka ilâh yoktur. Sizi idare edenlerin sahibi ve meliklerin melikiyim. Onların kalpleri benim kudret elimdedir.
Eğer kullar bana itaat ederlerse, ben de onları onlara rahmet kılarım, merhamet ve şefkatle muamele ederler. Yok eğer kullar bana isyan ederlerse ben de onları onlara belâ ederim. Kalplerini kin ve gazapla onlara çeviririm. En kötü azap ile azap ederler.
Binaenaleyh sizi idare edenlere karşı sövmekle, bedduâ etmekle meşgul olmayınız. Fakat nefislerinizi beni zikretmekle, bana dua ve tazarru ile meşgul ediniz. Böylece ben de onların hakkından gelirim, sizi onların şerrinden korurum.” (Mişkât-ül Mesabih: 3721)
Bugün müslümanların eziyet altında oluşu, sefahat ve kabahat içinde oluşlarından ileri geliyor. Eğer biz samimi olarak Hazret-i Allah’a sığınsak, Hazret-i Allah onlara bu fırsatı vermez. Sefahat içinde yaşadığımız için başımıza bu haller geliyor. Biz bu hale suçumuzdan ötürü düşmüş oluyoruz. Bu felâketleri kendi elimizle hazırlamışızdır.
Bir insanın kendini beğenmesi veya haset etmesi ilâhi emirleri dinlememek olacağından helâkine vesile olur. Halbuki Hazret-i Allah:
“İyilik ve takvâ üzerine yardımlaşınız, kötülük ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayınız.” buyurmuştur. (Mâide: 2)
O halde Allah-u Teâlâ muhakkak iyilikte birleşmeyi emir buyururken, bizim Allah ve Resulü’nde birleşmemiz mi daha hayırlıdır? Yoksa her bir bölücüye ayrı ayrı tâbi olup, paramparça olmamız mı? “Elbet birliktir” diyeceksiniz. O halde davet ediyoruz. İç ve dış düşmanlarımıza karşı koyabilmemiz için. Zira devlet ittifaktan, devletsizlik ise nifaktan doğar.
Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde:
“Bir mümin diğer mümin kardeşi için birbirine kenetlenen tuğlalar gibidir. Birbirinden kuvvet alır.” buyuruyorlar. (Münâvi)
Bir Ayet-i kerime’de de:
“Allah ve Resulü’ne itaat edin. Birbirinizle çekişmeyin. Sonra korku ve zaafa düşersiniz ve kuvvetiniz elden gider.” buyurulmuştur. (Enfâl: 46)
Aslında fâiz alan, kumar oynayan, içki içen, tesettüre riayet etmeyen bir kadın, bunlar haramdır diyemez. Niçin? Kendisi yaptığı için.
Aslâ kimseye garaz ve düşmanlığımız yoktur. Sorulan sualleri Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerle cevaplandırmak zorundayız.
Daha evvel de söylediğimiz gibi, biz Hazret-i Allah ve Resulü’nden mâdâ kimseden çekinmeyiz. Hüküm Hazret-i Allah ve Resulü’nündür. Mahlûkun da hiçbir hükmü yoktur, sözleri de muteber değildir.

Bölücüler gaye ve menfaatları uğruna halkı etraflarına toplayabilmek için, nefse cazip gelen şeyleri ortaya atarlar. Böylece Din-i Mübin’imizi paramparça yapıp zayıf düşürürler. Bunların cihadı İslâm dini’ni tahrip ve tahrif etmektir. Bunlar cep cihatçısıdır, cihadı ceplere açmışlardır.
Biri çıkar “Cuma kılınmaz!” der. Öbürü “Faiz alınabilir.” der. Diğeri “Zekâtı bize verin” diyerek fakirin kapısını kapatır. Öteki “Bugün hacc emiri olmadığı için yapılan hacc sahih değildir.” der. Bir başkası kumar oynar, kumarın câiz olduğunu söyler. Bir diğeri “İçki hakkında kesin âyet yoktur.” der. Kimi de tesettürün Kuran-ı kerim’de olmadığını iddia eder. Kimisi “Refahtan başka İslâm yok.” der. Kimisi “En büyük benim.” der, büyüklük taslar.
Ve buna mümasil Hazret-i Kur’an’ın birçok ahkâmını esasından çıkarmaya, içten içe yıkmaya çalışırlar.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“İnsanlar kabul edip girdikten sonra, Allah’ın dini hakkında tartışmaya girişenlerin iddia ve delilleri, Rableri katında hükümsüzdür.
Onlara bir gazap vardır ve çok çetin bir azap da onlar içindir.” buyuruyor. (Şura:16)
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Şüphesiz bu ilim, (Tefsir ve hadis gibi mühim ilimler üzerine kurulmuş olan fer’i ve şer’i hükümler) dininizdir. Böyle mühim bir emri alacağınız kimselere dikkat ediniz.” (C. Sağir)
“Bir kimse ilmi olmadan Kur’an âyetlerine mânâ verirse cehennem ateşinden kendisine yer hazırlasın.” (Münâvi)
“Kur’an âyetlerine kendi reyi ile mânâ veren kimse cehennemden kendisine yer hazırlasın.” (Münâvi)
Bu gibi kimseler İslâm göründüklerinden, tahripleri dış düşmandan daha büyüktür ve daha tesirlidir.
Müminun Sûre-i şerif’inin 53. ve 54. Âyet-i kerime’lerinde beyan buyurulduğu üzere süleymancıların bu gibi yanlış fikirleri kendi kitaplarına göredir. Bunlar Ahkâm-ı İlâhî’yi hükümsüz hale getirmeye çalışıyorlar, kendi hükümlerini Ahkâm-ı İlâhî yerine koymak istiyorlar. Buna rağmen hiç kimseden de tepki yok. Bunun içindir ki cidden büyük bir gadab-ı ilâhî’ye uğramaktan korkuyoruz.
Kurtuluşu arayanlar Hazret-i Allah ve Resulü’nün emirlerine dikkat etsinler. Zira yetmişüç fırka olduğuna göre, o bir fırkayı bulmak gerçekten kolay değil.

Süleymancılar Adapazarı’ndan iki kardeşe “Biz imamız, içtihadımız var, cevap vereceğiz.” demişler. Onlar da “O ancak Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’i esas tutar, lâfa itibar etmez. Böyle bir deliliniz varsa cevap verin.” karşılığını vermişler.
Onlara deyin ki; bütün insanlar, cinler ve melekler dahi Allah-u Teâlâ’nın bir tek Âyet-i kerime’sine karşı çıksalar hükümsüzdür. Çünkü hüküm vermek yalnız Allah-u Teâlâ’ya âittir, mahlûkun hükmü yoktur.
Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyuruyor:
“Ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek Allah’a mahsustur. İşte benim Rabbim olan Allah budur. Ben ancak O’na güvenirim ve yalnız O’na sığınırım.” (Şûrâ: 10)

“Doğrusu birçokları bilmeden hevâ ve heveslerine uyarak halkı şaşırtıyorlar.” (En’am: 119)
“Kendisine Rabbinin âyetleri hatırlatılarak öğüt verildikten sonra, onlardan yüz çeviren kimseden daha zâlim kim olabilir?
Muhakkak ki biz suçlulardan öç alacağız.” (Secde: 22)
Hazret-i Allah’ın Âyet-i kerime’lerine karşı gelmek fakihlik değil fâsıklıktır.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Gerçekten herşeyin bir esâsı vardır. Bu din-i mübinin esası ise fıkıh ilmidir. Binaenaleyh ahkâma bağlı bir fakihin vücudu, şeytan için bin âbidin vücudundan ağırdır.” (Tirmizi)
“Allah-u Teâlâ bir kimsenin hayrını murad ederse, o kimseyi dini meselelerde âlim eder.” (Buharî)
“Allah-u Teâlâ’nın emir ve yasaklarını ulemâ ve fukahâdan öğrenmek her bir müslümana farzdır.” (Münavî)
Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimiz buyururlar ki:
“Ben size Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-den bir şey haber verdiğimde onu bir hakikat olarak kabul ediniz. O’nun dilinden yalan uydurmaktansa gökten düşerek ölmem bana daha hoş ve sevimli gelir. Ancak harp gibi hayırlı bir hile olursa, onun için söyleyeceğim sözler müstesnâ. Çünkü harp hiledir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-den kulağımla duydum şöyle buyurdular:
“Âhir zamanda yaşları küçük, tecrübeleri kıt, aklını kötüye kullanan bir zümre yetişecektir. Onlar, iyiler gibi peygamberin tebliğatından, Âyet ve Hadis’ten bahsedeceklerdir. Fakat onlar, tıpkı okun hedefi delip geçtiği gibi İslâm’dan hemen çıkıvereceklerdir. İmanları boğazlarından ileri geçmez.
Siz onlara nerede rastgelirseniz hemen öldürünüz. Zira bunları öldürene kıyamet gününde sevap vardır.” (Buharî, Tecrid-i sarih: 1472)
Ebû Said-i Hudri -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’te Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Sizin aranızda öyle zümreler türeyecektir ki; siz onların namazlarının yanında kendi namazlarınızı, oruçlarının yanında kendi oruçlarınızı, iyi işleri yanında kendi iyi işlerinizi küçük göreceksiniz. (Yani onların yaptıkları işler dıştan sizinkinden üstün gibi görünecektir.)
Onlar Kur’an da okuyacaklar. Fakat Kur’an(ın feyzi) onların boğazlarından öteye geçmeyecektir. (Yalnız dilde kalacaktır.) Nitekim onlar okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkacaklar, okun sahibi (avı delip geçen) okunun demirine bakar, (kana benzer) bir şey göremez. Sonra ağaç kısmına bakar, bir şey göremez, yelesine bakar, orada da bir kan izi göremez. Daha sonra (acaba ava dokunmadı mı?) şüphesiyle, kirişe gelen ve fok denilen çatal yerine bakar, orada da bir iz göremez.” (Buhârî-Tecrid-i Sarih: 1783)
Zan, nam, makam ve menfaate taptıkları için dinden kaymışlardır.
İşte bu Hadis-i şerif’ler “Âlimim” diye, “Fakihim” diye geçinen bu gibi fâsıklar hakkındadır.
Bir Âyet-i kerime’de de:
“Sen Allah de, sonra bırak onları, daldıkları bataklıkta oynayadursunlar.” buyuruluyor. (En’am: 91)
Siz gerçekten süleymancılığı bırakıp hidayete mazhar mı olmak istiyorsunuz, yoksa Allah-u Teâlâ’nın buyurduğu gibi dalâlet batağında yüzmek mi istiyorsunuz?
Umarım bu kadar açık Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerden sonra şuurlu bir müslüman süleymancı olamaz.
Kendilerini haklı zannediyorlarsa, her Âyet-i kerime ve her Hadis-i şerif’e cevap vermek zorundalar. Nasıl ki biz Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerle onları tenvir ediyorsak...
Doğru ise kabul edip hidayete ersinler, değilse cevap versinler. Fakat asla lâf kabul etmeyiz.
Bu bölücüler Müminun sûresi 53. Âyet-i kerime’si mucibince kendi kitaplarına dayanarak Hazret-i Allah’ın âyetlerine cevap vermekle Hazret-i Allah ve Resulü’ne karşı mı çıkacaklar? Yoksa dinden kaydıklarını kabul mü edecekler?
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Müminler o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri titrer, kendilerine Allah’ın âyetleri okunduğu zaman onların imanlarını artırır ve yalnız Rabblerine tevekkül ederler.” buyuruyor. (Enfâl: 2)
Neden bunların kalpleri titremek şöyle dursun, kılları kıpırdamıyor? Ruhları öldüğü için... Ruhları öldü, işleri bitti. Artık onlar duymazlar.
Biz sadece Hazret-i Allah’a ve Resulullah Aleyhisselâm’a ücretsiz davet edenlerdeniz. Hiç kimseye garazımız, düşmanlığımız olmadığını söyleriz. Fakat kimsenin küfrüne rıza gösterenlerden de değiliz. Eğer bu müdahalemiz olmasaydı, Allah-u Teâlâ’nın hükmünü hafife alanlar gibi olurduk.
Ey halk! Siz susuyorsunuz. Amma küfre rızâ gösterdiğinizin farkında bile değilsiniz. Acaba bu vebâlin altından nasıl kurtulacaksınız?
•••
Sık sık sorulan bir sual var. “Müslüman olan küfürle itham edilebilir mi?”
Cevap:
Allah-u Teâlâ Müminun Sûresi 52-56’ncı, En’am Sûresi 159’uncu, Şurâ Sûresi 14’üncü Âyet-i kerime’leri ile kulluğuna; Resulullah Aleyhisselâm “Ayrılık yapan bizden değildir.” Hadis-i şerif’i ile ümmetliğine kabul etmediği halde, siz bu bölücüleri bize kabul ettirmeye mi çalışıyorsunuz?
Hazret-i Allah’a ve Resulullah Aleyhisselâm’a harp ilân etmiş olan bu fâsıklar hakkında bunca Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif var iken, hangi Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’i yersiz buldunuz ki, bunu soruyorsunuz? Bütün bunları hafife alıyorsunuz. Veyahut bu Âyet-i kerime’lere imanınız yok mu?
Oysa Âyet-i kerime’de:
“Bilesiniz ki, yaratmak da emretmek de O’na mahsustur. Âlemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir!” buyuruluyor. (A’raf: 54)
Bütün insanlar, cinler ve melekler dahi bir Âyet-i kerime’sine karşı çıksalar hepsi kâfir olurlar. Onlar ise bunca Âyet-i kerime’lere karşı çıkıyorlar da hâlâ İslâm gözü ile bakıyorsunuz.
Doğrusu büyük bir gaflet! Yetmişüç fırkadan yetmişikisi cehenneme böyle gidecek.

Kemal Kacar’dan 6 sayfalık cevap gelmiş. Hangi Âyet-i kerime’ye cevap veriyor? Hiçbir Âyet-i kerime yok.

Elhamdülillahi Rabbil-âlemin; Dinim İslâm, Kitabım Hazret-i Kuran, Peygamberim Muhammed Aleyhisselâm’dır. Eğer o da müslümansa Hazret-i Kur’an’la ve Hadis-i şerif’le cevap versin.

Biz süleymancılık kitabına inananlardan değiliz. Hazret-i Allah ve Peygamber Aleyhisselâm’ın kitabına iman ettiğim için bütün beyanlarım Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’tir.

http://www.hakikat.com/nur/risaleler/suleym/sul7.html


 

Kurtuluş26

Profesör
Katılım
6 Ocak 2014
Mesajlar
860
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Web sitesi
islamikonular.weebly.com








sulon.jpg

HİDAYETE NAİL OLMANIZ İÇİN

İMANA DÂVET

Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Mâide sûre-i şerif’inin 44. 45. ve 47. Âyet-i kerime’lerinde Allah’ın hükümleriyle hüküm vermeyenlerin kâfirler, zalim ve fasıklar olduğunu beyan buyurmaktadır.
Bunları arzu ile yapmak, küfür basamağına adım atmak demektir.
Bir kimseye dinden çıkması için pek çok para teklif edilse çıkmaz da, bilmediğinden ötürü Hazret-i Allah’ın hükmüne rıza göstermemekle küfre girdiğinin farkında olmaz.

Allah-u Teâlâ Mâide suresi’nin 44. Âyet-i kerime’sinde hükümleri ile hükmetmeyenlerin kâfir olduklarını haber veriyor:
“Kim Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmezse, işte onlar kâfirlerdir.” (Mâide: 44)

Bu ilâhi hükmü bırakıp kendisinin veya başkalarının verdiği hüküm ile hükmeden bir kimse kâfir olur. Çünkü Hazret-i Allah’ın indirdiğini reddetmekle küfür suçu işlemiştir.
Allah-u Teâlâ Mâide sûre-i şerif’inin 45. Âyet-i kerime’sinde Ahkâm-ı ilâhi ile hareket etmeyenlerin zâlim olduğunu haber vermektedir:
“Kim Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmezse, işte onlar zâlimlerdir.” (Mâide: 45)
Allah-u Teâlâ’nın dininden sözedebilmek için O’nun indirdiği ile, emir ve hükümleriyle hükmetmek gerekir. Çünkü O’nun hükümranlığının tecellisi budur.
Bu ilâhi emir ve hükümleri bırakıp kendi arzu ve istekleriyle bu hükümlere uymayanlar veya başkalarının hükümleri ile hükmedenler zâlim olurlar. Çünkü Hazret-i Allah’ın indirdiği fermân-ı ilâhi’yi, emir ve hükümleri çiğnemekle kişi zulüm suçunu işlemiş olur. Böylece zâlim olur.
Allah-u Teâlâ Mâide sûre-i şerif’inin 47. Âyet-i kerime’sinde Nezd-i ilâhi’sinden indirdiği hükümlerle hükmetmeyenin fâsık olduğunu haber veriyor:
“Kim Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmezse, işte onlar fâsıklardır.” (Mâide: 47)
Binaenaleyh Hazret-i Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, O’nun hükümlerinden saptıkları ve saptırdıkları için fâsık olurlar. İlâhi hükümleri bırakıp kendisinin veya tâbi olduğu imamın hükümlerini kabul ettiğinden hem kâfir, hem zâlim, hem fâsık olurlar.

Din Kuran ve Dinini Ayakta Tutmak İsteyenlere Gelince:
Allah-u Teâlâ Mü’minun Sûre-i şerif’inde şöyle buyurmaktadır:
“Şüphesiz sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim. O halde benden korkun.” (Mü’minun: 52)
Cenâb-ı Hakk, inananları tek ümmet kabul ediyor ve bu teklikten ayrılanlar huduttan ayrılmış oluyor. Onlar bu emr-i ilâhi’yi dinlemediler ve korkmadılar. Yetmişüç fırkadan yetmişikisi huduttan böyle çıktı. Allah-u Teâlâ’nın emrine uymadıklarından ve ters düştüklerinden, dinden çıktılar.
Ve Allah-u Teâlâ: “Benden korkun!” emr-i şerif’ini buyurduğu halde: “Hayır, biz senden korkmuyoruz.” dediler. “Bizim imamlarımız var, papazlarımız var, masonlarımız var. Biz senden korkmuyoruz” dediler. Allah-u Teâlâ’ya meydan okudular.
Allah-u Teâlâ da cevaben buyuruyor ki:
“Amma ne var ki insanlar din hususunda kendi aralarında parçalara bölündüler, çeşitli kitaplara ayrıldılar. Her bölük, her parti kendi tuttuğu yoldan memnundur, yanında bulunan (din veya kitapla) sevinmektedir.” (Mü’minun: 53)
Dinden murad isimleri, kitaptan murad ise zan ve tüzükleridir.
Bu Âyet-i kerime her sapana ve sapıtıcıya hitap eder, yaptığı icraat ahkâm-ı ilâhi’ye ters düşüyorsa bu Âyet-i kerime’ye bakarak hükmedin ki ilâhi hükme ve din-i İslâm’a ters düştüğü için küfre kaymıştır.
Bu böyledir. Çünkü bu gibi hareketler küfür kapsamına girer.
Allah-u Teâlâ bölücülerin hepsi için “Tuttuğu yoldan memnundur.” diyor. Dikkat edin! Hepsi memnun değil mi? Memnun oldukları için bu Âyet-i kerime’nin kapsamı içine giriyorlar. Binaenaleyh Mü’minun sûre-i şerif’inin 53. Âyet-i kerime’si bir berzahtır.
İslâm’dan çıktıktan sonra her bir bölücü birer isim yaptı. Bu isimler birer dindir. Oysa İslâm’da bir tek ümmet, bir tek din vardır.
“Allah katında din İslâm’dır.” (Âl-i imran: 19)
Allah-u Teâlâ’nın yanında makbul olan din yalnız budur.
Kitaba gelince; İslâm dininin kitabı birdir, o kitap Hazret-i Kur’an’dır. Onların kitapları ise kendi zanlarına göre uydurdukları hüküm ve tüzükleridir. Allah-u Teâlâ burada açık olarak işaret ediyor. Murad-ı ilâhî budur, bunu böyle bilmemiz lâzımdır.
Onların dini ayrıdır, kitapları ayrıdır. Her bölük kendi dinine göre, kendi kitabına göre hareket ediyor. Böylece dinden çıkıyorlar ve bundan pek memnundurlar, aralarında bununla seviniyorlar. Hepsine sor, hepsi de kendi tuttukları yoldan memnundur. Bu yoldan onları alıkoymak da mümkün değil.
Bu Âyet-i kerime’lere bak, bir de bunların icraatlarına bak. Kararını kendin ver.


İslâm Dininin En Ön Safında Gözükenlerin İç Durumu:
Yâsin Sûre-i şerif’inin 21. Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruluyor:
“Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyun. Onlar doğru yoldadırlar.” (Yâsin: 21)
Bu Âyet-i kerime mucibince para toplayanların doğru yolda olmadığını Cenâb-ı Hakk bildirdiği halde, ya doğru yolda imiş gibi göstermek isteyenlerin durumu ne olacak?

Bu Âyet-i kerime bir berzahtır. Binaenaleyh kim ki para topluyorsa doğru yolda olmadığını bu Âyet-i kerime beyan eder.

Bu para toplayanlar, bu Âyet-i kerime’ye iman etmiş değillerdir. İman edenlere ise bu Âyet-i kerime kâfidir. Çünkü hepsi eğri yoldalar, hepsi soyuyor, yoluyorlar.
Diğer bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Resulüm! Onlara de ki: ‘Ben sizden bir ücret istersem eğer, o ücret sizin olsun. Benim ücretim Allah’a âittir. O herşeye şâhiddir.” (Sebe: 47)
Ve fakat, dini dünyaya âlet edenler, sofrada yemek için dâvet ederler ve orada halkı kaz gibi yolarlar, soyarlar. Bunu, her bölücü yapıyor.
Cemiyet içinde utandırarak evini, arabasını, parasını, elindeki avucundakini alırlar. Senet imza ettirirler. Oturduğu evi, bindiği arabasını, icra yolu ile alırlar. Hepsi faizle iştigal ederler.
Kimisi banka kurar, küfrünü açık ilân eder. Kimisi vaaz vereceğiz diye, gelenleri soyarlar.
Resulullah Aleyhisselâm, din-i İslâm’ı tebliğ ederdi. Onlar da kendi dinlerini, partilerini tebliğ ediyorlar. Çarşıda, pazarda, Arafat’ta, Kâbe’de, Medine-i münevvere’de evden eve gezerler, her çadıra girerler. Kendi din ve partilerini bahis edip, para toplarlar. Allah-u Teâlâ para istemeyi yasakladığı gibi, aynı zamanda bu paralar nereye harcanıyor? Hem istiyorlar, hem de zekât ve fitre diye toplanan paralar fakire ulaştırılmıyor. Oysa talebelerden de para alınıyor. Hem de kendilerini müslüman imiş gibi göstermek isterler.
Kim ki bunların toplantısına dahil olursa, bunlara para verirse;
“Fasığa ikram eden İslâmiyet’in yıkılmasına yardım etmiş olur.” (Münâvi)
Hadis-i şerif’i mucibince İslâm dininin yıkılmasına yardım etmiş sayılır.

Hadis-i şerif’te:
“Onların dinleri para olacak.” buyuruluyor. (Münâvi)
O ise koyun postuna bürünüp dini dünyaya alet ediyorlar. Oysa din-i İslâm ile hiçbir ilgilerinin olmadığını yukarıdaki Âyet-i kerime’ler ile açıkladık.
“Ahir zamanda öyle kimseler türeyecektir ki, bunlar dinlerini dünyalığa âlet edeceklerdir. İnsanlara karşı koyun postuna bürünmüş gibi yumuşak ve güzel huylu görünürler. Dilleri şekerden bile tatlıdır, amma kalpleri kurt gönlü gibidir.
Aziz ve Celil olan Allah-u Teâlâ (bu gibi kimseler için) şöyle buyuruyor:
‘Bunlar acaba benim sonsuz affediciliğime mi güveniyorlar, yoksa bana karşı meydan mı okuyorlar? Ululuğum hakkı için, onlara öyle ağır bir musibet vereceğim ki aralarında bulunan yumuşak başlılar şaşakalacaklardır.” (Tirmizî)
Koyun postuna bürünüp halkı soyanlara sen müslüman der misin? Sen de onlardan mısın?
Bunlar mümin midir? Kâfir midir? Kararını kendin ver. Bu Âyet-i kerime’lere bak. Bunların icraatlarına bak, kararını kendin ver.

http://www.hakikat.com/anab3.html


sulon.jpg

İÇİNDEKİLER
Takdim
HİDÂYETE NÂİL OLMANIZ İÇİN İMANA DÂVET
• Din Kuran ve Dinini Ayakta Tutmak İsteyenler
• İslâm Dini’nin En Ön Safında Gözükenlerin İç Durumu
• Deccal’den Daha Beter Olanı Sapıtıcı İmamlardır
• Hüküm Yalnız Allah’ındır

Adil-i Mutlak Olan Hazret-i Allah’ı Mahkemeye Verip Şikâyet Eden, Hâlık-ı Azimüşşan’ı Mahlûkuna Dâvâ Eden, KIPKIZIL KÜFRÜNÜ İLÂN EDENLERİN İÇYÜZÜ
Her Din Kuran Sapıtıcı İmamlar Ve Onların Türemeleri Din-i İslâm’ın Düşmanıdır. Her Hakiki Müslüman Da Din-i İslâm’ı Parçalamak İsteyen, Bu Din Kurucu Bölücülerin Düşmanıdır
• Din-i İslâm’ı İfsat Etmek İsteyen Münafıkların İç Durumu

Dinleri Süleymancılık İmanları Para Has Huyları Gasp Meslekleri de Dilencilik Olan SÜLEYMANCILARIN İÇYÜZÜ
• Hakikatı görerek aralarından ayrılanların ortak intibaları
Bizim Onlar Hakkında Daha Önce de Açıklamalarımız vardı: HAKİKAT İLE DALÂLET’İ BİLMEMİZ LÂZIM
Hazret-i Allah’a İman Edenlerle İmama İman Edenler
Allah-u Teâlâ’nın Kelâmı ile Mahlûkun Kelâmını Ayırt Edemeyen Bölücülere Cevap
Hazret-i Allah’ın kelâmına inanmayıp hiçe sayanlar iyi bilsinler ki, bunlar dinden çıkmışlardır.
Her İsim Bir Dindir
Yusuf Sûresi Âyet: 40
Müminun Sûresi Âyet: 53
Hicr Sûresi Âyet: 91-92
Ankebut Sûresi Âyet: 13
Kasas Sûresi Âyet: 41-42

Gayemiz “İslâm’dır” İsim Değil, Muradımız Hazret-i Allah ve Resulü’dür Bölücülerden Herhangi Biri Değil
• Kıyamete Kadar
• Mânevi Ticaret

Tevbe Sûresi Âyet: 15
Hazret-i Allah’a ve Resulullah Aleyhisselâm’a, Kelâmullah’a İnanmayıp, Şikayet Edip Küfrünü İlân Eden, Bir İsimle Din Kuran Sapıtıcı İmamların ve Tâbi Olan Türemelerin Âhiretteki Durumları ve Âkıbetleri
Hülasâ-i Kelâm
SÜLEYMANCILARIN DURUMU
 

Kurtuluş26

Profesör
Katılım
6 Ocak 2014
Mesajlar
860
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Web sitesi
islamikonular.weebly.com
Bir kişinin beyanıyla bütün Süleymancıları tekfir etmek hangi dinde var?

Vallahi kendinize yazık ediyor, büyük vebal yükleniyorsunuz

“Hacı Süleyman Efendi’ye hatem-ül evliya derler. Kendilerinin irfan ve mehdi ordusu olduklarını, Hacı Süleyman Efendi’ye rabıta yapanın doğrudan doğruya cennetlik, sırlarını dışarıya çıkaranların katli vacip, iftira, hakaret, yalan söylemenin helal olduğunu söylerler. Sırrı söyleyen dinden çıkar, kâfir olur, manevi darbeyi yer. Gökten atılanın bir parçası belki bulunursa da, bizim sırrımızı söyleyenin dünyada ve ahirette bir parçası dahi bulunmaz, derler. Hacı Süleyman Efendi’nin mehdi olduğuna kati delille inanırlar.” (Kısaltılmıştır. Vesikalarla süleymancılığın içyüzü, sh: 33, “Ben bir Süleymancı idim” isimli kitaba da bakılabilir.)

Bunlardan ayrılanlara asla sözümüz yoktur. Onlar küfre sapanlardan değildir. Küfürlerine rızâ göstermedikleri için onlardan ayrıldılar ve inşaallah imanlarını kurtardılar.

Bu sözlerimiz ancak gasp edici, soyguncu ve dilenci olanlara, süleymancılık dinine tapanlara âittir.

Nitekim Süleyman Efendi’nin yakın talebelerinden olan Hüseyin Kaplan Hoca onlardan ayrılmıştır. Yaptığı beyanlarda Süleyman Efendi’nin vefatından sonra, damadı Kemal Kacar’ın kendisini öne çıkartmak için bir takım saptırmalar yaptığını, peşinden gidenlerin makam, mevki, maddî menfaat ve garaz peşinde olduklarını söylemiştir. (5. 3. 1988)
Hilmi Türkmen ise şunları söylüyor:
“Diyorlar ki Kemal Kacar imamdır, onu tanımayan câhil olarak ölür. İşte bu tamamen sapıklıktır.
Kemal Kacar’a emirül-müminiyye diyorlar. Yani yalnız Türkiye’deki değil, ne kadar müslüman varsa bunların hepsinin başı mânâsına. Bu tâbir, bir art niyeti ortaya koymaktadır.
Hocamız Süleyman Efendi’ye Mehdi-resul diyorlar. Biz kesinlikle kendi ağzından böyle bir şey duymadık. Yeni çıktı bunlar. Sebebi de şu: Kemâl Kacar’a İsâ’lık kapısını açabilmek için, Mehdi-resul, yani Süleyman Efendi geldi, ondan sonra da arkasında İsâ olarak Kemal Kacar geldi...”
“Maddi çıkar sağlayanlar vardır. Bir misâl vereyim. Bir insan düşünün: Ticaret yapmaz, ziraat yapmaz, devletten maaş almaz. Anası babası fakirdir, ölmüşse miras kalmamıştır, ölmemişse bir şeyi yoktur. Amma bu adam devamlı mal artırmakta, zengin olmaktadır. Eğer böyle bir kimse, yetkilisi olarak başında bulunduğu bölgede bir şey almıyorsa, nasıl zengin olabilir? Kendisine sorulduğu zaman cevabı hazırdır. ‘Efendim Allah veriyor!’ Tabii ki bu işin kaçamak yönü, uydurma yönü...”
“Telkin etmiş oldukları dinen sakat olan, Kuran’a ve Hadis’e uymayan fikirleri, kesinlikle dışarıya açıklamazlar. Kabule müsait olmayan kimseye katiyen söylemezler. Bu bir gizliliktir. Çünkü bilinmiş olsa, buna karşı geçilecektir.”
(5. 3. 1988)
Yine bu ayrılanlardan Vahid Garib, Kemal Kacar grubuna yazdığı altı sayfalık mektubunda ezcümle şöyle söylüyor:
“Bunlar bazı meselelerde İslâm’ın dışına çıkmışlardır. Bu derece İslâm’ın ve ehl-i sünnetin dışına çıkmış insanlarla İslâm’a ve ehl-i sünnete hizmet etmek, elbette ki mümkün değildir. Mâturidî ile Eş’arî mezhepleri arasında onüç meselede ihtilâf vardır, bu ihtilafların hiç birisi İslâm ve ehl-i sünnet dışı değildir. Buna rağmen ayrı birer mezhep olmuşlardır. Bu duruma göre bunlar mensubu bulunduğumuz ehl-i sünnet mezhebinden çıkmışlardır. Yeni mezheplerinin ismi ya henüz konmamıştır, veya kondu da biz duymadık, veyahut ileride millet tarafından konacaktır.”
Vahid Garib mektubunda sapma ve saçmalardan misaller veriyor:
“Şeriat Kemal Kacar abimizin emrine verildi, o ne yaparsa haktır.”
“Peygamberler hakkında bilinmesi vâcip olan sıfatlar vardır. Sıdk, emanet, fetanet, tebliğ, ismet. Bunların hepsi Kemal Kacar abimizde mevcuttur, abimiz için de geçerlidir.” (Mehmet Yufkayürek - Köln)
Kemal Kacar abimiz Hazret-i üstadımızı bulmakla şereflenmedi, Hazretimiz onu kendine damat edinmekle şereflendi.” (Hüsnü Yılmaz)
Kemal Kacar abimiz gelmiş geçmiş velilerin en büyüğüdür. Hatta Ebu Bekir Sıddık’tan daha büyüktür.” (Namık Hoca)
“Arkadaşlar! Kemal Kacar abimiz emirül-mümindir, halifedir. İtaat vaciptir, itaat etmeyen kâfirdir.” (M. Emin Hoca, Emekli Müftü)
“Dünyada vuku bulan hadiselerin hepsi zamanın sahibinden izin almadan meydana gelmezler. Bir yaprak dahi Kemal Kacar abiden izinsiz yere düşmez.” (Abdurrahman Akgül, Köln)
Kemal Kacar abinin izin vermediği hizmetleri Allah kabul etmez.”
“Kemal Kacar abimiz ayda iki defa bütün peygamberlerin ruhuna, bir defa da meleklerin ruhuna başkanlık etmektedir.” (Hüseyin Karaosmanoğlu, İzmit)

“Bu bolluk Hazret-i üstazın hürmetinedir. Nereden ve nasıl eline geçirebilirsen yiyebilirsin, helâldir.” (Halit Aydemir, Bolu)
“Yahudi ve Hıristiyanlara selâm verilir, Kemal Kacar abiyi sevmeyenlere selâm verilmez.”
“Secdede iken Kemal Kacar abimizi hatırınıza getiriniz ki feyziniz artsın.”
(Hasan Arıkan, Trabzon)
İsim isim bu sözlerinden anlaşılıyor ki, süleymancılar bu kıpkızıl küfre kayıp, küfrünü ilân edeni putlaştırmışlar ve hâşâ Allahlaştırmışlar.

Biz size dememiş miydik “O da küfrünü ilân etmiştir, ona uyanlar da küfrünü ilân etmiştir.” diye.
Vicdanınızla bu sözleri inceleyin, siz de kararınızı verin!
http://www.hakikat.com/nur/risaleler/suleym/sul6.html
 
Katılım
14 May 2008
Mesajlar
2,994
Tepkime puanı
93
Puanları
0

Bunlar okusunda tevbe etsinler ...


Sual: “Memleketimizin dâr-ül harp olduğunu söylüyor. Doğru mudur?”



Bizim onlar hakkında daha önce de açıklamalarımız vardı:
(Bakınız: Hakikat İle Dalâlet'I Bilmemiz Lâzım, İstanbul 1991 tarihli 5. baskısı)

HAKİKAT İLE DALÂLETİ BİLMEMİZ LÂZIM

Sual: “Süleymancılar doğru yolda mıdır?”
Cevap: Hayır.
Sual: “Doğru yolda olmadıkları nasıl bilinir?”
Cevap: Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerle.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyun. Onlar doğru yoldadırlar.” (Yâsin: 21)
Bütün Peygamber Aleyhimüsselâm Efendilerimiz Hakk’ı tebliğ ettikleri, hakikata çağırdıkları topluluklara:
“Sizden buna karşılık hiçbir ücret istemiyorum. Benim mükâfatım âlemlerin Rabbine aittir.” demişlerdi. (Şuarâ: 109)
Onlar topladıklarını zevk ve safâ yolunda süse ve lükse harcarlar.
İsraf ise haramdır.
Âyet-i kerime’de:
“Yiyin için, fakat israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez.” buyuruluyor. (A’raf: 31)
Talebeleri âlet ederek topladıklarını kendi arzuları istikametinde harcadıkları için, emanete hıyanet etmiş oluyorlar. Bu ise münafıklık alâmetidir.
Hadis-i şerif’te:
“Münafıklık alâmeti üçtür. Söylediği zaman yalan söyler, vâdederse sözünü yerine getirmez, kendisine bir şey emanet edildiği zaman ona hıyanet eder.” buyurulmaktadır. (Buhârî-Müslim)

Sual: “Onlara yardımda bulunmak caiz midir?”
Cevap: Hayır.
Sual:“Niçin caiz değildir?”
Cevap: Hazret-i Allah ve Resulü -sallallahu aleyhi ve sellem- ile harp ettikleri için.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:
“Fâsıka ihsan eden kimse İslâmiyet’in yıkılmasına yardım etmiş olur.” buyuruyorlar. (Münavî)
Hatta tevbe edip rücu etmedikçe kız da alınıp verilmez.

Sual: “Şu halde daire-i saâdette midirler?”
Cevap: Hayır.
Sual: “Ne ile ispat edersiniz?”
Cevap: Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerle.
Aslında hiçbir bölücünün daire-i İslâm’da olmadığını şu Âyet-i kerime’ler açıklamaktadır:
“Şüphesiz sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim. O halde benden korkun.
Amma ne var ki, insanlar din hususunda kendi aralarında parçalara bölündüler, çeşitli kitaplara ayrıldılar. Her bölük, her parti kendi tuttuğu yoldan memnundur, yanında bulunan (din veya kitapla) sevinmektedir.
Şimdi sen onları bir süreye kadar kendi sapıklıkları ile başbaşa bırak!
Kendilerine verdiğimiz servet ve oğullar ile, onların iyiliklerine koştuğumuzu mu zannediyorlar? Hayır, onlar işin farkında değiller.” (Müminun: 52-56)
“Fırka fırka olup dinlerini parça parça edenlerle senin hiçbir ilgin yoktur. Onların işi Allah’a kalmıştır. Sonra O, yaptıklarını kendilerine haber verecektir.” (En’am: 159)
Hadis-i şerif’te ise:
“Ayrılık yapan bizden değildir.” buyuruluyor. (Münâvî)
Bu Âyet-i kerime’lere ve Hadis-i şerif’lere göre Hazret-i Allah kulluğuna, Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de ümmetliğine kabul etmiyor. Nasıl daire-i İslâm’da olabilirler?
Allah-u Teâlâ bölücüler hakkında hükmünü vermiş, âkıbetlerini açık olarak beyan etmiştir:
“Onlar kendilerine ilim geldikten sonra, birbirlerini çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler.
Eğer belirli bir süre için Rabbinin verilmiş bir sözü olmasaydı, aralarında hemen hükmedilerek iş bitirilmiş olurdu.” (Şûrâ: 14)
“İşte bundan ötürü sen onları tevhide, birliğe davet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Onların heveslerine uyma.
Ve de ki: Allah’ın indirdiği Kitab’a inandım, aranızda adalet yapmakla emrolundum.
Allah bizim de Rabbimiz sizin de Rabbinizdir. Bizim işlediklerimiz bize sizin işledikleriniz size aittir. Bizimle sizin aranızda tartışılacak bir şey yoktur. Allah hepimizi bir araya toplar. Dönüş de ancak O’nadır.” (Şûrâ: 15)
Görülüyor ki Hazret-i Allah birleşmeyi emrediyor, bölücülüğü de şiddetle yasak ediyor. Emr-i İlâhî çiğnendiği için, dinde ayrılık yapmanın suç ve cezası çok büyüktür.

Sual:“Süleymancıların lideri durumundaki Kemal Kacar’ın bir gazetede “Faiz alınabilir” şeklinde bir beyanı var.” (Bakınız: 7.12.1989 tarihli Tercüman Gazetesi)
Cevap: Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Âyet-i kerime’lerinde fâizi şiddetle yasaklamıştır:
“Fâizi yemeyiniz!” (Âl-i İmran: 130)
“Fâiz yiyenler ‘Fâiz ticaret gibidir’ dedikleri için kıyamet günü kabirlerinden şeytan çarpmış gibi ihtiyaçlar içinde kalkacaklardır.
Oysa Allah alış-verişi helâl, fâizi haram kılmıştır. Bundan böyle kime Rabbinden bir öğüt gelir ve fâizcilikten vazgeçerse, geçmiş günahları kendisine ve hakkındaki hüküm de Allah’a aittir.
Kim de tekrar fâize dönerse onlar cehennemliktirler. Orada ebedî olarak kalacaklardır. Allah fâizle kazanılanı eksiltir, bereketini tamamen giderir. Sadakası verilen malları ise artırır. Allah küfrân-ı nimette bulunan günahkâr hiç kimseyi sevmez.” (Bakara: 275-276)
“Ey iman edenler! Allah’tan sakınınız. Eğer imanınızda gerçek iseniz, fâizden arta kalanı bırakın almayın. Yok eğer fâizi terketmezseniz, bunun Allah’a ve Peygamber’ine açılmış bir savaş olduğunu bilin. Eğer fâiz almaktan tevbe ederseniz, ana paranız yine sizindir. Böylece ne kimseye haksızlık etmiş ne de haksızlığa uğramış olursunuz.” (Bakara: 278-279)

Fâizciler hakkında buyurulan hem lafzî hem de mânevî bu şiddetli tehditler, hemen hemen hiçbir tahrim âyetinde yer almış değildir.
Hazret-i Allah’a ve Resulü’ne harp ilân etmiş olan bu gibi kimseler en şiddetli bir dil ile lânetlenmişlerdir.
Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise fâizin her çeşidinin günahını otuzaltı zinâya eşit saymıştır.
Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyuruyorlar:
“Allah fâizi yiyeni, yedireni, şahitlerini ve kâtibini lânetlemiştir.” (Tirmizi)
“Fâiz yiyenlerle zekât vermeyenleri cehennem ateşi ile müjdele.” (Münâvî)
Hazret-i Allah’ın hükmü bu. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in emri de bu. Onların kitabı başka mı?
Kemal Kacar bu Âyet-i kerime’leri inkâr ettiği için, otomatikman küfre kaymıştır. Kendisi küfre kaydığı gibi, ona tâbi olanlar da küfür batağına kaymıştır.

Sual: “Memleketimizin dâr-ül harp olduğunu söylüyor. Doğru mudur?”

Cevap: Hayır. Burası İslâm diyârı olduğu için dâr-ül harp olamaz. Helâli helâl, haramı haram bilmek gerekir. Kimse helâli haram, haramı helâl yapamaz.
Dar-ül harp demekle Kur’an-ı kerim’in hükmünü kaldırmak istiyorlar. Madem ki dar-ül harp diyorlar, neden harp açmıyorlar? İslâm diyarıdır. Çünkü hükümet erkânı ve milletin çoğunluğu, elhamdülillah yüzde doksandokuzu müslümandır. O hâlde nasıl dar-ül harptir diyebiliriz? Temsil olarak Almanya’yı ele alalım. Bu kadar Müslüman Türk işçisi çalıştığı halde; İslâm diyarı mıdır? Küfür diyarı mıdır?
Elbette küfür diyarıdır. Niçin? Bütün hükümet erkânı ve milletin ekserisi gayr-ı müslim olduğu için. Burada haramı haram, helâli helâl bilmek gerekir. Allah-u Teâlâ’nın haram kıldığı haramdır. Harama helâl demek küfürdür. Üstelik dar-ül harptir diyenler, bütün hükümet erkânına ve millete de küfür damgasını vuruyorlar da, şu Hadis-i şerif’in kapsamına girdiklerinin farkında bile değiller.
Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:
“Bir kimse müslüman kardeşine fısk ve küfür isnad etmesin. Zira o kimsede bu haller yoksa, sözler sahibine döner.” buyuruyorlar. (Buharî)
Onlar yalnız kendilerini müslüman zannediyorlar ve her bölücü de bunu bahane ederek halkı kendine çekip-çevirmeye çalışıyor. Bu suretle din kardeşliğini, İslâm birliğini, güzel vatanımızı paramparça yapmak istiyorlar. Parçalamak isteyenleri değil suçlamak, elimizden gelse elini ve dilini uzatanları hemen men ederiz.
Biz bunu daha evvel de izah etmiştik. “Ben, hükümet Hazret-i Allah’ın bütün emirlerine uyuyor demiyorum. Hükümeti medih ve müdafaa etmiyorum. Maaş da almıyorum. Sadece fitne ve bölücülük edenleri nifaktan ittifaka davet ediyorum.”
Zira Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde:
“Sizden bir kimse çirkin bir iş görürse onu eliyle derhal değiştirsin. Eğer buna gücü yetmezse dili ile değiştirsin. Buna da gücü yetmezse bari kalbiyle buğzetsin. Bu ise imanın en zayıf derecesidir.” buyurmuşlardır. (Müslim)
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruyor:
“Her kim Rahman olan Allah’ın zikrinden göz yumarsa, biz ona şeytanı musallat ederiz. Artık o onun ayrılmaz bir arkadaşıdır. Hiç şüphesiz ki şeytanlar o insanları yoldan çıkarırlar. Onlar da kendilerinin hidayete erdirilmiş olduklarını zannederler.
Nihayet o bize geldiği zaman der ki ‘Ey şeytan! Keşke benimle senin aranda gün doğusu ile batısı kadar uzaklık olsaydı. Ne kötü arkadaşmışsın sen.” (Zuhruf: 36-37-38)
Gerçek mânâda bütün bu sözlerimiz, bilmeyerek bir bölücü grubun içine girip hakikat zannıyla çalışan temiz ve nezih kardeşlerimize izah ve ikna maksadıyla söylenmiştir.
Yarın huzur-u ilâhiye çıktıklarında büyük vebal altında kalıp şiddetli azap göreceklerinden, vicdanımızdan kopup gelen hislerimizi beyan ediyoruz.

Sual:O halde memleketimiz Dar-ül İslâm mıdır?
Cevap: Dar-ül İslâm’dır denilebilmesi için ilâhi hükümlerle hükmetmek şarttır. Bir hükümet erkânı bu hükümleri değiştirmeye ve azınlıkta olan küfürü savunanları kaldırmaya gücü yetmezse Dar-ül İslâm’dır denilemez. O halde nedir? Dar-ül harptir denilemediği gibi Dar-ül İslâm’dır da denilemez.
O halde ne yapmamız lâzım? Bunu bizzat Allah ve Resulü’nden öğrenelim.
Bir Hadis-i kudsi’de şöyle buyuruluyor:
“Ben Allah’ım. Benden başka ilâh yoktur. Sizi idare edenlerin sahibi ve meliklerin melikiyim. Onların kalpleri benim kudret elimdedir.
Eğer kullar bana itaat ederlerse, ben de onları onlara rahmet kılarım, merhamet ve şefkatle muamele ederler. Yok eğer kullar bana isyan ederlerse ben de onları onlara belâ ederim. Kalplerini kin ve gazapla onlara çeviririm. En kötü azap ile azap ederler.
Binaenaleyh sizi idare edenlere karşı sövmekle, bedduâ etmekle meşgul olmayınız. Fakat nefislerinizi beni zikretmekle, bana dua ve tazarru ile meşgul ediniz. Böylece ben de onların hakkından gelirim, sizi onların şerrinden korurum.” (Mişkât-ül Mesabih: 3721)
Bugün müslümanların eziyet altında oluşu, sefahat ve kabahat içinde oluşlarından ileri geliyor. Eğer biz samimi olarak Hazret-i Allah’a sığınsak, Hazret-i Allah onlara bu fırsatı vermez. Sefahat içinde yaşadığımız için başımıza bu haller geliyor. Biz bu hale suçumuzdan ötürü düşmüş oluyoruz. Bu felâketleri kendi elimizle hazırlamışızdır.
Bir insanın kendini beğenmesi veya haset etmesi ilâhi emirleri dinlememek olacağından helâkine vesile olur. Halbuki Hazret-i Allah:
“İyilik ve takvâ üzerine yardımlaşınız, kötülük ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayınız.” buyurmuştur. (Mâide: 2)
O halde Allah-u Teâlâ muhakkak iyilikte birleşmeyi emir buyururken, bizim Allah ve Resulü’nde birleşmemiz mi daha hayırlıdır? Yoksa her bir bölücüye ayrı ayrı tâbi olup, paramparça olmamız mı? “Elbet birliktir” diyeceksiniz. O halde davet ediyoruz. İç ve dış düşmanlarımıza karşı koyabilmemiz için. Zira devlet ittifaktan, devletsizlik ise nifaktan doğar.
Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde:
“Bir mümin diğer mümin kardeşi için birbirine kenetlenen tuğlalar gibidir. Birbirinden kuvvet alır.” buyuruyorlar. (Münâvi)
Bir Ayet-i kerime’de de:
“Allah ve Resulü’ne itaat edin. Birbirinizle çekişmeyin. Sonra korku ve zaafa düşersiniz ve kuvvetiniz elden gider.” buyurulmuştur. (Enfâl: 46)
Aslında fâiz alan, kumar oynayan, içki içen, tesettüre riayet etmeyen bir kadın, bunlar haramdır diyemez. Niçin? Kendisi yaptığı için.
Aslâ kimseye garaz ve düşmanlığımız yoktur. Sorulan sualleri Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerle cevaplandırmak zorundayız.
Daha evvel de söylediğimiz gibi, biz Hazret-i Allah ve Resulü’nden mâdâ kimseden çekinmeyiz. Hüküm Hazret-i Allah ve Resulü’nündür. Mahlûkun da hiçbir hükmü yoktur, sözleri de muteber değildir.

Bölücüler gaye ve menfaatları uğruna halkı etraflarına toplayabilmek için, nefse cazip gelen şeyleri ortaya atarlar. Böylece Din-i Mübin’imizi paramparça yapıp zayıf düşürürler. Bunların cihadı İslâm dini’ni tahrip ve tahrif etmektir. Bunlar cep cihatçısıdır, cihadı ceplere açmışlardır.
Biri çıkar “Cuma kılınmaz!” der. Öbürü “Faiz alınabilir.” der. Diğeri “Zekâtı bize verin” diyerek fakirin kapısını kapatır. Öteki “Bugün hacc emiri olmadığı için yapılan hacc sahih değildir.” der. Bir başkası kumar oynar, kumarın câiz olduğunu söyler. Bir diğeri “İçki hakkında kesin âyet yoktur.” der. Kimi de tesettürün Kuran-ı kerim’de olmadığını iddia eder. Kimisi “Refahtan başka İslâm yok.” der. Kimisi “En büyük benim.” der, büyüklük taslar.
Ve buna mümasil Hazret-i Kur’an’ın birçok ahkâmını esasından çıkarmaya, içten içe yıkmaya çalışırlar.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“İnsanlar kabul edip girdikten sonra, Allah’ın dini hakkında tartışmaya girişenlerin iddia ve delilleri, Rableri katında hükümsüzdür.
Onlara bir gazap vardır ve çok çetin bir azap da onlar içindir.” buyuruyor. (Şura:16)
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Şüphesiz bu ilim, (Tefsir ve hadis gibi mühim ilimler üzerine kurulmuş olan fer’i ve şer’i hükümler) dininizdir. Böyle mühim bir emri alacağınız kimselere dikkat ediniz.” (C. Sağir)
“Bir kimse ilmi olmadan Kur’an âyetlerine mânâ verirse cehennem ateşinden kendisine yer hazırlasın.” (Münâvi)
“Kur’an âyetlerine kendi reyi ile mânâ veren kimse cehennemden kendisine yer hazırlasın.” (Münâvi)
Bu gibi kimseler İslâm göründüklerinden, tahripleri dış düşmandan daha büyüktür ve daha tesirlidir.
Müminun Sûre-i şerif’inin 53. ve 54. Âyet-i kerime’lerinde beyan buyurulduğu üzere süleymancıların bu gibi yanlış fikirleri kendi kitaplarına göredir. Bunlar Ahkâm-ı İlâhî’yi hükümsüz hale getirmeye çalışıyorlar, kendi hükümlerini Ahkâm-ı İlâhî yerine koymak istiyorlar. Buna rağmen hiç kimseden de tepki yok. Bunun içindir ki cidden büyük bir gadab-ı ilâhî’ye uğramaktan korkuyoruz.
Kurtuluşu arayanlar Hazret-i Allah ve Resulü’nün emirlerine dikkat etsinler. Zira yetmişüç fırka olduğuna göre, o bir fırkayı bulmak gerçekten kolay değil.

Süleymancılar Adapazarı’ndan iki kardeşe “Biz imamız, içtihadımız var, cevap vereceğiz.” demişler. Onlar da “O ancak Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’i esas tutar, lâfa itibar etmez. Böyle bir deliliniz varsa cevap verin.” karşılığını vermişler.
Onlara deyin ki; bütün insanlar, cinler ve melekler dahi Allah-u Teâlâ’nın bir tek Âyet-i kerime’sine karşı çıksalar hükümsüzdür. Çünkü hüküm vermek yalnız Allah-u Teâlâ’ya âittir, mahlûkun hükmü yoktur.
Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyuruyor:
“Ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek Allah’a mahsustur. İşte benim Rabbim olan Allah budur. Ben ancak O’na güvenirim ve yalnız O’na sığınırım.” (Şûrâ: 10)

“Doğrusu birçokları bilmeden hevâ ve heveslerine uyarak halkı şaşırtıyorlar.” (En’am: 119)
“Kendisine Rabbinin âyetleri hatırlatılarak öğüt verildikten sonra, onlardan yüz çeviren kimseden daha zâlim kim olabilir?
Muhakkak ki biz suçlulardan öç alacağız.” (Secde: 22)
Hazret-i Allah’ın Âyet-i kerime’lerine karşı gelmek fakihlik değil fâsıklıktır.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Gerçekten herşeyin bir esâsı vardır. Bu din-i mübinin esası ise fıkıh ilmidir. Binaenaleyh ahkâma bağlı bir fakihin vücudu, şeytan için bin âbidin vücudundan ağırdır.” (Tirmizi)
“Allah-u Teâlâ bir kimsenin hayrını murad ederse, o kimseyi dini meselelerde âlim eder.” (Buharî)
“Allah-u Teâlâ’nın emir ve yasaklarını ulemâ ve fukahâdan öğrenmek her bir müslümana farzdır.” (Münavî)
Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimiz buyururlar ki:
“Ben size Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-den bir şey haber verdiğimde onu bir hakikat olarak kabul ediniz. O’nun dilinden yalan uydurmaktansa gökten düşerek ölmem bana daha hoş ve sevimli gelir. Ancak harp gibi hayırlı bir hile olursa, onun için söyleyeceğim sözler müstesnâ. Çünkü harp hiledir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-den kulağımla duydum şöyle buyurdular:
“Âhir zamanda yaşları küçük, tecrübeleri kıt, aklını kötüye kullanan bir zümre yetişecektir. Onlar, iyiler gibi peygamberin tebliğatından, Âyet ve Hadis’ten bahsedeceklerdir. Fakat onlar, tıpkı okun hedefi delip geçtiği gibi İslâm’dan hemen çıkıvereceklerdir. İmanları boğazlarından ileri geçmez.
Siz onlara nerede rastgelirseniz hemen öldürünüz. Zira bunları öldürene kıyamet gününde sevap vardır.” (Buharî, Tecrid-i sarih: 1472)
Ebû Said-i Hudri -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’te Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Sizin aranızda öyle zümreler türeyecektir ki; siz onların namazlarının yanında kendi namazlarınızı, oruçlarının yanında kendi oruçlarınızı, iyi işleri yanında kendi iyi işlerinizi küçük göreceksiniz. (Yani onların yaptıkları işler dıştan sizinkinden üstün gibi görünecektir.)
Onlar Kur’an da okuyacaklar. Fakat Kur’an(ın feyzi) onların boğazlarından öteye geçmeyecektir. (Yalnız dilde kalacaktır.) Nitekim onlar okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkacaklar, okun sahibi (avı delip geçen) okunun demirine bakar, (kana benzer) bir şey göremez. Sonra ağaç kısmına bakar, bir şey göremez, yelesine bakar, orada da bir kan izi göremez. Daha sonra (acaba ava dokunmadı mı?) şüphesiyle, kirişe gelen ve fok denilen çatal yerine bakar, orada da bir iz göremez.” (Buhârî-Tecrid-i Sarih: 1783)
Zan, nam, makam ve menfaate taptıkları için dinden kaymışlardır.
İşte bu Hadis-i şerif’ler “Âlimim” diye, “Fakihim” diye geçinen bu gibi fâsıklar hakkındadır.
Bir Âyet-i kerime’de de:
“Sen Allah de, sonra bırak onları, daldıkları bataklıkta oynayadursunlar.” buyuruluyor. (En’am: 91)
Siz gerçekten süleymancılığı bırakıp hidayete mazhar mı olmak istiyorsunuz, yoksa Allah-u Teâlâ’nın buyurduğu gibi dalâlet batağında yüzmek mi istiyorsunuz?
Umarım bu kadar açık Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerden sonra şuurlu bir müslüman süleymancı olamaz.
Kendilerini haklı zannediyorlarsa, her Âyet-i kerime ve her Hadis-i şerif’e cevap vermek zorundalar. Nasıl ki biz Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerle onları tenvir ediyorsak...
Doğru ise kabul edip hidayete ersinler, değilse cevap versinler. Fakat asla lâf kabul etmeyiz.
Bu bölücüler Müminun sûresi 53. Âyet-i kerime’si mucibince kendi kitaplarına dayanarak Hazret-i Allah’ın âyetlerine cevap vermekle Hazret-i Allah ve Resulü’ne karşı mı çıkacaklar? Yoksa dinden kaydıklarını kabul mü edecekler?
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Müminler o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri titrer, kendilerine Allah’ın âyetleri okunduğu zaman onların imanlarını artırır ve yalnız Rabblerine tevekkül ederler.” buyuruyor. (Enfâl: 2)
Neden bunların kalpleri titremek şöyle dursun, kılları kıpırdamıyor? Ruhları öldüğü için... Ruhları öldü, işleri bitti. Artık onlar duymazlar.
Biz sadece Hazret-i Allah’a ve Resulullah Aleyhisselâm’a ücretsiz davet edenlerdeniz. Hiç kimseye garazımız, düşmanlığımız olmadığını söyleriz. Fakat kimsenin küfrüne rıza gösterenlerden de değiliz. Eğer bu müdahalemiz olmasaydı, Allah-u Teâlâ’nın hükmünü hafife alanlar gibi olurduk.
Ey halk! Siz susuyorsunuz. Amma küfre rızâ gösterdiğinizin farkında bile değilsiniz. Acaba bu vebâlin altından nasıl kurtulacaksınız?
•••
Sık sık sorulan bir sual var. “Müslüman olan küfürle itham edilebilir mi?”
Cevap:
Allah-u Teâlâ Müminun Sûresi 52-56’ncı, En’am Sûresi 159’uncu, Şurâ Sûresi 14’üncü Âyet-i kerime’leri ile kulluğuna; Resulullah Aleyhisselâm “Ayrılık yapan bizden değildir.” Hadis-i şerif’i ile ümmetliğine kabul etmediği halde, siz bu bölücüleri bize kabul ettirmeye mi çalışıyorsunuz?
Hazret-i Allah’a ve Resulullah Aleyhisselâm’a harp ilân etmiş olan bu fâsıklar hakkında bunca Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif var iken, hangi Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’i yersiz buldunuz ki, bunu soruyorsunuz? Bütün bunları hafife alıyorsunuz. Veyahut bu Âyet-i kerime’lere imanınız yok mu?
Oysa Âyet-i kerime’de:
“Bilesiniz ki, yaratmak da emretmek de O’na mahsustur. Âlemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir!” buyuruluyor. (A’raf: 54)
Bütün insanlar, cinler ve melekler dahi bir Âyet-i kerime’sine karşı çıksalar hepsi kâfir olurlar. Onlar ise bunca Âyet-i kerime’lere karşı çıkıyorlar da hâlâ İslâm gözü ile bakıyorsunuz.
Doğrusu büyük bir gaflet! Yetmişüç fırkadan yetmişikisi cehenneme böyle gidecek.

Kemal Kacar’dan 6 sayfalık cevap gelmiş. Hangi Âyet-i kerime’ye cevap veriyor? Hiçbir Âyet-i kerime yok.

Elhamdülillahi Rabbil-âlemin; Dinim İslâm, Kitabım Hazret-i Kuran, Peygamberim Muhammed Aleyhisselâm’dır. Eğer o da müslümansa Hazret-i Kur’an’la ve Hadis-i şerif’le cevap versin.

Biz süleymancılık kitabına inananlardan değiliz. Hazret-i Allah ve Peygamber Aleyhisselâm’ın kitabına iman ettiğim için bütün beyanlarım Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’tir.

http://www.hakikat.com/nur/risaleler/suleym/sul7.html


Yazıda;''Avrupa’da faiz meselesi ''Başlığı olduğu halde (yani fıransa,almanya,ingiltere gibi ülkeler) sen neden Türkiye darülharb değildir başlığı altında cevab yazmağa kalkıyorsun.?

Demekki senin anlayışın dar.Böylelerine ahmak denir gibime geliyor.
İkincisi her isim bir dindir başlığı zaten peşinen herkese tekfir etmektir.Kaldıki sizede Öngütcüler deniyor.Sizin ithamınıza göre,buda bir isim olduğundan bir din olmuş olmuyormu.?
Vallahi sizinle yazışmak deveye hendek atlatmaktan zordur.Onun için,son söz olarak,bizim gözümüzde itibarı olmayan yanlış bir yoldasınız.Bir öngütcü bana şöyle demişti.Benim dinim bana,senin dinin sana.Bende bu sözü aynen iade ediyorum.
 

Kurtuluş26

Profesör
Katılım
6 Ocak 2014
Mesajlar
860
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Web sitesi
islamikonular.weebly.com

Senin sözlerinin zerre kadar değeri yok.Zannına göre konuş ...

Bu tehdit dünyalıkmı,yoksa ahirete aitmi.?Dünyalık diyorsan,sizden korkulur.Ahiretlik diyorsan,sizin iftira atmadığınız,tekfir etmediğiniz kim kaldıki.Demem oku ahirete havale ediyorsan vay haline.

Sizi Alaha havale ediyorum.Tekfir konusunu bilemedikleri gibi,bölücülük yapan halkın iman ve paraları çalan ve hala çalmaya devam edenleri koruyorlar.

Fetullah Gülen size görede ehli sünnetdi değil mi?Ne oldu sonra ne oldu?...

Birde iftira atmış.

"sizin iftira atmadığınız,tekfir etmediğiniz kim kaldıki."
Allahtan korkmaz kuldan utanmaz kişi.Madem bir bilgin var eklersin sana cevap verilir.Kime iftira edilmiş hadi ekliyeceksin buraya ...

Bazıları hiç çekinmeden büyük günahlara giriyor iftira atmaktan hiç korkmuyor çekinmiyorlar.Allahtan korkun Allahtan.
 
Üst