Tasavvufta Şatahat

Ah Min'el AŞK

Kıdemli Üye
Katılım
7 Haz 2008
Mesajlar
5,481
Tepkime puanı
1,108
Puanları
113
Web sitesi
askinelinden.wordpress.com
Allah'a (c.c) sonsuz hamd, peygamberlerine ve efendimize sonsuz salat-u selam, üzerimizde hakkı olan üstadlarımızada beşeri takate göre hürmetten sonra, bugün mutad nakil yaptığımız "Tebrizli Şems Dediki" konulu yazıda "Şatahat"'la ilgili bir bölüm olunca, bugün bu yazıyı yazmanın uygun olacağını düşündüm. Konuyu derinlemesine ele aldığımızda, metin çok uzamakta ve okuyan kişilere sıkıcı gelmektedir. Bu nedenle bu konuyu yüzeysel ve ana hatlarıyla ele almaya çalışacağız.

Tasavvuf ıstılahında şatahat; Bu bir deyim olmadığı gibi bundan türeyen bir atasözü de yoktur; fakat bâzı tasavvufî sözleri, bâzı deyimleri belirtebilmek için kitabımıza bunu almaya mecbur olduk. Şath, anlamında benlik ve dâva beliren söz demektir. Böyle birşeye kalkışmak, gerçeklere göre sürçmektir, suçtur (Ta'rîfât, s. 76). Satha âit şiirlere «Şathıyye» denir. 1

Seyr-i Sulûkun ve zikrullahın çeşitli aşamalarında, kişinin manevi sarhoşluğa (sekr) düşerek kendiden geçmesi neticesinde, hakikatlere aykırı söz söylemesine, uyanıklık hali vuku bulduğunda ise, bu sözlerden rucu etmesine "Şatahat" demekteyiz. Yani gayrı iradi söylenen hatalı sözlere biz şatahat diyoruz. Tabi bunun başka tanım ve açılımlarıda var. Şiirler için başka, uyanınca bunu dava edinme hali başkadır. Bu son iki kısma yazımız uzamasın diye değinmeyeceğiz.

Öncelikle şunu belirmekte fayda vardır ki, Tasavvufi düşüncede kişinin bu hali yaşaması, hedeflenen, istenen, arzulanan ve olması için çaba sarfedilen bir durum değildir. Aksine, Tasavvufi düşüncede uyanıklık halinin muhafazası, hedeflenen, istenen, arzulanan, olması için çaba sarfedilen ve doğru görülen durumdur.

Öyleyse, bu manevi coşkunluk içerisinde, şaşkınlık atmosferinde, kişinin kendisinden geçerek söylediği bu sözler, dini hakikatlere aykırıysa, bu durumda sözü söyleyenin durumu ne olur? Eğer bu hal geçtiğinde, kişi söylediği sözleri reddediyor ve o sözlere tövbe ediyorsa, kendisi mazur görülür. Yok söylediği sözlerin doğruluğunu iddia ile, hatasında ısrar ediyorsa, kişi muhakeme edilir. Tıpkı Hallac-ı Mansur (k.s) da olduğu gibi.

Şimdi bu kendinden geçme hali ile ilgili lütfen aşağıdaki metinleri dikkatlice okuyalım.

Araf/142. Musa ile, otuz gece (için) sözleştik ve onu, bir on (gece ilâvesi) ile tamamladık. Böylece Rabbinin tayin ettiği vakit, kırk gece olarak tamamlandı. Musa (ayrılırken) kardeşi Harun’a: “Kavmim içinde benim yerime geç/vekilim ol, (onlara tebliğ et ve yumuşaklıkla) ıslaha çalış, bozguncular(dan yana olup onlar)ın yoluna gitme!” demişti. 143. Musa (ibadet için) tayin ettiğimiz vakitte gelip, Rabbi ona (hâtiften İlâhî kelâm ile) konuşunca (Musa): “Rabbim! Bana (kendini) göster, sana bakayım.” dedi. (Allah): “(Sen dayanıp da dünya gözüyle) beni asla göremezsin. Fakat şu dağa bak, eğer o yerinde kalırsa sen de beni göreceksin.” buyurdu. Rabbi(n cemâli) o dağa tecelli edince, onu yerle bir ediverdi ve Musa baygın olarak yere düştü. Ayılınca: “Seni tenzih ederim (sen yücesin, bu sözümden dolayı), sana tevbe ettim ve ben iman edenlerin ilkiyim.” dedi.

Kıymetli okuyucular, bakınız Musa a.s. bu ayetlere göre 40 gece Allah'a (c.c) hususi ibadet etmektedir. Yani her zamankinden daha yoğun bir ibadet programına girmiştir. Bunun için kavmini terketmiş, Rabbiyle başbaşa kalmıştır. Bu ayet aynı zamanda Tasavvufi anlayışta "Halvet"'in delillerindendir. Musa a.s, ilahi vahiyle muhatap olunca, yaşadığı atmosferin, o halin etkisiyle, dünya gözüyle Allah'ın görülemeyeceğini bildiği halde, "Rabbim bana kendini göster" dedi. Hz Musa normalde bu sözü asla söylemez. Bunu asla istemez. Ayetin devamında İlahi tecelli ile dağın param parça olduğunu görünce, hazreti musa kendisinden geçer ve bayılır, bunlar ayette açıkça tevile girmeksizin görülmektedir. Bu kısıma kadar okuduklarımıza iyi dikkat edelim. Hazreti Musa baygınlık hali gittiğinde, hemen tövbe etmiştir "Sana tevbe ettim ve ben iman edenlerin ilkiyim" demiştir. Hazreti Musa inananların ilkimiydi? Hayır, elbetteki değildi, ama halâ yaşadıklarının etkisindedir. Şimdi bütün olarak baktığımızda, Hazreti Musanın nasıl bir coşkunluk içerisinde olduğu gayet açık, bu yaşadığı halin etkisiyle, normalde istemeyeceği şeyleride istediği açık, yine bu manevi atmosferde yaşadıklarının şaşkınlığıyla kendisinden geçip bayıldığıda açık, kısmen kendine geldiğinde tövbe ettiğide açıktır. Hazreti Musa tövbeyi gerektirecek bir günah işlememiştir. Ama kendisinden sonrakilere halinin örnekliği açısından tövbe ederek, manevi sekre girenlerin çıktıklarında ne yapmaları gerektiğini bize göstermiştir.

926 - Hâris İbnu Süveyd anlatıyor: "Abdullah İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) bize iki hadis rivayet etti. Bunlardan biri Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)' dendi, diğeri de kendisinden. Dedi ki: "Mü'min günahını şöyle görür: "O, sanki üzerine her an düşme tehlikesi olan bir dağın dibinde oturmaktadır. Dağ düşer mi diye korkar durur. Fâcir ise, günahı burnunun üzerinden geçen bir sinek gibi görür" İbnu Mes'ud bunu söyledikten sonra eliyle, Şöyle diyerek, burnundan sinek kovalar gibi yapmıştır.

Sonra dedi ki: "Ben Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın şöyle söylediğini duydum: "Allah, mü'min kulunun tevbesinden, tıpkı şu kimse gibi sevinir: "Bir adam hiç bitki bulunmayan, ıssız, tehlikeli bir çölde, beraberinde yiyeceğini ve içeceğini üzerine yüklemiş olduğu bineği ile birlikte seyahat etmektedir. Bir ara (yorgunluktan) başını yere koyup uyur. Uyandığı zaman görür ki, hayvanı başını alıp gitmiştir. Her tarafta arar ve fakat bulamaz. Sonunda aç, susuz, yorgun ve bitap düşüp: "Hayvanımın kaybolduğu yere dönüp orada ölünceye kadar uyuyayım" der. Gelip ölüm uykusuna yatmak üzere kolunun üzerine başını koyup uzanır. Derken bir ara uyanır. Bir de ne görsün! Başı ucunda hayvanı durmaktadır, üzerinde de yiyecek ve içecekleri. İşte Allah'ın, mü'min kulunun tevbesinden duyduğu sevinç, kaybolan bineğine azığıyla birlikte kavuşan bu adamın sevincinden fazladır. "

Müslim'in bir rivayetinde şu ziyâde var: "(Sonra adam sevincinin şiddetinden şaşırarak şöyle dedi: "Ey Allah'ım, sen benim kulumsun, bende senin Rabbinim."
Buharî, Da'avât 4; Müslim 3, (2744); Tirmizî, Kıyâmet 50, (2499, 2500).

Sözü daha fazla uzatmadan, hadis-i şerifin sonundaki ziyadeye dikkatinizi çekmek istiyorum. Kul yaşadığı şaşkınlık ve sevinçten diyorki ""(Sonra adam sevincinin şiddetinden şaşırarak şöyle dedi: "Ey Allah'ım, sen benim kulumsun, bende senin Rabbinim." Hazreti peygamber, bu sözü söyleyen şahsın küfrüne hükmetmemiştir. Halbuki normalde o sözün anlamı gayet açık, o sözü kim söylerse söylesin o kişi kâfir olur. Ama Hazreti peygamber o zat için bu hükmü vermemiştir.

Sonuç olarak şunu diyebiliriz, bu hali yaşayıp bu tür söz söyleyenler, mazurdur. Küfürlerine hükmedilmez. Ancak kişide söylediklerine tövbe etmelidir.

Umarım, konuyu fazla dağıtmadan, anlaşılır birşekilde ifade edebilmişimdir. İsteyen kardeşlerim ayetin tefsirlerinede bakabilirler. Ben metin uzamasın diye buraya koymadım. Şeriatten delil olabilecek sözlerde yalnızca bu iki metin değildir. Dediğim gibi metin uzamasın diye koymadım. Ama sanırım bu ayet ve hadis zaten konuya açıklık getirmektedir.

Allah'a (c.c) emanet olunuz.





1-Abdülbaki Gölpınarlı
Alıntı
 
Üst