Vakıflar Yasası (kapitilasyonlar) AKP'yi kapatma gerekçesidir!

serair

Asistan
Katılım
20 Eki 2007
Mesajlar
498
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Vakıflar Kanunu ve bir başarı hikâyesi

Sevgili okuyucular, İslâm-Türk Medeniyeti bir 'Vakıf Medeniyeti'dir Bütün dünya vakıf müessesesini bizden almıştır. Şanlı ecdâdımız, vakıflar sayesinde bin yıldan fazla devam eden bir altın çağda, Selçuklu ve Osmanlı coğrafyasını, bilhassa İstanbul'un dört bir köşesini emsalsiz hayır kurumlarıyla ve sanat eserleriyle tezyin etmiştir.
İlk gençlik yıllarımdan beri iki büyük hayalim vardı: Osmanlı Arşivlerine ve ecdat yadigârı vakıf eserlerine sahip çıkmak... Birincisinde, muhteşem bir tarihin ve medeniyetin anlaşılması; ikincisinde ise bizi biz yapan değerlerin yaşatılması söz konusuydu. Osmanlı Arşivi'ne sahip çıkılması
bendenize nasip oldu; Vakıf eserlerinin ihyası ise genç bir idealiste, Yusuf Beyazıt'a... TabiÎ benim hizmetimin asıl sahibi merhum Özal, Beyazıt'ın başarısının asıl sahibi ise, ona bu imkânı veren ve onu destekleyen Başbakan Erdoğan'dır.

Gerçek bir başarı hikâyesi
Efendim, daha dün denecek kadar yakın zamanda, Türkiye'nin her yerinde Selçuklu'dan ve Osmanlı'dan kalan vakıf eserlerini hatırlayınız. Üzerinde ot biten, baykuşların öttüğü bir takım viraneler, harabeler, uzun yıllar boyunca boynu bükük ve küskün beklediler. İşte Yusuf Beyazıt da, bu âlemin kıymet hükümlerine sahip olan bütün idealist aydınlar gibi, ihmal edilmiş, horlanmış bu vakıf eserlerinin ıstırabını yaşayan bir genç adamdı.
Yusuf Beyazıt, 2003 yılında Vakıflar Genel Müdürü oldu ve geceli gündüzlü çalıştığı beş yıllık icraat dönemine başladı. Beyazıt, bu beş yıllık dönemde inanılmaz hizmetler gerçekleştirdi.
Bu müeddep Anadolu insanının yerinde, ithal kültür zihniyetli bir züppe ya da papyonlu bir 'ceo' olsaydı, yaptığı icraatı her gün çok satan gazetelerin manşetlerinde, reyting budalası televizyonların ekranlarında görürdünüz.
İşte Yusuf Beyazıt'ın icraatından bir demet: Vakıflar Genel Müdürü olmadan önceki 4 yılda sadece 46 vakıf eseri onarılmış; Beyazıt döneminde 4 yılda 2650 eser restore edilmiş; diğer bir deyişle onarılan eser sayısı 58 misli artmış. Sadece 2008 yılında asgarÎ 1000 eserin daha restorasyonu hedeflenmiş.
Beyazıt, 2003'te Genel Müdürlüğü devraldığında Vakıf Bütçesi 32 trilyonmuş; 2007 sonunda bu miktar tam 25 misli artış gösterip 800 trilyonluk gelire ulaşmış. Üstelik, katma bütçeli bir kuruluş olmasına rağmen, bu dönemde Devletten de tek kuruş alınmamış. Zira, sahipsiz vakıf mallarına sahip çıkıp gelirler arttırılmış.
İcraatı, bu yazının sütunlarına sığdırmak mümkün değil. Süleymaniye, Fatih, Bezm-i Âlem Valide Sultan, Yavuz Sultan Selim Camilerinin restorasyonu tamamlanmak üzere. Yurdun her köşesindeki MevlevÎhaneler onarılmış; Yenikapı MevlevÎhanesi, dünyanın en büyük ahşap onarımı olarak gerçekleştirilmiş. Ankara'da, Cumhuriyet'in ilk yıllarındaki eserlere, Mimar Kemalettin'in yaptıklarına da sahip çıkılmış.
Beyazıt'ın, özellikle önümüzdeki dönemde yapmayı planladığı hizmetler, beni çok heyecanlandırdı.
Hâlen TBMM'de, üzerinde kör dövüşü yapılan 5555 sayılı Vakıf Kanunu'nun yürürlüğe girmesiyle, yurt dışındaki Türk eserleri de restore edilebilecek.
Bu görev, teşkil edilecek yeni bir daireye veriliyor. Ayrıca, bu kanunla, yurtdışındaki vakıf eserlerine sahip çıkabileceğiz ve uluslararası yargıdaki davalarda taraf olma ehliyeti taşıyabileceğiz.
Eğer bu kanun, 2006'da yeni hazırlandığı zaman çıkarılabilmiş olsaydı, Avrupa'da en az 500 Türk vakıf eseri restore edilmiş olurdu.
Ahmet Necdet Sezer'in vetosunun neye mal olduğunu görüyor musunuz sevgili okuyucular?..


Lozan gerçekten deliniyor mu?
Efendim, beni asıl üzen şey, bu derece Türkiye'nin yararına olan millÎ bir kanunun, 'Lozan deliniyor' gerekçesiyle bilir bilmez engellenmeye çalışılması... Sezer'in ve CHP'nin zihniyetini anladık da,
doğrusu bu tavrı milliyetçi bir partiye ve MHP'li dostlara hiç yakıştıramıyoruz.
Bakınız Lozan Antlaşması'nın 42. maddesinin son fıkrası ne diyor? 'Türk Hükûmeti, söz konusu azınlıklara ait kiliselere, havralara, mezarlıklara ve öteki din kurumlarına tam bir korumayı sağlamayı yükümlenir. Bu azınlıkların Türkiye'deki vakıflarına, din ve hayır işleri kurumlarına her türlü kolaylıklar ve izinler sağlanacak ve Türk Hükûmeti yeniden din ve hayır kurumları kurulması için bu nitelikteki öteki özel kurumlara sağlanmış gerekli kolaylıklardan hiçbirini esirgemeyecektir.'
İşte Lozan bunları karara bağlamış...
Şimdi geliniz, bu konudaki gerçekleri sıralayalım:
1. Bu kanunda 'yabancı vakıflarla' ilgili hiçbir düzenleme yapılmamıştır (Yabancı vakıf, yurt dışında o ülkenin mevzuatına göre kurulan ve buna tâbi olan vakıftır). MedenÎ Kanun'un 92. ve 117. maddelerine göre, yabancı dernekler ve vakıflar zaten İçişleri Bakanlığı'nın izniyle Türkiye'de faaliyette bulunabilir, şube açabilir ve üst kuruluşlar kurabilirler. 5555 sayılı yeni Vakıflar Kanunu'nda, bilâkis ilk olarak yabancı vakıfların her türlü faaliyeti kontrol edilebilecektir (Hâlen 6 adet yabancı vakıf vardır).
2. 'Yabancıların Türkiye'de Kurdukları Vakıflar'a gelince; bunlar, yabancı ülke vatandaşlarının, MedenÎ Kanun'a ve Dernekler Kanunu'na göre Türk mahkemelerince verilen kararlarla kurulan vakıflardır (Hâlen bu şekilde kurulan 47 adet vakıf vardır). Bu vakıflar Türk mevzuatına tâbidir ve hâlen şube, temsilcilik açabilmekte, şirket ve işletme kurabilmektedir. İşte, üzerinde polemik yapılan 5555 sayılı Kanun, bu konuda yeni imkânlar getirmek bir yana, tam aksine 'sınırlamalar' öngörmektedir. Buna göre; yabancıların Türkiye'de vakıf kurabilmeleri için 'hukukÎ ve fiilÎ mütekabiliyet' şartı aranacak; ayrıca bu vakıfların mal edinmelerine sınırlamalar getirilecektir.
3. Cemaat Vakıfları, eski Vakıflar Kanunu'na göre tüzel kişilik kazanmış, mensupları T.C. vatandaşı olan, Türkiye'deki gayrimüslim cemaatlere ait vakıflardır (Hâlen 161 adettir). Bu vakıflar, Cumhuriyet öncesi dönemde cemaatlere ait hayır kurumlarıyken, 1935'te Atatürk'ün çok isabetli olan talimatıyla Vakıflar Kanunu çerçevesinde vakıf hâline getirilmiştir. Bunların sayısında artış olması ve yeni cemaat vakfı kurulması mümkün değildir.
Çünkü, MedenÎ Kanun'un 101. maddesinin son fıkrasına göre, belli bir ırk ya da cemaat mensuplarını desteklemek amacıyla vakıf kurulmaz.
Bu vakıflar, 1936'dan 1974'e kadar hiçbir kısıtlama ve izin alma zorunluluğu olmadan bağış, vasiyet ve satınalma yoluyla mal edinmişlerdir. Bütün mesele, 1974 yılında Yargıtay'ın, bu vakıfların mal edinemeyecekleri şeklindeki kararıyla ortaya çıkmış ve bu durum çok çeşitli sorunlara sebep olunca, 2002 yılında yürürlüğe giren 4771 sayılı Kanunla, bu vakıflara hakları yeniden verilmiştir.
Demek ki, 5555 sayılı kanunla, Cemaat Vakıfları'na herhangi yeni bir hak tanınmamaktadır. Bilâkis, sınırlamalar getirilmektedir. Buna göre, cemaat vakıfları yurtiçinde ve yurtdışında şube, temsilcilik açamayacak ve uluslararası faaliyetlerde bulunamayacaklardır. Çünkü, kanunun 5. maddesinde 'yalnızca yeni vakıfların' bu imkâna sahip olduğu açıkça belirtilmiştir.
Diğer taraftan, vakıfların denetimi de, iddia edilenin aksine, ortadan kaldırılmamakta, daha müessir ve çağdaş bir denetim sistemi getirilmektedir.
***
Sevgili okuyucular, bu haftaki Pazar Sohbeti fazla teknik ve sıkıcı oldu, biliyorum. Lâkin, hem sizlerin hem de ilgililerin, bir bardak suda fırtınalar koparılan Vakıflar konusunda gerçekleri öğrenmenizi istedim.
Başbakan Erdoğan'ı, Bakan Mehmet Ali Şahin'i, Bakan Hayati Yazıcı'yı ve benim mütevazı, çalışkan dostum Vakıflar Genel Müdürü Yusuf Beyazıt'ı candan tebrik ediyorum. Onların bu güzel hizmetleri, ecdâdın ruhunu şâd ediyor.
Sâyleri meşkûr olsun...

Hasan Celal Güzel

17/02/2008

www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=247735

 
Üst