VEHHABİLİK DİNİ

alitufan2003

Profesör
Katılım
27 Ağu 2013
Mesajlar
1,370
Tepkime puanı
11
Puanları
0
Konum
Yalova
İslâm'mış Gibi Görünüp Din-i İslâm'a ve Müslümanlara En Büyük Darbeyi Vuran Vehhâbîler, Ehl-i Sünnet Olan Birçok İslâm Memleketini İfsad Ediyor!

VEHHÂBÎLİK DİNİ ve ORTAYA ÇIKIŞI

İbn-i Teymiyye (1263-1328):
Vehhâbîlik dininin fikir olarak ortaya çıkması, Hicrî 661, Milâdî 1263 yılında Harran'da doğan İbn-i Teymiyye ile başlamıştır. Asıl adı Ahmed binVEHHÂBÎLİK DİNİ ve ORTAYA ÇIKIŞI

İbn-i Teymiyye (1263-1328):
Vehhâbîlik dininin fikir olarak ortaya çıkması, Hicrî 661, Milâdî 1263 yılında Harran'da doğan İbn-i Teymiyye ile başlamıştır. Asıl adı Ahmed bin Abdülhalim olup, İbn-i Teymiyye lâkabıyla şöhret bulmuştur.
Tatarların zulmünden dolayı âilesiyle birlikte Şam'a geldi. Babası Abdülhalim kısa zamanda Şam'da parmakla gösterilmeye başlandı. Şöhreti her tarafa yayıldı. Şam'ın en büyük camiinde vaaz ve ders kürsüsü vardı.
İbn-i Teymiyye küçük yaşlarda Kur'an-ı kerim'i ezberledi, daha sonra Hadis tahsiline yöneldi. Kısa zamanda tahsilini tamamladı. Henüz yirmi yaşına varmadan geniş mâlumat ile şöhret bularak ders okutmaya ve fetvâ vermeye başladı. Babası ölünce de onun yerine geçti. Bütün gözler kendisine çevrilmişti. Bir çok hayranı ve taraftarı oldu.
Başlangıçta İslâm şeriatını ihyâ ve İslâm'a karışan hurafeleri temizlemek gayesiyle ortaya çıkmıştı. Şu kadar var ki bazı itikadî ve amelî meselelerde cumhûr-u ulemâya, büyük müçtehidlere muhalefet etti. Salâhiyeti umumiyetle kabul edilmiş bulunan nüfuzlu şahsiyetleri çürütmeye çalıştı. Cami minberinde: "Ömer bin Hattab bir çok hatalar yapmıştır."dediği gibi, Muhyiddin İbn-ül Arabî -kuddise sırruh- ve İmam-ı Gazâlî -kuddise sırruh- gibi büyük zâtlara şiddetli hücumlarda bulunmuştur.
İmam-ı Süyutî onun hakkında:
"İbn-i Teymiyye kibirli bir adamdı. Kendini beğenirdi. Herkesten üstün görünmek, karşısındakini küçümsemek ve büyüklerle alay etmek âdeti idi." demiştir.
Allah-u Teâlâ'nın dinini kendisinin düzelttiğini, Kur'an-ı kerim'in mânâsını sadece kendisinin anlamış olduğunu söyleyen İbn-i Teymiyye; ehl-i sünnet âlimlerinin Kur'an-ı kerim'i ve Hadis-i şerif'leri yanlış anladıklarını iddiâ edecek kadar ileri gitmişti.
Sâlih kullar ve evliyâullah vasıtasıyla Allah-u Teâlâ'ya yaklaşmanın İslâm'da yeri olmadığını iddiâ etmiş, eserlerinde şiddetle tenkit etmiştir. Yaşayan kullar vasıtasıyla da Allah-u Teâlâ'ya yakın olunamayacağı, onlardan yardım istenemeyeceği gibi, kim olursa olsun, ölenlerin de vasıta olunamayacaklarını ve kendilerinden yardım istenemeyeceğini söylemiştir.
İbn-i Teymiyye sâlih kulların ve peygamberlerin kabirlerini, Allah-u Teâlâ'ya yaklaştıracaklarını ümit ederek ziyaret etmenin câiz olmadığını iddiâ ettiği gibi; "Resulullah Aleyhisselâm'ın kabrini teberrüken ziyaret etmek caiz değildir." demiştir.
Allah-u Teâlâ'nın bir cihette bulunduğuna, Arş-ı âlâ'nın kadim olduğuna kaniydi. Derinleştirdikçe isabetsizliği meydana çıkan bazı içtihatları da vardı.
Sapık fikirleri haddi aşınca Mısır'da iki defa hapse atıldı. Görüşlerinde isabet edemediği, bir çok âlimlerin tenkitleriyle sübut bulmuş, dalâlete düştüğü vesikalarla ispat edilmiştir.
Yaşadığı devirde büyük bir fikir hareketi meydana getirmiş, etrafında büyük bir çevre edinmiş, etkisini kendisinden sonraki nesillerde de devam ettirmiştir.
Hakiki âlimler tarafından "Beynel-ulemâ muallâk adam" diye anılan İbn-i Teymiyye, 1328 yılında ölmüştür.

Muhammed bin Abdülvehhâb (1703-1792):
Muhammed bin Abdülvehhâb 1703 yılında Arabistan'ın Riyad şehrine yetmiş kilometre uzaklıkta bulunan Uyeyne köyünde doğdu. İlk tahsilini kadı olan babasından aldı, daha sonra Mekke ve Medine'de tahsiline devam etti. Bu tahsili esnasında İbn-i Teymiyye'nin akâid ve fıkha dâir eserlerini ciddiyetle incelemiş, onun çarpık görüşlerinin etkisi altında kalmış, katı bir taassupla büyük bir bağlılık göstermiştir. Daha sonra da kendisini müçtehid zannedip çıkmıştır.
Mekke ve Medine'yi merkez edinerek çalışmaya başladığında pek ciddiye alınmadığı için Basra'ya geçti. Babası Abdülvehhâb bin Süleyman iyi bir müslümandı, çevresinde âlim olarak tanınıyordu. Oğlunun bozuk fikirler yaydığını görünce karşı çıktı, peşinden gidilmemesini var kuvvetiyle halka duyurmaya çalıştı.
İbn-i Abdülvehhâb birçok yerler dolaştıktan sonra tekrar doğum yeri olan Uyeyne'ye geldi. Oranın emiri olan Osman bin Hamd ile yakınlık kurdu ve onu kendisine inandırarak görüşlerini kabul ettirdi, altıyüz kişilik gücünden faydalandı. Daha sonra Uyeyne'nin mühim bir ismi haline geldi. Etrafında kendisini dinleyen ve destek veren büyük bir kalabalık çevrelendi.
İbn-i Abdülvehhâb kendi sapık görüşlerini yaymak için "Kitabu'l-Tevhid" adında bir kitap yazmıştır.
Kendine uymayanları kılıçla yola getirmek gerektiği üzerinde duruyordu. Ona göre bu hususta her türlü baskı uygulanabilirdi.
İbn-i Abdülvehhâb sadece sapık fikirlerini yaymakla kalmıyor, bunları zorla kabul ettirmeye çalışıyordu. Bu durum halkı korku ve endişeye sevketti. Bunun üzerine o civarın kuvvetli kabilelerinden biri olan Hâlid oğullarının reisi Süleyman bin Üreyir'e başvurarak yardım istediler. O da Uyeyne emiri Osman'dan İbn-i Abdülvehhâb'ı oradan sürmesini istedi.
İbn-i Abdülvehhâb orada barınamayarak Riyad'a yakın bir yer olan Der'iyye'ye yerleşti. Oranın emiri ve en nüfuzlu adamı Muhammed bin Suûd ile anlaştı ve işbirliği yaptı. Böylece görüşlerine siyasi bir güç kazandırmış oldu. Bu işbirliğinden Vehhâbî isyanları doğdu. İsyancılar Osmanlılar'dan bağımsız olarak kendi inanç ve düşüncelerine göre şekillenen bir devlet kurmak istiyorlardı. İbn-i Abdülvehhâb sapık fikirlerini yaymak için sağlam bir maddî desteğe kavuşurken, Muhammed bin Suûd da kendi nüfuzunu genişleterek Arap yarımadasına sahip olmak için fırsat elde etmiş oldu.
Arabistan topraklarının Osmanlı idaresinde olduğu dönemde bu bölgede Vehhâbî dininin temeli 1744'te işte böyle atıldı. Hicaz bölgesini istilâ ederek, oraları abluka altına aldı.
İbn-i Abdülvehhâb Der'iyye'de sapık fikirlerini yaymaya başladı, orada dersler düzenledi. Komşu kabilelerin emirlerine mektuplar yazarak fikirlerini aktardı.
Bu sapık adam kendisine uyanlara "Muvahhidler" adını veriyor, kendisine uymayanları "Hak dine girmeyenler" olarak görüyordu. Vehhâbîlik dinini resmen bu şekilde yaydı ve bu noktada ilâhlık dâvâsında bulundu.
Halkın dalâlete düştüklerini, tarikata girme ve benzeri şeyler yüzünden tevhidin bozulduğunu, bu gibi kimselerin müşrik olduğunu ileri sürerek kan ve mallarının kendisine inananlara helâl olduğunu, onları kılıçla yola getirmenin gerektiğini ilân etti.
Bölge halkına ganimet vaad eden bu sapık fikirler Necd bölgesinin halkına cazip gelmişti. Bu bölge asırlardır bir çok sapıklıklara sahne olmuştu. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'den sonra peygamberlik iddiâsıyla ortaya çıkan Müseyleme'tül-Kezzab, Secah, Tüleyhâ, Esved'ül-Ansî gibi sahtekârlar bu bölgede ortalığı karıştırmışlar, taraftar bulmuşlardı. Bölge daima isyancı grupların merkezi olmaya devam etmişti. Halk yağmacılığa, talana, isyan etmeye, baş kaldırmaya her zaman için meyilli idiler. Çok yaygın bir cehâlet hüküm sürüyordu.
O bölgede pek çok kanlı baskınlar yapıldı. Vehhâbîliği kabul etmeyenler kılıçtan geçirildi, elde edilen malların beşte biri ganimet olarak hazine adı altında Muhammed bin Suûd ve avânesine ayrıldı, kalanı ise savaşa katılan süvari ve yaya çapulcular arasında ikili-birli bölüştürüldü. Bu durum doğrudan doğruya Hazret-i Allah'a ve Resulullah Aleyhisselâm'a karşı açılan bir başkaldırmadır. Vehhâbilik dinine girenleri himâye etti, İslâm dininde olanların mahvına çalıştı.
İşte bu Vehhâbî bozmalarının bu yaptıklarından bazılarını örnek olarak gösteriyorum, müslüman olan bunu yapar mı?
Dikkat edin, kâfirden almıyorlar, müslümanları öldürüp yağmalıyorlar. Ne acı, ne büyük zulüm, ne büyük cehalet.
Bununla bir kâfirin arasında ne fark görebilirsin? O da kâfir, o da kâfir! Vehhâbîlik dinini savunanların kâfir oldukları buradan da görülebilir.

Abdülaziz bin Muhammed bin Suûd:
İbn-i Abdülvehhâb'ın başlattığı bu hareket, Muhammed bin Suûd vasıtasıyla siyasi bir cephe kazandığı için hızla yayıldı. Muhammed bin Suûd pek çok toprak ele geçirdi. Onun 1766'da ölümünden sonra bu toprak kazanma işi ve Vehhâbî isyanlarının askerî ve siyâsî liderliği oğlu Abdülâziz bin Muhammed bin Suûd tarafından devam ettirildi. Bu adam da babasından daha büyük heyecanla İbn-i Abdülvehhâb'a bağlandı.
Abdülaziz bin Muhammed Vehhabîler'in ikinci reisidir. Başa geçtikten sonra, babasının siyasetini takip ederek Vehhâbîlik dinini yaymak için otuz yıl Orta Arabistan'daki muhtelif kabilelerle mücadele etti, çok büyük katliamlar yaptı, pek çok müslümanın canına kıydı. Sözle, kitapla ve mektuplarla başlayan hareket; kılıçla, silâhla sıcak savaşa dönüştü.
1802 yılında Kerbelâ'yı yağmaladılar, Hazret-i Hüseyin -radiyallahu anh-in türbesinin damını yıktılar, mücevherlerle süslü olan sandukasını alıp götürdüler ve bölge halkını vahşice katlettiler.
O tarihlerde Osmanlı Devleti'nin dış düşmanlarla savaş hâlinde olması ve zayıflamaya başlaması ve İngilizler'in de yardım ve teşvikleriyle bozguncu düşünceler halk arasında yayıldı. Kimileri bulundukları bölgelerde etkili oldular, İslâm'a ve müslümanlara büyük darbeler vurdular.
Vehhâbîler kendi inancında olmayanları küfürle itham ettikleri için Hâricîler'e benzemektedirler. Kendi fikirlerine olan zıt fikirleri İslâm'ın dışında olarak kabul ettiler, o fikirde olmayanları tekfir ettiler. Kanlarının mübah olduğunu, mallarının ganimet olarak alınabileceğini, kâfirlere yapılan muameleyi yapmanın onlar için de bahis mevzuu olduğunu söylediler.

Suûd bin Abdülaziz:
Muhammed bin Abdülvehhâb'ın 1792 yılında ölmesine rağmen Vehhâbî hareketi durmadı, hatta daha da hız kazandı. Osmanlılar'ın devlet otoritesinin zayıflığından istifade eden Vehhâbîler, Basra Körfezi civarında hâkimiyet kurdular.
Abdülaziz bin Suûd bin Muhammed'in ölümüyle onun yerine geçen Suûd bin Abdülaziz, sınırlarını genişletmek için saldırılarını artırdı.
Vehhhâbîler 1803-1806 yılları arasında Tâif, Medine ve Mekke'yi ele geçirdiler.
İlk olarak Tâif'i kuşattılar ve ele geçirdiler, şehir yağmalandı. Burada pek çok müslümanı, kadın çocuk demeden acımasızca şehit ettiler. Tekke, zâviye, türbe nevinden her yeri yıktılar. Ele geçirdikleri Tefsir, Hadis ve diğer ilimlerle ilgili pek çok kitabı parçaladılar. Vehhâbî askerleri çok câhil oldukları için, Kur'an-ı kerim'leri diğer kitaplardan ayırt edemediler ve paramparça yaptılar. Bazı Âyet-i kerime'lerin nakşedilmiş bulunduğu tezhipli Kur'an-ı kerim cilt derilerinden çarıklar yapıp ayaklarına giydiler. Öyle ki koca Tâif şehrinde üç tane Kur'an-ı kerim'le bir takım Buhârî-i şerif kaldı.
Bunu bir müslüman yapabilir mi? Asla bir müslüman bu zulmü yapmaz.
Vehhâbîler Tâif'ten sonra Mekke'yi ele geçirdiler. Resulullah Aleyhisselâm'ın, Hazret-i Ebu Bekir, Hazret-i Ömer, Hazret-i Ali, Hazret-i Fâtıma -radiyallahu anhüm- Hazerâtının doğdukları evleri, orada bulunan bütün kubbe ve türbeleri yerle bir ettiler. Ehl-i sünnet âlimlerinden çoğunu sebepsiz yere astılar. Ehl-i sünnet inancında sebât etmek isteyenleri tehdit ettiler.
Suûd bin Abdülaziz Cumâ hutbelerinden halifeye yapılan duâyı kaldırttı.
Tevbe sûre-i şerif'indeki:
"Ey iman edenler! Müşrikler ancak bir pisliktirler. Onun içindir ki bu yıllarından sonra artık Mescid-i haram'a yaklaşmasınlar." (Tevbe: 28)
Âyet-i kerime'sini delil göstererek müslümanları müşrik saydığını ilân etti ve yedi sene Mekke-i mükerreme'ye sokmadı.
Vehhâbîler kalabalık yerlere tellâllar çıkartarak: "Suûd bin Abdülaziz'in dinine girin!" diyerek müslümanları İbn-i Abdülvehhâb'ın görüşlerini kabule zorladılar.
Görülüyor ki doğrudan doğruya İslâm dinine cephe aldı, Vehhâbîliği bir din olarak kabul etti.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"Allah katında din İslâm'dır." (Âl-i imrân: 19)
Buyurduğu halde Hazret-i Allah'a ve Resulullah Aleyhisselâm'a karşı geldi, Kitabullah'ı inkâr etti ve kendi dinini ilân etti.
Ey Vehhâbî bozmaları! Buna bir itirazınız var mı? Bunu hangi Âyet-i kerime ve hangi Hadis-i şerif'le izah edebilirsiniz?
Bütün bu zulümler olurken, Vehhâbîler'e karşı savaşan Şerif Galip, Osmanlı Devleti'nin yardım göndermemesine, Hicaz bölgesinin Vehhâbîler'in eline geçmesine ve Haremeyn halkının eşkiyanın esaretine düşmesine çok üzülüyordu. Bir yandan da hâlâ yardım geleceği ümidini besliyor, hatta Suûd bin Abdülaziz'i tehdit etmekten geri durmuyordu.
Ancak bütün bu tehditler Suûd'un zulmünü azaltmadı, aksine gurur ve kibrini daha da artırdı.
Bundan sonra Vehhâbî ordusu Medine'ye yöneldi. Suûd bin Abdülaziz, Medine halkına bir mektup yazarak, asırlardır hak din üzere olan müslümanları kendi dinine dâvet etti. Medine halkı bu mektup üzerine hayli korktularsa da müsbet veya menfî bir cevap veremediler. Bunun üzerine Vehhâbîler Medine üzerine yürüdüler ve halkı muhasara ederek aç ve susuz bıraktılar. Kendi görüşlerini kabul ederlerse onları affedeceğini söylediler. Onlar da başka çare kalmadığından ve en azından oyalamak için onun bu ağır tekliflerini kabul ettiler.
Vehhâbîler ilk iş olarak Medine'de ne kadar kubbe varsa hepsini yerle bir ettiler. Her türbenin kubbesini de o türbenin türbedârına yıktırdılar. Ancak halkın galeyanı üzerine Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in mübarek mezarı üzerindeki Kubbe-i hadrâ'yı bıraktılar.
Abdülaziz bin Suûd Medine halkına hitaben yaptığı küfür dolu konuşmasının bir noktasında:
"Peygamber'in kabri başında önceleri olduğu gibi durarak, tâzim için salât-ü selâm getirmek çirkin bir davranıştır ve çirkin bid'atlardan olduğu için Vehhâbî diyanetince yasaktır."dedi.
Ben de diyorum ki bunu diyen müşriktir.
Zira Allah-u Teâlâ:
"Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber (Muhammed)e çok salât ve senâ ederler.
Ey iman edenler! Siz de ona salât-ü selâm getirin ve tam bir teslimiyetle gönülden teslim olun." (Ahzâb: 56)
Âyet-i kerime'si ile Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine Zât-ı akdes'inin ve meleklerin salât-ü selâm getirdiğini duyuruyor ve ümmet-i Muhammed'e emir buyuruyor. Bu kâfir ise böyle söylüyor, bu Âyet-i kerime'yi inkâr ediyor. Kendi dinini kuvvetlendirmek için Allah-u Teâlâ'nın emrini hiçe sayıyor, hakikatin yerine bid'atları yerleştirmek istiyor. Bundan ötürü şirk koşmuşlardır ve müşrik olmuşlardır.
Medine halkı bu zulümlere sabrediyor, Vehhâbîler'i oyalamaya çalışıyordu. "Hilâfet-i İslâmiye merkezinden elbette asker gönderirler." diye düşünüyorlardı. Tam üç sene sabırla beklediler, asker gelmeyince İstanbul'a bir heyet gönderdiler. Fakat görüştükleri kimseler, durumu padişaha etraflıca bildirmediler. O sıralarda da devletin başında bir hayli gâile vardı, bunun içindir ki bu mühim husus ile ilgilenemediler.
Vehhâbîler 1811 yılında kuzeyde Halep'den Hint okyanusuna, Basra Körfezi ve Irak sınırından doğuda Kızıldeniz'e kadar yayıldılar.
Bu tarihten itibaren Osmanlı Devleti Vehhâbîler'in bir tehlike olmaya başladığını farketti, bunlara bir "Hâricî" hareketi olarak bakıldı. Bastırmak için çabalar gösterildi, Mısır ve Bağdat valilerine emirler verildi.
Osmanlı padişahı İkinci Mahmud, Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa'yı bu tehlikeyi bertaraf etmesi için görevlendirdi. Kavalalı, 1812-1813 yılında oğlu Tosun emrinde Vehhâbîler'in üzerine bir ordu gönderdi. Bu ordu Mekke-i mükerreme, Medine-i münevvere ve Tâif'i Vehhhâbîler'in elinden kurtardı.
Daha sonra Kavalalı bizzat kendisi, Abdullah bin Suûd'un üzerine yürüdü. Vehhâbîler her ne kadar direndilerse de, 1814'te Abdülaziz'in âni olarak ölümü üzerine bozguna uğradılar, kuvvetleri dağıldı.
1818'de Kavalalı'nın kumandanı İbrahim Paşa Der'iyye'ye giderek isyancıları bastırdı. Muhammed bin Abdülvahhab'ın oğlu Der'iyye kadısı Süleyman'ı da öldürdü. İbn-i Abdülvehhâb'ın diğer oğlu Ali de Hacc'da yakalanarak öldürüldü. Abdülaziz'in yerine geçen oğlu Abdullah'ı ve çocuklarını yakalayarak İstanbul'a gönderdi. Bunlar 17 Aralık 1819'da burada idam edildiler. Böylece Vehhâbîler'in ilk dönemi kapanmış oldu.
Ancak Vehhâbî hareketi durmadı. Savaştan kaçıp kurtulmayı başaran Suûd hânedânından Türkî bin Abdullah, Vehhâbî kuvvetlerini toplayarak Necd bölgesinde yeniden faaliyete geçti. Riyad'ı başşehir yaparak 1821'de ikinci Vehhâbî devletini kurdu.
Bu yönetim başlangıçta askeri hareketlerle, 1843'ten sonra da Osmanlı Devleti'ne tâbi olmayı kabul ederek 1891'e kadar ayakta kalmayı başardı.

II. Abdülaziz bin Suûd'dan Bugüne:
1891'de dağılan bu yönetimi uzun bir mücadeleden sonra Suûd hânedânından II. Abdülaziz bin Suûd 1902 yılında yeniden toplayarak Riyad merkezli Vehhâbî yönetiminin kuruluşunu ilân etti.
II. Abdülaziz, Arabistan yarımadasında gücünü artırmak için İngilizler'le işbirliği yaptı. Sonraki yıllarda Arabistan'ın diğer bölgelerini de ele geçirerek topraklarını genişletti. Abdülaziz 26 Aralık 1915'te İngiltere ile özel bir anlaşma imzaladı. Bu anlaşmaya göre Necd, Hasa, Katif, Cubeyl ve kendisine bağlı olan bölgelerin mutlak hükümdarı olarak tanındı. İngilizler de muazzam paralarla bunlara destek sağladı. Anlaşmaya göre Abdülaziz'in ele geçirdiği toprakların kesin yönetimi ona âit olacak, ondan sonra da yönetim çocuklarına geçecekti. Ancak bu toprakların yöneticileri hiçbir şekilde İngiltere'nin aleyhinde olmayacaklardı.
Birinci Dünya Savaşı'nın Osmanlı Devleti'nin aleyhine sonuçlanması üzerine, İngilizlerin de araya girmesiyle Osmanlı Devleti 1918 yılı sonlarında Medine'den çekildi. Vehhâbîler bundan sonra, Hâşimîler'in elinde kalan Mekke, Medine, Cidde ve Tâif'i ele geçirdiler. Abdülaziz bin Suûd 1926 yılının Ocak ayında "Necd ve Hicaz kralı" olarak kabul edildi. 17 Mayıs 1927'de İngilizler'le yapılan Cidde anlaşmasından sonra tam olarak bağımsız hâle geldi.
18 Eylül 1932'de Abdülaziz bin Suûd, ünvanını "Suûdî Arabistan Kralı" olarak değiştirdi. 4 Kasım 1953'de ölümüne kadar da Arabistan kralı olarak yaşadı. Krallığı boyunca Vehhâbî zihniyetini canlandırmak için çalıştı.
Onun arkasından oğlu Suûd bin Abdülaziz kral oldu. Onun 2 Kasım 1964'te ölümünden sonra yerine kardeşi Faysal bin Abdülaziz geçti. Onun 13 Haziran 1982'de ölümünden sonra da yerine kardeşi Fahd bin Abdülaziz geçti. Fahd, kardeşleri ile arasındaki saltanat rekabetinde Amerika'dan destek gördü ve krallığa geçmesinden sonra bu memleketi tamamen Amerika'nın güdümüne soktu. O'da ölünce yerine kardeşi Abdullah geçti.
Hülasâ-i kelâm; Vehhâbîlik sadece Arap yarımadasında kalmamış, kısa zamanda harice de taşmıştır. Hacc için bu bölgeye gelenler Vehhâbîlik'ten etkilenmişler, memleketlerine dönünce bu sapkın fikirleri yaymaya çalışmışlardır.

Sözümüz Araplar'a Değil;
İslâm Dininden Çıkmış, Dinini Kurmuş Vehhâbîler'edir.



 

alitufan2003

Profesör
Katılım
27 Ağu 2013
Mesajlar
1,370
Tepkime puanı
11
Puanları
0
Konum
Yalova
Abdülaziz bin Suûd Medine halkına hitaben yaptığı küfür dolukonuşmasının bir noktasında:"Peygamber'in kabri başında önceleri olduğugibi durarak, tâzim için salât-ü selâm getirmek çirkin bir davranıştır veçirkin bid'atlardan olduğu için Vehhâbî diyanetince yasaktır." dedi.
OysaAllah-u Teâlâ:"Şüphesiz Allah vemelekleri Peygamber (Muhammed)e çok salât ve senâ ederler.Ey imanedenler! Siz de ona salât-ü selâm getirin ve tam bir teslimiyetle gönüldenteslim olun." (Ahzâb:56)

Âyet-ikerime'si ile Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine Zât-ı akdes'ininve meleklerin salât-ü selâm getirdiğini duyuruyor ve ümmet-i Muhammed'e emirbuyuruyor.Bu Âyet-i kerime'yi resmen inkâr ettiler.Kabir ve türbe düşmanlığı bubidatçilerin mirasıdır.


Cennet-ül Bakî

VEHHABİLER YIKMADAN ÖNCEKİ HALİ:

MUHTEVİYATI NEYDİ:

1)
"Dâru'l-hüzn"
2)"Kubbe-iEhl-i Beyt"Hazret-iHasan, Hazret-i Hüseyin'in oğlu Hazret-i Zeynelabidin, Hazret-i Zeynelabidin'inoğlu Hazret-i Muhammed el Bâkır, Hazret-i Muhammed el Bakır'ın oğlu Hazret-iCafer el Sadık ve Peygamber -s.a.v- Efendimiz'in amcası Hazret-i Abbas.
3) "Kubbe-i Benâtu'n-Nebi"Peygamber -s.a.v- Efendimiz'in kızları; Hazret-iRukiye, Hazret-i Ümmü Gülsüm ve Hazret-i Zeynep.
4) "Kubbe-i Ezvâc-ı Mutahharât"Peygamber -s.a.v- Efendimiz'in Hazret-iHatice ve Hazret-i Meymune dışındaki bütün zevceleri burada medfundur.
5)Peygamber-s.a.v- Efendimiz'in amcasının oğlu Hazret-i Akîl İbn Ebu Tâlip ve Peygamber-s.a.v- Efendimiz'in amcasının torunu Hazret-i Abdullah el Cevâd bin Cafer elTayyâr.
6) "Kubbe-i Hazret-i İbrahim İbn Resulullah"Peygamber -s.a.v- Efendimiz'in oğlu Hazret-iİbrahim ve Hazret-i Osman bin Maz'un.
7)"Kubbe-iHazret-i İmam Malik ve Hazret-i Nafi'"
8)"Kubbe-iHazret-i Osman bin Affân"
9) "Kubbe-i Murziatü'l-Mürselîn Hazret-iHalimetu's-Sa'diyye"Peygamberimiz'insüt annesi Hazret-i Halime.
10)"Kubbe-iHazret-i Fatıma bin Esed"Hazret-iAli -r.anh-ın annesi.
Cennet-ülBakî'de ayrıca Ashâb-ı kiram'ın ileri gelenlerinden Abdurrahman bin Avf, Sadbin Ebu Vakkâs, Abdullah bin Mes'ud, Suheyl bin Sinan ve Ebu Hureyre-radiyallahu anhüm- Hazerâtı medfundur.

Medine1806'da istila edilince Cennet-ül Bâki'de yer alan mezar taşları ve türbeleryıkılmıştır. Sultan II. Abdulhamid Han zamanında mezar taşları onarılmış,türbeler yeniden yapılmış olup üste görülen fotoğraf bu zamanı göstermektedir.Fakat 1926'da Osmanlı'nın Kutsal Topraklardan çekilmesiyle yeniden yıkılarak aşağıdaki fotoğrafta görüldüğü gibi bugünkü halini almıştır.

VEHHABİLER YIKTIKTAN SONRAKİ HALİ:​
 

alitufan2003

Profesör
Katılım
27 Ağu 2013
Mesajlar
1,370
Tepkime puanı
11
Puanları
0
Konum
Yalova
Cennet-ül Muâllâ

VEHHABİLER YIKMADAN ÖNCEKİ HALİ:


1) "Kubbetü's-Seyyida Âmine" Peygamberimiz -s.a.v- Efendimiz'in annesi.
2) "Kubbe-i Ehl-i Beyt" Peygamberimiz -s.a.v- Efendimiz'in amcası ve diğer akrabaları.
3) "Kubbetü'l Haticetü'l-Kübrâ Peygamberimiz -s.a.v- Efendimiz'in ilk hanımı Hazret-i Haticetü'l-Kübrâ.


Evliya Çelebi "Seyahatname"sinde Osmanlılar döneminde Cennet-ül Muâllâ'da Peygamberimiz -s.a.v- Efendimiz'in dedesi, amcası, diğer Ashâb-ı kiram ve İslâm büyüklerine ait yetmiş beş adet türbe bulunduğundan bahsetmektedir.



VEHHABİLER YIKTIKTAN SONRAKİ HALİ:​
 

alitufan2003

Profesör
Katılım
27 Ağu 2013
Mesajlar
1,370
Tepkime puanı
11
Puanları
0
Konum
Yalova
İBRETLİK BİR VAK'A- PEYGAMBERİMİZİN NAAŞINI ÇALMAYA YELTENDİLER!!!

"Âlimlerin, velilerin kabirleri üzerine türbe yapmak cahillerin hakaretlerinden korumak içindir."
Nitekim ehl-i küfür bilhassa Peygamber Efendimiz'in -sallallahu aleyhi ve sellem- naaş-ı şerif'lerine kastetme niyetinde olmuştur.
İki tane gayr-i müslim, Endülüs'ten Medine'ye gelerek Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-in vücud-u şeriflerini kaçırmak niyetiyle müslüman kılık ve kıyafetine girerek hacca gelmiş gibi Medine'ye girmişler, Mescid-i Nebevî'nin kıble tarafından Kabr-i şerif'e çok yakın bir eve yerleşmişlerdi.
Bunlar, namazları mescidde kılıp Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-in kabrini ziyaret ediyorlar, her sabah Bâkî Kabristanı'na, cumartesi günleri de Kuba Mescidi'ne gidiyorlardı.
Kılık kıyafetleri ve fakirlere yaptıkları yardımlarla halkın güvenini kazanmayı başaran bu kişiler, geceleri bulundukları evden Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-in kabrine doğru gizlice tünel kazmışlar, çıkan toprakları torbalara doldurarak kabirleri ziyaret bahanesiyle Cennet'ül-Bakî Kabristanı'na dökmüşlerdi. Kazdıkları tünel, Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-in kabrine iyice yaklaşmıştı.
İşte tam bu sırada adaletli bir hükümdar olan Selçuklu Atabeyi Nureddin Mahmud Zengi (1146–1174) teheccüd namazını kılıp yatmıştı. Rüyasında Resulullah Aleyhisselâm'ı gördü. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz iki yabancıyı göstererek, "Ey Nureddin! Beni bunlardan kurtar!" dedi.
Hükümdar, bu rüyanın tesiriyle bağırarak uyandı. Abdest alıp namaz kıldıktan sonra yattı. Yine aynı rüyayı gördü. Yine feryat ederek uyandı. O gece aynı rüyayı üç defa görünce kalktı ve iyi bir insan olan veziri Cemaleddin Mavsilî'yi yanına çağırdı ve gördüğü rüyayı anlattı. İstişare ederek Medine'ye gitmeye karar verdiler. Kimseye duyurmadan hükümdar, veziri ile beraber yirmi süvari ve pek çok eşya ile Şam'dan yola çıktılar, gece-gündüz devam ederek 16 günde Medine'ye vardılar. Hükümdar, abdest alıp, Mescid-i Nebevî'ye girerek iki rekat namaz kıldı ve Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-i ziyaret etti.
Medine halkı hükümdarın yanına toplanmıştı. Vezir, "Hükümdar, peygamberimizi ziyaret maksadı ile gelmiş, yanında da sizlere hediye getirmiştir. Medinelilerin isimlerini yazın." dedi. Onlar da bütün Medinelilerin isimlerini yazdılar. Bu isimlere göre herkes gelip hükümdardan hediyesini almaya başladı. Bundan maksat, Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-in rüyada "Beni bunlardan kurtar." dediği o iki kişiyi tanıyıp tespit etmekti. Bunun için halk hediyeleri hükümdarın huzuruna gelerek aldılar. Bu esnada hükümdar gelenlere dikkatle bakıyordu.
Herkes hediyelerini aldı. İsim listeleri bitti. Fakat hükümdar bu gelenler arasında peygamberimiz tarafından rüyada kendisine gösterilen iki kişiyi gösteremedi. Bunun üzerine; "Hediye almayan kimse kaldı mı?" diye sordu. Orada bulunanlar dediler ki:
"Kimse kalmadı. Ancak Endülüs'ten gelen iki kişi var. Onlar kimseden bir şey almazlar. İhtiyaç sahiplerine sadaka vermektedirler."
Hükümdar onların da yanına getirilmesini istedi. Onlar huzura getirildiler. Hükümdar onların rüyada kendisine gösterilen kişiler olduğunu tanıdı ve kendilerine, nereli olduklarını sordu. Onlar da: "Biz Endülüs'ten hac maksadıyla geldik ve bu sene peygamberimizin yakınında bulunmayı arzu ettik." dediler.
Hükümdar nerede kaldıklarını sordu. Mescidin yakınında olduklarını söylediler. Hükümdar onlarla beraber evlerine gitti. Evde süslü kitaplar ve değerli eşyalar gördü. Bu arada halk, onların her gün oruç tuttuklarını, namazları mescidde kıldıklarını ve hiçbir dilenciyi boş çevirmediklerini söyleyerek bunları övüyorlardı.
Nureddin Zengi, odayı dolaştı ve burada serilen hasırı kaldırdı. Baktı ki, altında kazılmış bir tünel var. Tünel, Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-in kabrinin yanına kadar uzanıyordu. Halk methettikleri kişilerin ihanetini görünce hayretler içerisinde kaldı.
Bunun üzerine hükümdar bu iki kişiyi sorguladı. Onlar da gerçekten Müslüman olmadıklarını ve peygamberin vücudunu buradan alıp ülkelerine kaçırmak için görevlendirildiklerini itiraf ettiler. Bunu yapabilmek için derviş kıyafetlerine bürünerek halkı kandırdıktan sonra geceleri tünel kazmaya devam ettiklerini ifade ettiler ve "Peygamberin kabrine iyice yaklaştığımız gece, gök gürültüsü ve şimşekler öyle bir sarsıntı meydana getirdi ki, sanki dağlar yerinden oynayacaktı. Bundan fena halde korktuk ve sabahleyin de sizin geldiğinizi haber aldık." dediler.
Nurettin Zengi Peygamber Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-in kabrinin çevresinde derin hendek kazdırdı ve bu hendeği kurşun eriterek doldurdu. Böylece kabr-i Saadet, çepeçevre kurşunla muhafaza altına alınmış oldu. (H. 557, Miladi 1162)
Yine "Saltuknâme" adlı eserde belirtildiğine göre; hıristiyan hükümdarlar bir gün papanın huzurunda toplanmışlar, Türklere karşı ne gibi tedbirler alacaklarını konuşuyorlardı. Bir papaz "Peygamberlerinin naaşını çalalım. Türkler'in enselerine sille vurup Peygamber'lerini ziyaret ettirelim!" diye akıl verdi. Küffar beyleri papazın bu fikrini çok beğendiler. Ancak Papa, bu suikastin ne büyük tehlikeler doğuracağını tahmin edebilecek kadar zeki bir kimse idi: "Aman ha! Türkler'i üstümüze salarsınız, 'Bizim Peygamber'imiz nerede ise biz de oraya varalım!' derler!" diyerek, onları bu sakat ve tehlikeli fikirden vazgeçirmeye çalıştı. (Ebu'l-Hayr-ı Rûmî, "Saltuknâme", s. 315-316)

 

alitufan2003

Profesör
Katılım
27 Ağu 2013
Mesajlar
1,370
Tepkime puanı
11
Puanları
0
Konum
Yalova
Abdülaziz bin Suûd Medine halkına hitaben yaptığı küfür dolukonuşmasının bir noktasında:"Peygamber'in kabri başında önceleri olduğugibi durarak, tâzim için salât-ü selâm getirmek çirkin bir davranıştır veçirkin bid'atlardan olduğu için Vehhâbî diyanetince yasaktır." dedi.
OysaAllah-u Teâlâ:"Şüphesiz Allah vemelekleri Peygamber (Muhammed)e çok salât ve senâ ederler.Ey imanedenler! Siz de ona salât-ü selâm getirin ve tam bir teslimiyetle gönüldenteslim olun." (Ahzâb:56)

Âyet-ikerime'si ile Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine Zât-ı akdes'ininve meleklerin salât-ü selâm getirdiğini duyuruyor ve ümmet-i Muhammed'e emirbuyuruyor.Bu Âyet-i kerime'yi resmen inkâr ettiler.Kabir ve türbe düşmanlığı bubidatçilerin mirasıdır.


Cennet-ül Bakî

VEHHABİLER YIKMADAN ÖNCEKİ HALİ:


MUHTEVİYATI NEYDİ:

1)
"Dâru'l-hüzn"
2)"Kubbe-iEhl-i Beyt"Hazret-iHasan, Hazret-i Hüseyin'in oğlu Hazret-i Zeynelabidin, Hazret-i Zeynelabidin'inoğlu Hazret-i Muhammed el Bâkır, Hazret-i Muhammed el Bakır'ın oğlu Hazret-iCafer el Sadık ve Peygamber -s.a.v- Efendimiz'in amcası Hazret-i Abbas.
3) "Kubbe-i Benâtu'n-Nebi"Peygamber -s.a.v- Efendimiz'in kızları; Hazret-iRukiye, Hazret-i Ümmü Gülsüm ve Hazret-i Zeynep.
4) "Kubbe-i Ezvâc-ı Mutahharât"Peygamber -s.a.v- Efendimiz'in Hazret-iHatice ve Hazret-i Meymune dışındaki bütün zevceleri burada medfundur.
5)Peygamber-s.a.v- Efendimiz'in amcasının oğlu Hazret-i Akîl İbn Ebu Tâlip ve Peygamber-s.a.v- Efendimiz'in amcasının torunu Hazret-i Abdullah el Cevâd bin Cafer elTayyâr.
6) "Kubbe-i Hazret-i İbrahim İbn Resulullah"Peygamber -s.a.v- Efendimiz'in oğlu Hazret-iİbrahim ve Hazret-i Osman bin Maz'un.
7)"Kubbe-iHazret-i İmam Malik ve Hazret-i Nafi'"
8)"Kubbe-iHazret-i Osman bin Affân"
9) "Kubbe-i Murziatü'l-Mürselîn Hazret-iHalimetu's-Sa'diyye"Peygamberimiz'insüt annesi Hazret-i Halime.
10)"Kubbe-iHazret-i Fatıma bin Esed"Hazret-iAli -r.anh-ın annesi.
Cennet-ülBakî'de ayrıca Ashâb-ı kiram'ın ileri gelenlerinden Abdurrahman bin Avf, Sadbin Ebu Vakkâs, Abdullah bin Mes'ud, Suheyl bin Sinan ve Ebu Hureyre-radiyallahu anhüm- Hazerâtı medfundur.

Medine1806'da istila edilince Cennet-ül Bâki'de yer alan mezar taşları ve türbeleryıkılmıştır. Sultan II. Abdulhamid Han zamanında mezar taşları onarılmış,türbeler yeniden yapılmış olup üste görülen fotoğraf bu zamanı göstermektedir.Fakat 1926'da Osmanlı'nın Kutsal Topraklardan çekilmesiyle yeniden yıkılarak aşağıdaki fotoğrafta görüldüğü gibi bugünkü halini almıştır.

VEHHABİLER YIKTIKTAN SONRAKİ HALİ:​
 

Kaptan

Mecra Yazarı
Katılım
9 Ocak 2012
Mesajlar
15,445
Tepkime puanı
1,111
Puanları
0
Konum
Giresun
Valla ben suudlulara hic kizmiyorum evet belki asiri tepki gosteriyorlar ama Hani haceru'l esved tasina dokunmak icin milleti ezip gecme pahasina bu tavri sergileyenler acaba kabirlerin basinda neler yapmazlardi. Dusunmek bile istemiyorum.

Bu anlamda biat edilen agacin kutsallastirildigini goren Hz Omer'in agaci kestirmesi manidardir.
 

alitufan2003

Profesör
Katılım
27 Ağu 2013
Mesajlar
1,370
Tepkime puanı
11
Puanları
0
Konum
Yalova
İmanınız varsa işte ölçü, işte tartı!

Hicretin dokuzuncu yılında İslâmiyet artık maddi ve mânevî kuvvet bulmuş, müslümanların eline birçok maddi imkânlar geçmiş, durumları oldukça düzelmişti.
Her türlü imkâna kavuşmuş olmasına rağmen, Resulullah Aleyhisselâm hiç iltifat etmiyor, sade ve mütevâzi yaşayışına devam ediyordu.
Meşrebe diye anılan çardakta bir ay kadar yalnız başına kalmıştı, sabah ve akşam yemeğini yalnız başına yedi.
Bu durumu öğrenen Ashâb-ı kiram telâşa kapıldılar. İçlerinden bazıları Mescid'de mahzun mahzun oturuyor, küçük çakıl taşlarıyla oynayarak içlerindeki sıkıntıyı açığa vuruyorlardı, bazıları da ağlıyordu.
Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- izin alarak Resulullah Aleyhisselâm'ın huzuruna girdi. Beline bir ihram bağlayıp hurma lifinden yapılmış bir hasır üzerine uzanmış olduğunu gördü, selâm verdi. Vücudundaki hasır izlerini görünce dayanamadı, ağlamaya başladı.
Resulullah Aleyhisselâm: "Niye ağlıyorsun yâ Ömer!" diye sorduğunda: "Yâ Resulellah! Ne diye ağlamayayım ki? Kisrâlar, Kayserler dünyanın zevk ve sefâsını sürerken, siz Allah katında en seçkin kul olduğunuz halde böyle bir hayat sürüyorsunuz!"dedi.
Resulullah Aleyhisselâm buyurdu ki:
"Yâ Ömer! Dünya onların, ahiretin de bizim olmasına râzı değil misin?"
Hazret-i Ömer -radiyallahu anh-:"Râzıyım!" diye cevap verdi.
(Ahmed bin Hanbel)

Bir Resulullah Aleyhisselâm'ın yaşayışına bakın, bir de onların yaşayışına bakın!

Öyle lüks içinde yaşıyorlar ki, Küçük bir devletin bütçesi kadar bir parayı yazlık için harcıyorlar. İsrafın haddi hesabı yok!
Sarayların sayısı ve masrafı belli bile değil.

"
Çırağan'da seferberlik
Kral
Abdullah, bugün Ankara'da... Sezer ile görüşecek... Yarın, yatırım üssü olarak seçtiği İstanbul'a geçecek. İlk hedefi, ABD Houston'dakine benzer bir sağlık merkezi kurmak. Bu amaçla Kurtköy'de arazi bakılıyor.

Kral ve ailesi için Çırağan'da 11 süit, 5 Ağustos'tan itibaren kapatıldı. 60 limuzin kiralandı... Kral'ın güzergâhında trafik kapanacak. Cep telefonları geçici süreyle kesilecek...

Geceliği 20 bin dolar
Çırağan Sarayı'nın ihtişamlı Sultan Süiti ekstra ultra lüks! 12 kişilik yemek masasının bulunduğu yemek odası, özel mutfak, misafir banyoları ve daha neler neler...

Çok rahat edecek
Mobilyalar, dünyanın en ünlü tasarımcılarının imzasını taşıyor.

Banyoya halı döşendi
Çırağan'daki banyoya kral kaymasın diye el dokuması halı döşendi.."

Bunca israf bunca masraf İslâm'a uyar mı?
Oysa Allah-u Teâlâ ahirette kullarına zerreden sual sormayacak mı?


Âyet-i kerime'lerinde buyurur ki:
"Kim zerre kadar bir iyilik yapmışsa onun mükâfatını görür. Kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onun cezâsını görür." (Zilzâl: 7-8)
İlâhî adalet tecelli edecek, herkes bu ilâhî adaletin icabı olarak ya mükâfat veya mücâzat görecek.
Bunların bu hareketi İslâm'a uyuyor mu?
İslâm bu mudur, İslâm'da bu var mıdır? Bu taşkınlık İslâm'a yakışır mı? Resulullah Aleyhisselâm böyle mi yaşadı? Resulullah Aleyhisselâm'ın yaşayışına bakın, bir de bunların durumuna bir bakın! Size kıyas veriyoruz. Bunların neresine kandınız, neresine inandınız? Onları tasdik ettiğiniz zaman siz de küfre girmiş oluyorsunuz!

 

Kaptan

Mecra Yazarı
Katılım
9 Ocak 2012
Mesajlar
15,445
Tepkime puanı
1,111
Puanları
0
Konum
Giresun
Burada Suud devletini savunan bir kisi var midir bilmiyorum.
 

Havas

Kısıtlı Erişim
Katılım
19 Ocak 2012
Mesajlar
4,432
Tepkime puanı
71
Puanları
0
Abdülaziz bin Suûd Medine halkına hitaben yaptığı küfür dolukonuşmasının bir noktasında:"Peygamber'in kabri başında önceleri olduğugibi durarak, tâzim için salât-ü selâm getirmek çirkin bir davranıştır veçirkin bid'atlardan olduğu için Vehhâbî diyanetince yasaktır." dedi.
OysaAllah-u Teâlâ:"Şüphesiz Allah vemelekleri Peygamber (Muhammed)e çok salât ve senâ ederler.Ey imanedenler! Siz de ona salât-ü selâm getirin ve tam bir teslimiyetle gönüldenteslim olun." (Ahzâb:56)

Âyet-ikerime'si ile Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine Zât-ı akdes'ininve meleklerin salât-ü selâm getirdiğini duyuruyor ve ümmet-i Muhammed'e emirbuyuruyor.Bu Âyet-i kerime'yi resmen inkâr ettiler.Kabir ve türbe düşmanlığı bubidatçilerin mirasıdır.


Cennet-ül Bakî

VEHHABİLER YIKMADAN ÖNCEKİ HALİ:

MUHTEVİYATI NEYDİ:

1)
"Dâru'l-hüzn"
2)"Kubbe-iEhl-i Beyt"Hazret-iHasan, Hazret-i Hüseyin'in oğlu Hazret-i Zeynelabidin, Hazret-i Zeynelabidin'inoğlu Hazret-i Muhammed el Bâkır, Hazret-i Muhammed el Bakır'ın oğlu Hazret-iCafer el Sadık ve Peygamber -s.a.v- Efendimiz'in amcası Hazret-i Abbas.
3) "Kubbe-i Benâtu'n-Nebi"Peygamber -s.a.v- Efendimiz'in kızları; Hazret-iRukiye, Hazret-i Ümmü Gülsüm ve Hazret-i Zeynep.
4) "Kubbe-i Ezvâc-ı Mutahharât"Peygamber -s.a.v- Efendimiz'in Hazret-iHatice ve Hazret-i Meymune dışındaki bütün zevceleri burada medfundur.
5)Peygamber-s.a.v- Efendimiz'in amcasının oğlu Hazret-i Akîl İbn Ebu Tâlip ve Peygamber-s.a.v- Efendimiz'in amcasının torunu Hazret-i Abdullah el Cevâd bin Cafer elTayyâr.
6) "Kubbe-i Hazret-i İbrahim İbn Resulullah"Peygamber -s.a.v- Efendimiz'in oğlu Hazret-iİbrahim ve Hazret-i Osman bin Maz'un.
7)"Kubbe-iHazret-i İmam Malik ve Hazret-i Nafi'"
8)"Kubbe-iHazret-i Osman bin Affân"
9) "Kubbe-i Murziatü'l-Mürselîn Hazret-iHalimetu's-Sa'diyye"Peygamberimiz'insüt annesi Hazret-i Halime.
10)"Kubbe-iHazret-i Fatıma bin Esed"Hazret-iAli -r.anh-ın annesi.
Cennet-ülBakî'de ayrıca Ashâb-ı kiram'ın ileri gelenlerinden Abdurrahman bin Avf, Sadbin Ebu Vakkâs, Abdullah bin Mes'ud, Suheyl bin Sinan ve Ebu Hureyre-radiyallahu anhüm- Hazerâtı medfundur.

Medine1806'da istila edilince Cennet-ül Bâki'de yer alan mezar taşları ve türbeleryıkılmıştır. Sultan II. Abdulhamid Han zamanında mezar taşları onarılmış,türbeler yeniden yapılmış olup üste görülen fotoğraf bu zamanı göstermektedir.Fakat 1926'da Osmanlı'nın Kutsal Topraklardan çekilmesiyle yeniden yıkılarak aşağıdaki fotoğrafta görüldüğü gibi bugünkü halini almıştır.

VEHHABİLER YIKTIKTAN SONRAKİ HALİ:​
allah buraları düzleyenlerden razı olsun!müslümanım mezar ehli ile işi olmaz.
 

alitufan2003

Profesör
Katılım
27 Ağu 2013
Mesajlar
1,370
Tepkime puanı
11
Puanları
0
Konum
Yalova
allah buraları düzleyenlerden razı olsun!müslümanım mezar ehli ile işi olmaz.

övdüğün müşriklerin durumu...



Vehhâbîler 1803-1806 yılları arasında Tâif, Medine ve Mekke'yi ele geçirdiler.

İlk olarak Tâif'i kuşattılar ve ele geçirdiler, şehir yağmalandı. Burada pek çok müslümanı, kadın çocuk demeden acımasızca şehit ettiler. Tekke, zâviye, türbe nevinden her yeri yıktılar. Ele geçirdikleri Tefsir, Hadis ve diğer ilimlerle ilgili pek çok kitabı parçaladılar. Vehhâbî askerleri çok câhil oldukları için, Kur'an-ı kerim'leri diğer kitaplardan ayırt edemediler ve paramparça yaptılar. Bazı Âyet-i kerime'lerin nakşedilmiş bulunduğu tezhipli Kur'an-ı kerim cilt derilerinden çarıklar yapıp ayaklarına giydiler. Öyle ki koca Tâif şehrinde üç tane Kur'an-ı kerim'le bir takım Buhârî-i şerif kaldı.
Bunu bir müslüman yapabilir mi? Asla bir müslüman bu zulmü yapmaz.
Vehhâbîler Tâif'ten sonra Mekke'yi ele geçirdiler. Resulullah Aleyhisselâm'ın, Hazret-i Ebu Bekir, Hazret-i Ömer, Hazret-i Ali, Hazret-i Fâtıma -radiyallahu anhüm- Hazerâtının doğdukları evleri, orada bulunan bütün kubbe ve türbeleri yerle bir ettiler. Ehl-i sünnet âlimlerinden çoğunu sebepsiz yere astılar. Ehl-i sünnet inancında sebât etmek isteyenleri tehdit ettiler.
Suûd bin Abdülaziz Cumâ hutbelerinden halifeye yapılan duâyı kaldırttı.
Tevbe sûre-i şerif'indeki:
"Ey iman edenler! Müşrikler ancak bir pisliktirler. Onun içindir ki bu yıllarından sonra artık Mescid-i haram'a yaklaşmasınlar." (Tevbe: 28)
Âyet-i kerime'sini delil göstererek müslümanları müşrik saydığını ilân etti ve yedi sene Mekke-i mükerreme'ye sokmadı.
Vehhâbîler kalabalık yerlere tellâllar çıkartarak: "Suûd bin Abdülaziz'in dinine girin!" diyerek müslümanları İbn-i Abdülvehhâb'ın görüşlerini kabule zorladılar.
Görülüyor ki doğrudan doğruya İslâm dinine cephe aldı, Vehhâbîliği bir din olarak kabul etti.Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"Allah katında din İslâm'dır." (Âl-i imrân: 19)
Buyurduğu halde Hazret-i Allah'a ve Resulullah Aleyhisselâm'a karşı geldi, Kitabullah'ı inkâr etti ve kendi dinini ilân etti.Ey Vehhâbî bozmaları! Buna bir itirazınız var mı? Bunu hangi Âyet-i kerime ve hangi Hadis-i şerif'le izah edebilirsiniz?
Vehhâbîler'e karşı savaşan Şerif Galip, Osmanlı Devleti'nin yardım göndermemesine, Hicaz bölgesinin Vehhâbîler'in eline geçmesine ve Haremeyn halkının eşkiyanın esaretine düşmesine çok üzülüyordu. Bir yandan da hâlâ yardım geleceği ümidini besliyor, hatta Suûd bin Abdülaziz'i tehdit etmekten geri durmuyordu.
Ancak bütün bu tehditler Suûd'un zulmünü azaltmadı, aksine gurur ve kibrini daha da artırdı.
Bundan sonra Vehhâbî ordusu Medine'ye yöneldi. Suûd bin Abdülaziz, Medine halkına bir mektup yazarak, asırlardır hak din üzere olan müslümanları kendi dinine dâvet etti. Medine halkı bu mektup üzerine hayli korktularsa da müsbet veya menfî bir cevap veremediler. Bunun üzerine Vehhâbîler Medine üzerine yürüdüler ve halkı muhasara ederek aç ve susuz bıraktılar. Kendi görüşlerini kabul ederlerse onları affedeceğini söylediler. Onlar da başka çare kalmadığından ve en azından oyalamak için onun bu ağır tekliflerini kabul ettiler.
Vehhâbîler ilk iş olarak Medine'de ne kadar kubbe varsa hepsini yerle bir ettiler. Her türbenin kubbesini de o türbenin türbedârına yıktırdılar. Ancak halkın galeyanı üzerine Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in mübarek mezarı üzerindeki Kubbe-i hadrâ'yı bıraktılar.
Abdülaziz bin Suûd Medine halkına hitaben yaptığı küfür dolu konuşmasının bir noktasında:
"Peygamber'in kabri başında önceleri olduğu gibi durarak, tâzim için salât-ü selâm getirmek çirkin bir davranıştır ve çirkin bid'atlardan olduğu için Vehhâbî diyanetince yasaktır."dedi.
Bunu diyen müşriktir.


Zira Allah-u Teâlâ:
"Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber (Muhammed)e çok salât ve senâ ederler.
Ey iman edenler! Siz de ona salât-ü selâm getirin ve tam bir teslimiyetle gönülden teslim olun." (Ahzâb: 56)
Âyet-i kerime'si ile Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine Zât-ı akdes'inin ve meleklerin salât-ü selâm getirdiğini duyuruyor ve ümmet-i Muhammed'e emir buyuruyor. bu Âyet-i kerime'yi inkâr ediyor. Kendi dinini kuvvetlendirmek için Allah-u Teâlâ'nın emrini hiçe sayıyor,

 

Havas

Kısıtlı Erişim
Katılım
19 Ocak 2012
Mesajlar
4,432
Tepkime puanı
71
Puanları
0
övdüğün müşriklerin durumu...



Vehhâbîler 1803-1806 yılları arasında Tâif, Medine ve Mekke'yi ele geçirdiler.

İlk olarak Tâif'i kuşattılar ve ele geçirdiler, şehir yağmalandı. Burada pek çok müslümanı, kadın çocuk demeden acımasızca şehit ettiler. Tekke, zâviye, türbe nevinden her yeri yıktılar. Ele geçirdikleri Tefsir, Hadis ve diğer ilimlerle ilgili pek çok kitabı parçaladılar. Vehhâbî askerleri çok câhil oldukları için, Kur'an-ı kerim'leri diğer kitaplardan ayırt edemediler ve paramparça yaptılar. Bazı Âyet-i kerime'lerin nakşedilmiş bulunduğu tezhipli Kur'an-ı kerim cilt derilerinden çarıklar yapıp ayaklarına giydiler. Öyle ki koca Tâif şehrinde üç tane Kur'an-ı kerim'le bir takım Buhârî-i şerif kaldı.
Bunu bir müslüman yapabilir mi? Asla bir müslüman bu zulmü yapmaz.
Vehhâbîler Tâif'ten sonra Mekke'yi ele geçirdiler. Resulullah Aleyhisselâm'ın, Hazret-i Ebu Bekir, Hazret-i Ömer, Hazret-i Ali, Hazret-i Fâtıma -radiyallahu anhüm- Hazerâtının doğdukları evleri, orada bulunan bütün kubbe ve türbeleri yerle bir ettiler. Ehl-i sünnet âlimlerinden çoğunu sebepsiz yere astılar. Ehl-i sünnet inancında sebât etmek isteyenleri tehdit ettiler.
Suûd bin Abdülaziz Cumâ hutbelerinden halifeye yapılan duâyı kaldırttı.
Tevbe sûre-i şerif'indeki:
"Ey iman edenler! Müşrikler ancak bir pisliktirler. Onun içindir ki bu yıllarından sonra artık Mescid-i haram'a yaklaşmasınlar." (Tevbe: 28)
Âyet-i kerime'sini delil göstererek müslümanları müşrik saydığını ilân etti ve yedi sene Mekke-i mükerreme'ye sokmadı.
Vehhâbîler kalabalık yerlere tellâllar çıkartarak:"Suûd bin Abdülaziz'in dinine girin!" diyerek müslümanları İbn-i Abdülvehhâb'ın görüşlerini kabule zorladılar.
Görülüyor ki doğrudan doğruya İslâm dinine cephe aldı, Vehhâbîliği bir din olarak kabul etti.Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"Allah katında din İslâm'dır." (Âl-i imrân: 19)
Buyurduğu halde Hazret-i Allah'a ve Resulullah Aleyhisselâm'a karşı geldi, Kitabullah'ı inkâr etti ve kendi dinini ilân etti.Ey Vehhâbî bozmaları! Buna bir itirazınız var mı? Bunu hangi Âyet-i kerime ve hangi Hadis-i şerif'le izah edebilirsiniz?
Vehhâbîler'e karşı savaşan Şerif Galip, Osmanlı Devleti'nin yardım göndermemesine, Hicaz bölgesinin Vehhâbîler'in eline geçmesine ve Haremeyn halkının eşkiyanın esaretine düşmesine çok üzülüyordu. Bir yandan da hâlâ yardım geleceği ümidini besliyor, hatta Suûd bin Abdülaziz'i tehdit etmekten geri durmuyordu.
Ancak bütün bu tehditler Suûd'un zulmünü azaltmadı, aksine gurur ve kibrini daha da artırdı.
Bundan sonra Vehhâbî ordusu Medine'ye yöneldi. Suûd bin Abdülaziz, Medine halkına bir mektup yazarak, asırlardır hak din üzere olan müslümanları kendi dinine dâvet etti. Medine halkı bu mektup üzerine hayli korktularsa da müsbet veya menfî bir cevap veremediler. Bunun üzerine Vehhâbîler Medine üzerine yürüdüler ve halkı muhasara ederek aç ve susuz bıraktılar. Kendi görüşlerini kabul ederlerse onları affedeceğini söylediler. Onlar da başka çare kalmadığından ve en azından oyalamak için onun bu ağır tekliflerini kabul ettiler.
Vehhâbîler ilk iş olarak Medine'de ne kadar kubbe varsa hepsini yerle bir ettiler. Her türbenin kubbesini de o türbenin türbedârına yıktırdılar. Ancak halkın galeyanı üzerine Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in mübarek mezarı üzerindeki Kubbe-i hadrâ'yı bıraktılar.
Abdülaziz bin Suûd Medine halkına hitaben yaptığı küfür dolu konuşmasının bir noktasında:
"Peygamber'in kabri başında önceleri olduğu gibi durarak, tâzim için salât-ü selâm getirmek çirkin bir davranıştır ve çirkin bid'atlardan olduğu için Vehhâbî diyanetince yasaktır."dedi.
Bunu diyen müşriktir.


Zira Allah-u Teâlâ:
"Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber (Muhammed)e çok salât ve senâ ederler.
Ey iman edenler! Siz de ona salât-ü selâm getirin ve tam bir teslimiyetle gönülden teslim olun." (Ahzâb: 56)
Âyet-i kerime'si ile Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine Zât-ı akdes'inin ve meleklerin salât-ü selâm getirdiğini duyuruyor ve ümmet-i Muhammed'e emir buyuruyor. bu Âyet-i kerime'yi inkâr ediyor. Kendi dinini kuvvetlendirmek için Allah-u Teâlâ'nın emrini hiçe sayıyor,


nenen muşrikmiş?insanları neen böyle cahilane yaftalıyorsun...mezar başında en çok sen ve senin gibiler ağlayıp ,ölülerin türbe haklarını korudu diye en şamil musluman sen ve senin gibilermi zannediyorsun?
koskoca makalende islam adına ne var?
mezar aşkını din sayan birinin sızlanışı...sen şu mezarlıktan çıkta önce dinini ,hadislerden değil kuranı kerimden öğren!

çamur attığın ibni teymiyye k.s hazretleri ve muhammet bin abdul vehhab hazretlerinin haytlarını iyi oku.

imam gazzalinin haclılarca kudusun işgaline hiç sesi çıkmadı haçlı işgallerine bir tane

yazısıda yok neden acaba?
 

çelebiler

Kıdemli Üye
Katılım
4 Ocak 2013
Mesajlar
7,457
Tepkime puanı
211
Puanları
0
Cennet-ül Muâllâ

VEHHABİLER YIKMADAN ÖNCEKİ HALİ:


1) "Kubbetü's-Seyyida Âmine" Peygamberimiz -s.a.v- Efendimiz'in annesi.
2) "Kubbe-i Ehl-i Beyt" Peygamberimiz -s.a.v- Efendimiz'in amcası ve diğer akrabaları.
3) "Kubbetü'l Haticetü'l-Kübrâ Peygamberimiz -s.a.v- Efendimiz'in ilk hanımı Hazret-i Haticetü'l-Kübrâ.


Evliya Çelebi "Seyahatname"sinde Osmanlılar döneminde Cennet-ül Muâllâ'da Peygamberimiz -s.a.v- Efendimiz'in dedesi, amcası, diğer Ashâb-ı kiram ve İslâm büyüklerine ait yetmiş beş adet türbe bulunduğundan bahsetmektedir.



VEHHABİLER YIKTIKTAN SONRAKİ HALİ:​

Neden yıkmışlar bu türbeleri?
 

alitufan2003

Profesör
Katılım
27 Ağu 2013
Mesajlar
1,370
Tepkime puanı
11
Puanları
0
Konum
Yalova
nenen muşrikmiş?insanları neen böyle cahilane yaftalıyorsun...mezar başında en çok sen ve senin gibiler ağlayıp ,ölülerin türbe haklarını korudu diye en şamil musluman sen ve senin gibilermi zannediyorsun?
koskoca makalende islam adına ne var?
mezar aşkını din sayan birinin sızlanışı...sen şu mezarlıktan çıkta önce dinini ,hadislerden değil kuranı kerimden öğren!

çamur attığın ibni teymiyye k.s hazretleri ve muhammet bin abdul vehhab hazretlerinin haytlarını iyi oku.

imam gazzalinin haclılarca kudusun işgaline hiç sesi çıkmadı haçlı işgallerine bir tane

yazısıda yok neden acaba?


Hazret diye övdüğü kişinin islam'a ihaneti:


Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerifler’inde:
“Münafık adamlara ‘Efendi’ diye hitap etmeyin. Zira o, efendi denilerek büyütülecek olursa, Allah’ın sevmediğini tâzim ettiğinizden dolayı, Aziz ve Celil olan Rabbinizin gadabını celbetmiş olursunuz.” buyurmuştur. (Ebu Dâvud)



Muhammed bin Abdülvehhâb (1703-1792):

Muhammed bin Abdülvehhâb 1703 yılında Arabistan’ın Riyad şehrine yetmiş kilometre uzaklıkta bulunan Uyeyne köyünde doğdu. İlk tahsilini kadı olan babasından aldı, daha sonra Mekke ve Medine’de tahsiline devam etti. Bu tahsili esnasında İbn-i Teymiyye’nin akâid ve fıkha dâir eserlerini ciddiyetle incelemiş, onun çarpık görüşlerinin etkisi altında kalmış, katı bir taassupla büyük bir bağlılık göstermiştir. Daha sonra da kendisini müçtehid zannedip çıkmıştır.
Mekke ve Medine’yi merkez edinerek çalışmaya başladığında pek ciddiye alınmadığı için Basra’ya geçti. Babası Abdülvehhâb bin Süleyman iyi bir müslümandı, çevresinde âlim olarak tanınıyordu. Oğlunun bozuk fikirler yaydığını görünce karşı çıktı, peşinden gidilmemesini var kuvvetiyle halka duyurmaya çalıştı.
İbn-i Abdülvehhâb birçok yerler dolaştıktan sonra tekrar doğum yeri olan Uyeyne’ye geldi. Oranın emiri olan Osman bin Hamd ile yakınlık kurdu ve onu kendisine inandırarak görüşlerini kabul ettirdi, altıyüz kişilik gücünden faydalandı. Daha sonra Uyeyne’nin mühim bir ismi haline geldi. Etrafında kendisini dinleyen ve destek veren büyük bir kalabalık çevrelendi.
İbn-i Abdülvehhâb kendi sapık görüşlerini yaymak için “Kitabu’l-Tevhid” adında bir kitap yazmıştır.
Kendine uymayanları kılıçla yola getirmek gerektiği üzerinde duruyordu. Ona göre bu hususta her türlü baskı uygulanabilirdi.
İbn-i Abdülvehhâb sadece sapık fikirlerini yaymakla kalmıyor, bunları zorla kabul ettirmeye çalışıyordu. Bu durum halkı korku ve endişeye sevketti. Bunun üzerine o civarın kuvvetli kabilelerinden biri olan Hâlid oğullarının reisi Süleyman bin Üreyir’e başvurarak yardım istediler. O da Uyeyne emiri Osman’dan İbn-i Abdülvehhâb’ı oradan sürmesini istedi.
İbn-i Abdülvehhâb orada barınamayarak Riyad’a yakın bir yer olan Der’iyye’ye yerleşti. Oranın emiri ve en nüfuzlu adamı Muhammed bin Suûd ile anlaştı ve işbirliği yaptı. Böylece görüşlerine siyasi bir güç kazandırmış oldu. Bu işbirliğinden Vehhâbî isyanları doğdu. İsyancılar Osmanlılar’dan bağımsız olarak kendi inanç ve düşüncelerine göre şekillenen bir devlet kurmak istiyorlardı. İbn-i Abdülvehhâb sapık fikirlerini yaymak için sağlam bir maddî desteğe kavuşurken, Muhammed bin Suûd da kendi nüfuzunu genişleterek Arap yarımadasına sahip olmak için fırsat elde etmiş oldu.
Bazı kabile reisleri de İbn-i Suûd gibi yaptılar ve İbn-i Abdülvehhâb’ın bâtıl fikirlerini kabul ettiler. İbn-i Abdülvehhâb da güçlenerek daha rahat çalışma fırsatı yakaladı. İslâm dinini saflaştırmak bahanesiyle bedevîleri etkisi altına almaya başladı. Çünkü onlar İslâmiyet hakkında şümullü bilgiye sahip değillerdi.
Arabistan topraklarının Osmanlı idaresinde olduğu dönemde bu bölgede Vehhâbî dininin temeli 1744’te işte böyle atıldı. Hicaz bölgesini istilâ ederek, oraları abluka altına aldı.

İbn-i Abdülvehhâb Der’iyye’de sapık fikirlerini yaymaya başladı, orada dersler düzenledi. Komşu kabilelerin emirlerine mektuplar yazarak fikirlerini aktardı. Kısa zamanda etrafında kalabalıklar toplandı.
Bu sapık adam kendisine uyanlara “Muvahhidler” adını veriyor, kendisine uymayanları “Hak dine girmeyenler” olarak görüyordu. Vehhâbîlik dinini resmen bu şekilde yaydı ve bu noktada ilâhlık dâvâsında bulundu.

Halkın dalâlete düştüklerini, tarikata girme ve benzeri şeyler yüzünden tevhidin bozulduğunu, bu gibi kimselerin müşrik olduğunu ileri sürerek kan ve mallarının kendisine inananlara helâl olduğunu, onları kılıçla yola getirmenin gerektiğini ilân etti.
Bölge halkına ganimet vaad eden bu sapık fikirler Necd bölgesinin halkına cazip gelmişti. Bu bölge asırlardır bir çok sapıklıklara sahne olmuştu. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizden sonra peygamberlik iddiâsıyla ortaya çıkan Müseyleme’tül-Kezzab, Secah, Tüleyhâ, Esved’ül-Ansî gibi sahtekârlar bu bölgede ortalığı karıştırmışlar, taraftar bulmuşlardı. Bölge daima isyancı grupların merkezi olmaya devam etmişti. Halk yağmacılığa, talana, isyan etmeye, baş kaldırmaya her zaman için meyilli idiler. Çok yaygın bir cehâlet hüküm sürüyordu.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde Tevrat’taki âyetleri tebdil ve tahrif eden yahudi âlimlerinin durumunu anlattıktan sonra, onların peşinden giden avam halkın durumunu da haber vermekte ve her iki grubun aynı derecede sapıklık içerisinde olduklarını beyan buyurmaktadır:

“Onlardan bir kısmı okuma yazması olmayan ümmidirler, kitabı anlamazlar. Bir takım bâtıl şeyleri onlar sadece zanneder dururlar.” (Bakara: 78)
Saptırıcı önderleri izleyen kimseler, hiçbir bilgiye sahip olmaksızın körü körüne ve aptalca peşlerinden gittikleri, hakikata kulak vermedikleri, bir takım zan ve kuruntulara saplandıkları için dalâlete düşmüşlerdir.
Sonra Allah-u Teâlâ mal, menfaat, makam ve şöhret için peşlerinde sürükledikleri halkı sapıklığa düşüren önderleri Âyet-i kerime’sinde şu şekilde açıklamaktadır:
“Kitab’ı elleriyle yazıp da sonra onu az bir para ile satabilmek için: ‘Bu Allah katındandır.’ diyenlere yazıklar olsun!
Ellerinin yazdıklarından ötürü vay haline onların! Kazandıkları vebalden ötürü vay haline onların!”
(Bakara: 79)
Bu Âyet-i kerime her ne kadar İsrâiloğullarından söz ederken zikredilmişse de hükmü elbette ki umûmidir.
İnsanları Hakk’tan uzaklaştırarak, ebedî azaba sürükleyen bu saptırıcılığın vebali şüphesiz ki çok büyüktür.

O bölgede pek çok kanlı baskınlar yapıldı. Vehhâbîliği kabul etmeyenler kılıçtan geçirildi, elde edilen malların beşte biri ganimet olarak hazine adı altında Muhammed bin Suûd ve avânesine ayrıldı, kalanı ise savaşa katılan süvari ve yaya çapulcular arasında ikili-birli bölüştürüldü. Bu durum doğrudan doğruya Hazret-i Allah’a ve Resulullah Aleyhisselâm’a karşı açılan bir başkaldırmadır. Vehhâbilik dinine girenleri himâye etti, İslâm dininde olanların mahvına çalıştı.

İşte bu Vehhâbî bozmalarının bu yaptıklarından bazılarını örnek olarak gösteriyorum, müslüman olan bunu yapar mı?
Bununla bir kâfirin arasında ne fark görebilirsin? O da kâfir, o da kâfir! Vehhâbîlik dinini savunanların kâfir oldukları buradan da görülebilir.
 

Hakperest

Kıdemli Üye
Katılım
13 May 2013
Mesajlar
10,139
Tepkime puanı
3,184
Puanları
113
Konum
:::::YerKüre:::::
@alitufan2003 vehhabilerden kasdın selefiler mi
hacca giden müslümanlar kafirler ardında mı namaz kılıyor demeye getiriyorsun
 

çelebiler

Kıdemli Üye
Katılım
4 Ocak 2013
Mesajlar
7,457
Tepkime puanı
211
Puanları
0
Cennet-ül Muâllâ

VEHHABİLER YIKMADAN ÖNCEKİ HALİ:


1) "Kubbetü's-Seyyida Âmine" Peygamberimiz -s.a.v- Efendimiz'in annesi.
2) "Kubbe-i Ehl-i Beyt" Peygamberimiz -s.a.v- Efendimiz'in amcası ve diğer akrabaları.
3) "Kubbetü'l Haticetü'l-Kübrâ Peygamberimiz -s.a.v- Efendimiz'in ilk hanımı Hazret-i Haticetü'l-Kübrâ.


Evliya Çelebi "Seyahatname"sinde Osmanlılar döneminde Cennet-ül Muâllâ'da Peygamberimiz -s.a.v- Efendimiz'in dedesi, amcası, diğer Ashâb-ı kiram ve İslâm büyüklerine ait yetmiş beş adet türbe bulunduğundan bahsetmektedir.



VEHHABİLER YIKTIKTAN SONRAKİ HALİ:​

Bu türbelerin neden yıkıldığını bilen var mı???
 

Mesihçi

Ordinaryus
Katılım
29 Ara 2011
Mesajlar
2,212
Tepkime puanı
91
Puanları
0
Vahhabiler bugünki Suud yönetimine hakimdirler. Ellerinden gelse kabeyi de yıkarlar. Onlar her türlü sembolün yok edilmesi gerektiğine böylece putperestlikten korunulacağına inanırlar. Medine deki Hz. Muhammed türbesini de yıkmayı denedikleri bilinir. Kafir denebilir mi onlara? Bunu Müslümanlara bırakıyorum. Ama Mekke'yi yönetenlerin İslam'dan çok Amerika'ya hizmet ettiği bilinen bir gerçektir. Suudi kralları her konuda Amerika ve İsrael yanında taraf tutarlar. Bu yüzden onlara batıdan kimse diktatör demez ve ayıplamaz.
 

Kaptan

Mecra Yazarı
Katılım
9 Ocak 2012
Mesajlar
15,445
Tepkime puanı
1,111
Puanları
0
Konum
Giresun
Turbe yikmakla kimse kafir olmaz. Ama kufre dustukleri cok daha baska konular var.
 

alitufan2003

Profesör
Katılım
27 Ağu 2013
Mesajlar
1,370
Tepkime puanı
11
Puanları
0
Konum
Yalova
@alitufan2003 vehhabilerden kasdın selefiler mi
hacca giden müslümanlar kafirler ardında mı namaz kılıyor demeye getiriyorsun

Bu beyanlar asla Ehl-i sünnet vel-cemaat olan Araplar’a değildir. Onlara saygı ve sevgimiz sonsuzdur, öyle olması da gerekir!!!!...
Sözümüz Araplar’a değil, İslâm dininden çıkmış, dinini kurmuş Vehhâbîler’edir.

Sen şimdi her sözünün altına şöyle bir imza atıyorsun...Pusulamız KUR'AN ve SÜNNET...

Allah-u Teâlâ’nın nuru, âlemlerin gurur ve sürûru Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) sünnet-i seniye’sini açıkça inkâr ettikleri için tüm bu yazılanlar...Yani senin o imzan da laf ola beri gele için değilse zaten anlaman lazımdı..


Sahâbe-i kiram Hazerâtının evlerini yıkanlar, mübarek kabr-i şerif’lerinin üzerinden buldozerlerle geçenler, ehl-i sünnet âlimlerinden çoğunu sebepsiz yere asanlar, İslâm’ın ilk dönemlerinden kalma mescidleri tahrip edenler, ne kadar kubbe varsa hepsini yerle bir edenler, her türbenin kubbesini de o türbenin türbedârına yıktıranlar, halka zulümler yapanlar, kendi dinlerini açıkça ilân etmişlerdir zaten.


Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:"Bir kimse ebeveyninin veya onlardan birisinin Cuma günü kabrini ziyaret ederek Yâsin-i şerif okursa, küçük günahları affedilir." (Münâvî)
"Kabirleri ziyaret ediniz. Zira ahireti hatırınıza getirir."(İbn-i Mâce)

Kabristana varınca selâm vermelidir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz kabristana vardıklarında şöyle buyururlardı:
"Ey müminler yurdunun sakinleri! Allah'ın selâmı üzerinize olsun. İnşaallah biz de sizlere katılacağız." (Ebu Dâvud)
Enes -radiyallahu anh-den rivayete göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Miraca çıktığım gece Musa (Aleyhisselâm)ın yanından geçtim. O kabrinde namaza durmuştu." (Müslim)

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Gözlerim uyur kalbim uyumaz." (Buhârî)
Hayatta da olsa, âhirete inkikal ettikten sonra da olsa izn-i ilâhi ile kendisinden istimdat edenlerin imdadına yetişir.
Bunun da delili şu Hadis-i şerif'tir:
"İşlerinizde sıkıştığınız zaman kabir ehlinden yardım isteyiniz." (Keşfül-hafâ)
Bu da ancak Allah-u Teâlâ'nın rûhâniyetle kudsî ruhla desteklediği kullarda olur, başkasında tecelli etmez.

ECDADIMIZIN SERGİLEDİĞİ EDEP

Necip Türk milleti, mukaddes beldelere gösterilmesi gereken edep tavrını en güzel bir şekilde sergilemiştir.
Yavuz Sultan Selim’den itibaren bütün padişahlar “Hadimü’l-Harameyn” (Mekke ve Medine’nin hizmetkârı) anlayışı ile hareket etmişlerdir.
Kâbe-i Muazzama’nın etrafında, onun boyunu geçmeyecek şekilde bir yapılanmaya gidilmesi,Hicaz demiryolu yapılırken, demiryolunun Medine’ye ulaştığı esnâda, Abdülhamid Han Hazretleri’nin hususi talimatıyla, gürültü yapacak aletlere keçe sarılarak beldede medfûn bulunan Ehl-i Beyt’in ruhlarının rahatsız edilmemesine azami dikkat ve özen gösterilmesi, Medine müdafii Fahreddin Paşa’nın Ravza-i Mutahhara’yı her sabah bizzat kendisinin süpürmesi de bu inceliklerden sadece birkaçıdır. Ecdadımız, değerliye değer verdiği için değer bulmuştur.
 

çelebiler

Kıdemli Üye
Katılım
4 Ocak 2013
Mesajlar
7,457
Tepkime puanı
211
Puanları
0
Bu beyanlar asla Ehl-i sünnet vel-cemaat olan Araplar’a değildir. Onlara saygı ve sevgimiz sonsuzdur, öyle olması da gerekir!!!!...
Sözümüz Araplar’a değil, İslâm dininden çıkmış, dinini kurmuş Vehhâbîler’edir.

Vahhabiler türbe yıktıkları için mi din kurmuş oldular?

Sen şimdi her sözünün altına şöyle bir imza atıyorsun...Pusulamız KUR'AN ve SÜNNET...

Allah-u Teâlâ’nın nuru, âlemlerin gurur ve sürûru Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) sünnet-i seniye’sini açıkça inkâr ettikleri için tüm bu yazılanlar...Yani senin o imzan da laf ola beri gele için değilse zaten anlaman lazımdı..


Sahâbe-i kiram Hazerâtının evlerini yıkanlar, mübarek kabr-i şerif’lerinin üzerinden buldozerlerle geçenler, ehl-i sünnet âlimlerinden çoğunu sebepsiz yere asanlar, İslâm’ın ilk dönemlerinden kalma mescidleri tahrip edenler, ne kadar kubbe varsa hepsini yerle bir edenler, her türbenin kubbesini de o türbenin türbedârına yıktıranlar, halka zulümler yapanlar, kendi dinlerini açıkça ilân etmişlerdir zaten.


Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:"Bir kimse ebeveyninin veya onlardan birisinin Cuma günü kabrini ziyaret ederek Yâsin-i şerif okursa, küçük günahları affedilir." (Münâvî)
"Kabirleri ziyaret ediniz. Zira ahireti hatırınıza getirir."(İbn-i Mâce)

Kabristana varınca selâm vermelidir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz kabristana vardıklarında şöyle buyururlardı:
"Ey müminler yurdunun sakinleri! Allah'ın selâmı üzerinize olsun. İnşaallah biz de sizlere katılacağız." (Ebu Dâvud)
Enes -radiyallahu anh-den rivayete göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Miraca çıktığım gece Musa (Aleyhisselâm)ın yanından geçtim. O kabrinde namaza durmuştu." (Müslim)

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Gözlerim uyur kalbim uyumaz." (Buhârî)
Hayatta da olsa, âhirete inkikal ettikten sonra da olsa izn-i ilâhi ile kendisinden istimdat edenlerin imdadına yetişir.
Bunun da delili şu Hadis-i şerif'tir:
"İşlerinizde sıkıştığınız zaman kabir ehlinden yardım isteyiniz." (Keşfül-hafâ)
Bu da ancak Allah-u Teâlâ'nın rûhâniyetle kudsî ruhla desteklediği kullarda olur, başkasında tecelli etmez.
Mekkeli müşrikler de ölmüşlerinden yardım istiyordu.Hiç Peygamber böyle birşey söylemiş olabilir mi?Bu Peygambere iftira değil midir?

ECDADIMIZIN SERGİLEDİĞİ EDEP
Necip Türk milleti, mukaddes beldelere gösterilmesi gereken edep tavrını en güzel bir şekilde sergilemiştir.
Yavuz Sultan Selim’den itibaren bütün padişahlar “Hadimü’l-Harameyn” (Mekke ve Medine’nin hizmetkârı) anlayışı ile hareket etmişlerdir.
Kâbe-i Muazzama’nın etrafında, onun boyunu geçmeyecek şekilde bir yapılanmaya gidilmesi,Hicaz demiryolu yapılırken, demiryolunun Medine’ye ulaştığı esnâda, Abdülhamid Han Hazretleri’nin hususi talimatıyla, gürültü yapacak aletlere keçe sarılarak beldede medfûn bulunan Ehl-i Beyt’in ruhlarının rahatsız edilmemesine azami dikkat ve özen gösterilmesi, Medine müdafii Fahreddin Paşa’nın Ravza-i Mutahhara’yı her sabah bizzat kendisinin süpürmesi de bu inceliklerden sadece birkaçıdır. Ecdadımız, değerliye değer verdiği için değer bulmuştur.

Belki de bu gereksiz tazimler yüzünden Allah o toprakları ecdadımızın elinden almıştır.Ne dersin?
 
Üst