Yalnız Kurancılar

agbi

Yasaklı
Katılım
2 Kas 2006
Mesajlar
25
Tepkime puanı
382
Puanları
0
Konum
İzmir
cübbeli ahmetin yukarıda videoda bahsettiği (05:45 saniyeye bakılabilir) çarşaflı emine şenlikoğlu dur. eskilerde mahmut efendiye intisabı olan emine şenlikoğlu , şimdilerde mustafa islamoğlundan besleniyor.

http://www.youtube.com/watch?v=FSA5xS72yv8


Cübbeli Hoca Emine Hnm dan ÖZÜR DİLEMEDİMİ ?


Cübbeli’nin cevabı şöyle oldu:

Bu çok eski bir şey. Bazı vaazlarda meseleler var, detaylı hatırlamıyorum da. Ama sonra cezaevinde beni ziyarete geldi. İki kere ziyarete geldi. Ve geldi görüştük ettik. Ablamızdır. Ben ilmi reddiyeler falan yapabilirim. Ben orda kendisinden şahsi bazı şeylerde özür de diledim. Konu böylece kapandı.

Habervaktim.com
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Arkadaşlar, bakın bendeniz size bir türlü akledemediğiniz bir gerçeği söylim mi ? Bunlar var ya bunlar yani, yalnız kurancı, modensit, reformist, oryantalist, şaşılar dip yüksel, ihsan eliaçık, abdulaziz bayındır, yaşar nuri öztürk, mehmet okuyan, caner taslaman,... vd
bunların hepsini bir çuvala koyup büyük bir terazinin bir kefesine oturtacaksın; terazinin diğer kefesine de bir balya saman koyup tartacaksın! Hayretle ve şaşkınlıkla göreceksiniz ki, balya saman ağır basacaktır.
 

MÜTEŞEKKÜR

Kıdemli Üye
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
6,938
Tepkime puanı
198
Puanları
0
İslamın içine öyle ettiler ki müslümanların kafalarını karıştırıp bid'at çıkaran, itikadı bozuk ve reform yapmaya çalışan ne kadar ilahiyatçılar varsa cümlesi cehenneme gireceklerdir.

Ameller hususunda müsamaha varsa da itikat hususunda hiç bir yanılmanın ve eksikliğin affı yoktur.Bundan dolayı şirkin dışındaki günahlar hakkında Allah’ın dilemesine bağlı olarak affı mağfiret sözü varsa da şirk üzere ölenin asla affedilmeyeceği, Cennet yüzü görmeyip Cehennemden çıkamayacağı kesindir.

Öyleyse ebedi kurtuluş arayan herkesin her şeyden evvel iman konusu üzerinde durarak Allah indinde yüzünü ak edecek sağlam bir inanca sahip olması gerekir.
Ancak şu var ki her: “İnandım” diyenin imanı Allah katında muteber değildir.

Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) de ar kasından ümmetinin yetmiş üç fırkaya ayrılacağını, bunlardan yetmiş ikisinin dalalette kalıp “Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat” tan ibaret olan tek bir fırkanın kurtulacağını defaatla açıklamıştır.

Bunu reformcuların kendilerine sormak gerekir, fakat niyetleri iyi olsa bile, dinde reform yapmak dinsizlik olur. Dinî hükümleri koyan Allahü teâlâdır. Bir hükmünü değiştirmek, o hükmü beğenmemek olur. Allah'ın koyduğu hükmü beğenmeyen elbette kâfir olur. Allahü teâlâ,(Resulüme uyun!) buyuruyor. Resulullah'ın koyduğu hükmü beğenmeyip değiştiren de kâfir olur. Resulullah da, (Âlimler benim varislerimdir) buyuruyor. İmam-ı a’zam Ebu Hanife hazretleri ve diğer müctehid imamlar, Resulullah’ın vârisidir. Vârisini yok saymak, onları vâris tayin eden Resulullah'ı yok saymak olur.

Müctehid imamlar, ictihadlarında hata etse bile, Allahü teâlâ onlara sevab veriyor. Reformcu yazar, sevab olan bu ictihada, niye kırmızı renk görmüş boğa gibi saldırıyor ki? Müctehid imamların ictihadları dinde senet değil midir? Bu reformcular, müctehid âlimlerin sözbirliği olan icma’ı bile delil kabul etmiyorlar. Ama kendi görüşlerini din gibi ortaya atarak reformu savunuyorlar. Hâlbuki dinimizde noksanlık yok ki reform yapılsın! İmam-ı Rabbani hazretleri buyurdu ki:
Kur'an-ı kerimde, mealen,
(Bugün dininizi tamamladım, size din olarak İslamiyet’i verdim) buyuruluyor. Dini noksan sanıp, tamamlamaya [dinde reform yapmaya] çalışmak, bu âyete inanmamak olur.
(Mektubat 1/260)

Bu reformcular, "Mezhep imamlarının ictihadları, dinin emirlerini arttırmış, dini zorlaştırmıştır" diyorlar. Hâlbuki ictihad Kur’an-ı kerim ve hadis-i şeriflerin manalarını açığa çıkarır, emirleri arttırmaz, değiştirmez. Bunlar ise, hem yetkili müctehid âlimlerin ictihadlarına karşı çıkıyorlar, hem de kendileri, yetkisiz oldukları hâlde, ictihad yapıyoruz diyerek müctehid imamlarımızın Kur’an-ı kerim ve hadis-i şeriflerden çıkardıkları hükümleri ortadan kaldırmaya, böylece dinî yıkmaya çalışıyorlar. Müctehid imamlara saldıran bu türedilere itibar edilmemelidir.Aşağıda ki ayet net bir şekilde sırat-ı müstekîmi göstermiştir.Başka gidilecek yol yoktur.


“Şüphesiz ki işte bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. (Başka) yollara uymayın. Çünkü O yollar sizi onun (Allah’ın) yolundan ayırır. İşte sakınmanız için (Allah) size bunları vasiyet (emr) etti.”(En’am Suresi:153)
 

alitufan2003

Profesör
Katılım
27 Ağu 2013
Mesajlar
1,370
Tepkime puanı
11
Puanları
0
Konum
Yalova
ŞAŞIRMAMAK LAZIM,ÇÜNKÜ AHİR ZAMAN
En Şerli Kişiler:

Dini İslâm’ı asliyetinden çıkarmaya çalışan, safiyetinden uzaklaştırmaya çalışan bu türemelere hayret etmeyin. Zira seyyiat zamanıdır.“İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecektir ki İslâm’ın yalnız ismi, Kur’an’ın ise resmi kalacak. Mescidler dış görünüşleri ile mamur, fakat içleri hidayetten mahrum olacak.
Onların âlimleri gök kubbe altındakilerin en şerlileridir. Fitne onlardan çıktı ve yine onlara dönecektir.” (Beyhaki)
Yani bunlar kendilerini âlim sıfatına koyuyorlar. Gayeleri din-i İslâm’ı ifsad edip aslından çıkarmak, küfre meydan bırakmak.


HADİS-İ ŞERİFLERİ İNKAR KÜFÜRDÜR!!!

Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Âyet-i kerime’sinde:
“Biz hiç bir peygamberi, Allah’ın izni ile kendisine itaat edilmesinden başka bir hikmetle göndermedik.” buyuruyor. (Nisâ: 64)
Ona itaat etmekle Allah-u Teâlâ’nın emrine itaat edilmiş olur. Ona itaat etmeyen ise Allah-u Teâlâ’ya da, gönderdiğine de iman ve itaat etmemiş olur.
Şimdi bu bir Âyet-i kerime’dir. Âyet-i kerime’de “İtaat et!” buyruluyor. Bir tek Âyet-i kerime’yi dahi inkâr eden kâfir olur.
Resulullah Aleyhisselâm’a itaat etmek, getirmiş olduğu esasların hepsini kabul etmeyi, Sünnet-i seniyye’sine sımsıkı sarılmayı, ahlâkı ile ahlâklanıp edebiyle edeplenmeyi gerektirir.

Âyet-i kerime’de:

“Resulullah size ne verdiyse onu alın, neyi yasak ettiyse ondan sakının!” buyuruluyor. (Haşr: 7)
Bu emr-i ilâhîyi bizzat Hazret-i Allah buyuruyor ve iman edenlere duyuruyor. Binaenaleyh Resulullah Aleyhisselâm’ın Hadis-i şerif’lerini ve beyanlarını hafife alanlar gerçekten imansız ve saptırıcıdırlar. Bunlar yolun başına oturmuş, halkı saptıran, âhir zaman ulemâsıdır. Halkı dinden imandan ayırıyorlar.


“Resulüm gördün mü o nefis arzusunu ilâh edineni, ona sen mi vekil olacaksın? (Onu şirkten sen mi koruyacaksın?)” (Furkan: 43)
Nefsinin arzusunu ilâh edindiği için şirke düşmüş, şeytanın yolunda gittiği için İslâm dininden çıkmıştır.
Bu din hırsızları hakkında Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyurmaktadır:
“Onlar hakikaten kendilerinin bir şey üzerinde bulunduklarını sanırlar. İyi bilin ki onlar yalancılardır. Şeytan onları istilâ etmiş, onlara Allah’ı anmayı bile unutturmuştur. Onlar şeytan fırkasıdır. İyi bilin ki, asıl kayba uğrayanlar şeytan taraftarı olanlardır.” (Mücâdele: 18-19)


Resulullah Aleyhisselâm’ın her emrine itaat etmek farz olup, aykırı hareket etmek ise haramdır.
Sıddık-ı Ekber -radiyallahu anh-:
“Resulullah Aleyhisselâm’ın hiç bir sünnetini terk etmedim. Eğer terk edersem, hak ve hidayetten sapıtmadan korkarım.” buyurdular. (Buharî)
İşte gerçek iman edenler bunlardır. Bu sağlam imandan mahrum olanlar ise imansızlıkları sebebiyle onun her emr-i şerif’ini hafife alırlar. Bu adamın hafife alıp küfre kaydığı gibi.
Allah-u Teâlâ kullarına ona uymayı ve yolundan ayrılmamayı emir buyurdu:
“O Peygamber’e uyun ki, doğru yolu bulasınız.” (A’raf: 158)
Bu Âyet-i kerime, Hazret-i Allah ve Resulü’ne uyanların doğru yolda olduğunu beyan ederken, ona uymayıp hafife alanların da doğru yolda olmadığını ilan ediyor.


Ey insanlar! Uyanın, Allah’tan korkun! Âlim sıfatında görünen bu cahilleri tanıyın.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde Peygamber’ine itaati emretmekte, bu adam ise ona itaat edilmemesini istemektedir. Allah’ın emri esastır, mahlukun hükmü yoktur.
“Peygamber’e itaat edin ki rahmete erdirilesiniz.” (Nûr: 56)
Allah-u Teâlâ ona her defasında itaat edilmesini bizzat emir buyuruyor. Ancak ve ancak bu suretle rahmete eriştireceğine vaad-i sübhanisi var. Buna aykırı hareket edenler bu rahmet-i ilahîden mahrumdurlar. Bu Âyet-i kerime’dir. Bu Âyet-i kerime’yi inkâr eden kâfir olur.
“Eğer siz gerçekten müminlerseniz, Allah’a ve Peygamberine itaat ediniz.” (Enfâl: 1)
Bu Âyet-i kerimeler mucibince, Hazret-i Peygamber’e itaat etmeyen ona itaatı hafife alan, dalga geçer gibi sözler sarfeden bu adam rahmet-i ilâhi’den mahrum kalmıştır. Küfre kaymıştır, başkalarını da kaydırmaya çalışıyor.

Allah-u Teâlâ ona itaatı kendisine yapılacak itaatla birlikte emretti. Ona yapılan itaatı kendisine yapılan itaat, ona muvafakatı kendisine muvafakat gibi saydı. İsmini ismiyle birlikte zikretti.
“Peygamber’e itaat eden, muhakkak ki Allah’a itaat etmiş olur.” (Nisâ: 80)
Buradan da anlaşılıyor ki, ona itaat etmeyip Sünnet-i seniyye’sine riayet etmeyen, Hadis-i şerif’lerini hafife alan kimseler gerçek imandan mahrumdurlar. Çünkü ona itaat Allah-u Teâlâ’ya itaattir.


Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin Vedâ Haccı hutbesinde ümmetine bıraktığını açıkladığı ve sımsıkı sarıldıkları taktirde, hiç bir zaman yollarını şaşırmayacaklarını haber verdiği iki şeyden ikincisi Sünnet-i seniyye’dir.
Bir Hadis-i şerif’lerinde ise şöyle buyurmuşlardır:
“Ben size iki şey bıraktım ki, onlara sımsıkı sarılıp tutunduğunuz müddetçe, katiyyen sapıtmazsınız. Birisi Allah’ın kitabı, diğeri ise Resulullah Aleyhisselâm’ın sünnetidir.” (İmâm-ı Mâlik, Muvatta)
Kur’an-ı kerim’de pek çok Âyet-i kerime, Sünnet-i seniyye’ye uymanın, Resulullah Aleyhisselâm’a itaat etmenin farz olduğuna delâlet etmektedir.
“Hepiniz topluca sımsıkı Allah’ın ipine sarılın!” (Âl-i imran: 103)
Âyet-i kerime’sindeki Allah’ın ipinden murad; Kur’an-ı kerim ve Sünnet-i seniyye’dir.

Sünnet-i seniyye; Resulullah Aleyhisselâm’ın Rabbinden aldığı risaleti tebliğden ibarettir.
Allah-u Teâlâ risaleti tebliğ hususunda Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurur:
“Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, O’nun peygamberliğini tebliğ etmemiş olursun.” (Mâide: 67)
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz biat alırken, ilk bîat şartı olarak Kur’an-ı kerim ve Sünnet-i seniyye’de bulunan emirleri dinlemeyi ve itaat etmeyi şart koşmuştur.


Allah-u Teâlâ’nın apaçık bir ferman-ı ilâhiyesi var:
“Kim Allah’a ve Peygamber’ine itaat ederse, o gerçekten büyük bir kurtuluşa ermiştir.” (Ahzab: 71)
Burada Allah-u Teâlâ kendisine itaat ile Habib-i Ekrem’ine itaatı ayırmıyor. Kim ki bunu ayırırsa, onların dalâlette olduğunu bu Âyet-i kerime açık olarak beyan etmektedir.
Bunun yegâne sebebi; Resulullah Aleyhisselâm’ın kendi arzusu ile konuşmaması, konuştuğunun da ancak kendisine vahyedilenlerden ibaret oluşudur. (Necm: 3-4)

Allah-u Teâlâ ile Peygamberi arasında ayrılık gayrılık düşünülemez. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- e itaat; Allah-u Teâlâ’ya itaatın yolu, hatta bizâtihidir.
Resulullah Aleyhisselâm’a itaat onun Sünnet-i seniyye’sidir.
Halbuki Allah-u Teâlâ Peygamber’ine tâzimde bulunulmasını, tebcil olunmasını, değer verilmesini ve yüceltilmesini emretmektedir.
“Ey insanlar! Allah’a ve Peygamber’ine inanasınız, ona yardım edesiniz, onu büyük tanıyıp saygı gösteresiniz.”
 

alitufan2003

Profesör
Katılım
27 Ağu 2013
Mesajlar
1,370
Tepkime puanı
11
Puanları
0
Konum
Yalova
Sünnet-i Seniyye’nin Yeri ve Önemi:

Ashab-ı kiram -radiyallahu anhüm- Efendilerimiz dinin esaslarını doğrudan doğruya Kur’an-ı kerim’den alırlardı. Açık bir hüküm bulamazlarsa, hemen Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e sorarlardı. O da bir taraftan kendisine vahyolunan Âyet-i kerime’leri Allah-u Teâlâ’dan aldığı gibi arttırma ve eksiltme yapmadan bütünüyle tebliğ ederken, diğer taraftan da onlardan ne gibi mânâlar kastedilmiş olduğunu sözleriyle, işleriyle tefsir ve izah eder, sarih hükümleri ortaya koyardı.

Âyet-i kerime’de:
“Resulüm! Biz sana da Kur’an’ı indirdik ki, kendilerine indirileni insanlara açıklayasın.” buyuruluyor. (Nahl: 44)
Allah-u Teâlâ Kur’an-ı kerim’inde namazın farz olduğunu bildirdi. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise Allah-u Teâlâ’dan aldığı vahiy ve ilham ile namazın vakitlerini, rekâtlarını, âdâb ve erkânını ve nasıl kılınacağını hem anlattı, hem de müslümanların gözü önünde kıldı. Sonra da:
“Beni namaz kılarken nasıl görmüşseniz, siz de öylece kılınız!” buyurdu. (Buhârî)

Câbir -radiyallahu anh- den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır
“Bu ümmetin sonradan gelenleri önce gelenlerine lânet ettiği vakit, kim bir Hadis söylemez, gizlerse, Allah’ın indirdiğini gizlemiş olur.” (İbn-i Mâce: 263)
Hadis-i şerif’ler de ulemânın ittifakla belirttiği üzere vahye dayandığı için, onun gizlenmesi de Allah’ın indirdiğini gizlemek mânâsına gelmektedir.
Hakiki âlimlerin sayıca azaldığı, ilim yerine cehaletin ortalığı kapladığı, kendilerine âlim süsü veren bir takım kara cahillerin Hadis-i şerif’leri, geçmiş ulema ve fukahanın kıyas ve fetvâlarını reddedip hiç bir esasa dayanmadan keyiflerine göre fetvâlar verdikleri zamanlarda bilenlerin bildiklerini neşretmeleri, üzerlerine düşeni yapmaları gerekmektedir. Bu hususta bildiklerini gizleyenler, Allah-u Teâlâ’nın indirdiğini gizlemiş olurlar. Bu ise büyük bir mesuliyeti muciptir.

Ebu Said-i Hudrî -radiyallahu anh- den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’te ise şöyle buyuruluyor:
“Kim insanların dini işlerinde Allah’ın faydalı kıldığı bir ilmi gizlerse, Allah kıyamet gününde onu ateşten bir gem ile gemler.” (İbn-i Mâce: 265)
 

PUTKIRAN

Kıdemli Üye
Katılım
21 Eki 2009
Mesajlar
3,228
Tepkime puanı
189
Puanları
0
Konum
Ankara
Sünnet-i Seniyye’nin Yeri ve Önemi:

A

Âyet-i kerime’de:
“Resulüm! Biz sana da Kur’an’ı indirdik ki, kendilerine indirileni insanlara açıklayasın.” buyuruluyor. (Nahl: 44)

بِالْبَيِّنَاتِ وَالزُّبُرِ وَأَنزَلْنَا إِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ إِلَيْهِمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ
Bil beyyinâti vez zubur(zuburi), ve enzelnâ ileykez zikre li tubeyyine lin nâsi mâ nuzzile ileyhim ve leallehum yetefekkerûn(yetefekkerûne).

:Açık delillerle, kitaplarla gönderdik. Sana da bu zikiri / Kur'an'ı vahyettik ki, kendilerine indirileni insanlara açık seçik bildiresin de derin derin düşünebilsinler.

Bu ayette açıklamak olarak tercüme edilen tübeyyin kelimesi izah etmek anlamında değildir,gizolemenin zıddı olan açıklamak,bildir demektir
.Burada bilerek veya bilmeyerek tübeyyin kelimesi çarpıtılmaktadır.Ayetin devaminda "umulurki tefekkür ederler" denmektedir.
Tebeyyün kelimesinin anlamı sizin dediğiniz gibi izah etmek anlamındaysa neyi düşünüp neyi tefekkür edecekler sizin iddinıza göre peygamberimiz zaten izah etmiş..
.

BAKARA 159:
إِنَّ الَّذِينَ يَكْتُمُونَ مَا أَنزَلْنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالْهُدَى مِن بَعْدِ مَا بَيَّنَّاهُ لِلنَّاسِ فِي الْكِتَابِ أُولَئِكَ يَلعَنُهُمُ اللّهُ وَيَلْعَنُهُمُ اللَّاعِنُونَ
İnnellezîne yektumûne mâ enzelnâ min el beyyinâti vel hudâ min ba’di mâ beyyennâhu lin nâsi fîl kitâbi, ulâike yel’anuhumullâhu ve yel’anuhumul lâinûn(lâinûne).


Gerçekten, apaçık belgelerden indirdiklerimizi ve insanlar için Kitapta açıkladığımız hidayeti gizlemekte olanlar; işte onlara, hem Allah lanet eder, hem de (bütün) lanet ediciler.

bu ayette de açıkça görüldüğü gibi tebyin izah etmak değil ketmeninin,gizlemenin zıddı olan açığa vurmak,bildirmek anlamındadır.



 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ


بِالْبَيِّنَاتِ وَالزُّبُرِ وَأَنزَلْنَا إِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ إِلَيْهِمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ
Bil beyyinâti vez zubur(zuburi), ve enzelnâ ileykez zikre li tubeyyine lin nâsi mâ nuzzile ileyhim ve leallehum yetefekkerûn(yetefekkerûne).

:Açık delillerle, kitaplarla gönderdik. Sana da bu zikiri / Kur'an'ı vahyettik ki, kendilerine indirileni insanlara açık seçik bildiresin de derin derin düşünebilsinler.

Bu ayette açıklamak olarak tercüme edilen tübeyyin kelimesi izah etmek anlamında değildir,gizolemenin zıddı olan açıklamak,bildir demektir
.Burada bilerek veya bilmeyerek tübeyyin kelimesi çarpıtılmaktadır.Ayetin devaminda "umulurki tefekkür ederler" denmektedir.
Tebeyyün kelimesinin anlamı sizin dediğiniz gibi izah etmek anlamındaysa neyi düşünüp neyi tefekkür edecekler sizin iddinıza göre peygamberimiz zaten izah etmiş..
.

BAKARA 159:
إِنَّ الَّذِينَ يَكْتُمُونَ مَا أَنزَلْنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالْهُدَى مِن بَعْدِ مَا بَيَّنَّاهُ لِلنَّاسِ فِي الْكِتَابِ أُولَئِكَ يَلعَنُهُمُ اللّهُ وَيَلْعَنُهُمُ اللَّاعِنُونَ
İnnellezîne yektumûne mâ enzelnâ min el beyyinâti vel hudâ min ba’di mâ beyyennâhu lin nâsi fîl kitâbi, ulâike yel’anuhumullâhu ve yel’anuhumul lâinûn(lâinûne).


Gerçekten, apaçık belgelerden indirdiklerimizi ve insanlar için Kitapta açıkladığımız hidayeti gizlemekte olanlar; işte onlara, hem Allah lanet eder, hem de (bütün) lanet ediciler.

bu ayette de açıkça görüldüğü gibi tebyin izah etmak değil ketmeninin,gizlemenin zıddı olan açığa vurmak,bildirmek anlamındadır.




Nahl Sûresi 44. Ayet-i Celilesinin Meâl ve Tefsiri :

“O peygamberleri açık delillerle ve kitaplarla gönderdik. Resulüm! Biz sana bu Zikr'i (Kur'an'ı) indirdik ki, kendilerine indirileni insanlara açıklayasın. Umulur ki düşünürler!”
Yani; biz kullarımızı, ıslah için ricali beşerden vahiyle resûllerimizi açık mucizeler ve kitaplarla gönderdik ki mucizeleri ve kitapları onların davalarının sıdkına delâlet eylesin, ümmetleri de onların sadık olduğunu bilsinler, asla şüphe kalmasın. Ve habibim ! Nâsın ahvalini ıslah için nâsa inzal olunan ahkâmı senin nâsa açık surette beyan etmen için biz Kur'an'ı sana inzal ettik ki senin ahkâmı beyan edip onlara doğru yolu gösterdiğinde me'mûl ki onlar delâilin hak ve davanın sadık olduğunu düşünürler ve Kur'an'ın muciz olduğunu biİir ve iman etmekle müstefid olurlar.


Arapça dilbilgisi hocalığına soyunan Akl-ı evvel'in ;
"Bu ayette açıklamak olarak tercüme edilen tübeyyin kelimesi izah etmek anlamında değildir, gizlemenin zıddı olan açıklamak, bildir demektir.Burada bilerek veya bilmeyerek tübeyyin kelimesi çarpıtılmaktadır.Ayetin devaminda "umulurki tefekkür ederler" denmektedir.
Tebeyyün kelimesinin anlamı sizin dediğiniz gibi izah etmek anlamındaysa neyi düşünüp neyi tefekkür edecekler sizin iddinıza göre peygamberimiz zaten izah etmiş..."

şeklindeki yorum ve anlayışı ayetin meâlini ve tefsirini çarpıtmaya çalışmanın daniskasıdır. Çünkü,
"li tubeyyine" Arapçaa "beyân-izâh etmek yani, Tükçe anlamı ile açıklamak" demektir. Aşağı-yukarı bütün meâllere bu kelime "izah etmek=açıklamak=beyân etmek" şeklinde tercüme edilmiştir. Hem Peygamberimizin neyi izah ettiğini merak edeceksin yani bilmeyeceksin, hemde ayeti tercüme ve tefsir etmeye çalışacaksın! Buna hem kel,hem de fodul olmak derler !

Büyük müfessirler bakınız bu izah-beyan etmek olayını nasıl açıklamışlardır:

Fahri Râzi ve Kazî'nin beyanlarına nazaran
Kur'an'da mücmel olan âyetlerin ahkâmını Resûlullah'ın tafsil üzere beyan edeceğine bu âyet delâlet eder. Zira nasa inzal olunan ahkâmı beyan için Kur'an'ın nazil olduğunu beyan etmek ahkâmı tafsilen beyan edeceğini ilân etmektir.Çünkü; bu âyetin mazmunu kitabı inzalden ve resûlü göndermekten maksad-ı aslî, resûlün ümmetine ahkâmı açık ve her birinin anlayabileceği bir derecede beyan etmesidir ve resûlün şu beyanını ümmetin kabul edip mucibiyle amel etmesi de vazife-i diniyesidir. Zira resûlün beyanı; ya âyetin mücmelinden maksadı tasrih etmek veyahut âyetin medlûl-ü aklîsine irşad etmektir. Resûlün beyanından maksad-ı aslî de ümmetin, ahkâmın hakayıkını düşünmesi ve hikmetini anlayıp iman etmesidir.
Tefsir-i Hâzin'de beyan olunduğu veçhile Kur'an'ın mücmel ve ahadisin mübeyyen ve mufassal olduğuna bu âyet delâlet eder. Zira Kur'an'ı inzalden maksat; Resûlullah'ın ahkâmını nâsa beyan etmesi için olduğunu beyan etmek, Kur'an'ın Resûlullahın beyanına muhtaç olduğuna delâlet eder. Binaenaleyh; Kur'an'la hadis taâruz ettiğinde hadisin tarihi muahhar olursa hadis Kur'an'ı müfessir olduğu cihetle tercih olunur.
Nisâbûrî'nin beyanı veçhile bu âyet-i celile; risaletin tekemmül ettiği esasatın cümlesine şamildir. Zira beyyinat; mu'cizâtın enva'ına şamildir ki risalet mucizeyle sabit ve tekemmül ettiğinden risaletin binasına şamil olduğu gibi bab-ı ibadette muteber olan envâ'-ı tekâlife dahi şamildir.
Hulâsa;
rusûl-ü kiramın davalarını ispat eder mucize ve ahkâmı beyan eder kitaplarla irsal olundukları, Kur'an'ı inzalden maksat; Resûlullah'ın nâsa ahkâmını beyan etmesi ve nâsın vazifesi de ahkâmın hakayıkını düşünmeleri olduğu bu âyetten isitfade edilen faydalar cümlesindendir.
 

alitufan2003

Profesör
Katılım
27 Ağu 2013
Mesajlar
1,370
Tepkime puanı
11
Puanları
0
Konum
Yalova
Hazret-i Mehdi'nin Zuhuru:

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz onun mutlaka geleceğine dair Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:
"Kıyametin kopmasına bir gün bile kalsa, Allah-u Teâlâ o günü uzatarak benim soyumdan bir kişi gönderecektir. Adı adımın, babasının adı babamın adının aynısı olacak, zulüm ve zorbalık altında inleyen yeryüzünü huzur ve adaletle dolduracaktır." (Ebu Dâvud, Tirmizî)

Mehdi Aleyhisselâm'ın Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in neslinden geleceğini ve yeryüzünü adaletle dolduracağını bu Hadis-i şerif haber veriyor.
Nice asırlardan sonra Allah-u Teâlâ, Hatem-î nebi Muhammed Aleyhisselâm'ın ümmetinden ve kendi neslinden bir kurtarıcı gönderecek ve dünyaya malik olacaktır.
"Yeryüzünde dört kişi malik olmuştur. İkisi mümin, ikisi kafirdir. Müminler, Zülkarneyn ve Süleyman Aleyhisselâm, kâfirler ise Nemrud ve Buhtunnasr'dır. Beşinci olarak Ehl-i Beytim'den birisi gelecek ve o da dünyaya mâlik olacaktır." (İmâm-ı Suyûtî)

İşte o zât-ı âlî Mehdi Aleyhisselâm; Şeriat-ı mutahhara'nın emir ve hükümlerine, Tarikat-ı münevvere'nin edeb ve erkanına harfiyyen riayet edecektir. Allah-u Teâlâ'nın ahkâm-ı ilâhi'sini, Resul-i Ekrem -sallalahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in sünnet-i seniyye'sini yaşayacak ve yaşatacaktır.
"O zât insanlar içerisinde Peygamber'in -sallallahu aleyhi ve sellem- sünneti ile amel eder. İslâm yeryüzüne tam mânâsı ile yerleşir. Yeryüzünde yedi sene kalır, sonra vefat eder ve müslümanlar onun üzerine namaz kılarlar." (Ebû Dâvud: 4286)

O kendisini bile bilmiyor. Amma vakti gelince hem kendisini bilecek, hem de halk onu tanıyacak. Bu işler vakte saate bağlıdır.O daha kendisinin Mehdi olduğunu bilmezken, zamanı gelince Allah-u Teâlâ onu seçecek, çekecek, vazifelendirecek ve bizzat kendisi destekleyecek. Cenâb-ı Hakk onu bir gecede olgunlaştıracaktır.
Nitekim Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde bu hususta şöyle buyurmuşlardır:
"Mehdi bizden, ehl-i beyt'imizdendir. Allah onu bir gecede ıslah eder." (İbn-i Mâce: 4085)
"Mehdi'nin çıkış yeri Medine'dir, peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-in Ehl-i beyt'indendir." (İmam-ı Süyutî)

"Biz onun Hicaz'da olduğunu, orada hangi şehirde olduğunu çok iyi biliyoruz. Anne babası da onu biliyorlar."
(Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri, seneler evvel Mehdi Hazretleri doğduğu zaman iki tane akîka kurbanı kesmişlerdi.)

Hazret-i Mehdi Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in sülalesinden ve Hazret-i Fâtıma -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz'in aslındandır.
Diğer birçok Hadis-i şerif'lerde hülâsâ olarak; "Cihadı başlattığı zaman kırk yaşlarında olacağı, vasıfları, cennetle müjdelendiği, çıkışından ümitlerin kesildiği bir anda çıkacağı, zuhur şekli, o devirde İslâm'ın yeryüzüne tam mânâsı ile hâkim olacağı, benzeri görülmedik bir refah olacağı, insanlar tarafından çok sevileceği ve İsa Aleyhisselâm ile buluşacakları..." beyan buyurulmaktadır.

Hicaz bölgesinde de çok büyük kargaşalık olacak.Büyük bir şaşkınlık ve boşluk içinde iken, Allah-u Teâlâ müslümanları toparlamak, şaşkınlığı önlemek için Mehdi Hazretleri'ni gönderecek. Çok büyük harplerden ve felâketlerden sonra Hicaz'da vazifeye başlayacak, adaleti ile hükmedecek.Allah-u Teâlâ mülkünü ne bu zâlimlerin arzusuna bırakacak, ne de gelecek olan âlim ve âdil olanlara bırakacak.Cebrail Aleyhisselâm sağ yanında, Mikâil Aleyhisselâm sol yanında olacak, Allah-u Teâlâ'nın emri üzere fütuhata başlayacak.

Cihada başladığında etrafında Bedir ashabının sayısı olan üç yüz on üç kadar askeri olacak ve ancak ihlas sahiplerini ordusuna alacaktır.
Allah-u Teâlâ Hazret-i Mehdi'yi ümmet-i Muhammed'in başına dirayetli bir kumandan olarak gönderecek. Bu zât-ı muhterem doğrudan doğruya Resulullah Aleyhisselâm'ın vekâletini taşıyacak, onun icraatı gibi yepyeni bir icraat yapacak. Onun izinden yürüyecek, onun gibi din-i mübin'in icaplarını uygulayacak ve din-i İslâm'ı taptaze bir hale getirecek. Garip duruma düşen İslâm'ı gariplikten kurtaracak. İhyâ etmedik sünnet, kaldırmadık bid'at bırakmayacak. Çünkü bunun için gönderilecek.
Allah-u Teâlâ onu muzaffer edecek. Ona öyle bir azamet verecek ki, karşısına çıkan her kuvveti devirecek. Allah-u Teâlâ'nın ezelden nasip ettiği kadar mücadele edecek. Yeryüzünün muhtelif yerlerinden gelen taraftarları toplanacaklar, fütuhatı tâ Amerika'ya kadar uzanacak, beldeler onun emrine girecek. Zâlimlerin zulmü olduğu gibi, o da geldiği zaman yeryüzünü adaletle dolduracak.

Ümmet-i Muhammed'den memnun olmadık hiçbir fert kalmayacaktır. Yer ve gök sakinleri ondan râzı oldukları gibi; havadaki kuşlar, denizdeki balıklar, ormandaki yırtıcı hayvanlar bile memnunluk duyacaklar. Ömürler uzayacak, emanetler yerine teslim edilecek. Yeryüzü emniyet ve sükun bulacak.

İyi ve kötü bütün insanlar onun zamanında görülmemiş bir nimete boğulacaklar. Gökten bol bol yağmur yağacak, yerlerde bereket artacak. Bütün ülkeler kapılarını ona açacaklar. Her taraftan, arıların kovanlarına gelip beylerine sığındığı gibi, ona gelip sığınacaklar.
Mehdi Hazretleri zuhur ettiği zaman, ona en çok buğz eden ve karşı gelen, imansız imamlarla türemeleri olacak. İmanları yok çünkü, imamları var imanları yok.

İşte Mehdi Hazretleri o zamanki fukaha ile, o zamanki imansız imamlarla da çarpışacak.Ve biz şimdiden onu tarif ediyoruz. Nasibi olan bu hakiki imamı görür. Çıktığı zaman tereddütsüz biât edin.Hadis-i şerif'te:
"İnsanların üzerine belâ üzerine belâ yağdığı ve onun çıkışından ümit kesildiği bir sırada Mekke'de zuhur eder." buyuruluyor. (İmam-ı Suyuti)

O çok büyük azametten, uzun bir fütuhattan, kendisine ve tâbi olanlara hakimiyet verildikten, en zirveye çıktıktan sonra; bu ruhsat ve bu hakimiyet elinden alınacak, bu sefer Allah-u Teâlâ Deccal'e ruhsat verecek, Deccal yeryüzünde hüküm sürmeye başlayacak.Deccal de en zirveye çıktığında, Allah-u Teâlâ İsa Aleyhisselâm'ı gönderecek ve onu yok edecek. Bu meyanda Ye'cüc ve Me'cüc yani Çinliler çıkacak. Çinliler de tam hakim olduklarını zannederlerken bir gecede helâk olacaklar.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"De ki: Ey mülkün sahibi Allah! Sen mülkü kime dilersen ona verirsin. Kimden dilersen ondan alırsın. Kime dilersen ona izzet verirsin, yükseltirsin. Kime dilersen ona zillet verirsin, alçaltırsın. Hayır senin elindedir, sen her şeye kadirsin." (Âl-i imrân: 26)

Yani bu O'nun dilemesi ile ruhsatı iledir, sanmayın ki kuvvet iledir. Kuvvet ne bir milletle, ne bir millettedir, kuvvet ruhsattadır. Kâh ona veriyor, kâh ona veriyor. Amma dünyayı doldurduğu gibi boşaltacak, imar ettiği gibi yıkacak. Bu hususta iki kelime kullanıyoruz ve bu durum çok uzak değildir.Dilediğinden alıyor, dilediğine veriyor... Kâdir-i mutlak yalnız O'dur. Kul bir mahluktur, hükümsüzdür. Kürsü'de O oturuyor. Akıllı kimse vakit geçirmeden Rabb'ine yönelir.

Hazret-i Mehdi'yi can-ü gönülden bekleyin, çıktığı zaman hiç tereddüt etmeden tâbi olun, amma sahtelere değil. O Mekke-i mükerreme'den çıkacak ve oradaki fetihlerden sonra bu tarafa gelecek. Siz ona tâbi olun, başkasına değil.
Şimdiden haber veriyoruz. Gerek İsa Aleyhisselâm ve gerekse Mehdi Resul Hazretleri zuhur edip teşrif ettiğinde hemen uyunuz. Bize inanan hemen uyar ve kurtulur, ebedi saâdete erer. İnanmayan uymaz ve dünyada hüsrana uğrar, ahirette de kendisini helâk etmiş olur. Allah-u Teâlâ'nın öne sürmeyip itibar vermediğine itibar etmeyin.
 

rabbinsadikkulu

FETÖ nurcu değildir!
Katılım
10 Ocak 2012
Mesajlar
9,937
Tepkime puanı
131
Puanları
0
yalnız kurancılardan epeydir ses çıkmıyor. hayırdır inşaallah... :)
 

MÜTEŞEKKÜR

Kıdemli Üye
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
6,938
Tepkime puanı
198
Puanları
0
BU DİNDE REFORM VE BİD'ATÇILARIN ASLA YERİ YOKTUR.BUNLAR SADECE DİNİ TAHRİP EDİP BOZMAK İSTEYEN MÜNAFIK VE MÜSTEŞRİKTİRLER.ONLARIN ŞERRİNDEN ALLAH'A SIĞINIYORUZ.

Uyanık olun ey mü'minler!.Bu adamların te'villerine ve re'ylerine aldananlar onlarla beraber cehenneme gireceklerdir.Lanet onların üzerine olsun.Biz onlara tüm hak ve hakikati gösteriyoruz.Onlar ise hâlâ katır inatlarına devam ediyor..Anladık ki bu adamlar bu yüce dinin içini boşaltmak için ya bir yerlerden yemleniyorlar veya bunlar bu işe soyunmuş satılmışlardır.Bunlar bizim başımıza büyük beladır.Onlara karşı çetin bir mücadele etmek kesinlikle farzdır.Bunlara karşı asıl cihad bunlarla olmalıdır.
 

Ahi Evran

Profesör
Katılım
18 Haz 2007
Mesajlar
1,695
Tepkime puanı
14
Puanları
38
Yaş
45
Yalnız Kuran yeter derken, bunlar içerisinde bir tek Edip yüksel bunu diyor...
Diğerlerinin kendilerine göre sünnet anlayışları ve hadis anlayışları vardır...
Recep İhsan Eliaçık ahlaki referanslı hadisleri inkar etmez, hatta eserlerinde bolca kullanır...
Abdülaziz Bayındır, bir çok meselede referans olarak hadis gösterir, sitesine bakılabilir...
Yaşar Nuri Öztürk'ün de kıt kanaat bir hadis nalayışı vardır...

Kaldı ki Said Nursi gibi de geniş mezhep olmalı mı olmamalı o da ayrı bir konu...!!!
Şia'dan yaptığı aşırmalara dikkat edin yeter...
 

MÜTEŞEKKÜR

Kıdemli Üye
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
6,938
Tepkime puanı
198
Puanları
0
yalnız kurancılardan epeydir ses çıkmıyor. hayırdır inşaallah... :)

Bakınız benzer konu şu linkte de aynısını buraya yapıştırdım...Bunlar akli delillerdir.Mantıkdışı da değildir.

Resulullah efendimiz (SALLALLAHU ALEYHİ VESSELLEM) canlı Kur'an idi.Nasıl olur da o büyük şanlı peygamber dışlanabilir?.Peygambersiz din mi olurmuş?.Bu peygambere karşı o açıkça red anlamı taşır.Sahih hadisleri bile kaalaya almayan çürük kafalıların bu dine hangi hizmeti olmuştur ki?Tekrar ediyorum bunu iyice kafasına kazısınlar.Aşağıda ki tüm fikirler bana aittir.

Kur'an, teferruatlı ilahi bir kitap değildir.Ayetlerin açıklaması hadislerle sabittir.Her konuda hadis varid olmuştur.Bunu inkar eden kafir olur.Eğer Kur'an'ımız teferruatlı bir ilahi kitap olsaydı hz.peygamberimiz daha 1400 sene evvel unutulup giderdi.Ona da lüzum kalmazdı.Ve onu anmak bile çok cılız geçerdi.Oysa Kur'an'da bir çok açıklanması gereken ayetler var iken eğer şayet teferruatlı bir şekilde ayetler nazil olmuş olsaydı en az 5 milyon ayetin inzal olması gerekirdi.Bu da ümmet-i Muhammed'e çok ağır gelip üzerine farz olurdu.Durum böyle olmayınca, haliyle Allah resulü sahih hadislerini anlayarak ve bilerek onu kendimize bir senet olarak alırız.Mevzu hadisleri de çöpe atarız.İşte ben her zaman bu hadis münkercilerine bunu anlatmaya çalışıyorum.Bu mankafalılar hala "Sadece bize Kur'an yeter" demeye devam ediyorlar.Bunların hesabını veremeyecekler.Onları çok korkunç akibet bekliyor.İşte hakkında ayetler:

HAC SURESİ-51 -Âyetlerimizi akılları sıra etkisiz bırakmak için çabalayıp duranlar ise, cehennemlik olanların ta kendileridir.

67 - Biz her ümmet için bir şeriat tayin ettik ki, onlar onunla amel ederler. Bunun için (ey Muhammed!) bu konuda seninle hiçbir zaman çekişmesinler. (İnsanları) Rabbine (ibadet etmeye) çağır. Şüphesiz sen gerçekten hidayete götüren doğru bir yol üzerindesin.

68 - Eğer seninle tartışırlarsa, de ki: "Allah yaptıklarınızı çok iyi bilir."

69 - Ayrılığa düştüğünüz şeyler hakkında kıyamet günü Allah aranızda hükmünü verecektir.

http://www.ihvanforum.org/showthrea...-mi-Hadise-muhtaç-mıyız&p=1305987#post1305987
 
Üst