Darul_Beka
Profesör
- Katılım
- 17 Kas 2013
- Mesajlar
- 2,214
- Tepkime puanı
- 174
- Puanları
- 63
YOL ARKADAŞLARIMA MUHABBETLE ARZ EDERİM !!!
İslâm davası çok ciddi bir çalışma ister. Bu çalışmalar; tevhidi, kadrolu, fıkıhlı, plânlı, adaletli, istişareli, ahlaklı, kuşatıcı, takvalı, ilkeli, daimi ve projeli olmalıdır. Ayrıca içerde mü’minlerin bilgi ve iman seviyesini en yükseklerde tutacak bir ilim heyeti bulunmalı ve Müslümanları sürekli çok yönlü tecdit etmelidir. Düşünce sapmasına karşı onları uyarmalıdır. Hareketin ideolojiye dönüşmemesi için gece gündüz gayret sarfetmelidir. Bu ilim heyetinin/fakihlerin görevini Yüce Allah ayette şöyle belirlemiştir: “وَمَا كَانَ الْمُؤْمِنُونَ لِيَنفِرُواْ كَآفَّةً فَلَوْلاَ نَفَرَ مِن كُلِّ فِرْقَةٍ مِّنْهُمْ طَآئِفَةٌ لِّيَتَفَقَّهُواْ فِي الدِّينِ وَلِيُنذِرُواْ قَوْمَهُمْ إِذَا رَجَعُواْ إِلَيْهِمْ لَعَلَّهُمْ يَحْذَرُونَ” “Mü’minlerin hepsinin birden savaş için seferber olmaları gerekmez. Onların her kesiminden bir grubun, din konusunda köklü ve derin bilgi sahibi olmak ve döndükleri zaman kavimlerini uyarmak için geri kalmaları gerekmez mi? Umulur ki (uyarılan bu kimseler de günahlara düşmekten) sakınırlar.”[1] Bu çalışmalarla Müslümanlar tevhit, ahlak ve ibadet eğitimlerini ikmal ederek yeryüzünde adaleti hâkim kılmaya aday liyakatli bir ümmet olabilirler. Hayatın devamı içerisinde aralarında itikâdi, siyasi, hukuki, sosyal, ahlaki, iktisadi ve kültürel sorunlar çıkabilir. Stratejik problemler yaşayabilirler. Bütün bu sorunları gerek yerel gerekse evrensel çapta çözebilecek âlim davetçilere ve hareket önderlerine ihtiyaç vardır. Onlara davanın meselelerinin götürülmesini ve ortak çözümler üretilmesini Yüce Allah şu ayette emretmiştir: “وَإِذَا جَاءهُمْ أَمْرٌ مِّنَ الأَمْنِ أَوِ الْخَوْفِ أَذَاعُواْ بِهِ وَلَوْ رَدُّوهُ إِلَى الرَّسُولِ وَإِلَى أُوْلِي الأَمْرِ مِنْهُمْ لَعَلِمَهُ الَّذِينَ يَسْتَنبِطُونَهُ مِنْهُمْ وَلَوْلاَ فَضْلُ اللّهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ لاَتَّبَعْتُمُ الشَّيْطَانَ إِلاَّ قَلِيلاً” “Kendilerine güvenlik veya korku ile ilgili bir haber geldiğinde onu hemen yayarlar. Halbuki onu Peygamber’e ve içlerinden ülü’l-emre (içtihat ehli alim ve siyaset adamlarına) götürselerdi, elbette bunlardan, onu değerlendirip (istinbat edecek) sonuç çıkarabilecek nitelikte olanları onu anlayıp bilirlerdi….”[2]
İstinbat ehli ulemanın olmayışı Müslümanları yapay gündemlerle uğraşmaya ittiği gibi, hareketin nereden, nasıl ve kiminle başlayacağı sorularını da cevapsız bırakmıştır. Bu üç sorunun doğru cevabı o ülkedeki Müslümanların tuttukları yolun doğruluğunu belirler. Bu badirelerden selametle çıkmak istiyorsak Kur’an ve sünnete kulak verip İslâm davetçilerinin sorunları çözebilecek kabiliyette olmalarına, en azından bundan sonra özen göstermeliyiz. Muaz b. Cebel’in Yemen’e giderken ki anlayışını zihnimizde canlı tutup Müslümanların sorunlarını çözmeliyiz. Sorunları ertelememeliyiz. Eğer çözüm sunmakta ağır kalacak olursak, boşluk kabul etmeyen hayat, sorunlarımızı bir başkasına havale ederek İslâm dışı kurumları Müslümanların hayatlarına müdâhil hale getirir. Müdahale bir defa başladı mı artık devamı gelir ve insanlar farkında bile olmadan sabahtan akşama din değişimine uğrarlar. Nitekim bu vahim durumu İslâm dünyası olarak on yıllardır yaşamaktayız. Sorunlarımıza vahiy merkezli bakamayışımız Müslümanlar arasında laisizmi pratik hâle getirdi. Dinimizi ve kurumlarımızı paramparça etti. İslâm’ı bazı insanların nazarında tarihsel bir kültür konumuna itti. Burada tekrar ellerimizi vicdanımıza koyup şahitlikte bulunmak zorundayız. Hayatımızın derinlik, genişlik ve uzunluk alanlarında İslâm tek belirleyici mi? Bu sorunun doğru karşılığı kimliğimizin tanımıdır. İşe buradan başlamak zorundayız. Bu sorunun doğru cevabı verilip ameli hâle getirilmeden yapılan çalışmaların aldatıcı ve İslâmî olmadığını gördük. Müslüman olarak “aynı yerden bir daha ısırılarak” basiretimizi köreltmemek için uyumadan ve şekerleme yapmadan yola devam etmeliyiz. Kurtuluşu yine burada aramalıyız…
[1] Tevbe 9/122
[2] Nisa 4/83
MEHMET SÜRMELİ
İslâm davası çok ciddi bir çalışma ister. Bu çalışmalar; tevhidi, kadrolu, fıkıhlı, plânlı, adaletli, istişareli, ahlaklı, kuşatıcı, takvalı, ilkeli, daimi ve projeli olmalıdır. Ayrıca içerde mü’minlerin bilgi ve iman seviyesini en yükseklerde tutacak bir ilim heyeti bulunmalı ve Müslümanları sürekli çok yönlü tecdit etmelidir. Düşünce sapmasına karşı onları uyarmalıdır. Hareketin ideolojiye dönüşmemesi için gece gündüz gayret sarfetmelidir. Bu ilim heyetinin/fakihlerin görevini Yüce Allah ayette şöyle belirlemiştir: “وَمَا كَانَ الْمُؤْمِنُونَ لِيَنفِرُواْ كَآفَّةً فَلَوْلاَ نَفَرَ مِن كُلِّ فِرْقَةٍ مِّنْهُمْ طَآئِفَةٌ لِّيَتَفَقَّهُواْ فِي الدِّينِ وَلِيُنذِرُواْ قَوْمَهُمْ إِذَا رَجَعُواْ إِلَيْهِمْ لَعَلَّهُمْ يَحْذَرُونَ” “Mü’minlerin hepsinin birden savaş için seferber olmaları gerekmez. Onların her kesiminden bir grubun, din konusunda köklü ve derin bilgi sahibi olmak ve döndükleri zaman kavimlerini uyarmak için geri kalmaları gerekmez mi? Umulur ki (uyarılan bu kimseler de günahlara düşmekten) sakınırlar.”[1] Bu çalışmalarla Müslümanlar tevhit, ahlak ve ibadet eğitimlerini ikmal ederek yeryüzünde adaleti hâkim kılmaya aday liyakatli bir ümmet olabilirler. Hayatın devamı içerisinde aralarında itikâdi, siyasi, hukuki, sosyal, ahlaki, iktisadi ve kültürel sorunlar çıkabilir. Stratejik problemler yaşayabilirler. Bütün bu sorunları gerek yerel gerekse evrensel çapta çözebilecek âlim davetçilere ve hareket önderlerine ihtiyaç vardır. Onlara davanın meselelerinin götürülmesini ve ortak çözümler üretilmesini Yüce Allah şu ayette emretmiştir: “وَإِذَا جَاءهُمْ أَمْرٌ مِّنَ الأَمْنِ أَوِ الْخَوْفِ أَذَاعُواْ بِهِ وَلَوْ رَدُّوهُ إِلَى الرَّسُولِ وَإِلَى أُوْلِي الأَمْرِ مِنْهُمْ لَعَلِمَهُ الَّذِينَ يَسْتَنبِطُونَهُ مِنْهُمْ وَلَوْلاَ فَضْلُ اللّهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ لاَتَّبَعْتُمُ الشَّيْطَانَ إِلاَّ قَلِيلاً” “Kendilerine güvenlik veya korku ile ilgili bir haber geldiğinde onu hemen yayarlar. Halbuki onu Peygamber’e ve içlerinden ülü’l-emre (içtihat ehli alim ve siyaset adamlarına) götürselerdi, elbette bunlardan, onu değerlendirip (istinbat edecek) sonuç çıkarabilecek nitelikte olanları onu anlayıp bilirlerdi….”[2]
İstinbat ehli ulemanın olmayışı Müslümanları yapay gündemlerle uğraşmaya ittiği gibi, hareketin nereden, nasıl ve kiminle başlayacağı sorularını da cevapsız bırakmıştır. Bu üç sorunun doğru cevabı o ülkedeki Müslümanların tuttukları yolun doğruluğunu belirler. Bu badirelerden selametle çıkmak istiyorsak Kur’an ve sünnete kulak verip İslâm davetçilerinin sorunları çözebilecek kabiliyette olmalarına, en azından bundan sonra özen göstermeliyiz. Muaz b. Cebel’in Yemen’e giderken ki anlayışını zihnimizde canlı tutup Müslümanların sorunlarını çözmeliyiz. Sorunları ertelememeliyiz. Eğer çözüm sunmakta ağır kalacak olursak, boşluk kabul etmeyen hayat, sorunlarımızı bir başkasına havale ederek İslâm dışı kurumları Müslümanların hayatlarına müdâhil hale getirir. Müdahale bir defa başladı mı artık devamı gelir ve insanlar farkında bile olmadan sabahtan akşama din değişimine uğrarlar. Nitekim bu vahim durumu İslâm dünyası olarak on yıllardır yaşamaktayız. Sorunlarımıza vahiy merkezli bakamayışımız Müslümanlar arasında laisizmi pratik hâle getirdi. Dinimizi ve kurumlarımızı paramparça etti. İslâm’ı bazı insanların nazarında tarihsel bir kültür konumuna itti. Burada tekrar ellerimizi vicdanımıza koyup şahitlikte bulunmak zorundayız. Hayatımızın derinlik, genişlik ve uzunluk alanlarında İslâm tek belirleyici mi? Bu sorunun doğru karşılığı kimliğimizin tanımıdır. İşe buradan başlamak zorundayız. Bu sorunun doğru cevabı verilip ameli hâle getirilmeden yapılan çalışmaların aldatıcı ve İslâmî olmadığını gördük. Müslüman olarak “aynı yerden bir daha ısırılarak” basiretimizi köreltmemek için uyumadan ve şekerleme yapmadan yola devam etmeliyiz. Kurtuluşu yine burada aramalıyız…
[1] Tevbe 9/122
[2] Nisa 4/83
MEHMET SÜRMELİ