Necmettin Erbakan ismi Türkiye Cumhuriyeti devletinin kayıtlarına 54. Hükümetin başbakanı olarak geçmiş bulunuyor. Elbette, sıradan bir başbakan ve sıradan bir hükümet olarak değil. Onu bu sıranın dışında tutan unsur hiç kuşkusuz Türkiye Cumhuriyeti devletini tam mânâsı ile özgürlüğe kavuşturması, Avrupa’nın ve Amerika’nın elinden alarak İslâm dünyasına yeni ufuklar açmasıdır.
İnsanların hangi ideolojik görüşe sahip olduğundan ziyade hangi amelleri yaptığı esastır. Örneğin bugün 28 Şubat darbesinden önce Millî Görüş çizgisinde olmayı büyük bir onur sayan, bu çizginin dava komutanı olan Abdullah Gül, Recep Tayyip Erdoğan, Abdullatif Şener, Bülent Arınç gibi isimlerin nasıl olup da kendi davalarına yapılan 28 Şubat darbesinden yara almadan üstelik ondan sonra kat kat terfi ederek kurtuldukları sorusu güncelliğini koruyor.
Öyle ya, bugün o karanlık günleri Dinç Bilgin vesilesi ile bir kez daha hatırlıyor, ona ilaveten Ahmet Vardar’ın da söyledikleri ile bir umudu boğan o acıları yeniden tazeliyoruz.
Bu kara çelişkiyi sadece siyasetin azizliğiyle açıklamak mümkün müdür? 28 Şubat’ın buhranlı günlerinde toplum üzerinde kasavetli bir hava yayılmış nihayetinde Haziran ayına kadar direnen, meşru ve haklı davasını savunan Erbakan hükümeti generaller ve medya kuşatması ile görevden uzaklaştırılmıştı.
O günleri bütün ayrıntısı ile bilsek, dönemde rol oynayan generalden sivile kadar her kişiyi tek tek dinlesek, ülkede cereyan ettirilmiş her hadisenin saniyesini dahi öğrenmiş olsak bile aslında bütün bu bilgilerin bizi ulaştırdığı yeri bilmeden bunları adeta bir destan gibi anlatmak karanlığı daha da koyulaştırmaktan başka bir işe yaramaz.
Elbette bütün sırlar aydınlansın, bütün gerçekler açığa çıksın, hatta Türkiye Cumhuriyeti devletinin başbakanına, bakanlarına, hükümetine düzen kuranlar tek tek adalet karşısında hesap versin. Ortaya çıkan her gerçek aslında tarih nezdinde bir büyük hakiketin anlaşılmasından daha anlamlı bir görev görmeyecektir. Asıl soru şudur ve dönemin aktörleri hesap verecekse öncelikle bu sorunun cevabını vermelidir. Erbakan hükümetinden öncelikle şahsınız, sonra bağlısı olduğunuz yüce devletiniz, sonra da üyesi olduğunuz aziz milletiniz adına hangi kötülüğü gördünüz de bu karanlık senaryoda yer aldınız?
Şüphesiz 28 Şubat darbesi görünüşte Refah-Yol hükümetine, özelde ise bu ülkenin aydınlık günleri için sahici bir adres olan Millî Görüş çizgisine darbe vurmak için yapılmıştır.
Darbecilerin -maalesef- ne kadar başarılı olduğunu anlamak için sadece Erbakan’ın hükümetten uzaklaşrılmasına bakmak ve tek ölçü olarak onu almak elbette yetersiz. O günden bugüne ne Erbakan ne de onun takipçisi olan Millî Görüş, çizgisinden, davasından ve Yeniden Büyük Türkiye sevdasından vaz geçmiştir.
Fakat Millî Görüş’ten de, Yeniden Büyük Türkiye sevdasında da vaz geçen, gömlek değiştiren isimler bir anda aynı devletin aynı milletin kaderinde rol oynayacak, söz sahibi olacak makam ve mevkilere gelmişlerdir.
Yine ne hazindir, Erbakan hükümeti ile madden ve manen büyük atılımın içine giren, karnı doyan, Avrupadan, Amerikadan ve IMF’den bağımsız bir dünyanın varlığını hisseden, İran’dan Malezya’ya önünde çok daha büyük çok daha kardeş bir dünya bulan Türkiye bugün yeniden sımsıkı IMF’ye, Avrupa’ya ve Amerika’ya sarılmıştır.
Bugünkü iktidar sahipleri işte 28 Şubat öncesi bir büyük hizmete dönüşen Millî Görüş’ün generalleri idiler. Ve maalesef 28 Şubat asıl gücünü burada gösterdi, Millî Görüş’ün elindeki bir büyük imkânı, bir büyük kadroyu, bir büyük umudu elinden aldı, fakat aynı isimleri yine milletin karşısına üstelik devletin başına bambaşka bir halde yeniden çıkardı.
28 Şubat’ın asıl mağduru Türkiye’dir. Çünkü o kendi gücünün ve kendi imkânlarının şuuruyla tarihin en güçlü hamlesini yapacakken, bütün güç, şuur ve imkân gizli ve karanlık emellerin ellerinde heba edilmiştir.
28 Şubat’a bir kürek de olsa harç taşıyan herkes Türkiye Cumhuriyeti devletine ve aziz milletimize karşı mes’uldür. Asıl mes’uliyet ise, kendilerine yapılan bu darbeden sonra nasıl olup da önlerinde bütün kapıları açık bulan zevata aittir.
Osman Toprak