Arkası Yarın/ALNIMDAKI I$IK

aHuZaR

Can kayıp can firarda
Katılım
27 Kas 2006
Mesajlar
6,438
Tepkime puanı
23
Puanları
0
Konum
Gönülistan
Allah ömür verirse
ölmezde sag kalirsam her güne bir bölüm yazacagim
INSALLAH begenirsiniz gönüldostlari


Alnimdaki I$IK



Bismillah

Benden gelmişti bu ses!.

Uçaktan indikten sonra beni bekleyen arabamın yanına gitmiş ve "Bismillah" diyerek arabaya binmiştim. Ne kadar modem, ne kadar ilerici olursam olayım, bazı gelenek ve göreneklerimize bağlı olmaktan özel bir zevk duyuyor*dum.

Cuma namazlarına gitmek veya bir işe besmeleyle başlamak, bana rahmetli babamın öğrettiği şeylerdi. Nitekim küçük yaşlarda cuma namazlanna gitmeye başlamış ve cuma namazlarına giderek büyüdüğümü, cuma namazlarına giderek adam olduğumu hissetmiştim.

Yaklaşık yirmibeş sene olmuştu!.

Şimdi otuzyedi yaşında olduğuma göre demek ki yirmibeş, yirmiyedi senedir cuma namazlanna gidiyordum. Bazı kendini bilmezlerin aksine bu durumumdan tabi ki onur, tabi ki gurur duyuyordum!.

Dile kolay, yirmiyedi yıl!.

Bu süre zarfında zengin, çok zengin birisi olmama rağmen, bu zenginlikle şımarmamış, bu zenginlikle azma-mıştım. Yine cuma namazlanna gidiyor, sıradan denilebilecek insanlarla yine cuma namazlarını kılıyordum. Onlar gibi veya onlardan biri olmadığım halde, sanki onlardan

biriymişim gibi onların arasına karışıyor ve "Alİah kabul et*sin" diyerek elimi sıkmak isteyenleri hiç terslemeden, elimi sıkmalarına izin veriyordum. Gösterdiğim bu tevazu, hiç kuşkusuz ki Allah'ın hoşuna giden bir tevazuydu. Açık söylemek gerekirse Allah'ı seviyor ve Allah tarafından sevildiğimi biliyordum.

Efendim, nereye gidiyoruz?

Menderes hava limanından çevre yoluna çıkıyorduk. Aklıma önce Hülya, sonra çocuklarım, sonra işim ve daha sonra karım Şirin geldi. Biraz düşündükten sonra cevap verdim.,

Gaziemir'e

Yaptığım bu tercih hoşuma gitmişti. Bir iş adamı olarak, her zamanki gibi önce işime önem vermiştim. Zaten işimi mühimsiyerek, işimi ciddiye alarak İzmir'in önde ge*len bir tekstilcisi durumuna geldiğimi biliyordum.

Gaziemir'deki yeni fabrikamızı görmek istiyordum. Yurtdışındayken bana verilen talimata göre üç-dört gün önce faaliyete başlaması gerekiyordu. İnşaallah hayırlı olacaktı.

Fabrikaya gelmiştik.
..............................
Arkasi yarin




 

reis

Kıdemli Üye
Katılım
15 Eki 2006
Mesajlar
10,901
Tepkime puanı
414
Puanları
0
Konum
Karadeniz
OoOoO...
Harika, belki böylece yeniden okumuş okuruz...
:)
 
H

hiç

Guest
mehmet alagaş hoca hee..
amaniiiiinn..
imamlar ve cuma namazı mevzusu gelince hareket bekliyoruz..:boxing:
:D
 

reis

Kıdemli Üye
Katılım
15 Eki 2006
Mesajlar
10,901
Tepkime puanı
414
Puanları
0
Konum
Karadeniz
mehmet alagaş hoca hee..
amaniiiiinn..
imamlar ve cuma namazı mevzusu gelince hareket bekliyoruz..:boxing:
:D
Hiç sesimi çıkarmam.
Sadece uzaktan izlerim.
Ya da Temel'in dediği gibi diyelim;
"Yanindan geçer giderum"
:)
 

A.R

Profesör
Katılım
10 Mar 2007
Mesajlar
795
Tepkime puanı
10
Puanları
0
:D Bu forumda en enteresan, en parlak fikirler Ahuzar'dan çıkıyor:D
 

aHuZaR

Can kayıp can firarda
Katılım
27 Kas 2006
Mesajlar
6,438
Tepkime puanı
23
Puanları
0
Konum
Gönülistan
ANLIMDAKI I$IK
DEVAMI

Arabadan indikten sonra durdum. Etrafıma bakın*dım. Bahçe düzenlemesi dahil herşey bitmiş gibiydi. Ne yalan söyleyeyim, fabrikaya baktıkça göğsümün gerilerek genişlediğini, büyük bir gururla dolduğunu hissettim. Zeminle birlikte beş katlı bir binaydı bu. Her kat ikibinbeşyüz metrekare olduğuna göre toplam onikibinbeşyüz metreka*reydi.

İşte bu bina, benim binamdı!.

Gariptir belki ama sanki benim bir uzvum, sanki benim bir parçam gibiydi bu bina!.

Bu koskoca binayı kendime nisbet ederek, kendimle bütünleştirerek bu bina ile daha bir büyümüş, daha bir genişlemiş, daha bir heybetli olmuştum sanki!.

Benim geldiğimi gören yetkili personel dışarı fırlamış ve üniversite mezunu pazarcı esnafı gibi çığırmaya başlamıştı.,

Hoşgeldiniz efendim.

Hoşgeldiniz Selçuk Bey.

Hoşgeldiniz..

Bir zamanlar ben de bunlar gibiydim!. Patronun kar*şısında böyle tazimlerde bulunuyor, içimden ise kalayı bası*yordum. Acaba bunlar da benim gibi içlerinden kalayı ba*sıyorlar mıydı? Bu merakla hepsinin gözlerine baktım. Belli etmiyordu namussuzlar!. Gerçi ben de belli etmezdim ya!.

Başımı hafifçe sallayarak "Hoşbulduk" dedim.

En kıdemli adamım olan Nejat bey, antika ibriğim ile kapıda gözüktü. "Aferin" dedim içimden, aferin Nejat beye!. İbriğin içinde mutfakta veya çayocağında ılıttığı su olmalıydı, Bir an cünup olup-olmadığımı düşündüm. Cünup değildim. İyi ama bunu niye düşünmüştüm ki!. Ben zaten cünup gezmezdim. Belki de şeytani bir vesveseydi bu!.

Mescid arka tarafta efendim.

Hepbirlikte arka tarafa yürüdük. Fabrikanın arka ta*rafına güzel, şirin bir mescid yapılmıştı. Etrafımdakilerin yardımıyla ceketimi ve çoraplarımı çıkararak kollarımı sıva*dım. Mescidde iki rekat şükür namazı kılmak için abdest alacaktım.

Tarihten aldığım bir ders idi bu!.

Fatih Sultan Mehmed han İstanbul'u fethettiği zaman önce iki rekat namaz kılmış sonra tahta oturmuştu. Ne güzel bir davranış, ne büyük bir tevazuydu bu!. Tarihten birçok şeyi unutmama rağmen bunu unutmamış ve bu soylu davranışı kendime Örnek almıştım. Nitekim bundan iki yi! önce yaptırdığım büyük atelyeye de mescidde iki re*kat şükür namazı kıldıktan sonra girmiştim!.

Havlunuz efendim.

Elimi yüzümü kuruladıktan sonra mescide girdim. Ben abdest alırken birisi mescide girmiş ve içeriye güzel kokulu bir deodorant sıkmış olacak ki, içerisi mis gibi ko*kuyordu. İki rekat namaz kılarak öylece oturdum. Kısa bir süre Allah'ı düşündüm. Hoşnutlukla gülümsedim. Çünkü alemlerin Rabbi olan Allah'ın, benim gibi çalışkan ve bece*rikli kulu ile iftihar'ettiğini hissetmiştim. Allah'ın varlığına nasıl inanıyorsam, Allah'ın beni sevdiğine de öyle inanı*yordum.

Mescidden çıkarak fabrikaya yöneldim.

Depo olarak kullanacağımız bodrum katına inmeyi düşünmeyerek diğer dört katı dolaştım. Zavallı işçiler beni görünce ne yapacaklannı şaşırmışlardı sanki!. Fabrikada yaklaşık üçyüzelli-dörtyüz işçi olmalıydı.

Burada kaç arkadaş var?

Dörtyüzotuz efendim.

Dörtyüzotuziki Selçuk bey.

Dörtyüzotuziki diyen personel müdürüydü. Tabi ki onun söylediği rakam kesindi. Üst kata çıktık. En üst kat*taki özel odamın kapısında güzel bir kız bekliyordu.


Arkasi yarin
 

meliha

Paylaşımcı
Katılım
24 Ara 2006
Mesajlar
133
Tepkime puanı
0
Puanları
0
ahuzar yaz artık kardeşim illa belirtmekmi lazım merak ediyoruz işte
 

aHuZaR

Can kayıp can firarda
Katılım
27 Kas 2006
Mesajlar
6,438
Tepkime puanı
23
Puanları
0
Konum
Gönülistan
ANLIMDAKI I$IK
DEVAMI

Bu yeni sekreter yirmi yaşlannda olmalıydı. Odamın kapısını biraz daha açıp kenara çekildi ve inceltmeye çalıştığı tiz bir ses tonuyla "Hoşgeldiniz beyefendi" dedi. Hoşlanmaz*dım böyle yapmacık şeylerden. "Kendi sesinle konuş" diyerek içeriye geçtim.

Fabrikada fazla kalmayacaktım. Kendi masama geç*meye gerek duymadan misafir koltuklanndan birisine otur*dum. Sigaradan olsa gerek ağzımda hafif bir acılık vardı. Cips ve neskafe göndermelerini söyleyerek yetkili persone*lin yerlerine dönmelerini istedim.

Sekreter kız sıkıigan bir tavırla yanıma yaklaştı.,

Beyefendi. Doktorunuz Zekaİ Bey iki gündür sizi anyor, görüşmek istediğini belirtiyor.

Bir an düşündüm!.

Anlayamadım benimle ne için görüşmek İstediğini!. Yurtdışına çıkmazdan önce Şirinle birlikte kendisine git*miştik. Karımın rahatsızlığı kadın hastalığı idi. Bu arada ben de basımdaki ağrıdan şikayet etmiş ve Şirinle birlikte benim de bazı tomografilerim çekilmişti. Acaba Şirinin du*rumu kötü müydü? Yoksa, yoksa çocuklar mı hastalanmış*tı!.

Evi ara.

Durdum!. Evi niye aratıyordum ki!. Doktorla görüş*mem daha iyiydi.,

Yok, yok!. Doktoru ara.

Doktorla konuşmamız kısa sürdü. Meselenin benimle ilgili olduğunu ve karşılıklı görüşmek istediğini belirtti. Eve giderken uğrayacağımı söyleyerek telefonu kapattım.

Ne olabilirdi ki!.

Fazla düşünmek daha doğrusu evhamlanmak isteme*dim. Getirdikleri cipsten birkaç parça yiyerek fabrikadan aynldım.

Zuayenehaneye girdiğimde saat altı civarındaydı.

Beni kapıda bizzat doktor karşılamış ve odasına bu*yur etmişti. Esas itibariyle doktorları sevmezdim. Beyaz Önlüklü görüntüleri ile bana hastalan ve hastalığı hatırlatır*lardı. Bununla beraber doktorla karşılaşmak istemeyenle*rin, imamla karşılaşacaklarını da biliyordum. Dolayısıyla si*yah cüppeli imam ile beyaz önlüklü doktoru yan yana koyduğumda, doktor gözüme çok şirin gözüküyor ve terci*himi hemen doktordan yana yapıyordum.

Selçuk bey!. Ne alırdınız?

Fabrikada neskafe söylemiş fakat içmeden ayrılmış*tım.,

Neskafe

Bir duble viski de olabilirdi.

Pencereden dışarıya baktım. Ortalık daha aydınlıktı. Ve ben gündüz içki içmesini, gündüz içki içenleri hiç sevmezdim.,

Neskafe olsun

Telefonun ikaz düğmesine basarak sekreterine İki neskafe söyledi.

Her ikimiz de susmuştuk.

Tabi ki konuşması gereken doktordu. 0 da bunu an*lamış olacak ki konuşmaya başladı.,

Beyefendi!, Sizinle böyle bir konuşma yapmak zo*runda olduğum için üzgünüm.

Doktorun bu ifadeden sonra susması, beni hem me*raklandırmış, hem de canımı sıkmıştı.,

Devam edin..

Beyin tomografilerinizi tekrar tekrar inceledik. Fı-rontal bölgede dört çarpı dört ebadında çevreye invazyon yapmış malin beyin tümörü. Başınızdaki ağrının sebebi maalesef tümör.

Doktorun söylediklerinden sadece bir kelimeyi,

tek bir kelimeyi anlamış ve doktorun ağzından çıkan bu tümör kelimesi, namludan çıkan kurşun gibi idrakime saplanmıştı.

Tümör!.

"Aman Allah'ım!." fısıltısı çıktı ağzımdan!.

Kulaklarım uğuldamaya, bakışlarım titremeye başla*mıştı. Ses ve görüntüler iç içe geçmiş, birbirine karışmıştı sanki. Konuşmaya devam eden doktorun söylediği cümle*leri anlamıyor fakat bu cümleler içindeki bazı kelimeleri bir bir ayıklıyordum.,

Tümör.."


Arkasi yarin
 

Sinner

"Suskun, Hüzün-Bâz..."
Katılım
1 Tem 2006
Mesajlar
7,913
Tepkime puanı
120
Puanları
0
Konum
Câh-ı Bün...
valla abLa ben şimdi okudum ikisinide..

devamını bekLiyorum sabırsızLıkla;)
 

uzAyli

İhvan Forum Üye
Katılım
23 Ağu 2006
Mesajlar
7,903
Tepkime puanı
2,001
Puanları
0
Yaş
123
Konum
Uzay
bende devamini bekliyom cabuk ol :D
 

aHuZaR

Can kayıp can firarda
Katılım
27 Kas 2006
Mesajlar
6,438
Tepkime puanı
23
Puanları
0
Konum
Gönülistan

ANLIMDAKI I$IK
DEVAMI

Kötü seyirli.."

Bu tip umutsuz durumlar..."

Cümleler içinden ayıkladığım bu kelimeler, birer han*çer gibi bana, ben Selçuk beye saplanıyordu. Hafifçe silkelenerek kendime gelmeye, kendimi toparlamaya çalıştım.

Ne oluyordu?

Bu küstah doktor bana ne söylüyordu ki!.

Tıbbi ifadelerle konuşmasını sürdüren doktoru, ölü*müme hükmeden zalim bir yargıç gibi görmeye başladım.

Herife bak!. Ne kadar da sakin, ne kadar da fütursuz ko*nuşuyordu!.

Bu sizin teşhisiniz mi?

Maalesef. Siz yurtdışındayken üç ayn konsültasyon yaptık. Hücre tipi astrositoma olan bu tümörün inoperabl yani öpere edilemez olduğu konsültasyon neticesi..

İkimiz de susmuştuk. Doktorun söyleyecekleri bitmiş olmalıydı. Meseleyi umutsuz gören doktora yine de sordum.,

Öneriniz?

Doktorun bir süre susarak düşüneceğini zannettim. Oysa cevabı çoktan hazırlamış olacak ki gözlerime baka*rak "Dolu dolu yaşamanız dedi. Dolu dolu yaşamak!.

Bu cevabın ne anlama geldiğini biliyordum, ölmesi kesinleşen kimselere verilen bir cevaptı bu!. Kendime acıdığımı hissettim. Kurtulmak istedim bu duygulardan. Hem daha bilmediğim, bilmediğim bir cevap daha vardı..

Ne kadar?

Dolu dolu ne kadar yaşayabilirdim?

Dilimin ucuna gelen bu soruyu, ağzımdan çıkaramı-yordum. Doktorun vereceği cevaba hiç, ama hiç hazır değildim. Fakat yine de sormadan edemedim.,

Ne kadar?

Altı ay, belkide bir sene..

Altı ay!. Yüzseksen gün!. Aldığımız bazı malların nor*mal ödeme süresi!.

Zihnimde yüzseksen sadece yüzseksen gün!, sayıkla*masını yaparken, bir günü ve bir günün kısalığını düşünüyordum.

Kapı açıldı.

Elinde iki neskafe fincanı ile sekreter içeriye girdi. Hiçbir şey söylemeden ayağa kalktım. Ağır adımlarla sek*reterin açık bıraktığı kapıdan dışarıya çıktım.

Kapının önüne çıktığımda şoför hemen kapıyı açtı. Arabanın önünde üç-beş saniye durduktan sonra şoföre "Sen git" diyerek Alsancak sokaklarına doğru yürümeye başladım. saattir yürüyorum. Ne İçin, nereye gittiğimin farkında değilim!. Alsancağın ara sokaklarından önce Kordona çıkmış ve oradan da Konağa yönelmişim!,

Hem yürüyor hem de kendi kendime hiçbir şeyi dü*şünmeme, hiçbir şeyi anlamama mücadelesi veriyorum. Çünkü olanları düşünmek, olanları anlamak istemiyorum.

Gerçi hiç de yabancı olmadığım,

bir çok filimde, birçok kez karşılaştığım bir durumdu bu!. Filmin kahramanı doktora gidiyor ve doktor kısa bir süre sonra öleceğini bildiriyordu!,

Filmin kahramanında bir üzüntü, bir sarsıntı!. Ne ya*pacağına karar verememe, falan, filan!.

Filmi seyreden ben ise bir taraftan çerezimi yiyor, di*ğer taraftan kahramanın psikolojisini anlamaya çalışıyordum!.

Tabi ki fazla zorlanmadan, hiç de fazla zorlanmadan anlayıveriyordum durumu!. Anlayıveriyordum filmin kahramanının ne hissettiğini!. Sonra, sonra bu anlayışla çerezimi yemeğe devam ediyor, bu anlayışla kokakolamı yudumluyordum!.

Oturaklı bir küfür savurdum kendime!.

Ne demek ulan, bu psikolojiyi anlamak, bu psikolojiyi anlayabilmek ne demek!. Filimlerde seyrederek, kitab satırlarında okuya*rak, bu psikolojiyi anlayabilmek mümkün mü? Tabi ki değil!.

Başkasına verilen Ölüm haberiyle, ölümün ve ölecek olmanın ne anlama geldiğini anla*yabilmek, başkasının girdiği denizde ıslanmak, ıslanabil*mek gibi bir şeymiş meğer!. Başkasının ölümünü,

başkasının öleceğini düşünmek, sadece ve sadece Ölüme başkalaşmakmış meğer!. Düşünüyorum,

düşünüyorum da, sık sık duyduğum ve benim de sık sık söylediğim bazı ifadeler vardı. "Hiçbir insan ölümsüz değildir, bütün insanlar elbetteki ölecektir, hiç kuşkusuz ben de öleceğim..." gibi!.. Ne kadar boş, ne kadar anlamsız kullanılan sözlermiş bunlar!.

Oysa şimdi, şimdi anlıyorum bu sözlerin manasını!. Şimdi anlıyo*rum bu sözlerin ne anlama geldiğini!. Çünkü ölümün ne olduğunu şimdi anladım!.


Arkasi yarin
 

aHuZaR

Can kayıp can firarda
Katılım
27 Kas 2006
Mesajlar
6,438
Tepkime puanı
23
Puanları
0
Konum
Gönülistan
ANLIMDAKI I$IK
DEVAMI


Ölümlü bir varlık olduğumu yeni anladım!.

Ölümün ve ölecek olmanın ne anlama geldiğini Vallahi yeni anladım.

Doktorun ağzından çıkan tümör kelimesi, gizli bir neşter gibi özümdeki en özdaman koparıvermiştü.

Bir kelime, sadece bir kelime bu damarın koparılma*sına yetmişti.,

Tümör!.

Oysa daha önceleri bu kelimeyi çok duymuş, çok işit-mistim. Son işittiğim kelimenin diğerlerinden tek farkı ise, bu kelimenin benle olan ügisi yani benim tümörüm oluşuy*du!. Tümörün ne olduğunu birçok insandan daha iyi bilen doktorlar bile hiç kuşkusuz ki bir hasta için bu keiimenin ne anlama geldiğini anlayamazlardı. Nitekim doktor deni*len Zekai, zoraki bir üzüntü ile bana bakmış ve sanki saa*tin kaç olduğunu bildiriyormuş gibi gayet rahat konuşmuş*tu.,

"Başmızdaki ağrının sebebi maalesef tümör!."

Elinin körü!.

Bunu söylemenin başka bir yolu, başka bir metodu yok muydu? Kılıcı başta kınında göstermek, sonra yavaş yavaş çıkarmak daha makul değil miydi? Gecenin karanlı*ğında ateş gibi parlayan bir kılıçla karşıma çıkmanın, karşı*ma dikili vermen in alemi neydi?

"Maalesef tümör!."

Evet, bu söz ile her şeyimi tutan bir şey kopuvermişti!. Bu söz ile en gizli ve en canlı olan bir damarım, yaşam dama kopuvermiş ve iç dünyamın tamamı korkunç bir deh*şetle doluvermiştü.

Peki neydi, neydi beni dehşete düşüren, neydi beni dehşetle dol*duran şey!.

Koparılan yaşam damarımın içinden ne çıkmıştı? Can mı, kan mı, irin mi, su mu, hava mı? Değildi, hiçbiri değildi!.

Kesilen ve koparılan yaşam damarımın içinden sade*ce bir-şey, tek bir şey çıkmıştı.,

Yokluk!.

Varlık damanmın içinden çıkan bu yokluk, bir anda içimi doldurmuş, bir anda beni dehşete düşürmüştü!. Kendimi bildim bileli bende bulunan bu yokluk korkusu, içim*de taşıdığım yokluk duygusunun dev bir baraj ile zapdedil-miş şekliymiş meğer!. Ve bir söz, tek bir söz ile dev baraj yıkılmış ve bu yokluk duygu*su, çılgın bir sel gibi her şeyi kaplayıvermişti!.

Bu yaşıma kadar "Ölüm, ölüm" derken kastettiğim küçücük bohça, bir kelime darbesiyle açılmış ve bu küçü*cük bohçadaki gizli anlam, bütün bir kainatı dolduruvermişti!.

Konak'taki saat kulesine gelmişim!.

Saat üçbuçuğu gösteriyordu. Durmuş olmalıydı. Saat durmuştu, durmuştu ama zaman durmuyordu. Ve her ge*çen zaman.beni ölüme yaklaştırıyordu. Bunu daha yeni farketmiştim,

Ne tuhaf değil mi?

Şimdiye kadar yüzlerce ay, binlerce gün yaşayan ben, yaşadığım her anın beni ölüme yaklaştırdığını daha yeni farketmiştim!.

Oysa, oysa bir denizde yüzüyor gibiydik!.

Aldığımız her nefesle bir kulaç atıyor, attığımız her kulaçla kıyıya, yani toprağa, yani kabire daha bir yaklaşıyorduk!.

Birçok insan kıyıyı görmeden, kıyıyı görmek isteme*den kıyıya tosluyor, kendini bir anda kıyıda, kendini bir anda kabirde buluyordu!.

Benimse durumum farklıydı!.

Doktor denilen gözcümüz, hiç beklemediğim bir anda kuiağima eğilmiş ve hiç beklemediğim bir haberi çığırmaya başlamıştı.,

Kıyı gözüktü, kıyı gözüktü!.

Ha dilin tutulaydı!.

Ha kıyıyı görmez ve göstermez olaydın!. Geceyarısı..

Büyük Efes otelindeyim. İçki içmek istemiş ve hangi meyhaneye gideceğimi düşünmüştüm. Hiçbir meyhane, hiçbir restoran ilgimi ve hevesimi çekmemişti. Daha doğrusu insanlarla beraber ol*mak, onlarla beraber içmek istemiyordum. Çünkü ben tüm insanlara, tüm insanlar bana yabancılaşmış gibiydi. Hiçbir şey olmamış, hiçbir şey olmayacakmış gibi oradan oraya koşuşturan bu insanlar, başka bir gezegenin, başka canlıları gibi gözüküyorlardı gözüme!.

Yalnız kalmak istiyordum.

Yalnız kalmalı ve içeceksem yalnız içmeliydim.

Bu düşüncelerle Efes oteline gelmiş ve oda servisine gerekli siparişleri vererek yatağa uzanmıştım. Hülya geldi aklıma. Bir telefon etsem, yirmi dakika içinde yanımda

olurdu.

Yanımda olsun muydu? Yanımda olacak da ne olacaktı? Onunla ne konuşacak, ona ne anlatacak ve herşeyden önemlisi o ne anlayacaktı ki!. Onunla yatmak düşün*cesi ise mevtayla yatmak gibi garip bir tiksinti, derin bir soğukluk verdi içime!. Ben de şaşırdım!.

Niye böyle düşünmüş, niye böyle hissetmiştim ki! Mevtayla yatmak örneği de neyin nesiydü. Ve kimdi, kim*di örnekteki mevta?

Ne kadar basit, ne kadar kolay bir soruydu bu!. Bir an durmam ve kendime göz ucuyla bakmam, bu sorunun cevabını bulmam için yeterli olmuştu. Tabi ki bendim, tabi ki bendim bu mevta!.

Yaklaşık altı saat evvel aldığım bir haber ile yaşayan mevta durumuna düşmüştüm. Daha önceleri benim için koskoca ve rengarenk olan dünya, dört çarpı dört ebadın-daki küçücük bir tümör ile küçücük bir tabuta dönüşmüş*tü!.

Ve ben, kendini bir anda tabutun içinde bulan ben Selçuk bey, bu küçücük tabutun içinde ne yapacağımı, ne halt yiyeceğimi şaşırmıştım!.

Yemek ve içeceklerinizi getirdim efendim!.

"Haahh işte!. Ne halt yiyeceğimiz belli oidu!." dedim içimden. Gelen oda görevüsiydi. Açık bıraktığım kapıya vurmuş muydu, vurmamış mıydı bilmiyorum. Yataktan hiç doğrulmadan "Servis arabası orada kalsın" dedim. Servis arabasını bırakarak öylece durdu. Herhalde bahşiş bekli*yordu.

Sehpanın üzerinde cüzdan var. Bahşişini oradan al Cüzdanı itina ile alıp bana uzattı.

Beyefendi buyrun.

İstifimi bozmadan "Kendin al" dedim.

Ne kadar alayım?

Ne kadar istersen.

Şaşırmıştı!. Garsonun bu şaşkınlığı belki de gülüne*cek bir durumdu. Ne var ki üç-beş kuruş için ne yapacağı*nı şaşıran bu garsona acıdığımı hissettim. Gözlerimi kapa*tarak garsondan ve bu olaydan kopmak istiyordum. Kısa bir süre sonra kapının kapanmasıyla garsonun gittiğini an*ladım.

Saat kaç olmuştu?

Bilmiyorum. Saat komodinin üzerinde, merak eden gitsin baksın!.

Kaç şişe, kaç duble içtiğimi de bilmiyorum. Bildiğim tek şey, içtikçe daha berbat, daha daha berbat olduğum. İçtikçe kendimi biraz toparlayacağımı, içtikçe biraz da olsa moral kazanabileceğimi umuyordum. Olmadı. Acı haber ile yere yığılan vücudum, acı içki ile sümükleşmeye ve bir kusmuk gibi yerde yayılmaya başlamıştı!.

Neden böyle oldu bilmiyorum!.

Oysa daha önceleri böyle olmazdı. Kuzey kutbumda

bir sıkıntı olsa, içtikçe güney kutbuma yaklaşır, kuzey kut*bumdan ve bu kutuptaki sıkıntılarımdan uzaklaşmaya çalı*şırdım!, Güney kutbumda bir sıkıntı olsa, doğru kuzey kut*buma!. Şimdi ise yakıcı güneşe en yakın yer olan ekvato*ra çakılmış gibiyim!. İçtikçe bütün kutuplarımı kaybettiğimi, içtikçe her tarafımın ekvatoriaştığmı hissedi*yorum!.

Boş ve dolu bütün şişeleri duvara fırlatmak, bütün şişeleri kırmak istedim. Hiç mecalim yoktu!.

İki-üç metre ilerdeki yatağa baktım. Vücudumu kaldı*rıp, o yatağa atmalıydım. Tabi ki vücudumla beraber dört çarpı dört ebadındaki tümörümü de, tümörümü de götür*meliydim yatağa!. Sahi ya!.

Bazı kimselerin dediklerine bakılırsa tümörlü uzuvları kesip atıyorlarmış, kurtarıyorlarmış vücudu tümörlü uzuvdan!.

Hoop. Çüüşş bakalım. Bizimki beyin!.

Beyinsiz yaşanır mı?


Arkasi yarin
 
Üst