dedekorkut1
Doçent
ATOM ÇEKİRDEĞİ MUCİZESİ
SELİM GÜRBÜZER
Çekirdek deyip geçmemeli. Çünkü bir çekirdekte koca bir âlem gizli. Nasıl ki bir tohumda koca bir çınar ağacının özeti varsa atom çekirdeğinin içerisinde de kâinatın özü mevcut. Zira kâinatta 10 üssü 79 atom vardır. O halde atom içinde kendi çapında bir âlemdir diyebiliriz pekâlâ. Şöyle ki mikro ve makro âlemler arasında matematik orantı kurulduğunda atom içerisinde yer alan proton ve elektron arasındaki uzaklık oranı neyse, dünya ve ay arasında uzaklık oranı da aynı olduğu görülecektir.
Peki, atom sadece kâinatın özü mesabesinde bir mikro âlemdir? Hiç kuşkusuz canlı âleminde temel taşı diyebileceğimiz bir mikro âlemdir. Dile kolay, bir hücre düşünün ki 100 trilyon cansız sandığımız atomlardan oluşmakta, elbette ki bu durumda cansız sandığımız atomun can kattığını görmezden gelemeyiz. Daha da ilginç olan atomun kendi içinde bile mikro âlemlerin var olduğudur. Nitekim atomun kendi iç dünyasına girildikçe bir bütün olarak kendisinden daha küçük mikro bileşenlerden müteşekkil olduğunun tespit edilmesi bunu doğruluyor zaten. Hatta ünlü Alman bilgini Albert Einstein bu gerçeği dile getirirken atomunda parçalanabileceğini ve müthiş bir enerji açığa çıkaracağını müjdesini vererek bilim dünyasına duyurmaktan kendini alamamıştır. Derken dile getirdiği tezini 1905 yılında E= mc2 formülüyle ispatlamışta.
Malumunuz atom maddenin en küçük birimi olmakla beraber atomu da kendi içinde elektron, proton ve nötron denen en küçük temel yapılar oluşturmaktadır. Nitekim bu temel yapının çekirdek merkezinde bulunan proton ve nötron taneciklerine nükleon denip, bu söz konusu tanecikler birbirlerine sıkı sıkıya bağlı durumdalar da. İnsanoğlu bu nedenledir ki atomu oluşturan nükleon taneciklerinin acaba kaçta kaçını bir araya getirirsek 1 gram ağırlığa tekabül eden bir rakam buluruz diye düşünüp taşınırken, geldiği noktada çekirdek kısımda 6,02 x 10 üssü23 avogadro sayısına denk düşen 1 gramlık kütle hesabına en nihayetinde ulaşmasını bilmiştir. Ayrıca insanoğlu birtakım matematiksel hesaplamalarla elde ettiği verilerin yanı sıra her hangi bir atom çekirdeğini radyum elementin yaydığı alfa, beta, gamma gibi ışınlara maruz bıraktığında çekirdek içerisindeki proton ile nötron arasındaki sıkı sıkıya olan bağın bir anda kopup ikiye ayrıldığını da gözlemleyebilmiştir. Böylece ayrılma işlemiyle birlikte atomun parçalanabiliyor olabileceği fark edilmiştir. Hatta bu arada proton sayısı tek bir tane değil çok sayıda olduğunda pozitif yük olma avantajıyla bir bakıyorsun aralarında cereyan eden itme ve çekim gücü kuvvetleriyle birlikte ortaya müthiş bir enerji açığa çıktığı gözlemlenmiştir. Derken bu arada tüm insanlık atom çekirdeğinde her an patlamaya hazır enerji birikiminden hareketle nükleer silah olarak kullanılmak üzere yapımı gerçekleştirilen atom bombasıyla da yüzleşmiş oldu. İnsanoğlu atomun her an patlamaya hazır bir bomba düzeneğine dönüşebileceğini daha yeni keşfede dursun, oysaki atomunda patlayabileceği hadise kâinatın yaratılışında yaşanmış bir hadisedir zaten. Öyle ki, dağılan parçacıklar teorisine göre; bundan kırk milyar yıl öncesi evreni oluşturan kaynağın pusan’lar olduğu ve bu kaynağın oluşumuyla birlikte güneş sistemi dışında cereyan eden süper nova patlamalar sonucu etrafa fazla sayıda yayılan radyoaktif kaynaklı parçaların (kozmik radyasyon) bir noktadan kopup kâinat oluşumunun gerçekleştiğidir. Nitekim Nükleer Fizikçi Andrey Saharov bu hususta ‘Evren pusup kaybolan bir evrenin karşıt evreni olup, pusmuş haldeki evrenin bugünkü hareketli evrene nazaran daha dengelenmiş halidir’ der.
İnsanoğlu gelinen nokta itibariyle atom parçalanamaz fikri tartışmalarını geride bırakıp çekirdekte bulunan protonların artı yüklü olduğu yörüngede bulunan elektronların ise eksi yüklü olduğunu artık fark edecek derecede atomun dilini çözecek duruma gelmiş durumdadır. Hatta atom içerisinde konumlanmış elektron, proton ve nötron üçlü kombinezon dengesinin kvant denen enerji birimin birer uyduları olduğu gerçeği keşfedilmiş durumdadır. Yani bu demektir ki üçlü kombinezon elektron ve manyetik alanlar arasında keşfedilen bağlantının spinidirler. Dahası atomik seviyede nükseden pek çok fiziki olaylar kuantum mekanik bilim dalında dalga hareketi (bir maddenin atomlar arasındaki titreşim hareketi) olarak anlam kazanıp karşılık bulmuştur. Dolayısıyla bu durum bize ister istemez hem güneş sistemi etrafında dönen gezegenlerin seyri âlemini, hem ışığın dalga biçiminde yayılmasını, hem de Kuran’da ki Hunnes sırrını hatırlatır. Öyle ya, mademki dünya ve diğer gezegenler bir seyyah misali turlar halde güneş etrafında dönüyorlar, o halde elektronların saniyede 2 bin kilometre hızla kendi proton ekseni etrafında dönmeleri gayet tabii bir durumdur. Dolayısıyla bu duruma şaşmamak gerekir. Hem kaldı ki tüm maddelerin tüm enerji akışının belli küçük ölçeklenebilir temellere ayrılmış olduğu denen kuantum kanunu gereği maddeyi oluşturan her biri atomun hareketinin manyetik bir çekim gücüne sahip olması hasebiyle atom çekirdeği içerisinde konumlanmış enerjik elemanlarının da dönmemesine sebep teşkil edecek herhangi bir mani durumda yoktur. Zaten böylesi enerjik kvant güce sahip olmak kâinatın kendine has yaratılış nizami kuralları çerçevesinde dönmeyi gerektirir.
SELİM GÜRBÜZER
Çekirdek deyip geçmemeli. Çünkü bir çekirdekte koca bir âlem gizli. Nasıl ki bir tohumda koca bir çınar ağacının özeti varsa atom çekirdeğinin içerisinde de kâinatın özü mevcut. Zira kâinatta 10 üssü 79 atom vardır. O halde atom içinde kendi çapında bir âlemdir diyebiliriz pekâlâ. Şöyle ki mikro ve makro âlemler arasında matematik orantı kurulduğunda atom içerisinde yer alan proton ve elektron arasındaki uzaklık oranı neyse, dünya ve ay arasında uzaklık oranı da aynı olduğu görülecektir.
Peki, atom sadece kâinatın özü mesabesinde bir mikro âlemdir? Hiç kuşkusuz canlı âleminde temel taşı diyebileceğimiz bir mikro âlemdir. Dile kolay, bir hücre düşünün ki 100 trilyon cansız sandığımız atomlardan oluşmakta, elbette ki bu durumda cansız sandığımız atomun can kattığını görmezden gelemeyiz. Daha da ilginç olan atomun kendi içinde bile mikro âlemlerin var olduğudur. Nitekim atomun kendi iç dünyasına girildikçe bir bütün olarak kendisinden daha küçük mikro bileşenlerden müteşekkil olduğunun tespit edilmesi bunu doğruluyor zaten. Hatta ünlü Alman bilgini Albert Einstein bu gerçeği dile getirirken atomunda parçalanabileceğini ve müthiş bir enerji açığa çıkaracağını müjdesini vererek bilim dünyasına duyurmaktan kendini alamamıştır. Derken dile getirdiği tezini 1905 yılında E= mc2 formülüyle ispatlamışta.
Malumunuz atom maddenin en küçük birimi olmakla beraber atomu da kendi içinde elektron, proton ve nötron denen en küçük temel yapılar oluşturmaktadır. Nitekim bu temel yapının çekirdek merkezinde bulunan proton ve nötron taneciklerine nükleon denip, bu söz konusu tanecikler birbirlerine sıkı sıkıya bağlı durumdalar da. İnsanoğlu bu nedenledir ki atomu oluşturan nükleon taneciklerinin acaba kaçta kaçını bir araya getirirsek 1 gram ağırlığa tekabül eden bir rakam buluruz diye düşünüp taşınırken, geldiği noktada çekirdek kısımda 6,02 x 10 üssü23 avogadro sayısına denk düşen 1 gramlık kütle hesabına en nihayetinde ulaşmasını bilmiştir. Ayrıca insanoğlu birtakım matematiksel hesaplamalarla elde ettiği verilerin yanı sıra her hangi bir atom çekirdeğini radyum elementin yaydığı alfa, beta, gamma gibi ışınlara maruz bıraktığında çekirdek içerisindeki proton ile nötron arasındaki sıkı sıkıya olan bağın bir anda kopup ikiye ayrıldığını da gözlemleyebilmiştir. Böylece ayrılma işlemiyle birlikte atomun parçalanabiliyor olabileceği fark edilmiştir. Hatta bu arada proton sayısı tek bir tane değil çok sayıda olduğunda pozitif yük olma avantajıyla bir bakıyorsun aralarında cereyan eden itme ve çekim gücü kuvvetleriyle birlikte ortaya müthiş bir enerji açığa çıktığı gözlemlenmiştir. Derken bu arada tüm insanlık atom çekirdeğinde her an patlamaya hazır enerji birikiminden hareketle nükleer silah olarak kullanılmak üzere yapımı gerçekleştirilen atom bombasıyla da yüzleşmiş oldu. İnsanoğlu atomun her an patlamaya hazır bir bomba düzeneğine dönüşebileceğini daha yeni keşfede dursun, oysaki atomunda patlayabileceği hadise kâinatın yaratılışında yaşanmış bir hadisedir zaten. Öyle ki, dağılan parçacıklar teorisine göre; bundan kırk milyar yıl öncesi evreni oluşturan kaynağın pusan’lar olduğu ve bu kaynağın oluşumuyla birlikte güneş sistemi dışında cereyan eden süper nova patlamalar sonucu etrafa fazla sayıda yayılan radyoaktif kaynaklı parçaların (kozmik radyasyon) bir noktadan kopup kâinat oluşumunun gerçekleştiğidir. Nitekim Nükleer Fizikçi Andrey Saharov bu hususta ‘Evren pusup kaybolan bir evrenin karşıt evreni olup, pusmuş haldeki evrenin bugünkü hareketli evrene nazaran daha dengelenmiş halidir’ der.
İnsanoğlu gelinen nokta itibariyle atom parçalanamaz fikri tartışmalarını geride bırakıp çekirdekte bulunan protonların artı yüklü olduğu yörüngede bulunan elektronların ise eksi yüklü olduğunu artık fark edecek derecede atomun dilini çözecek duruma gelmiş durumdadır. Hatta atom içerisinde konumlanmış elektron, proton ve nötron üçlü kombinezon dengesinin kvant denen enerji birimin birer uyduları olduğu gerçeği keşfedilmiş durumdadır. Yani bu demektir ki üçlü kombinezon elektron ve manyetik alanlar arasında keşfedilen bağlantının spinidirler. Dahası atomik seviyede nükseden pek çok fiziki olaylar kuantum mekanik bilim dalında dalga hareketi (bir maddenin atomlar arasındaki titreşim hareketi) olarak anlam kazanıp karşılık bulmuştur. Dolayısıyla bu durum bize ister istemez hem güneş sistemi etrafında dönen gezegenlerin seyri âlemini, hem ışığın dalga biçiminde yayılmasını, hem de Kuran’da ki Hunnes sırrını hatırlatır. Öyle ya, mademki dünya ve diğer gezegenler bir seyyah misali turlar halde güneş etrafında dönüyorlar, o halde elektronların saniyede 2 bin kilometre hızla kendi proton ekseni etrafında dönmeleri gayet tabii bir durumdur. Dolayısıyla bu duruma şaşmamak gerekir. Hem kaldı ki tüm maddelerin tüm enerji akışının belli küçük ölçeklenebilir temellere ayrılmış olduğu denen kuantum kanunu gereği maddeyi oluşturan her biri atomun hareketinin manyetik bir çekim gücüne sahip olması hasebiyle atom çekirdeği içerisinde konumlanmış enerjik elemanlarının da dönmemesine sebep teşkil edecek herhangi bir mani durumda yoktur. Zaten böylesi enerjik kvant güce sahip olmak kâinatın kendine has yaratılış nizami kuralları çerçevesinde dönmeyi gerektirir.