Bediüzzaman said nursi hazretleri "mehdi" değildir.

Hikem

Kıdemli Üye
Katılım
31 Ağu 2009
Mesajlar
6,073
Tepkime puanı
702
Puanları
0
Aşağıya aldığımız yazıyı herkesin ve bu arada Cübbeli hocanında dikkatke okumasını rica ediyorum:

Hz. Mehdî ve üç vazife

 

 

 



http://darulhikme.org.tr/darulhikme...ve-uc-vazife-2/1055-hz_mehdi_ve_uc_vaziffe-2/

Bediüzzaman, külliyatında, âhir zamanda zuhur edecek Hz. Mehdî’nin ve cemaatinin üç küllî vazifesi olacağını beyan eder. [1]

Bu üç vazifenin birincisi ve belki en önemlisinin, imanı, küfrün, özellikle fen ve felsefe cihetinden sökün eden ilhad fikrinin tasallutundan kurtarmak olduğunu, bu vazifenin genel anlamda icraya dönük olan ve ahkâmı fiilî plânda hayata taşıma merkezinde odaklanan sair iki vazifeye zemin teşkil ettiğini ifade eder.

Bediüzzaman’a göre bu birinci vazife, sonraki iki vazifenin altyapısı mesabesindedir.



Âhir zaman Mehdî’sinin Risale-i Nur’u program olarak tatbik edeceği” [2] yorumunu da böyle okumak gerekir. Bu yaklaşımdan, Hz. Mehdî’nin, icraatını, kendisinden önce imânî altyapı açısından müsait ve münbit hâle getirilmiş bu mânevî zemin üzerine bina edeceği türünden bir bakış açısına ulaşılabilir.

Bediüzzaman’

ın, Risale-i Nur’ların program olarak uygulanmasından kastı, âhir zamanda gelecek zâtın, eline külliyatı alıp bir ajanda gibi onun muhtevasını tatbik edeceği iddiasını savunmak değil, Risale-i Nur’un tahkim ettiği mânevi ve imanî altyapının, o zâtın hizmetleri için olmazsa olmaz hükmünde olan zemini tesis etme noktasında ehemmiyeti yadsınamaz bir rol oynayacağı tesbitini öne çıkarmaktır.

Bediüzzaman’

ın zihninde vak’aya mutabık olarak belli bir tedrîciliğin var olduğu anlaşılıyor.

Ama bu tedrîciliği yanlış anlamamak lâzım…

Mesela meseleyi, mutlak anlamda ‘biri bitmeden öbürü başlamayan vazifeler’ olarak almak kesinlikle doğru değil.

Bir bakıma iç içelik söz konusu ama her devirde vazifelerden biri daha çok öne çıkıyor ve bilhassa ‘birinci vazife’nin tahkimi, sonrakiler için hayatî bir önem taşıyor.

Elbette bu okuma biçimini ‘

şimdikilerin’ sade suya tirit ‘İslâmcılıkları’ ile karıştırmamak îcâb eder…



Şimdikiler’, -güya tedrîcilik adına- bâtıl bulaşığı zihinleriyle, kıymeti kendilerinden menkul bir ‘Mekke-Medine dönemi ayrımı’ ihdas etmişler ki, sormayın gitsin!

Duruş bozukluklarını gündeme her getirişinizde bu naif ayrımın arkasına sığınıyor, Peygamber aleyhissalâtuvesselâm efendimizin nübüvvet hayatına atıf yaparak, şimdilerde o sürecin izdüşümü tarzında bizim de bir nevi Mekke dönemini idrak ettiğimizi savunuyor ve kendi kurguladıkları ‘ahkâmsız din anlayışına’ teorik mesned üretme gayretkeşliğine soyunuyorlar.

Fakat nedense, var olsa bile bu tür bir Mekke-Medine dönemi ayrımının, dinin vaz ediliş dönemine mahsus bir vetire olduğunu, bunu ayarsızca bugüne taşıma çabasının, tüm hükümleriyle itmam olunan vahyin mesajının bir kısmını devre dışı bırakma anlamına geleceğini göremiyorlar.

“Madem nüzul sürecini bu mânâda birebir bugüne taşıma konusunda bu kadar kararlısınız, o halde vahiy içkiyi de sonradan yasaklamıştı; bu hususta da aynı tedrîciliği bugün hayata geçirmeyi düşünür müsünüz?” sorusuna ise, tahmin edeceğiniz gibi verecek bir cevapları yok.

Kaldı ki, “Daha Mekke dönemindeyiz” diyerek ahlâk ve ibadetle sınırlı bir din yorumunu terviç edenlerin, zihinlerinde orta ya da uzun vadede bir Medine dönemi yaşattıklarına dair de en küçük bir ipucu yok.

Onlar, dini kompartımanlara ayırıp ahlâk ve ibadeti Mekke’ye; siyaset, muâmelât ve bir bütün olarak ahkâmı Medine’ye hapsettiklerinden beri, hem kendileri hem de toplum ‘Medine ideali’nden epeyce uzaklaştı.

Öyle ya, bu dediğimiz doğru olmasaydı, “Kardeşim bu din tapınak dini değil, hayatın her alanına dair sözü var; hangi selâhiyetle hayatın belli sahalarını dinin müdahalesine kapatabiliyorsunuz?” sorusunu soranlar, bu ölçüde marjinal kalırlar mıydı?

Bediüzzaman’la kimi muakkipleri arasındaki fark, meseleye bütüncül bir şekilde atf-ı nazar ettiği için, bahsi geçen her üç vazifeyi de ümmetin sorumluluk alanında gören ancak dönemin ve zamanın ilcaatı bağlamında bu vazifelerden biri ya da bir kaçının kaçınılmaz olarak öne çıktığını müdrik biri ile, ikinci ve üçüncü vazifeyi literatüründen de, terminolojisinden de, hülyalarından da çıkarmış biri arasındaki fark kadardır.

Evet o, bir ibnü’z-zaman olarak, kurdun gövdenin içine girdiği bir vasatta neş’et etmenin de etkisiyle üst perdeden imana vurgu yapmış, müslümanın arı-duru zihnine bulaşacak dalâlet kirine karşı fevkalâdeden bir teyakkuz göstermiştir ama dinin sosyal ve siyasal vechesi de onun fikrî mesaisinin dışında kalmamıştır.

Cihadı kaleme indirgeyenlere inat, ‘maddî cihadın ebedî olduğunu’ [3] söyleyendir o…

Bazılarının sarmaş olduğu rejim için “Kabul etmiyoruz, amel etmiyoruz, istemiyoruz” diyendir… [4]



En mukaddes maksadım, Şeriatın ahkâmını tamamen icra ve tatbiktir.” diye Divan-ı Harb’te haykırandır. [5]

Kimilerinin ‘Avrupa Birliği hevesi’ zilletini üstlenmelerine karşı, ‘ecânibin istilâsı’ tehlikesine dikkat çekip [6], ittihad-ı İslâm’

ın izzetine ve lüzumuna vurgu yapandır…

Bu mevzuda “On üç asır evvel Şeriat-ı Garra teessüs ettiğinden, ahkâmda Avrupa’ya dilencilik etmek, din-i İslâm’a büyük bir cinâyettir. Ve şimale müteveccihen namaz kılmak gibidir.” diyecek raddede net bir duruş sergileyendir. [7]

“Eğer beşer çabuk aklını başına alıp adalet-i İlâhiye namına ve hakaik-i İslâmiye dairesinde mahkemeler açmazsa, maddî ve mânevî kıyametler başlarına kopacak” ihtarını seslendirendir… [8]

“Dinden tecerrüd etmiş maarif” [9] ibtilâsına karşı neslini ve arkadan gelenleri ikaz edendir…

İslâm’

ın sosyal ve görünür yanını tahkim eden ‘şeâir’in ehemmiyetini fevkalâdeden bir tehâlükle ümmete hatırlatandır… [10]

Her şeyden önemlisi bu uğurda bedel ödeyendir.

*

Bediüzzaman, âhir zamanda zuhuru beklenen Hz. Mehdî olmadığını külliyatta sarahaten ifade etmiştir. [11] Hem ona Mehdî nazarıyla bakanlar, ahkâmın tatbikatına bakan ‘ikinci ve üçüncü vazife’ için ne diyorlar?

Şayet Bediüzzaman beklenen Mehdî ise kendisinin zikrettiği bu son iki vazifeyi deruhte etmiş midir? Bu sorunun cevabının ‘evet’ olmadığı vukuatla sabittir.

‘Hayır’ ise, zaten o, beklenen zât değildir.

Peki, nedir? Risale-i Nur, Üstad’

ın hadislerden tahric ettiği ve kendi kavramsallaştırmasıyla ifade kalıbına döktüğü ‘üç vazife’ yaklaşımında, ‘birinci vazife’yi ifâ eden mümessillerden biridir.

İşbu birinci vazife, âhir zamanda zuhur edecek zâtın devr-i saadetinde dahi bir ölçüde devam edecek olsa da [12], o zamanın muktezası olarak sonraki vazifeler öne çıkacaktır.

Vazifenin / vazifelerin hitama ermediği, idrak ettiğimiz içtimâî vasata çok yüzeysel bir bakışla atf-ı nazar eden herkesin fark edebileceği kertede bedihidir: Bu ümmet, daha önce hiçbir zaman bu ölçüde temel İslâmî kodlarından uzaklaş(tırıl)mamıştı.

Yapılması gereken, tevârüs ettiğimiz birikimle daha sıkı bir irtibat zemini oluşturmak, nevzuhur söylemlerle aramıza mesafe koymak, dini, parçalı okumaların yedeğinde anlama illetinden teberrî ederek vahyi hayatın bütününe taşıma azmini kuşanmak olmalıdır.

Bediüzzaman’

ın ve sâir Ehl-i Sünnet ulemâsının miraslarını, bize ulaştırdıklarından daha üst bir noktaya taşımak vazifemiz cümlesindendir.

Burak Ertürk

——————————————————————————–

[1] Emirdağ Lahikası s.231

[2] Emirdağ Lahikası s.231

[3] Arabî Hutbe-i Şamiye, Teşhis-ul İllet

[4] Kastamonu Lahikası s. 206

[5] Divan-ı Harb-i Örfî s. 32

[6] Sözler s. 442

[7] Hutbe-i Şamiye s. 93

[8] Hutbe-i Şamiye s. 83

[9] Şualar s. 504

[10] Lem’alar s. 58

[11] Emirdağ Lahikası s. 232, Şualar s. 333

[12] Emirdağ Lahikası s.231

http://www.facebook.com/share.php?u...://darulhikme.org.tr/darulhikme/tr/?feed=rss2
 

Hikem

Kıdemli Üye
Katılım
31 Ağu 2009
Mesajlar
6,073
Tepkime puanı
702
Puanları
0
Eğer Cübbeli Hoca itiraz ettiği noktaya şu açıdan baksa inanıyorum hak verecektir:

''Âhir zaman Mehdî’sinin Risale-i Nur’u program olarak tatbik edeceği” [2] yorumunu da böyle okumak gerekir. Bu yaklaşımdan, Hz. Mehdî’nin, icraatını, kendisinden önce imânî altyapı açısından müsait ve münbit hâle getirilmiş bu mânevî zemin üzerine bina edeceği türünden bir bakış açısına ulaşılabilir.

Bediüzzaman’

ın, Risale-i Nur’ların program olarak uygulanmasından kastı, âhir zamanda gelecek zâtın, eline külliyatı alıp bir ajanda gibi onun muhtevasını tatbik edeceği iddiasını savunmak değil, Risale-i Nur’un tahkim ettiği mânevi ve imanî altyapının, o zâtın hizmetleri için olmazsa olmaz hükmünde olan zemini tesis etme noktasında ehemmiyeti yadsınamaz bir rol oynayacağı tesbitini öne çıkarmaktır.

Demekki Risale okumalarında eğer alt yapı olmazsa yanlış sonuçlar çıkartılabilir..Yukarda zikredilen ,''Mehdi aleyhisselamın risaleleri proğram yapması'' meselesi, Mehdi aleyhisselam risaleleri alacak, oradan proğram yapacak '' anlamında da anlayanlar oluyor...Zannediyorum Cübbeli hocanın itirazıda bu yanlış risale okuma ameliyesine yöneliktir...Ama yukarda iktibas ettiğimiz şekilde anlaşılırsa itiraz edilecek noktanın kalmadığına inanıyorum..İnşaAllah..
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
@Hikem ağabeyim,

Ahir zaman haberleri (Hadis-i Şerifler) bellidir. Mesele Cübbeli Hocanın dediği gibidir.

Siz aksini iddia eden bir yazı mı getirdiniz? Vaktim olmadığından okuyamadım. Sonra okuyacağım inşallah, şimdi çıkacağım.

Gözüme çarptı:

"Risale-i Nur’un tahkim ettiği mânevi ve imanî altyapının, o zâtın hizmetleri için olmazsa olmaz hükmünde olan zemini tesis etme noktasında ehemmiyeti yadsınamaz bir rol oynayacağı tesbitini öne çıkarmaktır."

Bu tevilin delili nedir? Malum-u aliniz: Delil, edille-i şeriye'den olur. Başta Kur'an ve Sünnet... Hususen Sünnet-i Şeriften başlayarak, bu yargının isnadlarını göstermenizi istirham ediyorum. İsnad istemenin ne faydası olduğunu, bu forumda en iyi bilenlerden birisin. Fi emanillah.
 

rabbinsadikkulu

FETÖ nurcu değildir!
Katılım
10 Ocak 2012
Mesajlar
9,937
Tepkime puanı
131
Puanları
0
Eğer Cübbeli Hoca itiraz ettiği noktaya şu açıdan baksa inanıyorum hak verecektir:

''Âhir zaman Mehdî’sinin Risale-i Nur’u program olarak tatbik edeceği” [2] yorumunu da böyle okumak gerekir. Bu yaklaşımdan, Hz. Mehdî’nin, icraatını, kendisinden önce imânî altyapı açısından müsait ve münbit hâle getirilmiş bu mânevî zemin üzerine bina edeceği türünden bir bakış açısına ulaşılabilir.

Bediüzzaman’

ın, Risale-i Nur’ların program olarak uygulanmasından kastı, âhir zamanda gelecek zâtın, eline külliyatı alıp bir ajanda gibi onun muhtevasını tatbik edeceği iddiasını savunmak değil, Risale-i Nur’un tahkim ettiği mânevi ve imanî altyapının, o zâtın hizmetleri için olmazsa olmaz hükmünde olan zemini tesis etme noktasında ehemmiyeti yadsınamaz bir rol oynayacağı tesbitini öne çıkarmaktır.

Demekki Risale okumalarında eğer alt yapı olmazsa yanlış sonuçlar çıkartılabilir..Yukarda zikredilen ,''Mehdi aleyhisselamın risaleleri proğram yapması'' meselesi, Mehdi aleyhisselam risaleleri alacak, oradan proğram yapacak '' anlamında da anlayanlar oluyor...Zannediyorum Cübbeli hocanın itirazıda bu yanlış risale okuma ameliyesine yöneliktir...Ama yukarda iktibas ettiğimiz şekilde anlaşılırsa itiraz edilecek noktanın kalmadığına inanıyorum..İnşaAllah..


maaşallah...
 

co.

Profesör
Katılım
25 Ara 2010
Mesajlar
959
Tepkime puanı
12
Puanları
0
"
Merhum Said Nursi, Mehdi-yi Azamlık İddiasında Bulundu mu?
Yazar: Sami RuhanPosted in: Sami Ruhan
Sorumuzun cevabına geçmeden önce, Nurcu kaynaklardan birkaç nakil ve hatırayı yazmak istiyoruz. Sabır ve dikkatle okumanızı istirham ederiz:


Bir Mehdilik İlanı: Maidetu'l Kur'an

Mâidet-ül Kur’an
ve
Hazinet-ül Bürhan

Yazan: Ahmed Feyzi Kul

İTTİHAD YAYINCILIK
ISBN 975-7985-16-3

ÖNSÖZ​
Üstâd Bediüzzaman tarafından “Nurun manevi Avukatı” diye lakablandırılan Edip, Alim ve Fazıl bir Nur talebesi olan merhum Ahmed Feyzi Kul Efendi, Bediüzzaman Hazretlerinin, âhirzamanda geleceği ehadiste müjdelenen Al-i Beytin büyük şahsiyeti (Mehdi As.) olduğunu dehşetli mahkemeler karşısında dahi dava etmiş ve aynı mevzuda bu Maidet-ül Kur’an namındaki ve Cifir ilmine müstenid eseri yazmıştır. Bediüzzaman Hazretleri bu eserin muhteva ve davasını, şahsına ait kısmını Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsine çevirerek tasdik eder. (Emirdağ Lahikası-1, s. 273)


Mâidet-ül Kur'an isimli bu eseri, Bediüzzaman Hazretleri de görmüş, okumuş ve tasdik etmiştir. Hattâ Üstad tarafından bu risale bazı ta’dil ve tashihlerden sonra, 1946-1948'lerde teksir makinesiyle ve İslâm harfleriyle neşredilen Tılsımlar Mecmuası adlı kitabın âhirine ilhak edilerek (eklenerek) neşrettirilmiştir.


Lâkin 1948'de vukua gelen Afyon Mahkemesi savcı ve hâkimleri veya onun ehl-i vukufu Mâidet-ül Kur’an eserini, rapor ve iddianamelerinde çok fazla mevzu ettikleri için, Hazret-i Üstad Afyon Hapsinden sonra onu Tılsımlar Mecmuası’nın arkasından ayırmış ve umumî neşirden kaldırmıştır. Böylece Mâidet-ül Kur'an'daki on dört tane hadîs-i şerif dahi Risale-i Nur'un bir nevi hadîslerinden sayılmış olduğu için burada yazıldı, me'hazleri de tesbit edildi. (Risale-i Nur’un Kudsi Kaynakları- A. Badıllı)


Bununla beraber, Ahmed Feyzi Efendinin kanaatlerini tasdik makamında iki hatırayı burada zikretmek lüzumunu hissettik:

1- Bediüzzaman’a hanedanıyla, efrad‑ı ailesiyle her türlü tehlikeleri göze alarak hizmet eden, bağlılık gösteren, en yakın akrabadan çok daha yakın bir akrabalık hissi içerisinde sadakatla fedakârane talebelik eden Emirdağ’ın Çalışkanlar ailesinden merhûm Mehmet Çalışkan ağabey anlatıyordu:


“Bir defa (yüksek bir âlim, beliğ bir edib olan) merhûm Ahmed Feyzi Kul Efendi Emirdağına gelmişti. Sohbet etti. Üstâdımızın büyük evsâfını, yüce makâmlarını, Riyazî ve Cifrî tevafuklarla açıklıyordu, biraderim Osman Çalışkan’ın kalbine gelir ki: “Biz Üstâdımızı 'Kürd' olarak biliyoruz. Ahmed Feyzi Efendi’nin anlattığı Büyük Müceddid (Mehdi As.) ise, Âl‑i Beyt‑i Nebevî’den (Seyyidlerden) olacaktır.”


Bu kalbî muhasebemden az sonra, Üstâd Hazretlerinin beni çağırdığını söylediler. Gittim. Üstâd bana: “Kardeşim, ben hem Hasanîyim, hem de Hüseynîyim (hem Seyyidim hem Şerifim) ve Ahmed Feyzi'nin bütün söylediğini kabul ediyorum, haydi git!” dediler. (1) (Mufassal Tarihçe-i Hayat, 36)


2- Emirdağlı merhum Mehmed Çalışkan diyor ki: “Bir gün Ahmed Feyzi Efendi Emirdağ’a gelmişti. Üstâdla görüştü. Üstâd ona: “Çabuk bir vasıta bul ve git!” dedi. Fakat akşam bir sohbet yapması için ben onu bırakmadım. O gece çok güzel ve nurlu bir sohbet olmuştu. Sohbet geç vakte kadar devam etmişti.


Sabahleyin ‑birden‑ Üstâd Ahmed Feyzi’yi çağırttı.. Halbuki onun kaldığından Üstâd’ın haberi yoktu. Ahmed Feyzi çok korktu. Beraberce Üstâd’ın yanına gittik. Üstâd ona: “Sen akşam ne konuştu isen, ben aynen kabul ediyorum” diyerek Ahmed Feyzi'ye iltifat etti. (Son Şahitler cilt: 4, sh: 62)


Ahmet Feyzî Kul Efendinin Üstada ve Risale‑i Nur’a azamî bağlılığı, Maidet‑ül Kur’ân ve Hazinet‑ül Bürhan eseriyle Afyon mahkemesinde okuduğu şa’şaalı müdafaanamesinde Risale-i Nur’un müdafaasını mükemmelen ifa etmesi sebebiyle Hazret‑i Üstâd ona: “Nurun Manevi Avukatı” diye lâkab vermiştir. (Mufassal Tarihçe-i Hayat, 1715)


Bediüzzaman Hazretleri, bu eserdeki isbat ve işaretleri, zaman cemaat zamanı olması ve Şahs-ı Manevi hükmedeceği için; Risale-i Nur’un Şahs-ı Manevisine ve Cemaatine ve Seyyidler Cemaatine tatbik ederek Mehdiyyet hareketinin hakiki manasını izah etmiştir. Azamî tevazu içinde şahsına tevcih edilen manevî makamları, iman hizmetinin ehemmiyeti ve Nur Mesleğindeki hakiki ihlas gereği olarak, şahsı için kabul etmemiştir.


Bu eser, şimdi her yerde bulunan Nur Talebelerinin şiddetli istekleri ve muhterem ağabeyimiz Ahmed Feyzi’nin hayatta iken tab’ ettirmek hususunda gösterdiği fakat muvaffak olamadığı baskı işinin tahakkuku için neşredilmiştir.


Kaynak: http://www.ittihad.com.tr






Yukarıdaki eserin Mehdiyi Azamlık ilanatı olduğuna ve Said Nursi'ce bizzat tasdik edilip yayınlattırıldığına dikkat ediniz. Said Nursi merhum belki talebelerinin şevkini kırmamak için Mehdilik iddialarını kesin bir dille reddetmemiştir. Bir yandan Mehdiliği reddederken öbür yandan da o manayı çağrıştıracak pek çok ifade kullanmıştır. Hepsi Risalede kayıtlıdır. Zaten nurcular da bu ifadeleri sıkça alıntılayarak davalarını pekiştirmektedirler. Yani Nursi merhumun ikircikli bir tavrı vardır. Pek çok talebesi de kendisine Mehdi diye inanmıştır. Alıntı içindeki şu yazı da nurcularındır:​



NUR TALEBELERİ NİÇİN ÜSTADLARINA VE RİSALE-İ NURA MEHDİLİK VE MEHDİYET MAKAMINI VERİRLER, ÖYLE KABUL EDERLER? BAZI NEDENLERİ AŞAĞIDA ARZ EDECEĞİM. LAKİN BU MEHDİ MESELESİ AYNI HAKİKATTIR, LAKİN TEVİLE MUHTAÇTIR. HEM 'MEHDİ, MEHDİYİM DEMEYECEĞİ' MUTEBER KAYNAKLADAN BİLİNMEKTEDİR. BU GİBİ ŞAHISLARI İMAN NURU İLE GÖRMENİN MÜMKÜN OLACAĞINI ÜSTADIMIZ BİLDİRMİŞLERDİR..

Risale-i Nur mehazlı (kaynaklı) yazılarda mevcuttur.. ŞÖYLE Kİ :


El Arifu Tekfirul İşarah


"Evvelen Aydın ve havalisinin Hasan Feyzi’si ve Hüsrev’i ve Mehmet Feyzi’si ve Risale-i nurun avukatı Ahmet Fevzi’nin üç seneden beri alimane müdakkikane yazdığı şu gelen istihracat-ı gaybiyenin bir kuvvetli hücceti ve şahidi bulunan şu risaleciği “maidetul kuran hazinetul burhanı” dikkatle müteala ettim. Onun tetkikatına ve risale-i nurun kıymetini tam hadis ile ayet ile ispat etmesine karşı hayret ve istihsan ile maşallah barekallah dedim.


Nurun fütühatını kalben temaşa ederken bazı has kardeşlerimizin nurun tercümanına verdikleri mehdi makamı noktasında baktım, o makama nisbeten fütühat az olmasından o makamın şerefi için bir hırs ile vazife-i ilahiyeye karışmak gibi şekva geldi. Binlerce şükür ve sırf rızayı ilahi noktasında bazı biçarelerin nurlara imanlarını kurtarmak cihetiyle binler hamd sena ve şükür lazımken bir teşekki ve sıkıntı geldi. Sonra mahfiyet ve terk-i enaniyet ve ihlas-ı tam ile aynı vaziyete baktım gördüm ki o fütühatta binler hamd ve sana ve teşekkür ve manevi sürur ve sevinç ruhuma geldi. Ben o halde iken anladım ki makamat-ı maneviye dahi mesleğimizde mevzuu bahis olmamalı. Eğer bazı has kardeşlerimin hakkımda yüz derece ziyade bana verdikleri hisse ve makam hakikat olsa ve hakkım da olsa mezkur hakikat için bırakmağa meslek-i nuriyedeki ihlası tamme mecbur eder. Bu risalecik tılsımlar mecmuasının ahirine yazılsın." İmza: El baki hüvel baki Said Nursi


Hadis-i Şerif Meali: Beni ademin en cömerti ve en kerimi ve en sahisi benim. Benden sonra en kerimi ve en cevvadı ise bir recul bir adamdır ki o adam hususi bir ilim bilecek o İlmi neşr edecek. Kıyamet gününde müstakil bir ümmet halinde bas olunacaktır (diriltilecektir). Kaynak: (said nursi tefekurname)


Hadis-i Şerif Meali: Said, fitnelerden uzakta kalandır. Said fitnelerden uzakta kalandır. Said fitnelerden uzakta kalan ve fitneye maruz kalıpta sabreden kişidir. Fitneye başlayan ve çalışanın vay haline!


Hadisi şerif meali: said said said fitnelerden muhafaza edilendir üç defa tekrar buyurulmuştur. O ibtila olunur ve sabreder. İşte o zayıf ve sakalsızdır. Sonra o zayıf ve sakalsız kelimesinin bir çok manaları olup burada hadis-i şerifin insan riyazesinde ima edilen husus nazar-ı itibara alınmıştır. hadiste geçen el fevehen ve vehen ifadesi sakalsız recul ifadesine masadaktır. Kaynak: (said nursi tefekurname) (said nursi tılsımlar mecmuası) (maidetul kuran hazinetul burhan)


Bütün Nur Talebeleri merhum Hasan Feyzi gibi aynı kanaatı taşıdıklarını, lahikalarda Üstad tarafından neşrettirilen fıkraları ile sabittir. Hafız Ali, Muğlalı, Halil İbrahim ve Nurun manevî avukatı Ahmet Feyzi Kul, Tahirî Mutlu, Mustafa Sungur, Zübeyr Gündüzalp ve saireleri gibi büyük âlim ve ferasetli zatlar bu kanatlarını çekinmeden hayatı boyunca izhar etmişlerdir. Hele merhum Ahmet Feyzi Kul'un Maidet-ül Kur’anı bu kanaatı delilleriyle hem izhar hem ispat eylemiştir.


Hakikatlı bir hatıra: 1955 yılı sonbaharında İsparta’da Üstadımızın yanında birkaç gün kalmıştım.. Orada iken, birgün Ahmet Feyzi Kul Ağabey Üstadımızın ziyaretine gelmişti. Beraberinde bir iki arkadaşı da vardı. Üstadımızın odasına ziyaret için girdiklerinde, yüksek sesle Üstadımıza karşı: “Bütün dünya reddetse, hiçbir kimse kabul etmezse ve siz de hep inkâr etseniz; ben daima sizi ahirzamanın Mehd-i A’zamı olarak bileceğim ve tanıyacağım” demesine karşılık, Hazreti Üstadın mübarek gülmelerinin sesi odasının dışında işitiliyordu. Ben (Abdülkadir badıllı) bizzat bu hadiseye şahid oldum ve konuşmalarını aynen işittim. Elhamdülillah.




Bu yazıda, rahmetli Said Nursi'ye hangi talebelerinin Mehdi-i Azam dediği kayıtlıdır. Ayrıca sayılmamış talebe isimleri de vardır. (Bu arada Said Nursi Mehdi-i Azam değildir diyen talebeler de mevcuttur. Mesela Salih Özcan, Hulusi Yahyagil gibi..)​

Sayılan ve sayılmayan abiler, cemaat ehline bu hatıraları anlatarak Mehdi-i Azam "sırrını" öğretegelmektedirler. Bunu bir sır olarak uzun zaman sakladılar. İnternet icad olunduğundan beridir, artık bu "sırrın" açıklanma zamanı geldi diye sağda solda yazılar yazan çokça Nurcu görülmüştür.


Not: Sakalsız ve zayıf Said Hadis-i Şerifi, Ebubekir Sifil hocaya tarafımdan sorulmuş, bugüne kadar cevabı alınmamıştır. (2)

Bir hatıra daha:
Bir gün Safranbolu'da Köprülü Camiinin yanındaki odada, Mustafa Osman Ağabeyimizin Nur'lardan okuduğu, ´Risale-i Nur, sönmez ve söndürülemez. Bir âlem-i manâda İmam-ı Ali'nin (r.a.) ilminde sordum´cümlesini dinlerken ve aynı günlerde Hasan Feyzi'nin, ´Ey Risale-i Nur!´diye başlayan uzun mektubunu dinlerken, beklenilen Zat-ı Nuranînin (Mehdi-yi Azamın) Hazret-i Üstad olduğu, içimde hep canlanıyordu. Aynı sene Emirdağ'da Hazret-i Üstadı ziyaretimi müteakip Isparta'ya gitmiştim. Hüsrev Ağabey ve diğer Nur kahramanlarını görmek istiyordum. Hüsrev Ağabeyin evinde Tahiri Ağabeyi de gördüm. Hüsrev ağabeyimiz, ´Kardeşim Sungur, 1400 seneden beri ehl-i imanın beklediği Zat gelmiştir´ sözü, içimdeki manâyı teyid ediyordu. Mustafa Sungur

Bir başka nakil:
“Risale-i Nur gerek bu asrın, gerekse önümüzdeki asrın beşeriyetini (insanlığını) fikir karanlıklarından kurtarıp tenvir (nurlandıracak) ve irşad edecektir (yol gösterecektir).” (Hutbe-i Şamiye, 153) İlgili Metnin Geçtiği Risale İçin Tıklayınız http://www.risaleara.com/oku.asp?id=3013&a=tenvir%20ve%20ir%FEad


Bir başka nakil daha:
O zat (Mehdi As.), o taifenin uzun tetkikatı ile yazdıkları eseri (Risale-i Nur'u) kendine hazır bir proğram yapacak, onun ile o birinci vazifeyi tam yapmış olacak. (Beyanat ve Tenvirler | 305) İlgili Metnin Geçtiği Risale İçin Tıklayınızhttp://www.risaleara.com/oku.asp?id=5890&a=pro%F0ram%20yapacak


Nurcuların Abdulkadir Badıllı abisinden:

Sadullah Nutku’dan bizzat dinlediğim şu hatırayı –mahrem iken– kaydediyorum. Demişti ki: “Ben Üstadımızı ziyaretimin birisinde, bir ara fırsat bularak şöyle bir sual tevcih eyledim:


'Efendim, Hazret-i İsa nüzul etmiş (dünyaya gelmiş) midir?' Hazret-i Üstad az bir düşündü ve sertçe:


'Evet, inmiştir' dedi. Ben suali yeniledim: 'Efendim şimdi acaba nerededir?' Hazreti Üstad yine biraz düşünür gibi yaptıktan sonra, daha biraz sertçe:


'Ya Avrupa'da ya Amerika'dadır', dedi.”
w00t.gif



Kaynak: ittihad.com


(Malumunuz, Hadis-i Şeriflere ve İslam alimlerine bakarsanız, önce Mehdi As. ortaya çıkacak ve sonra Hz. İsa As. inecektir!)

Son Bir Nakil:
Envar-ı Muhammediyeyi (A.S.M.) (Muhammedi nurları) ve maarif-i Ahmediyeyi (A.S.M.) (Ahmedi ilim ve eğitimleri) ve füyuzat-ı şem’-i İlahiyi (İlahi ışığın feyizlerini) en müşa’şa’ (parlak) bir şekilde parlatması ve Kur’ani ve hadisi olan işarat-ı riyaziyenin (riyazi işaretlerin) kendisinde müntehi olması (SONA ERMESİ) ve hitabat-ı Nebeviyeyi (A.S.M.) (Peygamberlik hitaplarını) ifade eden ayat-ı celilenin riyazi beyanlarının kendi üzerinde toplanması delaletleriyle (yol gösterme ve yardımlarıyla), O ZAT hizmet-i imaniye (iman hizmeti) noktasında risaletin bir mir’at-ı mücellası (Peygamberliğin pırıl pırıl bir aynası) ve şecere-i risaletin bir son meyve-i münevveri (Peygamberlik ağacının nurlanmış bir SON meyvesi) ve lisan-ı risaletin (Peygamberlik dilinin) irsiyet noktasında (ona varis olarak) son dehan-ı hakikatı (SON HAKİKAT AĞZI) ve şem’-i İlahinin (İlahi ışığın) hizmet-i imaniye cihetinde bir son hamil-i zisaadeti (SON SAADETLİ TAŞIYICISI) olduğuna şübhe yoktur.” (Şualar, 670) İlgili Metnin Geçtiği Risale İçin Tıklayınız http://www.risaleara.com/oku.asp?id=2216&a=dehan




Şimdi asıl soruyu sorup cevabını almanın zamanıdır:
SORU: Said Nursi merhumun Mehdi-yi Azamlığı kabul ettiğine dair kesin bir İSPATINIZ var mı?

En son yazdığımız hemen üstteki "Envar-ı Muhammediyeyi (A.S.M.) (Muhammedi nurları)..." diye başlayan nakilde geçen O ZAT dedikleri Üstadları Said Nursi merhum... Yukarıdaki sözleri Şualar adlı Risalede yazanlar ise: Üçüncü medrese-i Yusufiyenin Elhüccetüz-Zehra ve Zühretü'n-Nur olan tek dersini dinleyen Nur Şakirtleri namına. Ahmed Feyzi, Ahmed Nazif, Salahaddin, Zübeyir, Ceylan, Sungur, Tabancalı... Bu yazanlar Said Nursi merhumun en yakın talebelerinden. Bu yazı üzerine Said Nursi merhum, hemen altına bir not düşüyor (linke tıklamışsanız gördünüz) :


Benim hissemi haddimden yüz derece ziyade vermeleriyle beraber, bu imza sahiplerinin hatırlarını kırmayı cesaret edemedim. Sükut ederek o medhi Risale-i Nur şakirtlerinin şahs-ı manevisi namına KABUL ETTİM. İmza: Said Nursi

Yani Said Nursi merhum diyor ki kendi adıma bu sözleri kabul etmiyorum ama yazdığım esere şakirt olan talebelerimin manevi şahsiyetleri tam saydıkları gibidir! Sayılan talebeler tabir caiz ise pası üstadlarına atarlarken, üstad da pası yine talebelerine çevirmektedir. Şimdi ne denildiğine bir daha bakalım, sade biçimde:


Talebeleri Diyor ki:


Üstadımız o kimsedir ki Muhammedi nurları ve Ahmedi ilim ve eğitimleri ve İlahi ışığın feyizlerini en parlak bir şekilde parlatan kişidir. Kur’an ve Hadisin riyazi işaretleri (riyazi işaretler ne demek ise?) kendisinde SONA ERMİŞTİR. Peygamberlik hitaplarını içeren Ayet-i Celilelerin riyazi beyanları ÜSTADIMIZIN üzerinde toplanmıştır. Bütün bunlar gösteriyor ki ÜSTADIMIZ SAİD NURSİ iman hizmeti noktasında Peygamberliğin pırıl pırıl bir aynasıdır. Üstadımız Peygamberlik ağacının nurlanmış bir SON meyvesidir. Peygamberlik diline varis olarak HAKİKATIN SON BİR AĞZIDIR. Ve Üstadımızın İlahi ışığın iman hizmeti cihetinde SON SAADETLİ TAŞIYICISI olduğuna şüphe yoktur.


Said Nursi merhum da bu ve benzer ifadeleri kendi adıma değil ama TALEBELERİM TOPLULUĞU hakkında kabul ediyorum: Onların maneviyatları ÖYLEDİR, diye not düşüyor. Yani neresinden bakarsanız bakınız Risale ve talebeleri her şeyin sonu olarak gösterilmiş oluyor.


SON olması ondan sonra başkası olmayacak demektir. Başka bir eser, başka bir ZAT.. Başka bir Işık.. Başka bir meyve... Başka bir ağız... Başka bir NUR olmayacak demektir.


Bir alimin talebeleri, üstadları hakkında övücü ve haddini aşan güzel zanlarda bulunabilirler. Şaşılacak olan bu değildir. Şaşılacak olan: Talebelerin övücü sözlerinin Alimin eserler serisi içinde, Alimin onayı ile kendine yer bularak yayınlanması ve yayılmasıdır. Aradan 50 seneye yakın bir zaman geçmiş. Bugün Hakikatı arayan Müslümanlar, Risale'ye ve hizmetine bağlanmakla bu ve benzeri satırları da okumuş oluyorlar. Ve bu ifadeleri mutlak bir hakikat olarak hem ezberliyorlar hem de kabul ediyorlar. Sonrası: İşte büyük çoğunluğu Üstadımız bugüne kadar beklenen Mehdi As.'dır, beklenen son büyük Müceddid Said Nursi'dir demeye başlıyorlar. Siz kitabınızda SON derseniz, bunun mantıki kaçınılmaz neticesi elbette Mehdi As.'lıktır. Lamı cimi kalmıyor. Lafı hiç evirip çevirmeye gerek yoktur. Üstadımız Mehdi As'dır ya da eseri Mehdi'dir ya da ardından giden cemaati Mehdi'dir ya da herhangi bir parlak şahsiyet olacaksa da ancak Risale-i Nur çerçevesinde, Nurcular içinden olacaktır diyenler artık MAZURDUR. Çünkü yukardaki tarz sözleri bir kere Hakikat olarak okumuş oldular. Artık laf anlatamazsınız. Ne deseniz kulak almaz. Vakıa budur: Bugün hayli hatırı sayılır bir ilk talebeler ve cemaatler topluluğu üstadlarını Mehdi bilmişlerdir. Başka bir kimseyi beklememektedirler. Hasbe'l kader gelecek olanlar var ise de ancak Risale-i Nur etrafından (cemaatinden) olacaktır.


Nitekim Forumlardan Bir Nurcu Yukarıdaki Nakillere Şöyle Bir Açıklama Getiriyor:

Risale-i Nur’a bağlı olanlar için sarahat (açıklık) üzere bağlayıcı kat’iyetiyle (kesinlikle), Risale-i Nur Son Müceddid ve Mehdidir.


Risale-i Nur’dan nakledilen mezkur parçaların bir kısmı bizzat Bediuzzaman Hz. tarafından yazılmıştır. Diğerleri ise yakın talebelerinin ifadeleri olup hepsi de Hz. Üstad’ın tashih ve tasvibinden (düzeltme ve onayından) geçmiştir.


Risale-i Nur’da nazara verilen Gelecek Zat meselesi ise, yine Risale-i Nur’da sarahat (açıklık) üzere beyan ediliyor ki O zat Risale-i Nur’a bağlı olup Risale-i Nur’u kendine hazır bir Proğram yapacak ve (Mehdi As'ın diğer) ikinci ve üçüncü vazifeleri, yine cemiyeti ve şahs-ı manevisiyle beraber icra edecektir. (Yani Nursi'nin arkasından giden cemaati diğer vazifelerini yapacaklar) (3)

Sonuç:


Sonuçta Said Nursi'nin Mehdi-yi Azamlığı mahcubane, dilinin ucuyla, ikircikli ifadeler ya da dolaylı sözler ve tavırlar ile KABULLENDİĞİ anlaşılmıştır. Maviyle yazdığımız üstteki bizzat Said Nursi'ye ait olan "KABUL ETTİM" dipnotu (ve de Mehdi-yi Azamlık ilan eden eserlerin bizzat Nursi tarafından tasdik edilip YAYINLATILMASI) bunu açık ve itiraza yer bırakmayacak tarzda ispat etmektedir.


Geçen geçti. Yazılan yazıldı. Yayılan yayıldı. Nur cemaati, üstadlarını ve eserini aşırı ötesi aşırı bir yüceltme halindedir. Manevi makamlarda gözümüz yok denilmektedir, ama öte yandan ne kadar üstün makamlar var ise hepsi kendileri tarafından parsellenmiş ve sahiplenilmiştir. İmtihan sırrı olarak Ahir Zaman şahısları herkes tarafından bilinemeyecek, bunlar açıkça belli olmayacak denilmektedir, ama öte yandan açık açık üstadımız ve biz "İslami Zamanın SONUYUZ" diye ilanatlar yapılmaktadır. Ahir zaman olaylarının ve şahıslarının "açık" olmaması başkaları içindir zaten! Nurcular içinse gayet "açık"...


Bu tarz çağrılarının, adı konulmamış devamı: Bütün Müslümanlar bir gün NURCU olacaktır. Olmak zorundadır. Çünkü, Peygamber Efendimiz tarafından, Mehdi As.'a kar üstünde sürünerek dahi olsa tabi olmak emredilmiştir. Ve Nurcular bütün Müslümanların Nurcu olmasını beklemektedirler.


Nursi'nin öne en çok çıkardığı isim olan İmam Rabbani Hz.leri ise Mektubatı'nın 380. Mektubunda, üzerinde Mehdi As.lık alametleri olmayan bir şahıs ve ona Mehdi diye inanan cemaatini delalete düşmekle vasıflandırmış ve onları kurtulamayacak 72 fırka Hadis-i Şerifi kapsamında ele almıştır.


Nursi merhumun, Mehdi As'ı tafsilatıyla ve yapacaklarıyla anlatan Hadis-i Şeriflere hiç UYMADIĞI da açıktır.

Dipnotlar:
--------------------------------------------------------------------
(1) Özel sohbetlerinde talebelere "Seyyid'im" diyen Nursi merhum, Mahkeme'ye "Seyyid değilim" ifadesini vermiştir. Bakn: Risale-i Nur, On Dördüncü Şua... Orada yazan şudur: "İddianamede benim hakkımda dört esas var. Birinci esas: Güya bende tefahur ve hodfuruşluk var ve kendimi müceddit biliyorum. Ben bütün kuvvetimle bunu reddederim. Hem mehdilik isnadını hiç kabul etmediğime bütün kardeşlerim şehadet ederler. Hatta Denizli’deki Ehli vukuf (Mahkeme Heyeti) 'Eğer Said mehdiliğini ortaya atsa bütün şakirtleri kabul edecek' dediklerine karşılık, Said, itiraznamesinde demiş ki: 'Ben Seyyid değilim. Mehdi Seyyid olacak' diye onları reddetmiş. ..." Said Nursi.


Bu dipnot hazırlanırken ilginç bir durum ortaya çıktı. İnternette en çok kullanılan risaleara.com'da verilmiş olan On Dördüncü Şua isimli risaleden bu satırlar çıkarılmış! Yok. Kayıp. Paragrafın başı var, sonrası kesilmiş. Arama motorlarına anahtar kelimeleri yazıp arattığınızda görüyorsunuz: Bazıları o satırları yazıp kaynak olarak şöyle belirtiyorlar: Şualar, On Dördüncü Şua, s. 365. Bazıları da sayfa 369 diyor. Bu satırları bizzat görebileceğiniz bir link için buyrunuz: http://www.karakalem.net/?article=2097

Ya da şuradan bakabilirsiniz: http://www.risale-inur.org/yenisite/moduller/risale/index.php?tid=101 Linke girip aramaya "Seyyid değilim" diye yazarsanız uzun yazılar içinden bulacaksınızdır.

Ve bu söz de Risale-i Nur'da kayıtlıdır: "Seyyid olmayıp 'Seyyidim' ve Seyyid olup da 'Seyyid değilim' diyenler, ikisi de günahkârdır" Muhakemat | Mukaddeme | Sf. 46

(2) 'Sakalsız ve Zayıf Said' diye meali verilen Hadis-i Şerifin aslı şudur:

4263... Mikdad b. el-Esyed (r.a) şöyle demiştir:

ALLAH'a yemin ederim ki Rasûlullah (s.a)'i şöyle derken işittim.

"Şüphesiz Mes'ûd (bahtiyar) kişi, fitnelerden uzak kalandır. Şüphesiz mes'ud kişi, fitnelerden uzak kalandır. Şüphesiz mes'ud kişi fitnelerden uzak kalan, bir belâya uğradığında sabredendir. (Fitneye katılana) vah yazık"

Sadece Ebû Davûd rivayet etmiştir. Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/375.

(3) Bu konuyla ilgili şu linklere bakmanızı da rica ederim:
http://www.fikirbahcesi.org/soru-cevap/nur-talebelerinin-mehdi-gorusu-nedir.html
http://is-is.facebook.com/note.php?note_id=222831990551
http://www.mehmedkirkinci.com/index.php?s=article&aid=833


"
kaynak:http://www.reddulmuhtar.com/giris/s...ursi-mehdi-yi-azamlk-ddiasnda-bulundu-mu.html

 

rabbinsadikkulu

FETÖ nurcu değildir!
Katılım
10 Ocak 2012
Mesajlar
9,937
Tepkime puanı
131
Puanları
0
"
Merhum Said Nursi, Mehdi-yi Azamlık İddiasında Bulundu mu?
Yazar: Sami RuhanPosted in: Sami Ruhan
Sorumuzun cevabına geçmeden önce, Nurcu kaynaklardan birkaç nakil ve hatırayı yazmak istiyoruz. Sabır ve dikkatle okumanızı istirham ederiz:


Bir Mehdilik İlanı: Maidetu'l Kur'an

Mâidet-ül Kur’an
ve
Hazinet-ül Bürhan

Yazan: Ahmed Feyzi Kul

İTTİHAD YAYINCILIK
ISBN 975-7985-16-3




iki noktanın altını çizmek istiyorum. bu hususlara cevap verirseniz sevinirim.


1- yazınıza referans aldığınız, ahmet feyzi kul, bazı konularda aşırıya gitmiştir. bu konu da bunlardan biridir. ayrıca üstadın sadeleştirme konusunda ahmet feyzi kul a sert ihtarı da vardır.

1948-1949 yıllarında, Afyon Hapsinde Üstadımız Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretlerinden; Nurların sadeleştirilerek, bir mecmuada neşrini isteyen ve bilahere uzun bir mektupla o mevzudaki düşüncelerini arzeden merhum Ahmed Feyzi Ağabeye, muazzez Üstadımızın gayet ciddi ve sert cevabıdır. Hz. Üstad kendi mübarek elleriyle yazıp, hususi surette sadık ve vefakar evlad-ı manevisi merhum Ceylan Ağabeye gönderdiği yazının suretidir.

aşağıdaki linkten ilgili orjinal metne ulaşabilirsiniz.
http://www.risalehaber.com/news_detail.php?id=135747

Hz. Üstadın el yazısı pusulanın Türkçesi:

“Ceylan bu mahremdir. Bak, sonra yırt!
Ben manevi bir ihtara binaen, bir pusula Feyzi’ye yazdım. Sen onu gördün mü? Sen anlaki o ne ile meşguldür. Bir cevap vermedi. Başka lüzumsuz şeyleri yazmış, “Nurları bir mecmua ile neşredeceğiz” gibi manasız bir şeyler yazdı. Sakın Şemsi gibi Nurları tağyiretmesin.”


tağyiretmek: nedir lütfen bir bakın.

2- biliyorsunuz mehdi ile süfyan aynı dönemde yaşayacak ve mehdinin mücadelesi süfyan ile olacaktır. ve Allah (cc) nin izni ile süfyanın başını gövdesinden ayıracaktır. ayrıca risalede süfyan açık bir şekilde tanımlanmıştır. "Süfyan büyük bir âlim olacak, ilimle dalâlete düşer. Ve çok âlimler ona tâbi olacaklar." (şualar, 5. şua) şimdi siz üstada mehdi diyorsanız, 1. şefe de süfyan demeniz gerekir. sorum şu 1. şef alim midir. (alimin ne olduğunu anlatmama gerek yok sanırım) bir çok kaynakta askeri deha, siyasi deha olduğunu okuyabilirsiniz. ama hiçbir kaynakta alim olduğu yönünde bilgi yoktur. yanılıyorsam hatamı düzeltin lütfen.


not: başkaca bir bilgi olmasa da (konu başında paylaşılan 28 sayfalık metin olmasa da) sadece "2-" nolu başlıktaki bilgi bile üstadın mehdi olmadığını ispata yeterlidir. lütfen paylaşılan metni dikkatle okuyunuz. sizi de seviyoruz. üstadın risalede bazı yerlerde "bunun tevili şudur ki..." der, bazı yerlerde "bunun bir tevili şudur ki ..." der. abilerimizin üstadın , mehdi-i azam olduğu ile ilgili başburdukları tevil ler "bunun bir tevili şudur ki ..." şeklinde olan tevillerdir. yani üstadın risaleye koymadığı başka tevillerde vardır. bu noktada sükud lazımdır.

hususi not: üstadın mehdi olmaması, üstadın değerini düşürmez. korkarım üstadla ilgii bu hüsnü zannınız, mehdi hazretleri geldiğinde, mehdi hazretlerini kabul etmemenize (teşbihte hata olmasın; yahudiler peygamberi kendi içlerinden bekliyorlardı da, kendi içlerinden gelmeyince kabul etmemişlerdi...) neden olacak. böyle de bir tehlike var. bilesiniz.​
 

co.

Profesör
Katılım
25 Ara 2010
Mesajlar
959
Tepkime puanı
12
Puanları
0
DENİZBAKER

yazı ile ilgili sorularına cevap;yazıyı ben yazmadım.


hususi not una cevap: Üstad, Mehdi değise değeri düşmez tabiki.ben Üstad, Mehdidir demedim zaten.
 

rabbinsadikkulu

FETÖ nurcu değildir!
Katılım
10 Ocak 2012
Mesajlar
9,937
Tepkime puanı
131
Puanları
0
DENİZBAKER

yazı ile ilgili sorularına cevap;yazıyı ben yazmadım.


hususi not una cevap: Üstad, Mehdi değise değeri düşmez tabiki.ben Üstad, Mehdidir demedim zaten.

co

yazıyı paylaştığına göre, yazının altına imza atıyorsundur.

o zaman soruma da cevap verebilirsin.
 

co.

Profesör
Katılım
25 Ara 2010
Mesajlar
959
Tepkime puanı
12
Puanları
0
co

yazıyı paylaştığına göre, yazının altına imza atıyorsundur.

o zaman soruma da cevap verebilirsin.

o halde o yazıyı iyi oku,kim ne demiş oradan bul?eğer başka bir şeyi merak ediyorsanda kaynak verdim git oraya sor.
 

rabbinsadikkulu

FETÖ nurcu değildir!
Katılım
10 Ocak 2012
Mesajlar
9,937
Tepkime puanı
131
Puanları
0
o halde o yazıyı iyi oku,kim ne demiş oradan bul?eğer başka bir şeyi merak ediyorsanda kaynak verdim git oraya sor.

ben yazıyı okudum.

yazıyı paylaştığına göre sen de okumuşsundur. ve altına imza atmasan paylaşmazdın herhalde.

sorum sana,

"...biliyorsunuz mehdi ile süfyan aynı dönemde yaşayacak ve mehdinin mücadelesi süfyan ile olacaktır. ve Allah (cc) nin izni ile süfyanın başını gövdesinden ayıracaktır. ayrıca risalede süfyan açık bir şekilde tanımlanmıştır. "Süfyan büyük bir âlim olacak, ilimle dalâlete düşer. Ve çok âlimler ona tâbi olacaklar." (şualar, 5. şua) şimdi siz üstada mehdi diyorsanız, 1. şefe de süfyan demeniz gerekir. sorum şu 1. şef alim midir. (alimin ne olduğunu anlatmama gerek yok sanırım) bir çok kaynakta askeri deha, siyasi deha olduğunu okuyabilirsiniz. ama hiçbir kaynakta alim olduğu yönünde bilgi yoktur. yanılıyorsam hatamı düzeltin lütfen.


not: başkaca bir bilgi olmasa da (konu başında paylaşılan 28 sayfalık metin olmasa da) sadece "2-" nolu başlıktaki bilgi bile üstadın mehdi olmadığını ispata yeterlidir. lütfen paylaşılan metni dikkatle okuyunuz. sizi de seviyoruz. üstadın risalede bazı yerlerde "bunun tevili şudur ki..." der, bazı yerlerde "bunun bir tevili şudur ki ..." der. abilerimizin üstadın , mehdi-i azam olduğu ile ilgili başburdukları tevil ler "bunun bir tevili şudur ki ..." şeklinde olan tevillerdir. yani üstadın risaleye koymadığı başka tevillerde vardır. bu noktada sükud lazımdır.

hususi not: üstadın mehdi olmaması, üstadın değerini düşürmez. korkarım üstadla ilgii bu hüsnü zannınız, mehdi hazretleri geldiğinde, mehdi hazretlerini kabul etmemenize (teşbihte hata olmasın; yahudiler peygamberi kendi içlerinden bekliyorlardı da, kendi içlerinden gelmeyince kabul etmemişlerdi...) neden olacak. böyle de bir tehlike var. bilesiniz...."



yani şuna cevap ver yeter? 1. şef alimmidir? (alim diyorsanız kaynak gösterirmisiniz, alim değil derseniz o zaman üstadın da mehdi-i azam olmadığı ortaya çıkmaz mı?)

cevabınız için teşekkürler.

sizi de seviyoruz.
 

Enfüsî

Asistan
Katılım
4 Nis 2012
Mesajlar
314
Tepkime puanı
7
Puanları
0
BAŞLIĞA DAİR DEĞERLENDİRME:

İlk Yazıyı ve Uzun birkaç tane yazıları açıkçası ben de okumadım. Çok uzundu. Diğer 38 sayfayı okudum. Tane tane olduğundan kolayıma geldi. Uzunlukları zamana parçalara ve özetleyerek yaymak daha iyidir. Müzakere/inceleme için gerekli olan azlık ve özlüktür. bir de sözün daha doğrusunu söyleme gayretidir. (buna rağmen sonra onlara da bakma niyetindeyim)

* * *

Önce "mehdi"nin kavram olarak, kelime olarak, farklı kullanımlar olarak ne olduğu yeterince bilinmeden iyi müzakere olmaz. Herkes kendi kastını izleyerek kendi kendine müzakere etmiş olur.

FARKLI CEVAPLARLA AKLIMIZA DÜŞÜRÜLEN BİRKAÇ HUSUS:

Hekim kardeşin mesajına katılıyorum. "Risale inurun tatbiki" konusunda(hatta diğer okuduğum mesajlarına da). Ayrıca kendi ifadelerimi de edeyim:

"Risale-i nurun tatbik edilmesi" Mehdi'nin ona muhtaciyeti olmasından olmayacaktır. İlim doğuştandır. Bilgi/Malumat sonradandır. Farkedilmek de sonradandır. Mehdinin(veya başkasının) ilmi doğuştandır. İnsanlara ilham vermesi "insanların içinden çıkmış olması"na bağlıdır.

R.Nurun, veya "Şeair-i Ruh-u Muhammediye(ASM)"nin tatbiki, İnsanların(mehdi dahil) RN'a ihtiyacı olduğu, RNur'un "nesillerde irfâni, İslami kopukluklar yaşanmasını önleyen bir dil(ıstılah) ve kültür anlamına gelmesi" şeklindeki bir şeref ve onurdur.

Önemi? Dil ve kültür insan için belirleyicidir.. Amelin sözcüsü ve iradesi... Varlığı elzemdir..."ve insana kelami ve yazmayı öğretti"... DiL&Kültürdeki bu belirleyicilik, onun saf ve temiz tutulmasının önemini ifade eder.

Risale i nurun, derin "hakikatler ve reçeteler" sunması, o Kur'an malı hakikatlerin önceden var olmadığı anlamına gelmez; belki nesillerce bazı sebeplerden net ulaşılamadıkları anlamına gelir*; ulaştıran büyük zat'a selam olsun. bu da onun muceddidi yönü.. mehdiyet bir kenara... Hakikat müstakildir. Fakat R.Nur'un önemi, tevhitle hallaç edilmiş hakikatlerin, özellikle önceki asırda, ilkin Anadolu’da en önemli bir kitabı olmasıdır.

"Hakikat" dedikleri risale-i nurun tasarrufunda değildir. Rilsale i nur, zahir-ötesi hakikatlerin, Cenabı Allahın tasarrufu içindedir. Allah aşkına bu küçültme midir? peki diğeri büyük bilmek midir?

Bu makamda bazı R.nur'cuların yapması gereken ilk iş, "enaniyeti kavi" "geyiğini" ağızlarına pelesenk etmekten vazgeçmeleridir. Gelen tenkitlerin, risale-i nura değil kendilerine geldiğini tefrik veya farz etmeliler. Kendilerine gelen İsabetsiz, dengesiz tenkitler olduğunu düşünüyorlarsa benzer dengesizlikle cevap vermemeli.

Teşbihte hata olmasın, zaten dünya çapında en önlerde olan risale i nur cemaatlerinin kalabalık kitleleriyle kemalini bulmasının dönüm noktalarının yıllarını yaşadığımızı düşünüyorum: Esas olmayan Muhabbet'in(esas müşahededir) ziyade döneminde "enel/nahnul hak" deyen bazı nurcuların, ilerde makamlarını daha da ilerleteceklerine can-ı gönülden inanıyorum. Darısı başka "nahnul hak" diyenlere.**

* * *

Herşey bir kenara.. Mehdilik kavramını kronolojik ve kaynak silsilesine göre incelediğimizde kaynağı belli başlı hadislerdir. Risale i nur bu hususu milyonlar alimler ve ecdadın 1400 yıldır nakilleriyle bildirmiştir. ilhamla gelebilen bir bilgi değildir. ilhamlar bunların ardından verilenleri kapsar.

Kanaatimce, tüm ilgili rivayetlere de bakılınca, (tutanlar olabilir bu mehdi-i azamiyeti göstermez, bunda hiç bir tartışma olamaz. zorlama teviller olur ki bu da tevil yollarında hakkatten sapmaktır.) hepsinin kendisinde cam gibi berrak ve eksiksiz tuttuğu birisi gelse ona Mehdi i azam denir gerisi Ziyade Hüsn-ü zanaattir.

FAYDALI BAZI SÖZLER

Kendime faydalı gördüğüm bazı tespit veya önermeleri paylaşmak istiyorum:

"Kişi ne için delil arıyorsa odur; bunun oyunlarından sakınmalıdır."
"Bazen hakikatlere temas eder ama tam ortalarına düşemez."
"Kişi ancak en çok uğraştığı meseleler içinden yanıltılır!
"Her kim delillerini kendi dil ve düşüncelerinden(bu da nefsidir) uzak, verilmiş bir ilim ve ihlâs ile başlatır(Risail i Nur da ilmin inkişafına misaldir); sonra kendi bilgi, düşünce ve dili ve birikimi ile ararsa daha doğru bir yoldadır."


______________________________________________________
*Allahın dilemesiyle, işleyen mustahakat-ı arziyye(bir de mustahakat-ı ahiriyye var) kanununu ile, alimlerin azalması cahillerin artması mefhumuna dairdir.

**hak, bu paragrafta Cenab-ı Allah anlamında değildir... "Ene-l hak"ın başka anlamı ise, riyazat sahibindeki olası manasıdır. Bana göre, o bir nevi "tiyatro oyunu"dur. Misal, İmam rabbani hz'lerinin(Allah ondan razı olsun) erken yaşlarında belli şartlarda enel hak demesi, insanlara bir tiyatrosudur: "bak ben gibi et ve kandan olan, yemeye içmeye muhtaç, ölümlü adam kendini büyüklükte görür/sanarsa ne kadar acip olurdu" tiyatrosu..

hadi biraz üstüne gidelim. bu "tiyatro" niyedir? nasıl oluyor bu iş? Dışardan cam gibi gördüğüm bir sebep, "İnsanlara değil kendine bir defa gerçekten göstermek, müşahade 'için', aklı dışındaki sırlı melekelerinin acip şartlarda yaptırmasıyladır" gibi bir şey. Allah u ALEM!
 

rabbinsadikkulu

FETÖ nurcu değildir!
Katılım
10 Ocak 2012
Mesajlar
9,937
Tepkime puanı
131
Puanları
0
BAŞLIĞA DAİR DEĞERLENDİRME:

İlk Yazıyı ve Uzun birkaç tane yazıları açıkçası ben de okumadım. Çok uzundu. Diğer 38 sayfayı okudum. Tane tane olduğundan kolayıma geldi. Uzunlukları zamana parçalara ve özetleyerek yaymak daha iyidir. Müzakere/inceleme için gerekli olan azlık ve özlüktür. bir de sözün daha doğrusunu söyleme gayretidir. (buna rağmen sonra onlara da bakma niyetindeyim)

* * *

Önce "mehdi"nin kavram olarak, kelime olarak, farklı kullanımlar olarak ne olduğu yeterince bilinmeden iyi müzakere olmaz. Herkes kendi kastını izleyerek kendi kendine müzakere etmiş olur.

FARKLI CEVAPLARLA AKLIMIZA DÜŞÜRÜLEN BİRKAÇ HUSUS:

Hekim kardeşin mesajına katılıyorum. "Risale inurun tatbiki" konusunda(hatta diğer okuduğum mesajlarına da). Ayrıca kendi ifadelerimi de edeyim:

"Risale-i nurun tatbik edilmesi" Mehdi'nin ona muhtaciyeti olmasından olmayacaktır. İlim doğuştandır. Bilgi/Malumat sonradandır. Farkedilmek de sonradandır. Mehdinin(veya başkasının) ilmi doğuştandır. İnsanlara ilham vermesi "insanların içinden çıkmış olması"na bağlıdır.

R.Nurun, veya "Şeair-i Ruh-u Muhammediye(ASM)"nin tatbiki, İnsanların(mehdi dahil) RN'a ihtiyacı olduğu, RNur'un "nesillerde irfâni, İslami kopukluklar yaşanmasını önleyen bir dil(ıstılah) ve kültür anlamına gelmesi" şeklindeki bir şeref ve onurdur.

Önemi? Dil ve kültür insan için belirleyicidir.. Amelin sözcüsü ve iradesi... Varlığı elzemdir..."ve insana kelami ve yazmayı öğretti"... DiL&Kültürdeki bu belirleyicilik, onun saf ve temiz tutulmasının önemini ifade eder.

Risale i nurun, derin "hakikatler ve reçeteler" sunması, o Kur'an malı hakikatlerin önceden var olmadığı anlamına gelmez; belki nesillerce bazı sebeplerden net ulaşılamadıkları anlamına gelir*; ulaştıran büyük zat'a selam olsun. bu da onun muceddidi yönü.. mehdiyet bir kenara... Hakikat müstakildir. Fakat R.Nur'un önemi, tevhitle hallaç edilmiş hakikatlerin, özellikle önceki asırda, ilkin Anadolu’da en önemli bir kitabı olmasıdır.

"Hakikat" dedikleri risale-i nurun tasarrufunda değildir. Rilsale i nur, zahir-ötesi hakikatlerin, Cenabı Allahın tasarrufu içindedir. Allah aşkına bu küçültme midir? peki diğeri büyük bilmek midir?

Bu makamda bazı R.nur'cuların yapması gereken ilk iş, "enaniyeti kavi" "geyiğini" ağızlarına pelesenk etmekten vazgeçmeleridir. Gelen tenkitlerin, risale-i nura değil kendilerine geldiğini tefrik veya farz etmeliler. Kendilerine gelen İsabetsiz, dengesiz tenkitler olduğunu düşünüyorlarsa benzer dengesizlikle cevap vermemeli.

Teşbihte hata olmasın, zaten dünya çapında en önlerde olan risale i nur cemaatlerinin kalabalık kitleleriyle kemalini bulmasının dönüm noktalarının yıllarını yaşadığımızı düşünüyorum: Esas olmayan Muhabbet'in(esas müşahededir) ziyade döneminde "enel/nahnul hak" deyen bazı nurcuların, ilerde makamlarını daha da ilerleteceklerine can-ı gönülden inanıyorum. Darısı başka "nahnul hak" diyenlere.**

* * *

Herşey bir kenara.. Mehdilik kavramını kronolojik ve kaynak silsilesine göre incelediğimizde kaynağı belli başlı hadislerdir. Risale i nur bu hususu milyonlar alimler ve ecdadın 1400 yıldır nakilleriyle bildirmiştir. ilhamla gelebilen bir bilgi değildir. ilhamlar bunların ardından verilenleri kapsar.

Kanaatimce, tüm ilgili rivayetlere de bakılınca, (tutanlar olabilir bu mehdi-i azamiyeti göstermez, bunda hiç bir tartışma olamaz. zorlama teviller olur ki bu da tevil yollarında hakkatten sapmaktır.) hepsinin kendisinde cam gibi berrak ve eksiksiz tuttuğu birisi gelse ona Mehdi i azam denir gerisi Ziyade Hüsn-ü zanaattir.

FAYDALI BAZI SÖZLER

Kendime faydalı gördüğüm bazı tespit veya önermeleri paylaşmak istiyorum:

"Kişi ne için delil arıyorsa odur; bunun oyunlarından sakınmalıdır."
"Bazen hakikatlere temas eder ama tam ortalarına düşemez."
"Kişi ancak en çok uğraştığı meseleler içinden yanıltılır!
"Her kim delillerini kendi dil ve düşüncelerinden(bu da nefsidir) uzak, verilmiş bir ilim ve ihlâs ile başlatır(Risail i Nur da ilmin inkişafına misaldir); sonra kendi bilgi, düşünce ve dili ve birikimi ile ararsa daha doğru bir yoldadır."


______________________________________________________
*Allahın dilemesiyle, işleyen mustahakat-ı arziyye(bir de mustahakat-ı ahiriyye var) kanununu ile, alimlerin azalması cahillerin artması mefhumuna dairdir.

**hak, bu paragrafta Cenab-ı Allah anlamında değildir... "Ene-l hak"ın başka anlamı ise, riyazat sahibindeki olası manasıdır. Bana göre, o bir nevi "tiyatro oyunu"dur. Misal, İmam rabbani hz'lerinin(Allah ondan razı olsun) erken yaşlarında belli şartlarda enel hak demesi, insanlara bir tiyatrosudur: "bak ben gibi et ve kandan olan, yemeye içmeye muhtaç, ölümlü adam kendini büyüklükte görür/sanarsa ne kadar acip olurdu" tiyatrosu..

hadi biraz üstüne gidelim. bu "tiyatro" niyedir? nasıl oluyor bu iş? Dışardan cam gibi gördüğüm bir sebep, "İnsanlara değil kendine bir defa gerçekten göstermek, müşahade 'için', aklı dışındaki sırlı melekelerinin acip şartlarda yaptırmasıyladır" gibi bir şey. Allah u ALEM!

""Hakikat" dedikleri risale-i nurun tasarrufunda değildir. Rilsale i nur, zahir-ötesi hakikatlerin, Cenabı Allahın tasarrufu içindedir. Allah aşkına bu küçültme midir? peki diğeri büyük bilmek midir?"

geçmişine rahmet...
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55

@denizbaker, muhterem,

Mehdilik saplantısını sadece Ahmet Fevzi'nin ifradı olarak değerlendiriyorsanız (yani sizi yanlış anlamamışsak) maalesef vakıa sizin iddia ettiğiniz gibi değil... Sadece Ahmet Fevzi değil, pek çok talebesi Nursi'ye Mehdi As'dır diye inanmış ve beyan etmiştir. O talebelerin arkasına düşen kalabalıklar da o şekilde inandırılmışlardır! Böyle inanmayan, Mehdi As'ı bekleyen çok azınlık sayılacak talebe ve gruplar var.

@co. kardeşimizin naklettiği yazıda bu husus net bir şekilde ispat edilmiş. Bir dahi okumanızı tavsiye ederim, zannederim gözünüzden kaçtı. Fi emanillah.
 

co.

Profesör
Katılım
25 Ara 2010
Mesajlar
959
Tepkime puanı
12
Puanları
0
ben yazıyı okudum.

yazıyı paylaştığına göre sen de okumuşsundur. ve altına imza atmasan paylaşmazdın herhalde.

sorum sana,

"...biliyorsunuz mehdi ile süfyan aynı dönemde yaşayacak ve mehdinin mücadelesi süfyan ile olacaktır. ve Allah (cc) nin izni ile süfyanın başını gövdesinden ayıracaktır. ayrıca risalede süfyan açık bir şekilde tanımlanmıştır. "Süfyan büyük bir âlim olacak, ilimle dalâlete düşer. Ve çok âlimler ona tâbi olacaklar." (şualar, 5. şua) şimdi siz üstada mehdi diyorsanız, 1. şefe de süfyan demeniz gerekir. sorum şu 1. şef alim midir. (alimin ne olduğunu anlatmama gerek yok sanırım) bir çok kaynakta askeri deha, siyasi deha olduğunu okuyabilirsiniz. ama hiçbir kaynakta alim olduğu yönünde bilgi yoktur. yanılıyorsam hatamı düzeltin lütfen.


not: başkaca bir bilgi olmasa da (konu başında paylaşılan 28 sayfalık metin olmasa da) sadece "2-" nolu başlıktaki bilgi bile üstadın mehdi olmadığını ispata yeterlidir. lütfen paylaşılan metni dikkatle okuyunuz. sizi de seviyoruz. üstadın risalede bazı yerlerde "bunun tevili şudur ki..." der, bazı yerlerde "bunun bir tevili şudur ki ..." der. abilerimizin üstadın , mehdi-i azam olduğu ile ilgili başburdukları tevil ler "bunun bir tevili şudur ki ..." şeklinde olan tevillerdir. yani üstadın risaleye koymadığı başka tevillerde vardır. bu noktada sükud lazımdır.

hususi not: üstadın mehdi olmaması, üstadın değerini düşürmez. korkarım üstadla ilgii bu hüsnü zannınız, mehdi hazretleri geldiğinde, mehdi hazretlerini kabul etmemenize (teşbihte hata olmasın; yahudiler peygamberi kendi içlerinden bekliyorlardı da, kendi içlerinden gelmeyince kabul etmemişlerdi...) neden olacak. böyle de bir tehlike var. bilesiniz...."


yani şuna cevap ver yeter? 1. şef alimmidir? (alim diyorsanız kaynak gösterirmisiniz, alim değil derseniz o zaman üstadın da mehdi-i azam olmadığı ortaya çıkmaz mı?)

cevabınız için teşekkürler.

sizi de seviyoruz.

denizbaker arkadaşım bizde seni seviyoruz

ama "o zaman üstadın da mehdi-i azam olmadığı ortaya çıkmaz mı? "demişsin ben,Said Nursi mehdi-i azamdır demedim ki.

benim eklediğim yazıda ensonlarda şu cümle var zaten:
"Nursi merhumun, Mehdi As'ı tafsilatıyla ve yapacaklarıyla anlatan Hadis-i Şeriflere hiç UYMADIĞI da açıktır."bu yazıyor orda.


illaki bana sorarsan bana görede değildir.Mehdi zamanında bolluk,bereket,barış olacak olacak.bunların ne kadar tersi varsa,kıtlık,savaş bunlar Said Nursi hayatteyken olmuş.1.dünya savaşı,2.dünya savaşı ve 2.dünya savaşı sırasındaki kıtlıklar bunlar Said Nursi yaşarken olmuş nasıl mehdi olsun.
 

rabbinsadikkulu

FETÖ nurcu değildir!
Katılım
10 Ocak 2012
Mesajlar
9,937
Tepkime puanı
131
Puanları
0
denizbaker arkadaşım bizde seni seviyoruz

ama "o zaman üstadın da mehdi-i azam olmadığı ortaya çıkmaz mı? "demişsin ben,Said Nursi mehdi-i azamdır demedim ki.

benim eklediğim yazıda ensonlarda şu cümle var zaten:
"Nursi merhumun, Mehdi As'ı tafsilatıyla ve yapacaklarıyla anlatan Hadis-i Şeriflere hiç UYMADIĞI da açıktır."bu yazıyor orda.


illaki bana sorarsan bana görede değildir.Mehdi zamanında bolluk,bereket,barış olacak olacak.bunların ne kadar tersi varsa,kıtlık,savaş bunlar Said Nursi hayatteyken olmuş.1.dünya savaşı,2.dünya savaşı ve 2.dünya savaşı sırasındaki kıtlıklar bunlar Said Nursi yaşarken olmuş nasıl mehdi olsun.

geçmişine rahmet kardeşim.

not: kardeşim rumuzunuzu değiştirseniz. başka şeyler çağrıştırıyor. bu arada ben de değiştireceğim. istersen beraber değiştirelim. lütfen yanlış anlama ama.
 

co.

Profesör
Katılım
25 Ara 2010
Mesajlar
959
Tepkime puanı
12
Puanları
0
not: kardeşim rumuzunuzu değiştirseniz. başka şeyler çağrıştırıyor. bu arada ben de değiştireceğim. istersen beraber değiştirelim. lütfen yanlış anlama ama.

nickimi ne olarak anladın,köpek ismi gibi mi eğer öyleyse ben bundan memnunum.Allah'ın kapısında sadık bir köpek olmaya çalışıyorum.dine zarar vermeye çalışanlara çokuyorum
 

rabbinsadikkulu

FETÖ nurcu değildir!
Katılım
10 Ocak 2012
Mesajlar
9,937
Tepkime puanı
131
Puanları
0
nickimi ne olarak anladın,köpek ismi gibi mi eğer öyleyse ben bundan memnunum.Allah'ın kapısında sadık bir köpek olmaya çalışıyorum.dine zarar vermeye çalışanlara çokuyorum

kardeşçe bir uyarı idi. Allah (cc) nin köpeği olacağına, Allah (cc) nin arslanı olsana be güzel kardeşim.

şimdi sana birşey söyleyeceğim, kalbin kırılacak. neyse. sen kendini nasıl biliyorsan öyle kal.

la havle...
 
Üst