Devlet İçinde Savaş Var

inkişaf_

Doçent
Katılım
3 Eyl 2006
Mesajlar
1,124
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Oyuna bak…

Cumhuriyet tarihinin en keskin kavgalarından birinin içinden geçiyoruz.Bu kavga, demokrasiyi ortadan kaldırmaya çalışanlar elbette ellerinde her silahı kullanıp, her yolu mübah sayacaklar.Ellerinde her imkanla, özelliklede sahip oldukları medyayla gerçeği saptırmaya çalışıyorlar.

Bu kavgayı “laik-dinci” ya da “laik-AKP” kavgası kılığına sokmak için çırpınıyorlar. Aslında bu çırpınma, kavganın belki de en hassas noktası. Biz gazete olarak çetelerin ve darbelerin üzerine gittikçe, “belli bir gruba” bağlı bir gazetenin ısrarla bizim gazeteyi “dinci” ya da “AKP yanlısı” kategorilere sokmaya uğraşması boşuna değil.

O grubun gazetecilerinin yöneticileri her şey olabilirler ama salak olamazlar. Bizim dinci olmadığımıza da, AKP yanlısı olmadığımızı da bizden çok daha iyi bilirler. Bizim AKP ile ya da Başbakan ile ilgili eleştirilerimizin bir tanesini bile yayınlanacak cesareti gösteremez onlar. Bizim dinci olmadığımızı da, AKP yanlısı olamadığımıza da bizde daha iyi bilirler.

Bizim AKP ile ya da Başbakan ile ilgili eleştirilerimizin bir tanesini bile yayınlayacak cesareti gösteremez onlar. Peki, niye yapıyorlar bunu? Çok ciddi bir nedenleri var. Bu kavganın, devletin kılcal damarların kadar nüfuz etmiş darbeci bir çeteyle demokrasi arasında yaşandığını gözlerden saklamak istiyorlar.

En önemli amaçları bu. Bu medya grubu, Ergenekon haberlerini yayınlamaya özenli bir ihtimam gösteriyor. Böyle bir çete yok muş gibi davranmaya çabalıyorlar. Çünkü Ergenekon çetesiyle ilgili gerçekleri anlatmaya başladığımız zaman bunun bir “şeriat” ya da “AKP” kavgası olmadığı kendiliğinden çıkıyor ortaya.

Ergenekon, AKP iktidarın çok daha önceden türemiş bir örgüt. Bu çeteyi rahatsız eden AKP değil. Bu çeteyi rahatsız eden, Avrupa Birliği üyeliği ve genişlemesinde çekindikleri demokrasi.

Onlar düzenin eskisi gibi yürümesini istiyorlar. Düzen değişme eğilimi gösterdiğinde, bunu engelleyebilmek için cinayetle işlemeyi, suikastlar düzenlemeyi, bomba patlatmayı rahatlıkla göze alıyorlar.

Bunların hepsini de yaptılar zaten. Ve, bu çetenin devletin her kurumunda adamı var. Şimdi tekrar yakalanmaya çalışılan bu çeteyi korumak ve onların planladıkları darbeyi hayata geçirmek geçirmelerine yardımcı olmak için ne yapmak gerekiyor?

Onların gerçek amacını saklamak gerekiyor. Bunu nasıl yapacaklar? Kavganın “AKP”ye karşı yapıldığını söyleyerek bunu “AKP yandaşları ile AKP karşıtları” arasında bir kavga kılığına sokacaklar.

Bu ne işe yaracak? Demokrasi yanlısı olduğu halde AKP’nin ilkesiz ve benci tutumundan hoşlanmayan milyonlarca insanı kavganın dışında tutacaklar.

Bu insanların Ergenekon’a karşı çıkmasını önleyip onlara hedef olarak AKP’yi gösterecekler. Hiç unutmayın ki bu taktik Susurluk skandalında fevkalade iyi işledi.

Susurluk çetesine karşı başlatılan “ışık söndürme” eylemleri, gayet usta manevralarla “Refah Partisi” aleyhtarı bir kampanyaya çevrildi. Ve, Susurlukçular bu sayede paçalarını kurtardılar.

Şimdi çok iyi bildikleri bu oyunu bir daha oynamak istiyorlar. En önemli enstrümanlarından biri Ergenekon çetesi olan darbeci bir planı korumaya uğraşıyorlar.

AKP, tesadüfen bu kavganın içinde. Asıl AKP değil. Asıl hedef demokrasi. Asıl hedef Avrupa Birliği üyeliğini sabote etmek.

Bu kavgada taraf olmak için AKP’li olup olmamanın hiçbir önemi yok, bu kavgada taraf olmanın ölçülüsü demokrat olup olmamak. Ergenekon’a karşı dururken AKP’yi savunmuyorsunuz. Bu AKP’yi ya da herhangi bir siyasi partinin iktidarını çok aşan bir amaç.

Bu, her partiden demokratın yan yana duracağı bir dövüş. Zaten onların en büyük endişesi de bu gerçeğin anlaşılması, demokrasi cephesinin güçlenmesi. AKP’nin insana hiç güven vermeyen duruşunu kullanarak bu cepheyi bölmeye uğraşıyorlar.

Doğrusu bunu da önemli ölçüde beceriyorlar. Yargıtay Başsavcısı’nın ortalığı birbirine katan iddianamesini eleştirenleri, Ergenekon’un ipliğini pazara çıkartanları “dinci” ya da AKP’li etiketi altında toplamak istiyorlar ki yaşananın bir “demokrasi kavgası” olduğu anlaşılmasın… Demokratlar bir bütün olarak bu kavgaya girmesin.

Bu oyuna gelmeyin bence. Susurluk’u unutmayın. O kampanyanın nasıl saptırıldığını akıldan çıkarmayın.

O günkü taktikleriyle Susurluk’u korumayı becerdikleri için biz bugün Ergenekon çetesi belasıyla uğraşıyoruz. AKP’ye kızan çok demokrat var, biliyorum. AKP insanı öfkelendiren işler yapıyor, bunu da biliyorum.

Ama, bu kızgınlığımız demokrasiden vazgeçecek, demokrasi düşmanlarına hizmet edecek kadar büyük mü? Bana sorarsanız, hiçbir siyasi öfke, demokrasiden vazgeçmeyi hoş gösterecek kadar büyük olamaz.

Lenin’in o çok bilinen klasik sözünü unutmayın. “Kirli suyla birlikte bebeği de atmayın.” Sizi kirli suyu gösterip, bebeği öldürmek istiyorlar. Bu oyuna düşer de bebeği öldürürseniz, demokrasiyi ve geleceğimizi öldüreceksiniz. İyi düşünün.

Taraf-Ahmet Altan
 

inkişaf_

Doçent
Katılım
3 Eyl 2006
Mesajlar
1,124
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Rektör Arıboğan'dan ilginç uyarı

Bahçeşehir Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan'a göre devletin içinde savaş var ve bunun sonuçları çok kötü olacak

Bahçeşehir Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan, AK Parti'nin kapatılması istemi ve Ergenekon çetesi ile ilgili yaptığı açıklamalarda; Türkiye'de devlet içi bir savaş olduğunu ve bununda Kürt devletinin kurulmasına adım adım yürüdüğünü iddia etti.

AK Parti'nin kapatılması ve Ergenekon davası gibi görünen devlet içi çatışmanın aslında olayların sadece görünen yüzü olduğunu ve olayın özünü sakladığı inancında olduğunu savunan Prof.Dr. Deniz Ülke Arıboğan, Türkiye'nin önümüzdeki dönemde çok temel bir problemle karşı karşıya kalacağını ifade etti. İktidar partisinin kapatılması ve Ergenekon davası'nın Kürt sorununu çok ciddi biçimde Türkiye'nin gündemine getireceğini düşündüğünü söyleyen Prof. Dr. Arıboğan, "Bunu söylememin en önemli sebeplerinden bir tanesi Leyla Zana'nın en son yaptığı açıklama; 'Abdullah Öcalan'ın 2010 yılında bizlerle beraber olacak' demesi, oradaki insanlara" dedi.

Genel görümüme bakıldığı zaman Türkiye'de, bir devleti oluşturan bütün bacakların tümünün kırıldığının görüldüğünü, yargı sisteminin iflas etmiş durumda olduğunu ifade eden Prof.Dr. Arıboğan, yasama, yürütme ve yargının en önemli bacaklarından bir tanesi olan yargının şuan şaibe altında siyasallaştırılmış durumda olduğunu ileri sürdü. Meclis idaresinin üzerinde kapatma gölgesi bulunduğunu vurgulayan Arıboğan, bunun dışında AK Parti'nin yürütmesi açısından Başbakan ve onunla birlikte AKP'nin en kuvvetli kadrolarının tavsiye edilmesinin söz konusu olduğunu kaydetti. Liderlik potansiyeli olan kişilerin Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile birlikte tasfiye edilmek istenen 71 kişilik listenin içinde olduğunu anımsatan Prof. Dr. Arıboğan, "Hem yasama hem yürütmede kriz vardır.

Devletin hukuk sistemi iflas ettiğinde, devletin meclisi, hükümeti iflas ettiğinde ordusunun ne vaziyette olduğuna bakmak gerekir. Devletin ordusu üzerindeki şaibelerde hem bu Ergenekon davası hem de Kuzey Irak operasyonu sonrası yapılan spekülasyonlarla oldukça zedelenmiştir. Ordu'yu kıpırdayamaz hale getirmiş durumdalar. Baktığınız zaman ekonomik bir kriz kapıda görünüyor. Artı bu ülkenin en önemli yapıştırıcılarından biri olan Müslümanlık denilen konu tamamen irtica veya şeriatla örtüştürülmüş durumdadır. Kısaca bu devleti, bu toplumu bir arada tutan bütün bacakların üzerine çok direk bir saldırı var şu anda ve devlet çökmek üzere. Aslında böyle bir çöküşten ya kaos ya askeri darbenin ortaya çıkması beklenir. Her iki durumda da ortaya çıkacak görüntü çok nettir. Türkiye'de askeri bir yönetim gelirse, istikrarlı ya da çok demokratik bir yönetim sağlasalar bile uluslar arası kamuoyu nezdinde bunun bir askeri yönetim olacağıdır ve bir Kürt devletinin kurulmasını anormal şekilde kolaylaştıracaktır." şeklinde konuştu.

"İKİ YIL SÜRMEZ KÜRT DEVLETİ ORTAYA ÇIKAR"

Sistemin böyle gitmesi ve devletin kendi içinde çatışmaya devam etmesi halinde iki yıl sürmez bir Kürt devletinin ortaya çıkacağını iddia eden Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan, bu gidişin kesinlikle ne devletin içindeki temizlik ne de AK Parti'nin kapatılması olmadığının altını çizdi. Herkesin bunu laik, antilaik çatışması olarak algıladığını ancak bu durumu herkesin görüp ve masanın başına oturması gerektiğini söyledi. Hiç kimsenin sonucun ne olacağını görmediğine işaret eden Prof. Dr. Arıboğan, oluşturulan kaos ortamında Kürt devletinin kurulmasını kolaylaştıracağını belirtti.

Askerin gücünün önemli ölçüde zayıflatıldığını iddia eden Prof. Dr. Arıboğan, sözlerine şöyle devam etti: "Zaten asker şuanda kıpırdayamaz durumda. Türkiye çok direk bir saldırı altındadır. Türkiye zannediyor ki bir temizlik yapılıyor. Laik çatışması var Türkiye'de, böyle bir şey yok. Türkiye'de çok ciddi bir uluslararası operasyon var. Adım adım Kürt devletine doğru gidiliyor. Eğer masaya oturmasalar, bu böyle olacaktır. Herkesin bunu görmesi lazım. Bir devletin bacakları sağlam değilse o bölgeye gideceğiniz zaman hukukla mücadele edemezsiniz. Yürütmeniz, karizmatik liderleriniz tavsiye edilmiş durumda."

Yaşanan bu olaylara karşı halkın nasıl tepki göstereceğinin ise bilinmediğini anlatan Prof. Dr. Arıboğan, AK Parti'nin kapatılması ile çok zayıf bir hükümet oluşturulacağını da sözlerine ekledi.

"TÜRKİYE EKONOMİK KRİZİ KALDIRACAK ALTYAPIYA SAHİP DEĞİL"

Olası bir ekonomik krizi durdurabilecek Türkiye'nin güçlü bir alt yapısı olmadığını da açıklayan Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan, ekonomik krizle birlikte Güneydoğu'da çok şiddetli tepkiler ortaya çıkabileceğine işaret etti. Güneydoğu'da sadece PKK'nın değil Barzani'nin de etkili olduğuna vurgu yapan Arıboğan, Barzani'nin uluslar arası meşrutiyet açısından çok önemli birisi olduğunu da kaydetti. Bu nedenle hemen tarafların masa başına oturması gerektiğini belirten Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan, Türkiye'nin yüzeysel şeylerle uğraşmayı bir tarafa bırakmasını önerdi. Bu konuların gündemden kaldırılması ve devlette birliğin oluşturulmasının şart olduğunu bildiren Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan, asker üzerinden siyaset yapılmasının bir tarafa bırakılması gerektiğini ifade etti.

"TSK'NİN ÜZERİNDEN SİYASET YAPILMASI KABUL EDİLEMEZ"

Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan, sözlerini şöyle tamamladı: "Ordu'nun üzerinden siyaset yapılması kabul edilemez bir şeydir. Devletin en güçlü kurumlarından bir tanesi Kuzey Irak'ta bir operasyon yaptı ve başarıyla dönen orduya şu söylendi; 'Sen ABD'nin komutası altındasın, çekil dedi sende çekildin' denildi. Türkiye bu üslupla tartıştı. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin başarılı operasyonunu başarısız göstermeye çalıştılar. Türk askerine bir şiar darbesi vurdular. Barzani bu psikolojik ivmeden faydalanacak. Zaferi iyi savaşarak kazanamayacaklarını gördüler. Genelkurmay Başkanı'da bunu hakaret olarak algıladı ve cevap verdi. Türkiye yapılamaz denilen şartlarda ve yapılamaz denilen operasyonu yaptı. Türk Silahlı Kuvvetleri muzaffer bir şekilde döndü. TSK şuan ikilem içinde kaldı.

Dışarıda mı savaşsın içerde mi. Siyaset TSK ve dini referanslar üzerinden yapılmamalı. Müslümanlığı şeriat ya da irtica haline getirilmemeli. İslam'ın, siyasi çerçeve içerisinde kullanılmasının sağlıksız olduğunu düşünüyorum. Bu toplumun en büyük yapıştırıcılarından biridir. Hiçbir siyasi partinin Türkiye'de İslami sahiplenmeye hakkı yoktur. Çok tehlikeli bir gidiş olduğunu düşünüyorum ve konunun tamamen Kürk sorununa bağlanacağını ve Kuzey Irak'tan Nevruz hadiseleri ile şiddetli bir dalga geleceğini düşünüyorum. Türkiye'nin karşısına dev gibi bir sorun çıkacak. Uluslar arası kanallarda Türkiye'ye müdahale edilebilir. Birleşmiş Milletler kanalı ile gelip oraya bir kanal çizerler ve 'senin askerin oraya gidemez' der. Masaya oturmazsak zaten birileri kendi masalarını kurmuş durumdalar."

ZAMAN
 

inkişaf_

Doçent
Katılım
3 Eyl 2006
Mesajlar
1,124
Tepkime puanı
3
Puanları
0
NAMUSLULAR NAMUSSUZLAR KADAR CESUR OLMALI

İhanete maruz kalanlar henüz farkında değiller ama İhaneti yapanlar, fark edildiklerinin farkına varıp gürültü çıkarmaya başladılar.

Ergenekon operasyonuyla ilgili son günlerde sesini çıkaranları, ileri geri konuşanları ’’bu mantık dışıdır’’ diyenleri iyi takip edin.

Köşeye kıstırılmış kedi gibi hırçınlaşmaya, saldırmaya başladılar. Çünkü operasyonun bir ucunun kendilerine de dokunacağından korkuyorlar.

Korkmalarında haklılar. Bu ülkede yıllardır en önemli mevkileri tutan bu zihniyetteki insanların, Türkiye adına ne tür bir faydaları dokunmuş, hizmetleri olmuş ona bir bakın.

Ülke adına tek bir hizmetlerini bile bulamazsınız. Çünkü işgal ettikleri konumları Ülke adına, Millet adına hizmet için değil, belli bir misyonu yerine getirmek için kullanmışlar.

Bunu yaparken de ihanette sınır tanımamışlar.

İşte bu panik ve korku bundan kaynaklanıyor.

Yaptıkları ihanetler bir bir ortaya çıkmaya başladı.

Hem de kan donduracak ihanetler.

Sanmayın ki bu ihanetler basit, çıkar amaçlı yapılan yolsuzluklardan, darbe ortamı hazırlamak için organize edilen gösterilerden, hatta birkaç cinayetten ibaret.

Bir ülkeye bir millete yapılabilecek en büyük ihanet neyse işte o yapılan. Yapılmak istenen istenen değil. Evet yapılmış. Hem de uzun yıllar boyunca.

Bunu yaparken de sessiz sedasız yapmışlar. Milletin sırtına basarak yapmışlar. Bilerek ya da bilmeyerek birçok vatan evladı da bu hainlikler yapılırken, hainlere omuz vermiş.

Bağlantılar bir bir ortaya çıktıkça, ihanetin vahameti daha da gün yüzüne çıkıyor. Çıkacak da. Yeter ki bu hainliğin üzerine gidenlerin önü kesilmesin.

Yeter ki ‘’Namusuzlar kadar cesaretli olmaya başlayan Namuslular cesaretlerini kaybetmesin’’.

ALİ DEMİRER- SAMANYOLUHABER
 

inkişaf_

Doçent
Katılım
3 Eyl 2006
Mesajlar
1,124
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Cunta tasfiye olmadan gerilim düşmez

TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu'nun sivil toplum kuruluşlarını temsilen okuduğu bildiri, belki şu anda Türkiye'nin en çok ihtiyaç duyduğu sözlerdi.

Kaotik ortamı bastıran, ortak aklı egemen kılan sağduyunun sesine şiddetle ihtiyacımız var. Gerilimi düşürmek lâzım. Ama gerilimi düşürmenin de bir bedeli var mı? Varsa bu bedeli kim ödeyecek?

Bir okuyucunun gönderdiği fıkra durumu özetliyor: Temel ile Dursun bir kovboy filmi seyrediyorlar. Atların doludizgin koştuğu bir sahnede Temel, Dursun'a dönüp; "Bak birazdan şu beyaz at, yuvarlanıp düşecek" diyor. Dursun "düşmeyecek" cevabını veriyor. İddiaya giriyorlar. At düşüyor ve Temel bahsi kazanıyor. Ama vicdanı elvermiyor ve "Dursun, ben bu filmi daha önce seyretmiştim, atın düşeceğini o yüzden bildim." itirafında bulunuyor. Dursun'un cevabı: "Ben de seyretmiştim, ama artık akıllanmıştır, bir daha düşmez diyordum."

Ne yapalım? Aynı filmi tekrar tekrar seyrediyoruz ve at akıllanmıyor.

9 Mart Madanoğlu cuntası, bugünün Ergenekon Çetesi gibi, ağır cezalık suçlar işlemişti. Cunta üyelerinden birinin, "gençlere bombaları veriyorduk, onlar da sağa sola atıyordu" itirafı, bugüne değil, tam 37 sene öncesindeki terör eylemlerine aitti. Anlatan, Deniz Gezmiş'in silah arkadaşlarından ve o dönem idamdan dönen meşhur isimlerden biriydi. 1968 yılında MTTB'lilerle Beyazıt Meydanı'nda toplu kavgaya girişiyorlar. Sonra MTTB'lileri Beyazıt Camii'ne kıstırıyorlar. Ertesi gün gazetelerde "Solcu gençler camiden çıkan cemaate ateş açtı" manşeti ve altında kendisinin yere çömelmiş, dirseği ile dizinden destek alarak ve hedef gözeterek ateş ettiği bir fotoğraf çıkmış. Resim tek başına birçok suçun belgesi: Ruhsatsız silah taşımak, meskun mahalde ateş açmak, öldürmeye teşebbüs vs. "15 gün sonra beni tahliye ettiklerinde çok şaşırdım" demişti. Sonra olanları öğrenmiş; nöbetçi savcının ve mahkemenin nasıl ayarlandığını, avukatın neler yaptığını. Hayretle dinlediğim hikâyeye şu yorumu yapmıştım: "Senin için değil, senin gibi eylem kapasitesi yüksek birini ellerinin altında bulundurmak için." Gönülsüzce onaylamıştı.

Cuntanın talimatı, kışkırtmaları ve yönlendirmeleri ile gençler sokağa döküldüler. Adam kaçırdılar, öldürdüler, banka soydular. Bir samanlıkta öldürülen Mahir Çayan ve arkadaşlarını, idam edilen Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını hatırlayalım. Bu gençlerin hepsi 25 yaşın altındaydı. Giriştikleri eylemlerin ve aldıkları lojistik desteklerin arkasında kimler olduğu hiç ortaya çıkmadı. Hasan Cemal, yüreklice gerçeği söylüyor. 9 Mart Cuntası Muhsin Batur'a uzandığı için bu olayların üstü kapatıldı ve 9 Martçılar beraat ettirildi.

İlhan Selçuk, 83 yaşında alındığı sorgudan sonra iki mesaj veriyor. Birincisi Ordu'ya; "sizinle uğraşıyorlar" mesajı. Bu mesaj bir destek arayışı. İkincisi Başbakan'a; "uzlaşalım" mesajı. Bu mesaj da cuntacıların bir geri çekilme teşebbüsü; çünkü soruşturma, hedefleri ele geçirmiş.

Gerginliği düşürmenin yolu, Ergenekon soruşturmasını varabileceği her yere götürmek. "Gerginlik çıkar" korkusu ile suçlular ortalığa salınırsa, eninde sonunda üstünü örttüğünüz gerginlik daha fena bir şekilde karşınıza çıkacaktır.

Atın düşmesi, 9 Mart Cuntası'nın uzandığı yeri koruma adına, cuntacıları serbest bırakmaktı. Bugün gerginliği ortadan kaldıracak yegane yol, karanlığın üzerine perde çekmek değil bu ülkenin kanını emmeye kararlı asalakların yaşadığı kuytu yerleri bütünüyle aydınlatmak.

Sağduyu Platformu'nun geliştirdiği inisiyatif, tek başına iyimser olmak için yeterli. 10 yıl önce aynı STK'ların ne işlerle meşgul olduğunu hatırlayalım. Devlet içine çöreklenerek ülkeyi ele geçirmek artık imkânsız, aydınlıkta iş gören toplum ve özel sektör kendi kaderini ele almış durumda. Ne istiyorlar? Yeni anayasa ve siyasî partiler kanunu değil mi? O zaman ülkenin gündemi yeni anayasadan başlamalı.

Gerilimi elbette düşürelim. Gerilimi çıkartanlara bedelini ödeterek. Bir daha ülkeyi ve devleti batırmak pahasına gerilim peşinde koşacaklarda mecal bırakmayarak.

MÜMTAZ'ER TÜRKÖNE
 

Türkay

Doçent
Katılım
2 Ocak 2007
Mesajlar
542
Tepkime puanı
2
Puanları
0
'İddianameyi Perinçek mi hazırladı?'

Akıllardaki en önemli soru işaretleri şöyle: “Yoksa iddianame Perinçek’in bilgisayarından mı başsavcılığın bilgisayarına gitti? Bu iddianameyi İP Genel Başkanı Doğu Perinçek mi hazırlayıp gönderdi?”

İDDİANAME PERİNÇEK’İN BİLGİSAYARINDA
habervaktim yazarlarından İrfan Sönmez, Ergenekon soruşturması kapsamında yapılan son operasyonda gözaltına alınan ve Ergenekon isimli terör örgütünün üst düzey yöneticisi olduğu iddiasıyla tutuklanan Doğu Perinçek’in bilgisayarında iddianamenin bulunduğunun ortaya çıkarıldığını hatırlatarak, “İddianamenin Anayasa Mahkemesi’ne sunulmadan iki gün öncenin tarihini taşıması kafaları karıştırdı” dedi.

KORKUNÇ İKİ İHTİMAL
Sönmez, şu çarpıcı değerlendirmelerde bulundu: “Bu olay, iki ihtimali akıllara getiriyor; birincisi savcılığın hazırladığı iddianameyi bazı çevrelerle paylaşmış olmasıdır, ikincisi ve daha vahim olanı ise iddianamenin Perinçek ve ekibi tarafından ya da dışarıdan hazırlanıp başsavcılığa gönderilmiş olmasıdır.”

“YARGIYA DUYULAN GÜVENİ AŞINDIRIYOR”
“Her iki ihtimal de Türk yargısı açısından fevkalade düşündürücüdür” diyen Sönmez, yargıya herkesin güvenmesi gerektiğini, ancak bunun için de yargının tarafsız ve objektif davranması gerektiğini vurgulayarak, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu ihtimallerle elbette ki kimseyi töhmet altında bırakma iddiasında değiliz. Ancak iddianame ile ilgili gelişmeler basına yansıdığı günden beri taşıdığı tutarsızlıklar ve ideolojik öğeler yüzünden büyük tartışmalara vesile olmuş, yargıya olan güveni aşındırmaya başlamıştır. Onun için bu ihtimallerle ilgili ortaya çıkan soru işaretlerinin yargının itibarı için bir an önce aydınlatılması, bizzat yargı erki tarafından gerekli soruşturmanın yapılarak ortaya çıkarılması elzemdir.”

“SAVCI İÇİN ARTIK DENİLECEK BİR ŞEY YOK”
İddianamenin, Anayasa Mahkemesi’ne sunulmasından iki gün önce başka bir şahsın bilgisayarında kayıtlı olmuş olmasını değerlendiren MAZLUMDER Genel Başkanı ömer Faruk Gergerlioğlu da, “Savcı için artık denilecek bir şey kalmıyor” ifadelerini kullandıktan sonra, şu ilginç tespitleri sıralıyor:

LAMBA YAKIP SÖNDÜRENLER NEREDE?
“Artık işin nereye vardığı bellidir. İşlerin iyi gitmediğini düşünen bir topluluk gözlerini karartmış durumdadır. Susurluk skandalı ortaya çıktığında karanlığa karşı lambaları yakıp söndürenler şu an Ergenekon’dan yayılan ve derin Devleti aydınlatan ışığı nedense görmemeyi tercih ediyorlar. Bu da bizleri hepten umutsuzluğa sevk ediyor. Zira ülke’de her zaman demokrasi istemi hep çifte standartlı mı olacak?”

KAPATMA DAVASINI KİM PLANLADI?
“Parti kapatma tutmayınca darbe yollarına başvurmaları herhalde son büyük hataları olacak. Zira çırpındıkça batma hali ayan beyan ortaya çıkıyor. örgütün fikir lideri olarak tanımlanan İlhan Selçuk'un, gözaltına alınan diğer zanlılarla telefonda yaptığı bir konuşmada, ‘Davayı açtırıyoruz. İddianame hazırlanıp dava açılacak. Bugüne kadar Türkiye'de ekonomik kriz çıkmadı, ama kapatma davasından sonra mutlaka kriz çıkar. Bunlardan kurtulmak lazım’ dediğinin tespit edildiği bilgisi veriliyor. Kemal Alemdaroğlu tutuklanan Perinçek ve eski Jandarma Genel Komutanı emekli Orgeneral Şener Eruygur’un da zanlılarla yapılan teknik takibe takıldığı ve açıkça kapatma davası dialogları yaptıkları belirleniyor.”

“HEPTEN GEMİLERİ YAKMIŞLAR”
“2003 ve 2004’deki Sarıkız, Ayışığı darbe girişimlerinin tutmamasından sonra demek ki darbeciler bu sefer hepten gemileri yakmışlar. Darbe tüm olmaması gerektiğine dair deliller ortada olmasına rağmen gemileri yakmış olanlar için en kesin çözüm yine de. Fakat bunu önlemenin yolu her farklı kesimden insanın ortak iyiye yönelmesi ve çılgınlığı reddetmesidir. Zira kutuplaşma olması taraflar için belki iyi bir şeydir. Kemik taraftarları artar fakat ortak akıl, ortak iyi kaybolur. Kutuplaşma adalet ve hakkaniyet duygularının kaybolmasına yol açar. çünkü kutuplaşan yandaşçıdır, adaletsizdir artık. Kutuplaşma tüm demokratik kazanımları da herkes için yok edici mahiyettedir. Oysa her iki kesimin de ortak aklı, ortak iyiyi kaybetmemeleri gerektiği açıktır.”

habervaktim

 

Türkay

Doçent
Katılım
2 Ocak 2007
Mesajlar
542
Tepkime puanı
2
Puanları
0
AK Partiye 'Katillerle uzlaşma' dedi

Çok çekici ve çok tehlikeli bir kavram uzlaşma.
Böylesine gergin, belirsiz, çatışmalarla dolu bir ülkede “uzlaşma”, bir huzur ve rahatlık müjdesi gibi... Yorgun bir adamın içine uzanacağı yumuşak bir yatak gibi görünüyor.
Ama çok da tehlikeli.

Çünkü o rahatlık karşılığında ne verileceği pek net değil.
Unutmayın ki teslim olmak da bir uzlaşma biçimidir.
Bugünlerde “uzlaşma” sözünü çok sık duyuyoruz, herkes uzlaşma istiyor.
Ama kiminle kim, hangi konuda uzlaşacak pek somut bir şey söylenmiyor.

Ekonomik istikrarı bozmak, darbe yapmak, Kürt sorununu çözümsüzlüğe hapsetmek, Türkiye’yi dünyadan uzaklaştırmak isteyen, çeteleşen bir güç var bir yanda.

“Uzlaşma” denirken, bu güçle uzlaşılması mı söyleniyor?
AKP, o bencil kurnazlığıyla bunu iki kez denedi.

Birincisi Şemdinli’de.
Bir dükkânı bombalarken yakalanan astsubayların arkasındaki gücü soruşturmadı, tam aksine bunu soruşturmak isteyen savcının hayatını kararttı.

İkincisi de Hrant Dink cinayetinde.
Amaçlarının ne olduğu bilinemeyen bazı yazarların ısrarla “mahalle çocuklarının öfkesi” diye açıklamaya çalıştığı bu cinayetin ardında “derin” bağlantılar olduğu daha ilk dakikadan itibaren belliydi.

AKP, bunu aydınlatmaya çalışmadı.
Şimdi cinayetin işlenmeden çok önceden “devlet görevlilerince” bilindiği ortaya çıkıyor.
Bu “bilgi zincirinin” bir albaya kadar uzandığı resmen açıklandı... Bu zincirin devamında ne olduğu da herhalde daha sonra oraya çıkacak.
AKP, bu iki olayda “kör kalmayı” kabul ederek “uzlaştı” da ne oldu?

Bu uzlaşma, Türkiye’yi huzura kavuşturdu mu?
Hayır.

Katillerle uzlaşamazsınız çünkü.
Onlarla uzlaşılamaz, onların “suç ortağı” olunabilir ancak.

Üstelik bu “uzlaşma” AKP’yi de kurtarmaya yetmedi.
Başsavcı “kapatma isteğiyle” çıkıverdi ortaya.


Eğer “Siz beni kapatmayın, ben çeteleri rahat bırakayım” zemininde yeni bir “uzlaşma” yaparsa, yakın bir gelecekte yeniden başının derde girdiğini görür.
Bundan sonra bir “uzlaşma” şansı yok AKP’nin... Ya teslim olur, kapama tehdidinden kurtulur ama ona “bu düzeni değiştirmesi” için oy verenlerin desteğini kaybeder.
Ve, resmen varlığını sürdürürken ölür.
Ya da bu düzeni değiştirmek ve Türkiye’yi Avrupa Birliği üyesi yapmak için mücadele eder.

AKP hangisini tercih eder, bilemiyorum.

Daha önceki tecrübeler bu partinin yöneticilerinde bir “uzlaşma” eğilimi olduğunu gösterdi... Bir daha denerlerse sonuçlarına da katlanırlar.

Peki, gerilimi sürdürmeli miyiz?
Hep bu sıkıntılı gerginlik içinde mi yaşamalıyız?

Hiç mi uzlaşma olamayacak?
Bence eninde sonunda bir uzlaşma kaçınılmaz olarak gerçekleşecek.
O uzlaşmanın zeminini sadece Türkiye değil, dünya da belirleyecek.


Öyle AKP’nin yaptığı gibi anayasa madde madde değişmeyecek, yeni ve sivil bir anayasa hazırlanacak, Kürt sorunu çözümlenecek, devletin içine sızan hukuk dışı çeteler temizlenecek, bir hukuk reformu gerçekleştirilecek, bütün özgürlükler güvence altına alınacak ve Türkiye, Avrupa Birliği’ne üye olacak bir gelişmişlik düzeyine ulaşacak.
Bunun dışında bir uzlaşmaya ne Türkiye’nin ne de dünyanın koşulları izin verir.

“Uzlaşır” gibi yaparsınız ama çete, dünyayla bütünleşme ihtimaline bile tahammül etmez, iktidarını halkla paylaşmaz ve gene bela çıkarır.
Türkiye, evrensel hukuku bu toplumun bünyesine yerleştirmeden, özgürleşmeden, demokratikleşmeden huzura kavuşamaz.

Uzlaşacaksak, buranın yapısını yeniden çatmak, artık bu ülkeyi gelişmiş ülkeler düzeyine çıkartmak, bu ülkede yaşayan herkesin eşit şartlara sahip olduğunu kabul etmek için uzlaşacağız.
Birinin saçına, öbürünün ırkına, diğerinin mezhebine karışılmayacak.
Bu ülkenin efendileri olmayacak.
Burada yaşayan herkes “efendi” olacak.
Ben, ancak böyle uzlaşılabileceğini, ancak böyle huzura kavuşabileceğimizi düşünüyorum.


Uzlaşma isteyen herkes bence nasıl bir uzlaşma istediğini açık ve net bir şekilde söylemeli.
Uzlaşma, çok çekici bir söz, biliyorum.
Hepimiz bu gerginliklerden yorulduk, onu da biliyorum.

Ama donmakta olan, buzların arasında hırpalanmış bir adamın uykuya dalması da “huzurlu” bir uzlaşmadır...
Ve bu uzlaşma ölüm getirir.
Amaç buysa...

Gözlerinizi kapatın, buza yatın ve uzlaşın...
Uzlaşmaların en derin ve en kalıcı olanına, sonsuz bir yok oluşa kavuşun.

(Taraf) AHMET ALTAN
 

oguz

Yeni
Katılım
29 Eki 2006
Mesajlar
1,560
Tepkime puanı
36
Puanları
0
Asıl hedef Avrupa Birliği üyeliğini sabote etmek.
Taraf-Ahmet Altan
AB karşıtı olmak demokrasiye karşı çıkmakmış ,hadi oradan ..
bu zatı muhterem dini sitelerin baş yazarı ne hikmetse..

uzlaşma deniyor ne iktidar nede muhalefet tansiyonu düşürmek yerine tam aksine yangına körükle gitmektedirler
Türkiye bir kaosa bir belirsizliğe doğru sürüklenmek böylece kamplara ayırılmakmı istenmektedir diye düşünmeden edemiyorum
ne laik CHP nede islamcı geçinen AB istekçisi AKP ikisinide beğenmiyorum.
ülkesini milletini düşünen liderler mahalle dedikodusu yapar gibi ülkeyi germezler ...
 

rota

Doçent
Katılım
15 Nis 2007
Mesajlar
551
Tepkime puanı
9
Puanları
0
TÜYLER ÜRPERTEN İDDİA

BAŞKAYA: Çatışma, sansasyonel birtakım siyasi cinayetlerle daha da gerginleşebilir. Çözümse sahneye üçüncü aktörün çıkması!

Özgür Üniversite'nin kurucusu Siyaset Bilimi Uzmanı ve Yazar Fikret Başkaya, AK Parti'ye kapatma davası ve Ergenekon gözaltılarıyla kilitlenen Türkiye'nin öncesini ve sonrasını anlattı.

göre "Çatışma sansasyonel birtakım siyasi cinayetlerle daha da gerginleşebilir!" Çözümse sahneye üçüncü aktörün çıkması!

Yeni Aktüel Dergisi'ne konuşan Fikret Başkaya röportajda şunları söylüyor:

"1923'ten 1946'ya kadar tek parti diktatörlüğü var. Buna "Asıl devlet partisi" diyorum. Burada parti-hükümet-devlet iç içe geçmiş durumda. Fakat ne zaman ki iç ve dış konjonktürün ve dayatmaların etkisiyle çok partili döneme geçiliyor o zaman birden çok devlet partisi kuruluyor ve durum değişiyor. İlk defa o ekip doğrudan yönetmekten uzaklaşıyor. 1950-60 arası tekrar bir bocalama dönemi geliyor. Bu dönemde asıl devlet partisi ayağının altındaki zeminin gitmekte olduğu bilincine sahip oluyor ve bunu kesmek üzere 1960'ta darbe yapıyor. Diyor ki "Öyle bir devlet yapılanması oluşturalım ki, kuliste kalarak uzaktan kumandayla yönetelim".

Neticede 60 darbesinden sonra birtakım kurumlar oluşuyor. Anayasa Mahkemesi, tabii senatörlük, kontenjan senatörlüğü, sonra MGK müthiş bir örgüt olarak o yapı içinde yerini alıyor. Sonra "Haydi tekrar seçim" diyorlar.

Fakat işin içine halk iradesi girdiği zaman sizin koyduğunuz sınırların ötesine taşma potansiyeli daima vardır. Adam halktan oy alıyor, mecburen bazı ödünler vermesi gerekiyor. Yani asıl devlet partisiyle, kurulmasına izin verilen partiler arasındaki ilişki, bir tür taşeron - müteahhit ilişkisi. Taşeron, istemeyerek de olsa biraz halkı işe karıştırınca o makinenin işleyişi aksıyor ve asıl devlet partisinin koyduğu sınır aşılıyor.

O zaman darbe yapıyor. Buna her zaman bir gerekçe bulunur. Mesela 1970-80 döneminde devlet çetelerini piyasaya sürüp bir anarşi ortamı yarattılar. Belirli bir kıvama gelince de kendi yarattıkları anarşiyi önlemek üzere darbe yaptılar. Fakat 1980'de "Makineyi öyle bir kuralım ki artık bizim müdahalemize ihtiyaç olmasın" dediler.

Bu mümkün değil. Sadece devlet aygıtını baştan sona ele geçirmekle kalmadılar, aynı zamanda Türk - İslam sentezi denen bir ideolojiyle de onu takviye ettiler. Buna rağmen 1997'de tekrar irtica bahanesiyle devreye girdiler. Tabii bu zaman zarfında onlar halk iradesinin önünü kesmek için bu tip girişimlerde bulunurken öbür taraf da konumunu biraz takviye etmiş görünüyor.

Bugün Ergenekon hesaplaşma anlamına geliyor. Hükümet bir koz ortaya atınca diğeri karşı kozla cevap veriyor. Mesela hükümet Şemdinli olayında ve Dink cinayetinde gerçekten hukuka ve demokratik ilkelere uygun bir tavır ortaya koyabilseydi hem kamuoyu hem kendileri açısından çok farklı olabilirdi. Dediğim gibi böyle demokratik ilkeleri yok.

O zaman da bir adım ileri iki adım geri gibi bir belirsizlik çıkıyor ortaya. Tabii asıl devlet partisi kanadının önümüzdeki dönemde ne gibi çıkışlar yapacağını tahmin etmek zor ama boş durmayacaklarını tahmin edebiliriz. Mesela etkisi çok büyük olacak sansasyonel birtakım siyasi cinayetler de dahil. Bunların sicilinde bunlardan çok var.

Yani ortalık karışabilir, süreç daha gergin ve çatışmalı bir hale gelebilir. Fakat hükümet karşı tarafın saldırısını etkisizleştirmek için bugünkü yaklaşımlarda ısrar ederse bu işten kârlı çıkma şansı zayıflayabilir."

CHP son seçimlerden önce Meclis'te tek muhalefet partisiydi. Bırak iktidar partisinden daha özgürlükçü yaklaşımları gündeme getirmeyi, tam tersi bir tavır içindeydi. Şimdi buna MHP de eklendi. Normalde bir yerde bir iktidar varsa muhalefet ondan daha özgürlükçü, daha demokratik bir rota izler. Bizdeki tam tersine.

CHP'nin tavrı hiçbir zaman muhalefet partisi tavrı değildir. Zaten bu tipik bir parti de değildir. Devletin bir bileşenidir. Parti tanımına dahil edilmesi biraz zor. Şekil şartları uyuyor ama misyonu ve varlık nedeni itibariyle bu siyasi bir partiye benzemiyor.

Ortamın yatışması için bu iki tarafın dışında bir üçüncü tarafın sahneye çıkması lazım. Çünkü iki tarafın da kaygısı iktidar, rant, statü, ayrıcalık. İkisinin dışında bir üçüncü aktörün sahneye çıkması durumunda bu sorun kalıcı olarak çözülebilir, sürtüşmeler gündemden çıkabilir. Ama bu olmazsa ertelenerek bugüne kadar olduğu gibi devam eder. Bu aşamada kısa vadede kalıcı bir çözüm olacağını sanmıyorum.

samanyoluhaber
 

sağanak

Paylaşımcı
Katılım
28 Nis 2007
Mesajlar
162
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Ergenekon Şemdinli’ye benzemesin

ŞEMDİNLİ davasını yakından takip eden ve aynı zamanda müdahil avukat olan Diyarbakır Barosu Başkanı Sezgin Tanrıkulu, Ergenekon soruşturmasını yürüten savcı ile ilgili endişesini dile getirdi.

*Ergenekon sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Soruşturmanın kendisi bile önemli. Eğer bir sekteye uğramaz, geri adım atılmazsa bu önemli. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na şikayetler gitti bile. Kurul direk bir soruşturma açsa olumsuz olur.

*Şikayeti yapanlar kimler?

Sanıkların avukatları

*Şikayetin konusu nedir?


Ergenekon soruşturmasını yürüten savcı Zekeriya Öz. Benim endişem şunda. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu savcı ile ilgili olarak re’sen harekete geçebilir.

*Şemdinli savcısı Ferhat Sarıkaya olayında olduğu gibi mi?


Tabi. Gerçi orda soruşturmayı Adalet Bakanlığı yaptı. Fakat bakanlık soruşturmasında teftiş kurulunun sadece kınama cezası vermesi vardı. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun önüne gidince meslekten ihraç kararı verdiler.

*Böyle bir endişeyi taşıyor musunuz?

Şahsen taşıyorum.

*Ergenekon da Şemdinli’ye mi benzeyecek?


Endişe var tabi. Savcının 7-8 aydır yürüttüğü soruşturma var. Ondan öncesi, dinleme kayıtları var. 50 uzmanın üzerinde çalıştığı bilgiler, belgeler var. Bu soruşturmada mesela Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu savcıya herhangi bir yer değiştirme verse mesele biter.


*Şemdinli’den bugüne olumlu gelişme olmadı mı ki bu endişeyi taşıyorsunuz?

Şimdi soruşturmanın kendisi çok önemli. Veli Küçük gibi bir adamın cezaevinde olması tabii ki çok önemli. Bu kadar insanın tutuklanması çok önemli. Bunların kendisi bile bir şeydir. Ama bundan geri adım atılması demek darbeye zemin hazırlamak demektir.

*Şimdi herkesin birer geri adım atması isteniyor…


Ergenekon’la ilgili bir adım geri ne anlama geliyor? “Soruşturmayı durdur” anlamına mı geliyor? “Yeter artık” anlamına mı geliyor? Çünkü soruşturmanın emekli askerler dışında görevde olan askerler kısmı da var. Dikkat ederseniz hep emekliler gözaltına alındı. Eski rektör Kemal Alemdaroğlu da emekli.


*Emekli olmayan bir Doğu Perinçek mi? Onu da halk emekli etmiş zaten.
yeniasya
 

sağanak

Paylaşımcı
Katılım
28 Nis 2007
Mesajlar
162
Tepkime puanı
1
Puanları
0
YARGI DARBESİ NE HEDEFLİYOR, NASIL AŞILACAK?


YASEMİN ÇONGAR Yargıtay Başsavcısı’nın 14 martta Anayasa Mahkemesi’ne yaptığı başvuru Türkiye’yi sarstı. Taraf, Ak Parti’yi kapatma girişimini yüksek yargı üzerinden yapılmış bir darbe denemesi sayıyor ve soruyor: Ak Parti’nin kapatılması kimin işine yarayacak ve neden? Bu girişimin Türkiye’ye faturası ne olacak? Ekonomi nasıl etkilenecek? Avrupa Birliği süreci aksayacak mı? Ak Parti ne yapmalı? Demokratlar ne yapmalı? Darbeyi durdurmak mümkün mü? Seyfettin Gürsel (Bahçeşehir Üniversitesi, Referans gazetesi), Cengiz Çandar (Referans gazetesi) ve Eser Karakaş (Bahçeşehir Üniversitesi, Star gazetesi) bu soruları tartışırken “hukuki değil siyasi bir girişim” saydıkları kapatma davasına ve olası sonuçlarına geniş açıdan bakıyorlar.

taraf
 

sağanak

Paylaşımcı
Katılım
28 Nis 2007
Mesajlar
162
Tepkime puanı
1
Puanları
0
İttihatçı zihniyet iktidar mücadelesinde

“Ak Parti’yi kapatma davası 27 Nisan’da akim kalan, 22 Temmuz seçimlerinde bertaraf edilen sürecin yeni şartlar içinde yeniden canlandırılması girişimidir. Bu hukuki değil siyasi bir ylem. ‘Hukuka saygılı olun, yargı sürecini bekleyin’ tavsiyelerinin amacı Ak Parti’nin hiçbir karşı harekette bulunmadan kapatılmayı beklemesidi.”

Bu yapılanı basit bir hukuk prosedürü gibi görmek mümkün değil. Savcı’nın 2003’ten beri kupür biriktirdiği söyleniyor. “Ben bu partiyi izleyeyim, bunlar nasılsa laikliğe aykırı demeçler veriyorlar, giderek ‘odak’ haline de dönüşürler. Şimdi de işte tam zamanı geldi. 160 sayfa yeterince bir demeç konsantrasyonu ifade ediyor. Dolayısıyla şimdi düğmeye bastım.” İşlerin bu kadar basit olması elbette mümkün değil.

Bunun Hasan Cemal’in deyimiyle ‘organize bir iş’ olması çok yüksek ihtimal. AKP’nin iktidarı süresince ben hem çevremden hem de bu iktidara karşı olan devlet kurumları çevresinden örneğin ordudan hep şu işaretleri aldım: “AKP’den her halükarda kurtulmamız lazım.” 22 Temmuz 2007 öncesinde aslında bekledikleri şuydu: Ekonomi kötüye gidiyor. Buna tabii, onlar karar vermişti. Daha doğrusu, ekonominin kötüye gitmesi lâzımdı onlara göre.

Çünkü IMF’nin yönettiği bir ekonominin iyiye gitmesi mümkün değildi. Zaten birtakım köşe yazarları da anlar anlamaz bu tezi destekliyorlardı. İşte efendim, “her gün gelir dağılımı bozuluyordu memlekette, her gün işsizlik artıyordu, büyüme vardı ama sanal ve zorlama bir büyümeydi, istihdam yaratmıyordu.” Bunların hepsi palavraydı. Ama onlar inanıyorlardı buna. İnandıkları için de “Nasıl olsa bunlar kasımda seçim olduğunda oy kaybedecekler, iktidardan düşecekler, hatta büyük ihtimalle CHP-MHP koalisyonu olur” diyorlardı.

Hatta o zaman daha DYP buharlaşmamıştı memlekette, bazıları sanıyordu ki en kötü ihtimalle AKP merkez sağ ile bir koalisyona zorlanacak. Bu beklenti ve hesap biçimi kesinlikle vardı. Ben yakından biliyorum. Burada tabii cumhurbaşkanlığı sorunu ortaya çıktı. O seçimle manipüle edilebilecek bir durum değildi, çünkü normal seçim takvimine göre daha öncesine denk geliyordu. İşte onu da bildiğiniz müdahalelerle, 367 kararıyla seçim sonrasına ertelediler.

Bir kez daha altını çizmek istiyorum, seçimden beklenen AKP’nin yüzde 34’ün altına düşmesiydi. “Diğer partiler yüzde 10’u geçecek, ya AKP’den kurtuluruz ya da en kötü ihtimalle yedeklenir” diye bir düşünce vardı. 22 Temmuz’da bu tümüyle yattı. 22 Temmuz’da gerçek bir şok yaşadı AKP’ye karşı çevreler. Hiç beklemedikleri bir sonuç çıktı. Oradan itibaren bir kere hem Abdullah Gül’ü cumhurbaşkanı seçtirmeyi başardı AKP hem de yeni anayasayı gündeme getirdi.

Bence yeni anayasa, sivil anayasa deniyor, ben demokratik anayasa demeyi tercih ediyorum... o noktadan itibaren bence artık geri dönülmez bir noktaya doğru gidildiğini, 1960’lardan itibaren kurumsallaşan bu vesayet demokrasisinin, Türkiye’nin ancak bu kadar demokrasiye uygun olduğunu, sürekli denetim altında tutulması gereken bir demokratik rejim olduğuna inanan devlet kurumları oradan itibaren bence başka bir planı devreye soktular. Ben bu iddianame çıkışının bu planın ilk aşaması olduğunu açıkçası düşünüyorum.

taraf
 

sağanak

Paylaşımcı
Katılım
28 Nis 2007
Mesajlar
162
Tepkime puanı
1
Puanları
0
YASEMİN ÇONGAR • Tam olarak nedir o plan? Ak Parti’yi kapatma davası yeter mi o planı hayata geçirmeye?

CENGİZ ÇANDAR • Bu dava bir başlangıç tabii, bir işaret fişeği. Hani atletizmde yarışın başında atletler dizilir, havaya tabanca sıkılır ve yarış başlar ya bu, tabancanın sıkılması hadisesi. Aslında bu sürekliliği olan bir şey tabii. İktidar mücadelesi diye görebilirsiniz bunu. Ya da Türkiye’deki cumhuriyet elitinin kaybettiği ve giderek geri almasının imkansız olacağını düşündüğünü iktidarı geri almak için bir hamlesi olarak görebilirsiniz. Biz siyaset mühendisliği projesi. ‘Organize işler’ dendiği zaman zaten bir siyaset mühendisliği projesinden söz ediyoruz.

28 Şubat’ta açılan çığırın 2008 şartlarında yeni bir halkasıdır diyebiliyoruz, bir 10-11 senelik aşamadan sonra. Yine geriye kadar götürürseniz, 27 Mayıs’a, 12 Mart’a, 12 Eylül’e uzatabilirsiniz. Nitekim şu anda söz konusu olan 12 Eylül’ün ortaya koyduğu hukuki düzenin ortadan kaldırılması yönünde birtakım işaretler olduğu için, o 12 Eylülcü güçlerin 12 Eylül’ün ifade ettiği güçler dengesini tekrar tesis etmeye yönelik

Cumhuriyet eliti dediğim benim, bizim 60’lı yıllardaki terminolojide ‘sivil-asker aydın zümre’ diye ifade ettiğimiz ve Ankara bürokrasisi dediğimiz, içinde askerin, yargının, Ankara zihniyetli medyanın hep birlikte bir konfigürasyon içinde yer aldığı geleneksel iktidar sahiplerinin ellerinin altından kayan iktidarın bu kayışını önlemek, tekrar iktidarı konsolide ederek geri almak çabası gibi ben bunu görüyorum. Ve bir sürecin başlangıcı bu. O yüzden önümüzdeki bir iki senenin çok gerilimli ve çatışmaya uygun bir zemin üzerinde cereyan edeceği kaygım var.

Bu kaygım bu dönemin aynı zamanda uluslararası bir ekonomik kriz ikliminde cereyan edecek olmasının Türkiye’nin üzerine yıkacağı büyük ağırlıktan kaynaklanıyor. Pire için yorgan yakma hesabı Türkiye’yi yakabilir. Ak Parti iktidarını bertaraf etmenin ötesine gidip bu mücadelenin içinde yer alacağı koşulların özelliği nedeniyle Türkiye’yi kaybetmeye başlayabiliriz. Beni şu çok çarpıcı bir görüntü olarak ilgilendiriyor: Dava cuma günü piyasalar kapandıktan ve iki günlük hafta sonunun tam arefesinde ilan ediliyor.

Ne zamandan beri Türkiye’de, Ankara’nın dışına çıkmamış, ya Yozgat, ya bilmem Burdur, ye bilmem Gümüşhane’de tetkik hakimliği, sorgu hakimliği yapıp gelmiş Ankara Hukuk mezunu kişiler birdenbire borsanın kapanış saatini ve hafta sonunu hesap ederek hukuki bir süreç başlatıyorlar? Az önce Seyfettin “Bazı şeylere inanıyorlar. Bütün bu inandıkları palavra” dedi ama bunlar Ankara’daki bütün bu dar görüşlülüklerinin içinde bir şeyi öğrendiler ki o da borsalar, piyasalar diye bir kavram var. 27 Nisan günü de geçen yıl cumaya denk gelmişti. O zaman da e-muhtıra, bir tür muhtıra yoluyla darbe girişimi olarak algılanan gelişme gece yarısı internet sitesi yoluyla yapılmıştı.

perşembe yapmıyor, cuma günü mesai saatleri içinde yapmıyor. Laikliğe aykırı bir odak durumu varsa ve Türkiye’deki geçerli hukuk kurallarına göre bir davayı gerektiren bir durum ise Perşembe de verebilirsin bunu, pazartesi de verebilirsin ya da cuma günüyse mesai saatlerinin içinde verirsin.
 

sağanak

Paylaşımcı
Katılım
28 Nis 2007
Mesajlar
162
Tepkime puanı
1
Puanları
0
GÜRSEL • Zaten açıklanacağı gün saat 10’da verilir, teamül böyledir.

ÇANDAR • Burada zaten bizatihi bu girişimin başlatılış anı, o sekans bunun hukuk dışı, hukukla doğrudan ilgili olmayan bir siyasi eylem olduğunu bana anlatıyor ve herkese de anlatması gerekiyor. O anlamda Ak Parti’yi kapatma davası 27 Nisan’da akim kalan, 22 Temmuz seçimlerinde bertaraf edilen sürecin yeni şartlar içinde yeniden canlandırılması girişimidir. 27 Nisan’la 22 Temmuz arası o girişimin ön planında kalan kurum olan Silahlı Kuvvetler aslında büyük itibar yarası aldı. Türkiye halkı sessizce oy sandığına giderek Silahlı Kuvvetler’in üst kademesinin girişimini...

ESER KARAKAŞ • ...by-pass etti.

ÇANDAR • ... iptal etti. Güvenoyu vermedi; Silahlı Kuvvetler üst kademesinin siyasete müdahalesini reddetti. Bunun Silahlı Kuvvetler nezdinde bir itibar kaybı oldu. Şimdi o işlevi devletin çok önemli bir kurumu, yüksek yargı üstlenmişe benziyor. Siyasi bakımdan belli bir bağışıklık da getiriyor. İşte “Kuvvetler ayrılığı prensibi var ya, hukukun üstünlüğü demiyor muyuz? Bırakın hukuk işini görsün” deniyor. İddianamenin hukuki yeterliliğinin ne olduğunu bir yana bırakarak en temel mantığı açısından şunu söylemek durumundayım.

Dayandığı temel prensip işte Ak Parti’nin “laiklik karşıtı eylemlerin odağı olması.” Nereden anlıyoruz bunu? “Refah Partisi’nin ve Fazilet Partisi’nin devamıdır Ak Parti.” O iki parti de zaten “laikliğe aykırı bir odak” haline geldiği için kapatıldı. Bu mantığa göre inşa edilen bir mimari var. Peki ama Refah Partisi’nin asıl devamı ve aynı zamanda Fazilet Partisi’nin de son kongresine baktığımız zaman devamı niteliğinde olan Saadet Partisi’dir bugün. Saadet Partisi hakkında “laikliğe karşı odak” olduğuna dair başvuru yokken yüzde 47 oy alalı yarım yıl olmuş bir iktidar partisi hakkında “laikliğe karşı odak” olduğunu nasıl söylüyorsunuz?

GÜRSEL • Bunun bir iktidar mücadelesinin sonucu olduğu konusunda hakikaten kimsenin tereddüt etmemesi lazım. “Hukuka saygılı olun, yargı sürecini bekleyin” gibi AKP’ye tavsiyeler ya da pozisyonlar da bana sorarsanız zaten AKP’ye karşıdır. İstenen AKP bunu başından itibaren hukuki bir süreç gibi kabullenip hiçbir harekette bulunmayacak, sonunda da kapatılacak, iktidardan düşecek. Bunu yapın diyorlar. Bunun ekonomiye büyük zarar vereceği bence açık. Bunu tahmin de ediyor olabilirler, büyük bir ihtimalle. Biraz önce Cengiz’in de söylediği gibi, o kadar da ekonomiden bihaber değiller. Eğer bunu cuma akşamı, borsalar kapandıktan sonra yapıyorlarsa...

ÇONGAR • Ekonomiye zarar vermeyi istiyor olabilirler mi?
 

sağanak

Paylaşımcı
Katılım
28 Nis 2007
Mesajlar
162
Tepkime puanı
1
Puanları
0
GÜRSEL • Ekonomiye zarar vermek istiyor olabilirler ama sorumluluk bunları üstüne kalmadığı takdirde.

ÇANDAR • Aynen öyle.

GÜRSEL • Çünkü eğer bunlar sorumlu tutulursa, o zaman AKP’yi bu yoldan yıpratamazlar. Bence esas şüphe götürmeyecek yaklaşım, ekonominin bunların umurunda olmadığı. Hani şimdi moda oldu bir laf: “Söz konusu olan vatansa, gerisi teferruattır.” İşte bunların kafası da “Söz konusu olan laiklikse gerisi teferruattır” diyor. Ekonomi batmış, işsizlik artmış, milyonlarca insan yoksullaşmış bu çok önemli değil. Çünkü laikliği kurtardıklarını düşünüyorlar.

ÇANDAR • Cumhuriyet’i kurtarıyorlar.

GÜRSEL • Hatta Cumhuriyet’i kurtardıklarını düşünüyorlar, dolayısıyla ekonomiyi çok umursadıklarını sanmıyorum. Stratejileri şu: “Efendim, biz sorumlu değiliz. Bunun ne ilgisi var siyasetle? Bu bir hukuki süreç. Hatta AKP belki bu sürece karşı birtakım hareketlerde bulundukça ekonomi bozuluyor. Yani sorumlusu biz değiliz, AKP.” Bunu anlatmaya çalışıyorlar halka. Çünkü büyük bir belirsizlik yarattılar. Anayasa Mahkemesi bu başvuruyu kabul ettiği gün ikinci şok yaşanacak. Birinci şok iddianameydi, ikinci şok kabul edildiğinde yaşanacak.

Büyük bir iktisadi belirsizlik. Siyasal risk artmış olacak. İşte dövizdi, faizdi... bunlara yansıyacak belirsizlik. Zaten tamamen iç dinamiklerle, 2006 mayıs ve haziran faiz şokundan sonra büyüme dinamiği kırılmıştı Türkiye’de. Bu, çok açıklıkla 2007’nin üçüncü çeyreğinden itibaren ortaya çıktı. Üçüncü çeyrekle dördüncü çeyrekten itibaren işsizlik artmaya başladı. 2003-2004 yılından beri ilk defa işsizlik yükseldi. Şimdi bütün bunlar varken üstüne bir küresel kriz geliyor. Bu kriz henüz daha tam etkilemedi. Bir miktar döviz ve faiz aracılığıyla etkiledi ama bunların reel ekonomideki yansımaları henüz ortaya çıkmadı.

Avrupa Birliği’ne kriz yayıldığı zaman, dış talep aracılığıyla bizi etkileyecek. Zaten Türkiye ekonomisi bir düşük büyüme patikasına girmişken şimdi üstüne bu gelecek, daha da beter etkileyecek. Ama burada, AKP’nin kapatılması sürecini savunanlara sorarsanız, “Bu küresel” diyecekler. Sadece Savcı ve Cengiz’in Ankara bürokrasisi dediği çevreler değil, işte bir sürü bakıyoruz, demokrat olduğu söyleyen arkadaşımız, meslektaşımız da buna vakayı adiyeden bir şey diye bakıyorlar. Normalmiş, hukuk mecrasında yürürmüş, AKP eğer dikkatli hareket eder bundan sonra güvence verirse hatta kendini de affettirebilirmiş. Böyle demiyorlar ama bunu demeye getiriyorlar bence. Dolayısıyla buradan AKP ve tabii bu ekonomi yıpranmış olarak çıkacak.

Artı partinin üzerinde büyük bir Demokles’in kılıcı yerel seçimler öncesine kadar gidecek. Şundan tam emin olamıyorum. Bu, sonunda kapatmayla mı bitecek? Çünkü kapatma demek hakikaten büyük şok olur. Esas üçüncü şok odur. Çünkü Avrupa Birliği’nin müzakereleri askıya alacağı bence kesin. Türkiye’nin en temel bir kriteri, işleyen bir demokrasi olma kriterini artık sağlamadığı sonucuna varacaklar. Onun ipuçları, işaretleri ortada.

ÇANDAR • Joost Lagendijk bunu söyledi...
 

Türkay

Doçent
Katılım
2 Ocak 2007
Mesajlar
542
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Daha 'tüm'ü var, 'kor'u var, 'or'u var

"Hele bir Ergenekon davası başlasın; küçük dilinizi yutacaksınız…" diyen Sabah yazarı Emre Aköz, komutanların emekli olduktan sonra da yukarıdan emir aldıklarına dikkat çekti.


Bugünkü yazısında, Terör Örgütü Ergenekon'da, örgütün önemli aktörlerinden olduğu gerekçesiyle tutuklanan Emekli Tuğgeneral Veli Küçük'ün de üstünde insanların olduğuna dikkat çeken Sabah Yazarı Emre Aköz çok çarpıcı bir iddia ortaya attı.

Şu anki manzaraya bakıldığında emekli tuğgeneral Veli Küçük'ten daha yukarıya çıkılacağını tahmin etmediğini belirten Aköz, “Halbuki bunun daha 'tüm'ü var, 'kor'u var, 'or'u var.” dedi.

Askerlerin emekli olduktan sonra, rütbelerine göre hiyerarşik düzenlerini devam ettirdiklerinin herkes tarafından bilindiğinin altını Çizen Aköz’ün tespitleri bir hayli tartışılacak gibi.

İşte Emre Aköz’ün konuyla ilişkili yazısı:

Veli Küçük'ten daha yukarıya gider mi?

Hele bir Ergenekon davası başlasın; küçük dilinizi yutacaksınız, diyorum ya... Aslında bu sözdeki 'temenni', 'tahminden' daha fazla.

Önce bir hatırlatma: Geçen yıl başkanlığını emekli orgeneral Şener Eruygur'un yaptığı Atatürkçü Düşünce Derneği'nin adı sık sık geçiyordu.
Mart ayındaki bir programda, emekli tümgeneral Osman Pamukoğlu'na, "ADD'ye üye olmayı düşünüyor musunuz" diye soruldu. Cevap: "Zaten yıllarca askerlik yaptım, niye gireyim ki ADD'ye?"

Yani derneğe üye olduğu takdirde yine "yukarıdan emir almaya devam edeceğini" ima ediyordu Pamukoğlu.

Askerlerin, sivil dünyaya adım attıklarında, emekli oldukları pozisyona göre, kıdemler de dahil, hiyerarşiyi devam ettirdiklerini biliyoruz.
Şimdi soralım: Ergenekon'da "sonuna kadar" gidilir mi? Keşke (temenni) ama sanmıyorum (tahmin). Kişilerden ziyade olaylar, tezgâhlar, ilişkiler sizi şaşırtacaktır.

Şu anki manzaraya baktığımda emekli tuğgeneral Veli Küçük'ten daha yukarıya çıkılacağını tahmin etmiyorum.

Halbuki bunun daha 'tüm'ü var, 'kor'u var, 'or'u var. Değil mi efendim?


Haber7
 

real.ist

Doçent
Katılım
13 Ara 2006
Mesajlar
500
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Ulusalcı darbecileri panikleten hamle

Türkiye'yi? İhsan Dağı bu sorunun cevabını yazdı ve uyardı.

Ulusalcılar Türkiye'yi neden bölmek istiyor?

Ulusalcı darbe projesinin varacağı nihai nokta bir iç savaş ve bölünmüş bir Türkiye'dir. Bu, şimdiden öngörülemeyen muhtemel bir sonuç değil, bizatihi planın kendisidir.

Amaçlarına ulaşabilirler mi, bilemiyoruz. Umarız ki başaramazlar. Sonuç toplumun, siyasi partilerin ve güvenlik birimlerinin tutumuna bağlı.

Peki, 'ulusalcı darbeciler' neden bölmek istiyor Türkiye'yi? Aslında cevabı bir okuyucu yorumu vermişti geçenlerde; 'küçük olsun benim olsun'. Çoğulcu, demokratik, kalkınmış, dünya ile bütünleşmiş ele avuca sığmayan bir Türkiye yerine; küçülmüş, küçülmenin yarattığı travmayla 'ulusalcıların' peşine düşmüş bir Türkiye istiyorlar.

AB sürecinin, pazar ekonomisinin ve küreselleşmenin yarattığı imkânlarla devletin ideolojik denetim mekanizmalarından kurtulmuş, dolayısıyla niteliksel olarak dönüşüm geçirmiş bir Türkiye ise istemiyorlar... Tercih ettikleri, Ortaçağ karanlığına da dönse, bölünse ve küçülse de kendi iktidarlarında bir Türkiye... Daha doğrusu, 'kendi iktidarları'nın ancak bölünmenin yaratacağı 'travma' ile kurulabileceğini düşünüyorlar.

Ulusalcılar için tehlike, Kürt sorununun çözümü. AK Parti iktidarının Türkiye Kürtleri arasındaki desteği ve daha önemlisi son dönemde 'devlet'in Kürt sorununa bakışının değişmeye başlaması panik yaratıyor bu çevrelerde. Sorun çözülmeden, 'merkeziyetçi, otoriter ve seçkinci' model tamamen şeffaf, demokratik ve çoğulcu bir yapıya dönüşmeden son bir hamle yapmak istiyorlar. Son günlerde Türkiye'yi sarsan gelişmeler gelinen bu noktayla alakalı. Kürt kökenli yurttaşların oylarını alan iki partinin de kapatılma sürecinde olması son derece ilginç değil mi?

Bir aralar Kıbrıs'ta çözümden yana olanları 'ver kurtulcu' diye eleştirenler bugün ülkenin yarısını bir 'Kürt devleti'ne verip, geri kalanında kendi mutlak iktidarlarını kurmanın hesaplarını yapıyorlar. Devletin dönüşümüne izin verip iktidarlarını kaybetmektense devleti küçültmek bunlar için daha 'makul' bir çözüm gibi görülüyor.

Evet, ülkenin demokratikleşme ve AB sürecinde 'ellerinden gitmesi'ne 'seyirci kalmamak' adına, kanlı bir iç savaşın ardından, bölünme travmasından yararlanarak iktidar olmak... Aslında hesap hiç de fena değil: Büyük bir ulusal yıkımın ardından 'milli benlik' duygusunun doruğa çıktığı, önceliğin 'milli varlık'ı tahkim etmek olduğu bir dönemde demokrasi, katılım, insan hakları, hukuk rafa kaldırılabilir. Ne de olsa 'milli birlik ve beraberliğe en çok muhtaç olduğumuz' bir dönemden geçiyoruz denilecek, 'ulusal' iktidarın 'otoriter' yapısı doğal karşılanabilecektir. Aslında bu, hiç de kötü bir hesap değil. Ancak varılacak sonuçtan, yani bölünmeden bir iktidar üretmeleri hayal... Bu millet, ülkeyi iç savaşa sürükleyen ve vatanı bölen yeni-İttihatçılara bu defa izin vermez.

Bölünmenin yaratacağı büyük travma ve milliyetçi öfke üzerinden 'otoriter' bir iktidar yaratma hesapları yapanların iyi düşünmesi gerek. Bosna'da etnik temizliğin mimarı Miloseviç'in başına gelenleri hatırlamakta fayda var. Bütün dünyaya meydan okuyan ve binlerce yıl bir arada yaşayan etnik grupları 'temizlemeye' yönelen 'ulusalcı' bir siyaset Yugoslavya'yı kaça böldü? Ulusalcı Miloseviç iktidardan, Savaş Suçları Mahkemesi'ne düştü.

Gelinen bu noktada demokrasinin muhafazası milli bekâ meselesidir. Bazılarının daha iyi anlayacağı bir dille ifade edersek; bugün, darbecilere karşı demokrasiye sahip çıkılması artık bir 'ulusal güvenlik' meselesidir. Demokrasisi yıkılmış bir Türkiye paramparça olur. Sorumluluk sahibi siyasi partilerin ve devlet organlarının bunu iyi anlaması ve gereğini yapması için son virajdayız. Bizden uyarması.

Bugün demokrasiye sahip çıkmak, ülkenin bütünlüğüne sahip çıkmak demektir. Darbeci ulusalcı yapının içinde iyi niyetli, samimi yurtsever insanlar, devlet görevlileri olabilir. Tavsiyemiz, bu ülkeyi bir iç savaşa ve bölünmeye götürecek bir oyunun içinde kalmamaları; çünkü bunun hesabını millete veremezler.


İHSAN DAĞI/ZAMAN



 

inkişaf_

Doçent
Katılım
3 Eyl 2006
Mesajlar
1,124
Tepkime puanı
3
Puanları
0
'Piranha cemaatini deşifre et'

AK Parti’nin kapatılması için başlatılan girişimleri zil takıp oynayarak karşılayan kesimleri “Piranha cemaati” olarak nitelendiren ve bu kesimin planladıkları oyunu kazanmaması gerektiğini belirten Yard. Doç. Dr. Veysi Erken, “Adalet için sivil itaatsizlik” çağrısı yaptı. Erken, “neo-con Ergenekon piranhalarının hayatımızdan ebediyen silinmesi için sivil itaatsizlik gerekir” dedi.

“PİRANHALAR TEŞHİR EDİLMELİ”

“Danıştay baskınından beri harekete geçirilmiş bütün kolların faaliyetleri deşifre edilebilmesi ve hukukun hâkim kılınması için sivil itaatsizlik zamanıdır bu dem” diyen Erken, Taraf gazetesinin Anayasa Mahkemesi’nin kapatma davası ile ilgili iddianameyi kabul etmesi ile ilgili “yeni 31 Mart Vakası. Bu topraklarda bu adla anılan vakanın gerici bir ayaklanma değil darbe olduğunu 100 yıl sonra ancak öğrendik. Dün ‘irtica geliyor’ diye atılan yeni adımın başka bir darbe olduğunu ise bugünden biliyoruz” şeklindeki ifadelerini hatırlatarak, şöyle konuştu: “ülkemizi babalarının çiftliği insanımızı köleleri gören darbeci piranha anlayış yok edilmelidir. Suikastlar, mitingler, mektuplar ve turlarla imtiyazlarını ve sömürü düzenlerini devam ettirmek isteyenler hukukun içine çekilmeli ve teşhir edilmelidir.

Bu acil bir yargı reformu ve sivil itaatsizlikle mümkün. çağrımız insanlıktan nasibini almış herkesedir. Herkesi akla, vicdana haysiyetli duruşa davet ediyoruz. Hukuk tanımazlara karşı savunma yapılmamalıdır. Vekiller 24 saat çalışarak insan hak ve özgürlüklerine aykırı olan kanunları ayıklamalıdır. Rafa kaldırılan Anayasa değişikliği paketi en kısa zamanda hayata geçirilmelidir.”

“TüRKİYE KARTEL BARONUNUN VE ONUN UŞAKLARININ üLKESİ DEĞİLDİR”
Erken, sözlerini şöyle sürdürdü: "Bu ülkenin sevdalıları elbirliği ile parti kapatmaları tarihe gömmelidir. âmâsız, lakinsiz, fakatsız bir hayat başlatılmalıdır ülkemde. özgürlük şeksiz ve şüphesiz hâkim kılınmalıdır ülkemde. Bu çağrıya benzer bir çağrı 2006 yılında da yapılmıştır. Kamu Sen merkezinde tezgâhlanmak istenen oyun çağrı ile deşifre edilmiş ve oyun bozulmuştu. Piranha cemaati dağılmıştı o çağrıyla. Bugün de neo-con Ergenekon piranhalarına geri adım attırılmalı ve hukuken hesaplarını vermelidir. ülkemiz ne kartel baronunun ne onun uşaklarının ülkesidir. İnsanımız çobanından Cumhurbaşkanına kadar birey olarak aynı hak ve özgürlüklere sahip olabilmelidir. Lafı uzatmaya gerek yok?”

“NEO-CON ERGENEKONLARA RAĞMEN ADALET”
Danıştay baskını ile başlayan ve kapatma davası ile sürdürülen darbe sürecini yerli olmayan imtiyazlıların bir tezgâhı olarak nitelendiren Erken, “Piranha cemaatinin sevinci bunu görmeye yeter. Bilişim teknolojilerinin gelişmesi imtiyazlarının devamından başka ülkeyle akrabalığı olmayan bu grubun senaryolarının bilinmesini kolaylaştırmıştır. Artık piranha cemaatinin sömürü düzenini ve darbelerini devam ettirememesi gerekir. Artık uyanma ve direnme zamanıdır. Direnmek ve özgürleşmek zamanıdır. Piranhalara karşı savunma değil itaatsizlik yapılmalıdır. Bilinmelidir ki, adalet herkes için gereklidir. Piranhalara ve neo-con Ergenekonlara rağmen adalet. Unutulmamalıdır ki, adalet kanunla değil hukukla sağlanabilir” dedi.

BAŞBAKAN’A çAĞRI
Başbakan Erdoğan’a da seslenen Erken, “İmtiyaz ve sömürülerinin devamı için size mektup yazanları, tehditler savunanları, Anayasa değişikliğini rafa kaldırtanları açıklayınız” çağrısında bulundu. Erken, “Ve biliniz ki, taraf’ın tespitiyle de ‘kapatma davasının kabulü önünüzde tam demokrasiyi savunmak ve çetelerle kararlılıkla mücadele etmekten başka selamet yolu bırakmadı.’ Sokakta veya tarlada olmaktan başka bir imtiyazı olmayan bizler ‘tam demokrasi’ ve “adalet’ istiyoruz. Haktan, hukuktan, özgürlükten yana olmanızı istiyoruz. Neo-con ergenekon’a sağlanan imtiyazların ve dokunulmazlıkların bitirilmesini talep ediyoruz. Dokunulmazlık ve imtiyaz derken her türlüsünü kast ediyoruz. Hiçbir kişi, kurum, kuruluş ve yapı “la yüs’el” olmamalı ve herkes yaptıklarından sorgulanabilmelidir” şeklinde konuştu.

TOPLUM İMTİYAZLILARA DOKUNMAYANLARI AFFETMEZ

Erken son olarak, “Unutulmamalıdır ki, imtiyazlılara dokunmaktan korkanlara imtiyazlı neo-con piranhaları dokunur. Toplum imtiyazlılara dokunamayan yönetimleri affetmez. Onları günahlarıyla birlikte tarihin derinliklerine gömer” ifadelerini kullandı.


habervaktim
 

inkişaf_

Doçent
Katılım
3 Eyl 2006
Mesajlar
1,124
Tepkime puanı
3
Puanları
0
"Bir Takım Özel Kuvvetler Devreye Sokulur"

Doğu Perinçek'in sağkolu emekli Tuğgeneral Cömert, Türkiye'nin birtakım "özel kuvvetleri" olduğunu söyledi. Bunlar "gerektiğinde" devreye sokulurmuş.

İşçi Partisi (İP) Genel Başkan Yardımcısı emekli Tuğgeneral Servet Cömert, Türkiye'nin birtakım özel kuvvetleri bulunduğunu ve gerektiğinde bunların devreye sokulduğunu söyledi.

Cömert, "Biz ihtiyaç duyduğumuzda özel kuvvetimizi de, güzel kuvvetimizi de kullanırız." dedi. İP Genel Başkanı Doğu Perinçek gözaltına alınmadan İstanbul'da yaptığı son basın açıklamasında, "Kıvrıkoğlu, Veli Küçük'e 'özel kuvvet' kurma görevi verdi" açıklamasını yapmış, fakat haber Zaman gazetesinde yer alınca ertesi gün böyle bir şey söylemediğini iddia etmişti.

Partinin Genel Başkan Yardımcısı olan Cömert, dün İP İstanbul Temsilciliği'nde basın toplantısı düzenledi. Kendisine yöneltilen bir soru üzerine Cömert, özel kuvvetler hakkında şunları söyledi: "Ben kendim de o birimle ilgili eğitim aldım ve ne maksatla yapılandırıldığını da biliyorum... Ülkemizin Silahlı Kuvvetleri'nin bünyesinde elit personelden oluşturulan, eğitilen ve daha iyi savaşan, iyi muharebe eden unsurlardır. Biz ihtiyaç duyduğumuzda özel kuvvetimizi kullanırız, güzel kuvvetimizi de kullanırız. Bunun başkalarından izin alınacak şeyi de yok."

aktifhaber
 
Üst