Dinlerini alay ve eğlenceye alan dünya hayatına aldanan

Katılım
4 Ara 2006
Mesajlar
43
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Web sitesi
www.ehlisunnet.biz
“Doğrusu Allah, dinlerini alay ve eğlenceye alan, dünya hayatına aldanan inkârcılara ikisini de haram etmiştir" derler. Bugünle karşılaşacaklarını unuttukları, âyetlerimizi bile bile inkâr ettikleri gibi biz de onları unutuyoruz.” Araf51.
Onlar dinlerini oyun ve eğlence yaptılar. Dinlerini oyun ve eğlence kabul ettiler. Bir dinleri vardı, bir din sahibiydiler ki bunlar o dini oyun ve eğlence konusu yaptılar.
Evet dinlerini oyun ve eğlence edinen, dinlerini oyun ve oyuncak tutan dünya hayatına verdikleri değeri dinlerine vermeyen, dünya hayatını dinlerine tercih eden, dünyayı hedef bilip, dünyayı kıble edinip bütün plan ve programlarını dünyayı kazanma adına yapan bu yüzden de dinleriyle ilgilenme imkânı bulamayan, kitaplarıyla tanışma imkânı bulamayan, Peygamberleriyle tanışma imkânı bulamayan kimselerdir bunlar. Dünyayı kıble edinen, dünyayı alıp da âhireti unutanlar, dinlerini dünyalarına alet edenler, dinlerini dünyalarına yamayanlar, dünyayı kazanmak için dinlerini malzeme olarak kullanan kimselerdir bunlar.
Çünkü dünya hayatı aldatmıştır onları. Dünya ile aldanmıştır onlar. Nasıl bir aldanma? Onu kendilerinin zannediyorlar. Dünyayı ebedî zannediyorlar. Bugün, bu güneş hiç bitmeyecek, ölüm hiç gelmeyecek zannediyorlar. Dünyanın içindekilere meylederek aldanıyorlar. Dünyanın konumu ve kuralları aldatıyor onları. Konumu gereği dünyada hiç kimseye dokunmuyor Allah ya; işte böyle işledikleri naneler yüzünden kendilerine dokunulmayınca dünyada Allah’ı atlattık zannediyorlar ve aldanıyorlar. Ya da belki en belirgini dünyanın düzenine, dünyanın yönetimine Allah’ı karıştırmayarak aldanıyorlar. Dünyanın yönetimini biz biliriz diye aldanıyorlar. Ya da dünya onları oya-lıyor, dünya onların gözünde çok büyük değer ifade ediyor da onlar dinlerini önemsemiyorlar.
Bunlar dinlerini oyun ve eğlence yerine koyuyorlar. Öyle bir dinleri var ki bu adamların kendilerine uyguladıkları dinleri farklı başkalarına anlattıkları din farklıdır. Ya da böyle salonlarda konferanslarda konuşulan ama bir türlü hayatlarında görülmeyen bir dinleri vardır onların. Tartışılan fakat amel edilmeyen bir din. Konuşulan ama hayata aktarılmayan bir din. Vicdanlarda hapsedilen ama sosyal hayata egemen olmayan bir din.
Veya sadece kendilerinin müslümanlığını ispat söz konusu olduğu zaman ağızlarına aldıkları ama hukukları, mirasları, eğitimleri siyasal ve ekonomik yapılanmaları, meslekleri, kazanmaları harcamaları söz konusu olduğu zaman ağza alınmayan bir din. Camiye karışan ama sosyal hayata karışmayan bir din. Evet dinlerini bu hale getiren, onu oyun ve eğlence haline getiren kimselerdir bunlar.
Yahut da dünya hayatı kendilerini aldatıp meşgul ettiği için dinlerinin gerçek kaynaklarıyla tanışamadıkları için, Kur’an ve sünnetten habersiz kaldıkları için kendilerine lehv ve laibi din kabul etmiş, oyun ve eğlenceyi din zannetmiş insanlardır bunlar. Yâni eğer insanlar kendi indî mütalaalarını, hocadan hacıdan, anadan babadan duyduklarını, radyodan televizyondan duyduklarını, takvim yaprağından okuduklarını, toplumdan ve piyasadan devşirdiklerini kendilerine din kabul ediyorlar ve bununla amel etmeye çalışıyorlarsa lehviyyatı ve lağviyyatı kendilerine din kabul etmişler demektir Allah korusun. Yâni oyun ve eğlenceyi kendilerine din kabul etmişler demektir.
Çünkü din; kişinin hayat programının tümüdür. Din; kişinin kendisiyle, Rabbiyle ve insanlarla münâsebetlerinin tümünü düzenleyen kanunlar ve kurallar mecmuasıdır. Tüm bunları düzenlemek için neye ve kime müracaat ediyorsa kişi onun dininde demektir.
İşte böyle dünyanın kendilerini aldatıp köleleştirdiği için dünya peşinde koşarken, dünyalıklar peşinde koşarken dinlerinin temel kaynakları olan kitap ve sünnetle tanışma imkânı bulamayan dinleriyle yakından tanışma zahmetinde bulunmayan ve böylece oradan buradan devşirdiklerini kendilerine din kabul eden ve böylece oyunu ve oyuncağı din zanneden kimselerdir bunlar.
Ya da sadece boş zamanlarında dinle ilgilenenlerdir bunlar. Bugün ne? Cuma, bu ay ne? Ramazan. Bu gece ne? Miraç kandili. Bu üç aylar, bu kırkıncı gecesi gibi hatırlarına geldikçe dinle ilgilenirler. Boş zamanlarında dinle ilgilenirler. Ama onların bazı programları vardır ki onları kimse bozamaz. O programlarına kimse müdahale edemez. Meselâ saat üçte haydi falan yere din anlatmaya gidelim, falan kimseye hadis anlatmaya, veya falan yerde tefsir dinlemeye gidelim dediğiniz zaman, ya iyi de şu anda işim var, dükkanda hiç kimse yok, müşterilerin cıvıl cıvıl oynaştığı şu anda nasıl bırakıp giderim? Veya şu anda okulda dersim başlayacak, bürom yalnız kalacak. Adamın bu programlarını kesinlikle bozmak mümkün değildir. Bütün bu programlarından arta kalan zamanda dinle ilgilenecek adam. Hayatını başka Rabler o kadar doldurmuş ki o Rablerin gaflet edip dolduramadığı bölümde ancak dinle ilgilenecek adam. Haftada bir kere işte gelip âyet dinleyecek, hadis dinleyecek hepsi o kadar.
Dünyaya ve dünyalık işlere o kadar önem verirler ki dinleriyle ilgilenecek vakitleri kalmamıştır. Tanıdığım bir kardeşin dükkanına gittim geçenlerde. Dedim ki gel seninle biraz Bakara okuyalım. Kendin için çoluk çocuğun için çok iyi olur dedim. Dedi ki vallahi hocam şu anda olmaz. Şu anda işim o kadar yoğun ki vallahi başımı kaşıyacak vaktim yok dedi. Birkaç hafta sonra çarşıda rastladım ona. Dedim ki hayrola nereye gidiyorsun? Dedi ki bilgisayar kursuna gidiyorum, ne olur ne olmaz belki yarın lâzım olur diye öğrenmek istedim. Dedim ki ya eğer bu kadar vaktin olduğunu bilseydim mutlaka seninle Bakara okumaya başlardım. Çünkü bilgisayar belki lâzım olacak, ama vallahi Bakara sana mutlaka lâzımdır. Hem dünyan için lâzımdır hem de âhiretin için lâzımdır. Hem kendin için lâzımdır hem de çoluk çocuğun için lâzımdır.
Evet Bakara öğrenmeye zaman bulamayan adamlar bilgisayar öğrenmeye vakit bulabiliyorlar. Ona verdikleri ciddiyeti dinlerine vermiyor bu insanlar, ne garip değil mi? Hani Tirmizî de Allah’ın Resûlü iki aç kurttan söz ediyordu:

"Bir koyun sürüsünün üzerine salıverilen iki aç kurdun o koyun sürüsüne verdiği zarar kişideki mal ve şeref hırsının onun dinine verdiği zarardan daha fazla değildir."
(Tirmizî terc. 4/196)
İki aç kurt düşünün. Önüne gelen her şeyi parçalayacak kadar, hattâ kendi hemcinslerine bile saldıracak kadar açlıktan gözü dönmüş iki aç kurt düşünün. Bu iki kurt bir koyun sürüsüne saldıracaklar bu sürünün ne hale geleceğini bir düşünün. İşte bir kişide bulunan iki sıfatı Allah’ın Resûlü bu iki aç kurda benzetiyor. Bunlardan birisi dünya hırsı, ikincisi de makam ve şeref hırsı. Adam tüm hayatını bu iki şeye hasretmiş. Aman malım olsun, aman insanlar nezdinde şerefim olsun diye çırpınmaktadır. İşte bir tarafta iki aç kurt diğer tarafta kendisinde bu iki özellik bulunan bir insan. Mal hırsı, dünya hırsı ve insanların kendisini takdir etmesini isteme arzusu, şerefinin artmasını isteme arzusu içinde kıvranan bir insan. İnsanda bulunan bu iki arzu iki aç kurda bedeldir diyor Allah’ın Resûlü.
İşte görüyoruz. Adamda öyle bir mal kazanma hırsı var ki bugününü, yarınını, dününü, gecesini, gündüzünü, tüm zaman ve mesaisini buna hasretmiş, buna vakfetmiş. Kendisini öyle bir vakfetmiş ki dünyaya öyle bir satılmış ki, yada dünya onun boynuna öyle ğıl geçirmiş ki adamın durup düşünecek, ilim öğrenecek, kitabını, dinini tanıyacak, çocuklarının dini hayatıyla ilgilenecek, komşularının İslâmî dertleriyle ilgilenecek bir tek saniyesi bile kalmamış. Yine bu adamda öyle bir makam, koltuk, şeref, şöhret hırsı var ki insanlar beni konuşsunlar, insanlar beni takdir etsinler diye yapamayacağı şey yoktur. Yapıştığı koltuğu terk etmemek için fedâ edemeyeceği hiç bir şey yoktur.
Şimdi böyle bir adamın dininin ne hale geleceğini varın siz düşünün. İki aç kurdun koyun sürüsüne vereceği zarar bu adamın dinine vereceği zarardan daha büyük değildir diyor Allah’ın Resûlü. Deplasman maçına gitme heyecanıyla kıvranan bir adamın, aynı heyecanla camiye gitme derdiyle kıvranmıyorsa bu adamın dininin ne hale geldiğini siz düşünün.
Ev ev, kapı kapı dolaşıp tencere reklâmı yapan ama aynı heyecanla Allah’ın dininin reklâmını yapmaya koşmayan insanların varsa şâyet dinlerinin ne hale geldiğini siz düşünün. Elbiselerine gösterdikleri titizliği, arabalarına gösterdikleri hassasiyeti, akvaryumlarına ayırdıkları zamanı, misafirlerine ikram konusunda, ya da kendileri mi-safirken ev sahibinden bekledikleri titizliği dinlerine göstermeyen insanların dinlerinin ne hale geldiğini siz düşünün. Cebindeki parayı ka-sasına aktarabilmek için sabahtan akşama kadar müşterilerinin önünde iki büklüm olan insanların Rablerinin huzurunda ona aynı şeyi yapmaktan kaçınıyorlar veya işte bir iki dakikaya sığdırmaya çalışıyorlarsa bunların dinlerinin ne hale geldiğini varın siz düşünün.
Çocuğunun böbreği rahatsızlanınca soluğu Ankara’da hattâ Avrupa’da alan adam eğer aynı heyecanla çocuklarının inanç dünyasında meydana gelen rahatsızlıklar karşısında çocuklarını Allah’la tanıştırma, Peygamberle tanıştırma çabası içine girmiyorsa bu adamın dininin ne hale geldiğini siz düşünün.
Geçenlerde bir arkadaş çocuğunu ameliyat ettirdi. Çocuğun durumu nasıl diye sordum. Hocam dedi çok şükür çocuk kurtuldu. Hattâ bir de bunun için kurban kesmeyi düşünüyorum. Ben dedim ki hayır kardeşim senin çocuk kurtulmadı. Onun bedenini kurtardın ama ruhunu kurtaramadın dedim. Vücudunu kurtardın ama ruhu ve dini ölü o çocuğun dedim.
Evet iki aç kurdun koyunları parça parça ettiği gibi insandaki bu iki arzunun onun dinini parça parça perişan ettiğini görüyoruz. Adam diyor ki arkadaş kesinlikle ben ütüsüz pantolonla dışarıya çıkamam. Falan arabaya binemem! Bu benin şerefime yakışmaz! Ben böyle bir evde oturamamam! Bu benim klasımı sarsar! Ben bunu misafirlerime ikram edemem! Zira bu benim şerefimi lekeler. Çevrenin boynuna taktığı yafta düşüverecek de el âlemin gözünde itibarım sarsılacak diye aklı başından gitmektedir adamın.
Evet işte böyle dinlerinin temel kaynağı olan kitaplarına gereken değeri vermeyen, peygamberlerine gereken saygıyı göstermeyen, dinlerinin ana kaidesi olan iman, ibadet, itikad ve ahlâkî hükümleri tüm hareketlerinde ölçü olarak almayan, zekâttan bahsederken önemsemeyen, zinadan, hacdan, namustan, iffetten söz ederken bunları hiç de önemsemeyen, bunlar bir dönem yaşanmış, ama şimdi modası geçmiş şeylerdir.

Veya işte bu hususlar toprağa bağlı tarım ekonomisinde yaşayan cemiyet tiplerinde görülen şeylerdir. İffetten tesettürden bahsederken tüm bunlar kadın hukukunu ihlâldir diyen, günlük hayatı Allah’ın prensiplerine bırakmayan kimseleri bırakıverin ey müslüman-lar.
Bunlar dinlerini asla ciddiye almazlar. Namazla televizyon tar-tılır da bunlar nazarında televizyon ağır gelir. Yahu namaz geçiyor! Şu televizyonu kapasana! Dendiği zaman hiç aldırış etmezler. Şu müziği dinleme! Beynine ve belleğine zulmediyorsun dendiği zaman hiç aldırış etmezler. Yahu böyle konuşma karın boş oluyor! Dendiği zaman hiç önemsemezler. Yahu bu namaz olmadı, hızlı kıldın, yanlış okudun, yanlış yaptın dendiği zaman hiç önemsemezler. Yahu bu malı müşteriye övme Allah Resûlü bunu men ediyor dediğiniz zaman hiç aldırış etmezler. Fazla yalan söylüyorsun bu senin için azap sebebidir dendiği zaman hiç aldırış etmezler. Hâsılı dinlerinin hükümlerine hiç önem vermezler.
Onların bugünü unuttukları gibi biz de onları unuttuk. Onlar dünyada âhireti hesaba katmadan bir hayat yaşamışlardı biz de bugün onları unutuyoruz diyor Rabbimiz. Ne müthiş bir şey değil mi? Unutulmak, yüzüne bakılmamak, sözü dinlenmemek ve ebedîyen azaba mahkum edilmek. Ne korkunç bir âkıbet. İşte bundan dolayı unutuluyorlar, bundan dolayı nimetlerden mahrum ediliyorlar ve azaba lâyık görülüyorlar.
Allah için bu âyetler ışığında kendimizi bir daha kontrol edelim. Acaba din diye nelere sarılıyoruz? Dinimizi nereden alıyoruz? Acaba ölülerin arkasından okunan hatimleri, mevlüdleri din mi zannediyoruz? Particilik yapmayı din mi zannediyoruz? Tarikatı din mi zannediyoruz? Eğer din diye insanlara bunları götürüyorsak vallahi aldanıyoruz. Halbuki din Allah’ın kitabı ve Resûlünün sünnetidir. Kendimiz din diye bunlara sarılmak zorunda olduğumuz gibi insanlara da din diye bunları götürmek zorundayız. Bir insan benim dinim var diyorsa, ben insanlara din götürüyorum diyorsa Allah’ın kitabını ve Resûlünün sünnetini anlatmak zorundadır.
Öyle değil de eğer insanlara din diye siyaseti götürüyorsak, din diye particiliği anlatıyorsak, yahut da parti düşmanlığını anlatıyorsak, insanlara din diye tarikatı anlatıyorsak bilelim ki bunlar ne kitaptır ne de sünnettir. İnsanlara Allah’ın kitabını ve Resûlünün sünnetini götürmek zorundayız başka çaremiz yoktur.
Bir de bunlar bizim âyetlerimizi inkâr ediyorlardı. Cuhd yâni böyle bile bile Allah’ın âyetlerini inkâr ediyorlardı.
Hani Tâhâ sûresinde Rabbimiz öyle diyordu:
Her kim de benim zikrimden (Kur'ân'dan) yüz çevirirse, (bilsin ki) ona dar bir geçim vardır ve onu kıyamet günü kör olarak haşrederiz.
(Tâ-hâ 124)
Evet vahiyden yüz çeviren, vahiyle ilgilenmeyen, hayatını vahye göre düzenlemeye yanaşmayan, Kur’an ve sünnete karşı nötr davranan kimseleri Rabbimiz bir geçim darlığına düşürecek, sıkıntılı bir hayat yaratacak. Belki adamın parası pulu da olabilir, başkalarına nazaran zengin de olabilirler ama hayatları kölelik ve sıkıntı içinde olacaktır bunların. Mutlu olamayacaklar, huzur bulamayacaklar, hayatın tadını alamayacaklar.
Bir de Rabbimiz diyor ki bunları kıyâmet gününde ama olarak, kör olarak haşr edeceğiz. Bunlar diyecekler ki ya Rabbi! Bizler dünyada kör değildik! O zaman Rabbimiz buyuracak ki evet öyledir, bizim âyetlerimiz dünyadayken size geldi de onları unutmuştunuz, onları yok farz etmiştiniz onları görmezden gelmiştiniz, hayatınızı bu âyetlere göre düzenlememiştiniz sizler de işte aynen bunun gibi bugün burada cehennemin bir köşesinde dayanılmaz azapların kucağında unutulacaksınız. Sizin orada azabın içinde kıvrandığınızı hiç kimse görmeyecek, hiç kimse ilgilenmeyecek buyuracak.
Evet alçakların dünyada gözleri vardı ama kullanmıyorlardı. Kulakları vardı, kalpleri vardı ama kullanmıyorlardı.
Besairul Kuran tefsri. ALİ KÜÇÜK
 

ozti

Asistan
Katılım
19 Ağu 2006
Mesajlar
468
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
39
Allah razı olsun bu arada size Ali Küçük'ün tefsirini tavsiye ederim.
 
Üst