duanın gücü

ruhulesrar

Üye
Katılım
21 Tem 2007
Mesajlar
17
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
50
siz hiç duanızın hemen kabul olduğuna şahitlik ettiniz mi:confused1:
 

Kimya_ı Saadet

Ordinaryus
Katılım
1 Nis 2013
Mesajlar
2,052
Tepkime puanı
219
Puanları
0
Duanın Gücü
Prof. Dr. Süleyman Derin
2013 - Nisan, Sayı: 326, Sayfa: 038

Hedeflerin gerçekleşmesinde şüphesiz sebeplere sarılmak son derece önem*lidir. Ne var ki faili mutlak olan Rabbimiz duaya eşsiz bir güç vermiştir. Kulun acziyetini idrak ederek Rabbine hulus-i kalple yönelmesi kadar insanı başarıya götüren başka bir husus yoktur. Öyle ki bu tür dualar sebepleri bile aşıp onları tesirsiz hale getirebilirler.Bu sebeple İmam Rabbanî dönemin sultanına yazdığı bir mektupta her tür maddi ve manevi zaferin duaların bereketine bağlı olduğunu açıklar. Sufilerin leşker-i dua diye isimlendirdikleri alim, sufi, zayıf ve bikeslerden oluşan dua ordusu ilahi rahmeti harekete geçirdiği için gerçek zaferlerin sahibi sayılırlar. İmam bu konuyu şöyle ifade eder:

Herkes bir iş için yaratılmıştır ve insan ancak yaratılışına uy*gun olan işte başarılı olur. Zira Allah Teâlâ’nın boş yere bir şey yapması mümkün değildir. Mücâhid askerlere düşen vazife, “şeriat kılıçların altındadır” sözüne uygun olarak, otoritesi ile dinin yaşanmasını sağ*layan devleti ayakta tutan esasları güçlendirmektir. Bu yüce iş aynı zamanda, bela ehli zayıflar ve dervişlerden oluşan dua ordusuna da bağlı*dır. Çünkü fetih ve zafer iki kısımdır: Birincisi sebeplere bağlı olan kısımdır ki bu, fethin ve zaferin savaşan orduyla ilgili olan sureti*dir. İkincisi, sebepleri yaratan Allah Teâlâ’nın katından ge*len, fethin ve zaferin hakikatidir. Nitekim Allah Teâlâ’nın “Zafer, yalnızca mutlak güç ve hikmet sahibi Allah katındandır” şeklindeki âyet bu manaya işaret etmektedir ki bu da dua ordusuyla ilgilidir. Dua ordusu cehdi ve inkisarıyla, savaşan orduyu geçerek sebepten müsebbibe (Allah Teâlâ’ya) yükselmiştir. (c. III, 47. Mektup)

İmam’a göre dua ordusunun askeri ordunun önünde olmasının sebebi, sebeplerden çıkıp onların sahibine sarılmadır. Bu sebeple İslam tarihi boyunca emirler ve padişahlar cihada çıkmadan önce sufilerin, gariplerin ve fakirlerin dualarını almaya çok önem vermişlerdir. Bu konuda Kudüs’ün haçlılardan kurtarılması için ömrünü harcayan meşhur mücahid Nûreddîn Zengî ile bir komutanı arasında geçen şu konuşma ilginçtir: Savaş bütçesinin azlığından şikâyet eden bir adamıNûreddîn Zengî’ye: “Ülkende fakihlere, fakirlere, sûfîlere, kurrâlara ve diğer bazı zevâta ihsan ettiğin maaş ve sadakalar var. Böyle sıkıntılı zamanlarda, bu paraları onlara vermeyip de orduya harcasan çok daha iyi olur” der. Nûreddîn bu sözlere öfkelenerek şöyle cevap verir: “Elde edeceğim zaferlerin ancak onlar (âlimler, sûfîler ve fakirler) sayesinde bana ulaşacağına inanıyorum. Ben yatağımda uyurken hiç şaşmayan (dua) oklarıyla benim uğrumda savaşan insanların maaşlarını kesip de, ancak beni görünce savaşan, attığı oklar bazen tutan bazen de şaşan adamlara nasıl veririm?”1Allah Teâlâ duaya öyle bir güç vermiştir ki makbul bir dua kazayı bile geri çevirme gücüne sahiptir. Zira insan dua ile kaza ve kaderin sahibi ile direkt bir iletişime geçmektedir.
İmam Rabbanî bu konuda şöyle söyler:


Üstelik dua, kazayı bile geri çevirebilir. Nitekim doğru haberci Peygamber Efendimiz (s.a.v.)“Kazayı duadan başka hiçbir şey geri çeviremez.” (Tirmizi) buyurmuş*tur. Kılıç ve cihadda ise kazayı geri çevirme gücü yoktur. Dolayı*sıyla zafiyet ve inkisar hallerine rağmen dua ordusu, savaşan or*dudan daha güçlüdür. Ayrıca dua ordusu savaşan ordunun ruhu gibidir... Savaşan ordu onun bedeni mesabesindedir. O halde savaşan ordunun ardında mutlaka bir dua ordusunun da bulunması gere*kir. Zira ruhsuz bir beden ilahi teyide ve zafere ulaşmaya ehil değildir.


İmam bu konuda peygamberimizin gazaya çıkarken muhacirlerin fukarası ile Allah’tan yardım istemesini kendisine delil gösterir: Demişlerdir ki: Bundan dolayı Efendimiz (s.a.v.) savaşan bir ordunun varlığına ve savaşçıların üstün gücüne rağmen, muhacir*lerin fukarası hürmetine fetih talep ederdi. Fukara zillet ve mes*kenet ehli olup kendilerine itibar edilmediği halde dua ordusu olmuştur. Nitekim derler ki: “Fakirlik hem dünyada, hem âhirette yüzkarasıdır.” Bu zayıf durumlarına rağmen bazı durumlarda onla*ra ihtiyaç duyulur ve itibarlı bir konumda yer alırlar... düşmanla cihad gibi kendileri*ne ihtiyaç duyulan bu durumlarda onlar önem açısından başkalarını geride bıra*kırlar.Aynı şekilde İmam’a göre duası makbul olan diğer bir kesim ise ilmiyle amil alimlerdir. Onların mürekkebi şehidlerin mürekkeplerinden de kıymetlidir:


Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet günü, âlim*lerin mürekkebi şehitlerin kanıyla tartılacak; âlimlerin mürekkebi ağır basacaktır.” Subhânallâh! O mürekkep ve (madden) zayıflık onları yüceltmiş ve izzetli kılmıştır. Onları eteklerden alarak zirvelere çı*karmıştır.


İmam da bu vasfıyla zamanın idarecilerine dua etmekten geri kalmaz ve şöyle der: Bu fakir her ne kadar, dua askerlerinden sayılmaya layık de*ğilse de yalnızca fakirlik adıyla ve duanın kabul olması ihtimali sebebiyle, muhteşem devlete dua etmekten geri kalmamaktadır... Öyle ki, hali ve diliyle dua etmekten ve fatiha okumaktan dolayı dili hep ıslaktır.
Bu sebeple nusret-i ilâhiyyeye mazhar olmak isteyen her toplum maneviyat ehli din büyüklerinin, ulemanın, sulehanın ve fakir fukaranın duasını almaktan geri durmamalıdır. Özellikle toplumun idaresini ele alanlar bu duruma dikkat etmeli, zaferi sadece maddî güçte değil onların dualarında aramalıdır.


Dipnot:1) İbnü’l-Esîr, İslâm Tarihi, c.XI, s.241-242.
 

Kimya_ı Saadet

Ordinaryus
Katılım
1 Nis 2013
Mesajlar
2,052
Tepkime puanı
219
Puanları
0
Mü'minin Silâhı: Duâ
Dr. Sema Yüksekdağ
2000 - Ekim, Sayı: 176, Sayfa: 008

Allah Teâlâ buyuruyor:"Kullarım, sana benden sordukları zaman bilsinler ki şüphesiz ben onlara yakınım. Benden isteyenin, duâ ettiğinde duâsını kabul ederim. Artık onlar da benim dâvetime icabet etsinler" (Bakara, 186)

"Ve Rabbınız, bana duâ edin, ben de sizin dâvetinize icabet edeyim buyurdu" (Mü'min, 60)"Rabbinize gönülden ve gizlice yalvarın" (A'raf, 55)

"İster Allâh diye duâ et, ister Rahman diye duâ et. İkisi de Allâhu Teâlâ'nın esmâ-i hüsnasındandır" (İsrâ, 110)

"O kullarının tevbesini kabul edip, onların kusurlarını affeden ve ne yaptıklarını bilendir... İman edip yararlı işler yapanların duâlarını kabul eder... Onlara kendi fazlından fazlasını da bağışlar." (Şûrâ, 25, 26)

Allahû Teâlâ'nın güzel isimlerinden biri de "El-Mûcib"dir. O, kendisine yönelip yalvaranların isteklerini verendir. Ne kadar ve neler bağışlarsa bağışlasın hiçbir şeyi eksilmeyen, sonsuz zenginlik sahibidir. Allah kuluna kulundan daha yakındır. Allah'ın her zerreye her noktaya yakınlığı birdir. Onun için ne kadar içten olursa olsun kendisine yalvaranları bilir ve yalvarmalarını işitir.

"Sözünüzü ister içinizde tutun, ister açıklayın, hepsi birdir. Kalplerdekini O bilir. Hiç bilmez mi onu yaratan? O latif olarak haberdardır herşeyden." (Mülk, 13-14)

Allah isteyeni, istediği şeyi bilir, dilerse lâhza içinde verir, dilerse bir zaman sonra verir, dilerse hiç vermez. Bazen ihtiyaçlarının giderilmesi için şuna buna müracaat etmek niyetinde bulunan bir kulunun ihtiyaçlarını, onun müracaat etmek istediği yerlerin dışından gönderir. Bu sûretle o kulunu isteme zilletinden saklar. Bazen de bir insanın dostları, akrabaları, sevdikleri birleşir, onun pürüzlü işlerini düzeltmek yoluna koymak için elbirliğiyle çalışırlar da hiçbir şeye muvaffak olamazlar. Sonra Allah o işleri başka yollarla halleder, kulunu minnet yükü altında kalmaktan kurtarır. Velhasıl Allah'ın her kuluna ayrı bir muamelesi vardır. Bize yaraşan istemektir. Ondan sonra da hakkımızda Hak'dan ne muamele zuhûr ederse ona memnunlukla râzı ve teslim olmaktır.

İyiden, kötüden birçok isteklerimiz vardır ki, biri bitmeden diğerleri belirir. Yaşadığımız müddetçe bunlar ne biter ne tükenir. Biz de bu isteklerimizi gerçekleştirmek için çalışır dururuz (ki bu da fiilî duadır) Her arzumuz bir takım sebeplere, sebepler de Mânî ve Mu'tî olan Allahû Tealâ'nın iradesine bağlıdır. Allah isteyenlerin isteklerini dilerse verir, o zaman isteyenin tuttuğu sebepler çabucak birbirine eklenir, kenetlenir, maksat da meydana geliverir. Allah Tealâ bazen de isteklerin gerçeleşmesine izin vermez, o zaman isteyenin tuttuğu sebepler kısır kalır, mahsul vermez. Allah Teâlâ kendisinden bir şey isteyenlerin en zengini, en merhametlisi, en cömerdi, en kuvvetlisi olduğu gibi en hakîmidir de. Her i?inde birçok hikmetleri vardır. Bu hikmetlerin bazısı anlaşılsa bile, birçokları karşısında insan anlayışı acizdir. Öyleyse vermediği zaman muhakkak ki bir hikmeti vardır. Zira dünya, hikmet yurdudur, imtihan yurdudur. Örneğin, duâ ettiğimiz, istediğimiz husus gerçekleşmiyorsa, belki de onun verilmemesi bizim yararımızadır. Zira, Kur'an-ı Kerim'de belirtildiği gibi: "Hoşunuza gitmeyen nice şeyler vardırki sizin için onlar hayırlıdır. Size hoş gelen nice şeyler vardır ki sizin için şerdir. Allâh bilir, siz bilemezsiniz." (Bakara, 216) Veyahut dua ederken âdaba riayet etmede kusur etmiş olabiliriz. Resûlü Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz buyuruyor ki: "Şüpheli şeyleri yiyenin dini örtülü, kalbi kara olur. Haram yiyenin kalbi ölür, dini köhne olur, duâsı perdelenmiş olur." Demek ki haram lokma duânın kabul olmasına engel teşkil etmektedir.

Duâlarımızın kabul olmasında en önemli faktörlerden biri de bâtınî dünyamızın temizliğidir. Bunlar hepimizin de bildiği, lâkin hayatımıza geçirmede kusur ettiğimiz hususlardır: Günahlara tövbe etmek, tövbede azimli olmak, kalbimizde hiçbir müslümana karşı kin, hased, kibir, gurur, öfke, hile beslememek, dilimizi yalandan, gıybetten, kalp kırmaktan, koğuculuktan (laf taşımadan) korumak, ahde vefa göstermek, üzerimizde kul hakkı bulundurmamak, tüm insanlara karşı affedici, kusurları örtücü, merhametli davranmak...

Rivayet olunur ki, Mûsa Aleyhisselâm zamanında büyük kuraklık ve kıtlık olmuş. Mûsa Aleyhisselâm İsrailoğulları ile üç gün duâya çıktığı hâlde duâsı kabul olmamıştı. Allahû Teâlâ "içinizde koğuculuk yapan kimse olduğu müddetçe ben duanızı kabul etmem" buyurdu.

Mûsa Aleyhisselâm: "O kimdir? Bize bildir de onu aramızdan çıkaralım" deyince Allahû Teâlâ: "Ya Mûsa ben sizi koğuculuktan menederken kendim mi koğucu olayım?" diye vahy eder. Bunun üzerine Mûsa Aleyhisselâm da: "Hepiniz koğuculuktan tövbe edin" buyurmuş ve hepsi tövbe ettikten sonra Allah onlara rahmetini vermiştir.

Hz. Ömer bin Hattab (r.a.) Hz. Peygamberin amcası Abbas (r.a.)'ın da bulunduğu bir cemaatle yağmur duasına çıkmıştı. Hz. Ömer: "Allahım sevgili Habibin ve onun amcası vasıtasıyla sana iltica ediyoruz. Sen bunların yüzü suyu hürmetine bize rahmetini inzâl eyle" diye duasını bitirdikten sonra, Hz. Abbas ellerini kaldırarak: "Allahım, semâdan gelen her belâ günah sebebiyle gelir ve bu belâyı tövbe kaldırır. Ben sevgili Habibi'nin amcası olduğum için halk benim vasıtamla sana müracaat ediyorlar. İşte günahkâr ellerimizi sana kaldırdık, boyunlarımızı tövbe ile eğdik. Sen beli kırılanı ihmal etmeyen bir koruyucusun. İşte küçükler peri?an, büyükler sefil oldu, ?ikayet sesleri sana yükseldi. Sen aşikâreyi de bilirsin gizliyi de. Allahım kulların ümitleri kesilip helâk olmadan, onların imdadına yetiş, zira senin rahmetinden ancak kâfirler ümitlerini keserler. Rahmetini yetiştir" diye dua etti. Duâsını tamamlamadan dağlar gibi bulutlar gökyüzünü kapladı ve rahmet yağmaya başladı.

Duâda önemli yardımcı faktörlerden bir ide istenilen şey hususunda ısrarlı olmaktır. Bu konuda Resûlü Ekrem (s.a.v.) efendimiz buyuruyor ki: "-Herhangi bir kul, koltuğunun altı görülecek şekilde ellerini kaldırır ve Allah'dan bir dilekte bulunursa, acele etmediği takdirde kesinlikle duasına icabet edilir.

- Acele nasıl olur ya Resûlallah?- Duâ ettim, kabul olmadı der de vazgeçer." (Buhari-Muslim)

Kişi bir konudaki duasında ısrarlı değilse, o duanın yerine gelme ihtimali son derece düşüktür. Ayrıca Resûl Aleyhisselâm "şeksiz-şüphesiz, kabul olacağından emin olunarak" duâ edilmesini tavsiye etmiştir. Bu konuya açıklık getiren bir hadîs-i kudsî de şöyle:

"Ben kulumun zannı üzereyim... Artık dilediği gibi düşünsün!..." Yani siz duâ ederken, o duânızın kesinlikle kabul edileceğine inanırsanız, biliniz ki mutlaka isteğiniz meydana gelecektir. Resûlü Ekrem (S.A.V.) efendimiz buyuruyor ki: "Dua ettiğiniz zaman kabul olunacağına inanarak Allah'a duâ edin. Çünkü onun kabulü Allah için kolaydır. Bilmiş olunuz ki gafletle yapılan duâları Allahû Tealâ kabul etmez." (Tirmizî, Ebu Hûreyre'den) Önde gelen evliyâullahdan imamı Rabbani Ahmed Faruk Serhendi şöyle demiştir: "Bir şeyi istemek, ona nâil olmak demektir. Zirâ Allahû Tealâ kabul etmeyeceği duâyı kuluna ısrarla ettirmez." Aslında duâ etmek söz konusu olduğunda, birşey isteyeceğimizde hemen şu âyet-i kerimeyi hatırlamamız gerekmektedir: "Allah istemedikçe, siz isteyemezsiniz." (İnsan, 30) Yani bizde ortaya çıkan bir istek gerçekte Allah istemiş olduğu için bizde ortaya çıkmaktadır. Eğer Allah istememiş olsaydı biz dahi o şeyi isteyemezdik.

"Duâ mü'minin silâhıdır" buyuruyor Resûlullah Muhammed Mustafa Aleyhisselâm... Bir hadîsi Kudsî de şöyle: "Ey ademoğlu, duâ senden icabet benden; istiğfar senden bağışlamak benden, tövbe senden, kabul etmek benden, şükür senden fazlasıyla vermek benden sabır senden yardım benden... Ne istedin ki benden, sana vermedim..."

Duânın kabulünde, belli vaktilerin de rolü büyüktür: Receb'in girdiği gece, Mi'raç gecesi, Ramazan'ın 20'sinden sonraki tek geceler, Ramazan ve Hac bayramları geceleri, Şaban ayının 15. gecesi, cuma geceleri, cuma günleri, Arefe günleri, Muharremin 10. günü gibi. Geceleri özellikle de seher vakti önemlidir. Nitekim seher vakti gönüllerin berrak olduğu bir vakittir. Resûlü Ekrem (s.a.v.) buyuruyor ki: "Gecenin üçte biri kaldığı zaman Allahû Tealâ birinci kat semâya tecelli ederek (oradan kullarına hitaben): "Yok mu istiğfar eden, onu mağfiret edeyim, yok mu isteyen dilediğini vereyim, yok mu duâ eden duasını kabul edeyim" buyurur" (Buhâri ve müslim)

Resulullah (s.a.v.) efendimiz duâya salavat-ı şerife ile başlayıp, salavat-ı şerife ile tamamlamamazı tavsiye etmektedir. Resûlü Ekrem (s.a.v.) hadis-i şeriflerinde buyuruyor ki:"Ezan ile ikamet arasında yapılan duâ red olunmaz" (Ebu Davud Nesai ve Tirmizî)"Oruçlu iftar anındaki duası red olunmaz" (Tirmizi)"Kulun Allah'a en çok yakın olduğu hâl secde hâlidir. Secde de Allah'a çok duâ edin." (Müslim)"Her kim duâlarının kabûlünü, gam ve üzüntülerinin def'olup kaldırılmasını isterse, sıkıntıda bulunanların imdâdına yetişsin." (Müslim)"İyilik görenlerin iyilik gördükleri kimseler hakkında ettikleri hayır duâları red olunmaz." (Tirmizî)
"Kendisine ilticâ ile bir (günah ve mâsiyet olmayan) ricada bulunan kimsenin ricâsını kesip atanın, duâ ve ricâsını da Allah kesip atar." (Keşfül-hafâ, Ahmed b. Hanbel, Müsned'den)

Bu hadis-i şeriflerin ışığında, anlıyoruz ki: İhtiyaç sahiplerine, sıkıntısı olanlara, bizden yardım isteyenlere, gücümüz yettiğince el uzatmak, hiçbir imkânımız yoksa bile, hiç olmazsa tatlı bir dille muamele etmek, teselli vermek duâlarımızın kabûlüne vesile olmaktadır. Nitekim güzel söz, tatlı söz Kur'an-ı Kerim'in birçok yerinde övülmüştür: "Allah'tan başkasına tapmayınız, ona ve babanıza, yetimlere, fakirlere iyilik ediniz; İnsanlara güzel söyleyiliniz, namazı kılınız ve zekâtı veriniz." (Bakara, 83)

"Tatlı bir söz ve bağışlama, ardından eziyet gelen bir sadakadan hayırlıdır" (Bakara, 263)

"Hoş bir söz, kökü yerde sabit, dalları gökte bulunan iyi bir ağaç gibidir, Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir. Kötü bir sözde kötü bir ağaç gibidir, kökü olmadığından hafif bir rüzgâr onu yerinden koparır." (İbrâhim, 24, 25, 26)

"Mü'min kullarıma de ki: Birbirleriyle sözlerin en güzeliyle konuşsunlar, yumuşak söz söylesinler. Zira şeytan (kötü sözle) aralarını bozmak ister. Zira şeytan insana apaçık bir düşmandır." (İsrâ, 53)"İnsanları Rabbinin yoluna hikmet ve güzel sözle dâvet et. Onlarla mücadeleni en güzel metod hangisi ise onunla yap." (Nahl, 125)

Resûlü Ekrem (s.a.v.) efendimiz de şöyle buyurmuştur:"Kişiye, din kardeşine hakaret etmesi günah olarak yeter." (Müslim, Ebu Hûreyre'den)

"Siz mallarınızla insanlara yardımı yetiştiremezsiniz, yardıma malınız yetmez. Hiç olmazsa onları güler yüz ve güzel huy ile hoşnûd etmeğe gayret ediniz." (Ebû Yâlâ ve Taberânî Ebu Hureyre'den)Ebu Hureyre'nin rivayetinde Resûlü Ekrem (s.a.v.) efendimiz şöyle buyuruyor: "Kul duâsında üç şeyin birini almaktan şaşmaz. Ya peşin mükâfat alır (istediği verilir), ya duâ sayesinde günâhı bağışlanır, veyahut da ahirette karşılığını bulur." Allah Resûlü'nün bize bildirmiş olduğu her husus hak olduğuna göre, bu hadisin ışğında bize düşen şöyle düşünmek ve inanmaktır: Âdabına riayet ederek duâ ettiğimiz taktirde, istediğimiz şey bizim için hayırlı ise mutlaka Allahû Teâlâ istediğimizi verecektir. İstediğimiz bizim için hayırlı olmayabilir, şer olabilir. Zira gerçeği hakkıyla bilen Allah'tır biz bilemeyiz, veyahut başka hikmetleri olabilir, bu takdirde isteğimizin oluşmasına Allâhû Teâlâ izin vermez. Fakat yine de o duâmız sayesinde ya bir günahımız silinir ya da Allahû Teâlâ ahiretteki derecemizi yükseltir. Her hâlü kârda Allahû Tealâ, bir ân dahi kendisine elaçıp yalvaranları kapısından boş çevirmemektedir. Ne büyük lütûf ya Rabbi!

"İnsan denen meçhul" adlı eseriyle Nobel ödülü almış psikiyatr Dr. Alexis Carrel de bakınız eserinde ne diyor:"Hiçbir ilacın kâr etmediği yüzlerce hastam duâ ile iyileştiler. İnsanlar duâ ederek bütün kudretlerin ana kaynağı olan büyük kudrete ulaşırlar. Kudretin yaratıcısına varırlar. Kudretin sahibinden kendi paylarına düşen kudreti arttırmasını isterler. Duâ ederken kâinatı kuşatmış büyük gücün halkasına gireriz. Bu gücün bir kısmının bizim arzularımızın tahakkukuna tahsis edilmesi için duâ ederiz. Daha duâ sırasında insanî noksanlarımız tamamlanır. Yaralıyken iyileşmiş, bozukken onarılmış olarak doğruluruz. Allah'ın adını andıkça üzerimize celbettiğimiz o büyük nûrla rahatlar, zindeleşiriz. "Allah! Allah!" dedikçe Allah'ın kudreti zerre zerre celb olur, hududumuz genişler, gücümüz derinleşir. Hiç kimsenin bir an bile duâ etmekle bir karşılık almaması mümkün değildir. Anlayalım, anlamayalım; görelim görmeyelim, bildiğimiz ya da bilmediğimiz bir âlemde, mutlaka duâya istediğimiz doğrultuda bir karşılık verilir."

Bugün de psikiyatristler, psikologlar; insan ruhunun yaralarını sarabilmek için farkında olsunlar veya olmasınlar İslâm'ın söylediklerinden farklı bir şey söylemiyorlar. İslâm'ın huzûr iklimini -yaşarsak- gönlümüze bahşedilmiş, en güçlü silâh olan duâ nimetinden hakkıyla istifade edersek, psikiyatristlerin kapılarını daha az aşındıracağımız kesindir.

Duâ edebiliyorsak ne mutlu bize!.. Bilelim ve inanılım ki; hepsinin de faydasını dünya hayatında da, ahiret hayatında da tahmin bile edemeyeceğimiz kadar fazlasıyla göreceğiz. Zirâ Allâh, kulunda ortaya çıkartacağı pek çok özelliği DUA şartına bağlamış; takdir ettiği pek çok şeye DUA'yı vesile kılmıştır. Bu yüzdendir ki "DUA, mü'minin silâhı" olmuştur. DUA, takdirin tüm güzeliklerinin bize ulaşmasına vesile olan en değerli nimettir. Onu elden geldiğince çok ve güçlü olarak kullanan en büyük nimetlere kavuşacak olandır.

Konuyu Resûlullah aleyhisselâm'ın şu açıklamasıyla bağlayalım."İçinizden her kime DUA KAPISI AÇILMIŞ ise, muhakkak ona rahmet kapıları açılmıştır. Allah'dan kendisinden afiyet istenilmesinden daha sevimli bir şey istenmemiştir.DUA'nın gelmiş, gelmemiş musîbetlerde faydası vardır. Şüphesiz ki belâ iner DUA onu karşılar ve kıyamete kadar çarpışırlar. Ey Allah'ın kulları DUA'ya sımsıkı sarılınız!.." (Tirmizî)
 

Verda

Gales
Katılım
9 Nis 2010
Mesajlar
10,917
Tepkime puanı
1,010
Puanları
0
Duanız olmasa ne ehemmiyetiniz var....?!
 

aaagul45

Üye
Katılım
16 Ara 2014
Mesajlar
1
Tepkime puanı
0
Puanları
0
This hadith in light of the sheriff, we understand that: Need to have, to the distress, those who want to help us, our strength to reach out to the utmost of, even if we have no chance, at least treat a sweet language, is the occasion to grant our prayers to comfort. Indeed beautiful words were praised endearment Quran Holy Quran in many parts: "Do not worship other than Allah, to him and his father, the orphans, be sure to favor the poor; your beautiful söyleyil people, your prayers and alms you give." (Al-Baqara, 83)> ???
 

İlim Talebesi

Yasaklı
Katılım
18 Ağu 2014
Mesajlar
1,630
Tepkime puanı
28
Puanları
0
Vesvesesi çok olan, her gün Hadid Süresinin 3. Ayetini okusun.

İbrahim El-Ahsaî
 
Üst