dedekorkut1
Doçent
FANATİZM Mİ DİRİLİŞ Mİ?
ALPEREN GÜRBÜZER
Kendilerini mücahit gören birtakım radikal Müslüman akımlar, aslında giriştikleri eylemlerle, anti medeni tutum sergilemekteler. Şu bir gerçek çağımızın bedevileri olduklarının ya farkındalar ya da değiller çokta fark etmez, sonuçta düşman bellediği kesimlere karşı güç gösteriminde bulunmakla İslâm toplumunu töhmet altına soktukları besbelli. Tabi bu gerçekleri dile getirenlerin çok ağır ithamlara maruz kalacağı da işin bir başka yanı. Bu yüzden radikal gruplarla fikri tartışma çoğu kez büyük bir risk teşkil etmekte. Çünkü hemen her şeyi kimlik kategorisinde sorgulayıp meseleyi iman konusu hale getirmekte pekte mahirler. Hele ehlisünnet yolunu düstur edinmiş bir Müslüman’la karşılaştıklarında hemen sorguya çekip kâfir ilan etmekten de beis görmezler. Hiç kuşkusuz Hariciler tarihte bunun en tipik misalini teşkil eder.
Malum, Hariciler çöldeki başıbozuk ve nizamsızlığa duydukları özlemi, Kur'an ayetlerini kendi kafalarınca yorumlayarak gidereceklerini sanmışlardır hep. Sadece yorumda bulunsalar gam yemeyiz, başta devlet başkanı olmak üzere kurumsallaşan tüm devlet mekanizmalarına başkaldıraraktan reddiye döşeyip kanda akıtmışlardır. Maalesef günümüzde de kırsal geleneksel kültürden gelen mankurtlaşmaya müsait bir kısım insanlar şehre yerleştiklerinde zinde güçlerin telkinlerine kapılıp Haricilere benzer bir tavır sergiledikleri görülebiliyor. Dahası kentin varoşlarına konuşlanmış bu tip insanlar bir bakmışsın bilgi çağının getirdiği birçok yeniliklere karşı uyum sağlayamamanın neticesi olarak terör odaklarının maşalığı rolünü üslenebiliyorlar. Oysa sosyal ve ekonomik değişimlere ayak uydurabilselerdi maşa olmak yerine kendilerini Yusuf Yüzlü sevgi ocaklarında, beyin fırtınasının yapıldığı alanlarda bulacaklardı. Ne var ki fanatizmin kucağına düşmüş pekçok insan, tarihte yaşananlardan hiç ders almadıkları o kadar kendini belli ediyor ki bu çağda bile kol gücüne özlem duyulabiliyor. Zaten tarihte Haricilerin yaptığı eylemlere şöyle bir göz attığımızda şiddet hareketlerinin arka planında göçebeliğin yerleşik düzene karşı başkaldırışı diyebileceğimiz fanatik tepki varı bilinçaltı boşalmanın varlığını görürüz. İşte aynı bilinçaltı boşalma refleksi günümüzde de geçerli olup bilgi çağına gulyabani kalmaktalar.
Evet, önümüzde ki tabloda şiddeti metot edinenlerin slogan varı eylemlerinde hamaset kokan fanatik duygu selinin dışa karşı deşarj olması hadisesi sözkonusudur. Ve böyle bir tabloda yer alan radikal gruplar eline tutuşturulmuş reçeteleri okuyarak ya da başkalarının bindirilmiş kıtaları olarak kullanılmakla adeta kendinden geçmekteler. Belli ki analitik düşünmek çok daha ciddi emek gerektiriyor, paspas olarak kullanılmak varken niye sağduyularını kullanıp analitik hareket etsinler ki. Onlar için düşünmemek en büyük eylemdir zaten.
Her şey bir yana, bir kere Resûlullah (s.a.v.)'ın “Kim çölde oturursa katılaşır, kim av peşinde koşarsa yitirir ve kim saltanata geçerse bozulur” sözleri bedevi toplum yapısının ruhunu ortaya koyması açısından kayda değer mucizevî bir hadis-i şeriftir. Gerçekten de sosyologların olmadığı bu dönemde böylesi mucizevî hadis-i şerifin zikredilmesi İslam bilginlerine ışık saçmışta. İşte İbn-i Haldun bu hadis-i şeriften hareketle “İslâm toplumları İslâm’dan önce bedevi idiler, İslâm tarihinin gelişmesi sürecinde hadariyete geçtiler” tarzında görüş serdetmiş bile. Hiçkuşkusuz İslâm’ın metafiziği, ahlâkı, hukuku, edebiyatı, musikisi, siyaseti çok geniş bir çerçevesi vardır. Dolayısıyla Resûlüllah (s.a.v.) İslam'ın bu geniş penceresinden hareketle ashabına yemek yiyişinden giyimine, oturuşundan kalkışana kadar hemen her alanda bir dizi adap ve usulleri öğretmiş ve böylece bedevi toplum yapısı zaman içerisinde medeni bir diriliş hüviyete kavuşmuş oldu.
Artık göçebelik, kabalık, yağmacılık vs. çok gerilerde kaldı, tarımdan ticarete doğru gelişme kaydedildikçe toplum sanayileşmiş bilgi toplumuna doğru evrilmekte. Derken toplum yapısı çok daha teşkilatlı hale gelmektedir. Dolayısıyla oluşan bu örgütlü sosyal organizasyona karşı radikal grupların asabı bozulmaktadır. Bir kere onlar alışmışlar bölük pörçük dağınık yaşamaya, bu yüzden değişmemekte ki kararlılıklarını eyleme dönüştürmekle diriliş ruhundan yoksun günümüzün yüz karası yeni Haricileri olmaktalar. Öyle ki bu gruplarda değişime karşı direnmek kronik bir vakadır. Her halükarda sert ve tepkici haletiruhiyeleri “kurallı yaşamaya” karşı direnişleri süreklilik kaydetmektedir. Sanki sanayileşmiş bilgi teknolojisine yabancı kalmak marifetmiş gibi bayat ve fosil kalmayı yeğlerler hep. Oysa çağımız, bilgi üretimine yönelik bir yapı arz eder. İşte bu yapı içerisinde Harici türü bu tip militan akımlar sosyal değişmenin en hızlı olduğu alanların merkezinde ya da kenarında seyredip kimi zaman Gezi eylemleriyle, kimi zaman Danıştay saldırısı sonrası gösterilerle, kimi zaman Diyarbakır Sur ve Ankara Gardaki patlamalarla kendini ele vermekte. Hatta fosilleşmiş ve bayatlamış alışkanlıklarını muhafaza etmek için gerektiğinde canlı bomba olmayı göze alırlar da. İkide bir teröre başvurmaları bu yüzdendir. İslâm’ın evrensel hakikatlerini anlamak basiretinden yoksun her tür radikal oluşumlardan başka bir şey beklenmezdi zaten. İyi ki Ehli Sünnet yolunu düstur edinmişiz de “tepkiciliği” değil “etkiciliği” esas almışız. Kaldı ki Müslüman’ın varlığı tepki için değil etki için vardır, Müslüman da etkilemek yakışır. Hatta öyle etkili olmalı ki bizi gören bizde dirilmeli. Yok, eğer kendimize çeki düzen vermeyip hamasi nutuklarla ve sloganlarla hareket edersek biliniz ki bir arpa boyu diriliş kaydedemeyiz.
http://www.bayburtpostasi.com.tr/fanatizm-mi-dirilis-mi-makale,7289.html
ALPEREN GÜRBÜZER
Kendilerini mücahit gören birtakım radikal Müslüman akımlar, aslında giriştikleri eylemlerle, anti medeni tutum sergilemekteler. Şu bir gerçek çağımızın bedevileri olduklarının ya farkındalar ya da değiller çokta fark etmez, sonuçta düşman bellediği kesimlere karşı güç gösteriminde bulunmakla İslâm toplumunu töhmet altına soktukları besbelli. Tabi bu gerçekleri dile getirenlerin çok ağır ithamlara maruz kalacağı da işin bir başka yanı. Bu yüzden radikal gruplarla fikri tartışma çoğu kez büyük bir risk teşkil etmekte. Çünkü hemen her şeyi kimlik kategorisinde sorgulayıp meseleyi iman konusu hale getirmekte pekte mahirler. Hele ehlisünnet yolunu düstur edinmiş bir Müslüman’la karşılaştıklarında hemen sorguya çekip kâfir ilan etmekten de beis görmezler. Hiç kuşkusuz Hariciler tarihte bunun en tipik misalini teşkil eder.
Malum, Hariciler çöldeki başıbozuk ve nizamsızlığa duydukları özlemi, Kur'an ayetlerini kendi kafalarınca yorumlayarak gidereceklerini sanmışlardır hep. Sadece yorumda bulunsalar gam yemeyiz, başta devlet başkanı olmak üzere kurumsallaşan tüm devlet mekanizmalarına başkaldıraraktan reddiye döşeyip kanda akıtmışlardır. Maalesef günümüzde de kırsal geleneksel kültürden gelen mankurtlaşmaya müsait bir kısım insanlar şehre yerleştiklerinde zinde güçlerin telkinlerine kapılıp Haricilere benzer bir tavır sergiledikleri görülebiliyor. Dahası kentin varoşlarına konuşlanmış bu tip insanlar bir bakmışsın bilgi çağının getirdiği birçok yeniliklere karşı uyum sağlayamamanın neticesi olarak terör odaklarının maşalığı rolünü üslenebiliyorlar. Oysa sosyal ve ekonomik değişimlere ayak uydurabilselerdi maşa olmak yerine kendilerini Yusuf Yüzlü sevgi ocaklarında, beyin fırtınasının yapıldığı alanlarda bulacaklardı. Ne var ki fanatizmin kucağına düşmüş pekçok insan, tarihte yaşananlardan hiç ders almadıkları o kadar kendini belli ediyor ki bu çağda bile kol gücüne özlem duyulabiliyor. Zaten tarihte Haricilerin yaptığı eylemlere şöyle bir göz attığımızda şiddet hareketlerinin arka planında göçebeliğin yerleşik düzene karşı başkaldırışı diyebileceğimiz fanatik tepki varı bilinçaltı boşalmanın varlığını görürüz. İşte aynı bilinçaltı boşalma refleksi günümüzde de geçerli olup bilgi çağına gulyabani kalmaktalar.
Evet, önümüzde ki tabloda şiddeti metot edinenlerin slogan varı eylemlerinde hamaset kokan fanatik duygu selinin dışa karşı deşarj olması hadisesi sözkonusudur. Ve böyle bir tabloda yer alan radikal gruplar eline tutuşturulmuş reçeteleri okuyarak ya da başkalarının bindirilmiş kıtaları olarak kullanılmakla adeta kendinden geçmekteler. Belli ki analitik düşünmek çok daha ciddi emek gerektiriyor, paspas olarak kullanılmak varken niye sağduyularını kullanıp analitik hareket etsinler ki. Onlar için düşünmemek en büyük eylemdir zaten.
Her şey bir yana, bir kere Resûlullah (s.a.v.)'ın “Kim çölde oturursa katılaşır, kim av peşinde koşarsa yitirir ve kim saltanata geçerse bozulur” sözleri bedevi toplum yapısının ruhunu ortaya koyması açısından kayda değer mucizevî bir hadis-i şeriftir. Gerçekten de sosyologların olmadığı bu dönemde böylesi mucizevî hadis-i şerifin zikredilmesi İslam bilginlerine ışık saçmışta. İşte İbn-i Haldun bu hadis-i şeriften hareketle “İslâm toplumları İslâm’dan önce bedevi idiler, İslâm tarihinin gelişmesi sürecinde hadariyete geçtiler” tarzında görüş serdetmiş bile. Hiçkuşkusuz İslâm’ın metafiziği, ahlâkı, hukuku, edebiyatı, musikisi, siyaseti çok geniş bir çerçevesi vardır. Dolayısıyla Resûlüllah (s.a.v.) İslam'ın bu geniş penceresinden hareketle ashabına yemek yiyişinden giyimine, oturuşundan kalkışana kadar hemen her alanda bir dizi adap ve usulleri öğretmiş ve böylece bedevi toplum yapısı zaman içerisinde medeni bir diriliş hüviyete kavuşmuş oldu.
Artık göçebelik, kabalık, yağmacılık vs. çok gerilerde kaldı, tarımdan ticarete doğru gelişme kaydedildikçe toplum sanayileşmiş bilgi toplumuna doğru evrilmekte. Derken toplum yapısı çok daha teşkilatlı hale gelmektedir. Dolayısıyla oluşan bu örgütlü sosyal organizasyona karşı radikal grupların asabı bozulmaktadır. Bir kere onlar alışmışlar bölük pörçük dağınık yaşamaya, bu yüzden değişmemekte ki kararlılıklarını eyleme dönüştürmekle diriliş ruhundan yoksun günümüzün yüz karası yeni Haricileri olmaktalar. Öyle ki bu gruplarda değişime karşı direnmek kronik bir vakadır. Her halükarda sert ve tepkici haletiruhiyeleri “kurallı yaşamaya” karşı direnişleri süreklilik kaydetmektedir. Sanki sanayileşmiş bilgi teknolojisine yabancı kalmak marifetmiş gibi bayat ve fosil kalmayı yeğlerler hep. Oysa çağımız, bilgi üretimine yönelik bir yapı arz eder. İşte bu yapı içerisinde Harici türü bu tip militan akımlar sosyal değişmenin en hızlı olduğu alanların merkezinde ya da kenarında seyredip kimi zaman Gezi eylemleriyle, kimi zaman Danıştay saldırısı sonrası gösterilerle, kimi zaman Diyarbakır Sur ve Ankara Gardaki patlamalarla kendini ele vermekte. Hatta fosilleşmiş ve bayatlamış alışkanlıklarını muhafaza etmek için gerektiğinde canlı bomba olmayı göze alırlar da. İkide bir teröre başvurmaları bu yüzdendir. İslâm’ın evrensel hakikatlerini anlamak basiretinden yoksun her tür radikal oluşumlardan başka bir şey beklenmezdi zaten. İyi ki Ehli Sünnet yolunu düstur edinmişiz de “tepkiciliği” değil “etkiciliği” esas almışız. Kaldı ki Müslüman’ın varlığı tepki için değil etki için vardır, Müslüman da etkilemek yakışır. Hatta öyle etkili olmalı ki bizi gören bizde dirilmeli. Yok, eğer kendimize çeki düzen vermeyip hamasi nutuklarla ve sloganlarla hareket edersek biliniz ki bir arpa boyu diriliş kaydedemeyiz.
http://www.bayburtpostasi.com.tr/fanatizm-mi-dirilis-mi-makale,7289.html