Türk kelimesinin Fars Edebiyatı’nda kazandığı anlamla ilgili bugün bir mesaj okudum. ilgimi çekti. Doğruluğuna tam emin olmamakla birlikte burada paylaşıyorum.
"Yüz yıllarca Türk hâkimiyeti altında kalan İran, Türklerin istila ve yağma hareketlerine de çokça maruz kalmıştır. Yağma Türk savaş geleneğinde çok önemli bir yere sahiptir öyle ki bey büyük bir ziyafet verir sonra da katılımcılarına kurduğu sofraları özellikle yağmalatırdı. Kimileri bunun diş kirası olduğunu kimileri de göçebe Türkler daha iyi yağmacı olsun diye bu sofraların kurulduğunu söyler. Bu anlamıyla Han-ı Yağma (Yağma sofrası) divan edebiyatında da çokça kullanılır. İşte Türk sözcüğü başlangıçta yağmacı, zalim, kandökücü, merhametsiz ve vefasız anlamlarında Fars Edebiyatı’nda kullanılırken olan olur. İşaret edilen bu sıfatların tamamının sevgilide de olduğunu fark eden Farsça yazan şairler, artık “Sevgili” için doğrudan Türk demeye başladı: Eger an Turk-i Şirazi be dest ared dil-e mara---Be hal-i hinduyeş bahşem Semerkand-u Buhara ra (O Şirazlı Türk/Güzel gönlümüzü yağmalarsa (bize iltifat ederse yüzündeki siyah bene Semerkand ve Buhara-yı bağışlarım). Türk sözcüğünün Fars Edebiyatı’ndaki olumlu seyri devam eder ve Arifane Fars Edebiyatında aşkın ve manevi anlamları ifade eden derin bir sembole dönüşür. Bu aşamadan sonra Türk “Can, İnsanın İlahi ve Melekuti boyutu, Maşuk-ı Ezel, Hakk Teala, Aşk, Hakikat Ehli ve Tanrı Eri” gibi anlamlara gelecek şekilde çokça kullanılmaya başlar."
"Yüz yıllarca Türk hâkimiyeti altında kalan İran, Türklerin istila ve yağma hareketlerine de çokça maruz kalmıştır. Yağma Türk savaş geleneğinde çok önemli bir yere sahiptir öyle ki bey büyük bir ziyafet verir sonra da katılımcılarına kurduğu sofraları özellikle yağmalatırdı. Kimileri bunun diş kirası olduğunu kimileri de göçebe Türkler daha iyi yağmacı olsun diye bu sofraların kurulduğunu söyler. Bu anlamıyla Han-ı Yağma (Yağma sofrası) divan edebiyatında da çokça kullanılır. İşte Türk sözcüğü başlangıçta yağmacı, zalim, kandökücü, merhametsiz ve vefasız anlamlarında Fars Edebiyatı’nda kullanılırken olan olur. İşaret edilen bu sıfatların tamamının sevgilide de olduğunu fark eden Farsça yazan şairler, artık “Sevgili” için doğrudan Türk demeye başladı: Eger an Turk-i Şirazi be dest ared dil-e mara---Be hal-i hinduyeş bahşem Semerkand-u Buhara ra (O Şirazlı Türk/Güzel gönlümüzü yağmalarsa (bize iltifat ederse yüzündeki siyah bene Semerkand ve Buhara-yı bağışlarım). Türk sözcüğünün Fars Edebiyatı’ndaki olumlu seyri devam eder ve Arifane Fars Edebiyatında aşkın ve manevi anlamları ifade eden derin bir sembole dönüşür. Bu aşamadan sonra Türk “Can, İnsanın İlahi ve Melekuti boyutu, Maşuk-ı Ezel, Hakk Teala, Aşk, Hakikat Ehli ve Tanrı Eri” gibi anlamlara gelecek şekilde çokça kullanılmaya başlar."