yenibeyin
Asistan
EY ACI (şiir)
ACI
Senide vururlar bir gün, ey acı!
Uçuşup durduğun kanatlarından.
Sazın, sözün, türkülerin tükenir,
Ellerin koynunda kalakalırsın.
Şakaklarına kar yağıyor bilesin, ey acı!
Gül açan yüzlerimizde,
Göveriyor rengin seninde.
Biz seni tâ eskilerden tanırız.
Hani göğüslerimize taş olur inerdin. Avuçlarımızda hira dağıydın.
Al atların tan yerine ayarlanmış yelelerinde,
Akdeniz rüzgarlarına karışan sendin.
Biliyorum, hiçbir tarih yazmayacak
Ve bir sır gibi kalacak yakılan kitaplarda.
Göbek bağı anasından henüz çözülmemiş bebelerimize,
Mitralyözlerin Washington’dan ayarlandığını.
*** *** ***
Senide yakarlar bir gün, ey acı!
Bir tabtuk kul gözlerinden vurursa,
Parmakların eğri, ağaç tutamaz,
Çığlıkların çağlar aşar, duymazsın.
Ve ben biliyorum;
Örümceği, mağarayı, güvercini, asayı,
Ve İbrahim’in baltasını ben biliyorum.
Nereden başladı bu kesik dans?
Ve bu dansa karşı afyonlanmış
Hecin yüzlü insanlar
kim?
Kim kimin yanında,
kim kimin karşısında?
Meclis kürsüsünden konuşan bu adam,
kim?
Üsküdar kız lisesinde okuyan genç kız!
Çantasında kimin fotoğrafını taşıyor?
Kadıköy vapurunda sigara tüttüren delikanlılar!
Neden gülüyorlar ki?
*** *** ***
Senide vururlar bir gün, ey acı!
Filistin de sapan taşlı çocuklar.
Dalın, kolun, fidelerin budanır,
Kuru bir kütükle kalakalırsın.
Öyle bakmayın balkonlarınızdan!
Fırat nehri ayrılık çıbanına tutuldu,
Damarlarımızı yırtıyor.
Tuna nehri, onulmaz Boşnak sızıları,
Pompalıyor yüreğime.
Plevne türküleri ağıtlara dönüşürken,
Çeçenya da yiğitler,
inancın,emeğin ve aşkın,
Kılcal damarlarına bulanıp sustular.
Ve ne Bağdat’tan, ne Şam’dan, ne
Mekke’den,
Ne Diyar-ı Bekir’den, ne İstanbul’dan,
ne Buhara’dan,
Bunca telefon direğine rağmen,
Kimse kimseyi duymuyor.
*** *** ***
Senide vururlar bir gün, ey acı!
Halepçe’de soldurulmuş gül gibi.
Bu sevdaya düşsen sende yanarsın.
Suskun, sıcak, uzun yaz geceleri.
Ve siz, ey analar!
Siz gecelerinizi böler,
Çocuklarınıza ninniler söylerdiniz.
Hani siz fatihler doğururdunuz!
Gelin kızların giysileri kirletildi.
Çocuklar hep yetim kalıyor.
Elem yecidke yetîmen fe êvê.
Ve ben biliyorum!
Ben biliyorum, İstanbul’un, Bağdat’ın,
Diyar-ı Bekir’in, Mekke’nin
Birbirine nasıl bağlandığını, nasıl çözüldüğünü.
*** *** ***
Sonra ey insan, ey insanlık!
Ayağa kalk!
Kolları ve bacakları budanmış delikanlıları,
Boyunları gövdesinden ayrılmış insanları,
Gözleri uyur gibi kapanmış,
Kan pıhtıları içindeki bu insanları,
Gelişmiş laboratuarlarınızda dikkatle inceleyin!
Bu dünya gül bahçesine dönecek!
Bunu böylece bilin ve unutmayın!
*** *** ***
ACI
Senide vururlar bir gün, ey acı!
Uçuşup durduğun kanatlarından.
Sazın, sözün, türkülerin tükenir,
Ellerin koynunda kalakalırsın.
Şakaklarına kar yağıyor bilesin, ey acı!
Gül açan yüzlerimizde,
Göveriyor rengin seninde.
Biz seni tâ eskilerden tanırız.
Hani göğüslerimize taş olur inerdin. Avuçlarımızda hira dağıydın.
Al atların tan yerine ayarlanmış yelelerinde,
Akdeniz rüzgarlarına karışan sendin.
Biliyorum, hiçbir tarih yazmayacak
Ve bir sır gibi kalacak yakılan kitaplarda.
Göbek bağı anasından henüz çözülmemiş bebelerimize,
Mitralyözlerin Washington’dan ayarlandığını.
*** *** ***
Senide yakarlar bir gün, ey acı!
Bir tabtuk kul gözlerinden vurursa,
Parmakların eğri, ağaç tutamaz,
Çığlıkların çağlar aşar, duymazsın.
Ve ben biliyorum;
Örümceği, mağarayı, güvercini, asayı,
Ve İbrahim’in baltasını ben biliyorum.
Nereden başladı bu kesik dans?
Ve bu dansa karşı afyonlanmış
Hecin yüzlü insanlar
kim?
Kim kimin yanında,
kim kimin karşısında?
Meclis kürsüsünden konuşan bu adam,
kim?
Üsküdar kız lisesinde okuyan genç kız!
Çantasında kimin fotoğrafını taşıyor?
Kadıköy vapurunda sigara tüttüren delikanlılar!
Neden gülüyorlar ki?
*** *** ***
Senide vururlar bir gün, ey acı!
Filistin de sapan taşlı çocuklar.
Dalın, kolun, fidelerin budanır,
Kuru bir kütükle kalakalırsın.
Öyle bakmayın balkonlarınızdan!
Fırat nehri ayrılık çıbanına tutuldu,
Damarlarımızı yırtıyor.
Tuna nehri, onulmaz Boşnak sızıları,
Pompalıyor yüreğime.
Plevne türküleri ağıtlara dönüşürken,
Çeçenya da yiğitler,
inancın,emeğin ve aşkın,
Kılcal damarlarına bulanıp sustular.
Ve ne Bağdat’tan, ne Şam’dan, ne
Mekke’den,
Ne Diyar-ı Bekir’den, ne İstanbul’dan,
ne Buhara’dan,
Bunca telefon direğine rağmen,
Kimse kimseyi duymuyor.
*** *** ***
Senide vururlar bir gün, ey acı!
Halepçe’de soldurulmuş gül gibi.
Bu sevdaya düşsen sende yanarsın.
Suskun, sıcak, uzun yaz geceleri.
Ve siz, ey analar!
Siz gecelerinizi böler,
Çocuklarınıza ninniler söylerdiniz.
Hani siz fatihler doğururdunuz!
Gelin kızların giysileri kirletildi.
Çocuklar hep yetim kalıyor.
Elem yecidke yetîmen fe êvê.
Ve ben biliyorum!
Ben biliyorum, İstanbul’un, Bağdat’ın,
Diyar-ı Bekir’in, Mekke’nin
Birbirine nasıl bağlandığını, nasıl çözüldüğünü.
*** *** ***
Sonra ey insan, ey insanlık!
Ayağa kalk!
Kolları ve bacakları budanmış delikanlıları,
Boyunları gövdesinden ayrılmış insanları,
Gözleri uyur gibi kapanmış,
Kan pıhtıları içindeki bu insanları,
Gelişmiş laboratuarlarınızda dikkatle inceleyin!
Bu dünya gül bahçesine dönecek!
Bunu böylece bilin ve unutmayın!
*** *** ***