dedekorkut1
Doçent
GÜL’E HASRETİZ
SELİM GÜRBÜZER
Bakmayın siz öyle Gül’ün bir demet çiçek halde durgun görünüşüne. Oysa o durgun görünüşün içinde bin bir türlü sevgi kıpırtıları gizlidir. Kaldı ki Gül’e değer veren vermiş zaten. Ki; Gül’ün kıymet değeri Efendisinin şanından bellidir. Derken bu sayede Efendisi Allah Resulünün elinde sevgi meşalesi mana kazanır da. Mana kazanan Gül, şavkını (ışığını) ve rayihasnıı (kokusunu) önce Mekke, sonra Medine ve en nihayetinde tüm cihana dalga dalga yayaraktan tüm ışığa hasret yanık gönüllere derman olur bile. Anlaşılan Gül’ün Şavkıyla fethedilemeyecek hiçbir kale yoktur. Gerçekten de öyle değil mi, kılıcın fethedemediği pek çok kaleyi Gül’ün Şavkı icabında tek başına fethedebiliyor. Nasıl mı? Tüm Gül’e hasret gönülleri kendine bend etmekle elbet. Hele ki Gül-i Muhammedin rayiha-i tayyibesi sevgilinin tutku gözlerinde parlayan nur olunca bak o zaman Gül’e hasret gönüllerin değme keyfine, bir anda kendinden geçip yeni bir hayata başlamanın heyecanını ruhlarında hissedeceklerdir.
Dikkat edin Gül için sevgi dedik. Niye derseniz, Hz. Peygamber (s.a.v)’in elinde sevgi anlamı kazandığı için elbet.
Bakınız Allah (c.c.) Tur-i Sina’da Musa (a.s)’a şöyle sual eyler:
“-Ya Musa! Benim için ne amel işledin?
Musa (a.s.) cevaben;
- Ya Rabbel âlemin! Senin için oruç tuttum, namaz kıldım, zekât verdim vs. der.
Allah-u Teâlâ (c.c) şöyle beyan buyurur:
- Ey Musa! Namaz, oruç, zekât vs. senin içindir.
Musa (a.s.) bunun üzerine şöyle sual eyler;
- Allah’ım, o halde Senin katında en makbul amel nedir?
Yüce Allah (c.c.) en nihayetinde:
-Ya Musa! Benim indimde en makbul amel, benim rızam için bir kulu sevmek ve buğz (bir insanın şahsına değil işlediği kötü fiiline) etmektir” diye beyan buyurur.
Evet, Müberra Dinimizde Allah için bir kulu sevmek, Allah katında en makbul amel olarak addedilir. Bu öyle bir sevgidir ki, Yüce Allah’ın “Ya Habibim! Sen olmasaydın, Sen olmasaydın, Sen olmasaydın, âlemleri yaratmazdım” (Bkz. Acluni; II:164; Hâkim el Müstedrek, II:615) kutsi hadisiyle manalaşan gül-i gülzâr-i sevgi selidir bu. İşte böylesi Nübüvvet kokusuyla manalaşan Gül, sevenlerini vuslata erdirir de. Hem nasıl vuslata erdirmesin ki, bikere bu sevginin mayası ezelde yoğrulmuştur. Ve bu sevginin alâmetifarikası sevenin sevdiğine, aşıkın maşukuna itaat etmesiyle kendini belli eder. Nitekim Rasûlullah (s.a.v) “Emr olduğun gibi dosdoğru ol” ayet-i celilenin gereğini yerine getirmekle Allah’ın Habib’i kulu olarak layık görülürken, kendisine tabii olanlarda ümmeti olarak layık görüldü. Hiç kuşkusuz sadece tabii olmak yetmez, itaat etmemizde gerekir. Biliniz ki Allah’ın Gül Habib’ine ümmet-i olarak şeksiz şüphesiz itaat ettiğimiz müddetçe ruz-i mahşerde bu itaat edişin semeresini görüp şefaatine nail olacağız demektir. Ancak şu da var ki itaat kendiliğinden oluşmaz, ilk başta illa sevgi olacak ki itaatte beraberinde oluşuversin. Zira Peygamberimiz (s.a.v) “Amellerin en faziletlisi Allah için sevmek ve Allah için buğz etmektir” diye beyan buyurmakla sevginin motive edici gücüne dikkat çektiği gibi bir hadis-i şeriflerinde “Şüphesiz yumuşak davranmak her şeyde olsa, onu süslendirir. Bir şeyden (söz, hal ve aşağıya hakaret) alınırsa muhakkak onu lekelendirir” diye beyan buyurmakla da itaatkâr olmanın önemine, itaatsizliğinde lekeliğine dikkat çekmişlerdir. Hatta Peygamberimiz (s.a.v) sırf dikkat çekmekle kalmaz ümmetine yönelik “Öğretiniz, kolaylaştırınız, bir de öfkelendiğiniz zaman sus” şeklinde öğüt vermeyi de ihmal etmez.
SELİM GÜRBÜZER
Bakmayın siz öyle Gül’ün bir demet çiçek halde durgun görünüşüne. Oysa o durgun görünüşün içinde bin bir türlü sevgi kıpırtıları gizlidir. Kaldı ki Gül’e değer veren vermiş zaten. Ki; Gül’ün kıymet değeri Efendisinin şanından bellidir. Derken bu sayede Efendisi Allah Resulünün elinde sevgi meşalesi mana kazanır da. Mana kazanan Gül, şavkını (ışığını) ve rayihasnıı (kokusunu) önce Mekke, sonra Medine ve en nihayetinde tüm cihana dalga dalga yayaraktan tüm ışığa hasret yanık gönüllere derman olur bile. Anlaşılan Gül’ün Şavkıyla fethedilemeyecek hiçbir kale yoktur. Gerçekten de öyle değil mi, kılıcın fethedemediği pek çok kaleyi Gül’ün Şavkı icabında tek başına fethedebiliyor. Nasıl mı? Tüm Gül’e hasret gönülleri kendine bend etmekle elbet. Hele ki Gül-i Muhammedin rayiha-i tayyibesi sevgilinin tutku gözlerinde parlayan nur olunca bak o zaman Gül’e hasret gönüllerin değme keyfine, bir anda kendinden geçip yeni bir hayata başlamanın heyecanını ruhlarında hissedeceklerdir.
Dikkat edin Gül için sevgi dedik. Niye derseniz, Hz. Peygamber (s.a.v)’in elinde sevgi anlamı kazandığı için elbet.
Bakınız Allah (c.c.) Tur-i Sina’da Musa (a.s)’a şöyle sual eyler:
“-Ya Musa! Benim için ne amel işledin?
Musa (a.s.) cevaben;
- Ya Rabbel âlemin! Senin için oruç tuttum, namaz kıldım, zekât verdim vs. der.
Allah-u Teâlâ (c.c) şöyle beyan buyurur:
- Ey Musa! Namaz, oruç, zekât vs. senin içindir.
Musa (a.s.) bunun üzerine şöyle sual eyler;
- Allah’ım, o halde Senin katında en makbul amel nedir?
Yüce Allah (c.c.) en nihayetinde:
-Ya Musa! Benim indimde en makbul amel, benim rızam için bir kulu sevmek ve buğz (bir insanın şahsına değil işlediği kötü fiiline) etmektir” diye beyan buyurur.
Evet, Müberra Dinimizde Allah için bir kulu sevmek, Allah katında en makbul amel olarak addedilir. Bu öyle bir sevgidir ki, Yüce Allah’ın “Ya Habibim! Sen olmasaydın, Sen olmasaydın, Sen olmasaydın, âlemleri yaratmazdım” (Bkz. Acluni; II:164; Hâkim el Müstedrek, II:615) kutsi hadisiyle manalaşan gül-i gülzâr-i sevgi selidir bu. İşte böylesi Nübüvvet kokusuyla manalaşan Gül, sevenlerini vuslata erdirir de. Hem nasıl vuslata erdirmesin ki, bikere bu sevginin mayası ezelde yoğrulmuştur. Ve bu sevginin alâmetifarikası sevenin sevdiğine, aşıkın maşukuna itaat etmesiyle kendini belli eder. Nitekim Rasûlullah (s.a.v) “Emr olduğun gibi dosdoğru ol” ayet-i celilenin gereğini yerine getirmekle Allah’ın Habib’i kulu olarak layık görülürken, kendisine tabii olanlarda ümmeti olarak layık görüldü. Hiç kuşkusuz sadece tabii olmak yetmez, itaat etmemizde gerekir. Biliniz ki Allah’ın Gül Habib’ine ümmet-i olarak şeksiz şüphesiz itaat ettiğimiz müddetçe ruz-i mahşerde bu itaat edişin semeresini görüp şefaatine nail olacağız demektir. Ancak şu da var ki itaat kendiliğinden oluşmaz, ilk başta illa sevgi olacak ki itaatte beraberinde oluşuversin. Zira Peygamberimiz (s.a.v) “Amellerin en faziletlisi Allah için sevmek ve Allah için buğz etmektir” diye beyan buyurmakla sevginin motive edici gücüne dikkat çektiği gibi bir hadis-i şeriflerinde “Şüphesiz yumuşak davranmak her şeyde olsa, onu süslendirir. Bir şeyden (söz, hal ve aşağıya hakaret) alınırsa muhakkak onu lekelendirir” diye beyan buyurmakla da itaatkâr olmanın önemine, itaatsizliğinde lekeliğine dikkat çekmişlerdir. Hatta Peygamberimiz (s.a.v) sırf dikkat çekmekle kalmaz ümmetine yönelik “Öğretiniz, kolaylaştırınız, bir de öfkelendiğiniz zaman sus” şeklinde öğüt vermeyi de ihmal etmez.