dedekorkut1
Doçent
GÜNAHIN MERKEZİ NEFİS Mİ?
SELİM GÜRBÜZER
Bir insan evliya da olsa günahtan masum değildir.
Günahın merkezi neresidir diye soru sorulsa verilecek cevap; hiç şüphesiz nefistir. Malum, günahlar ruhumuza adeta zakkum zehir etkisi yapıp vücut dengemizi hem madden hem manen sarsabiliyor. Hele bir insan nefsin hevâsına kapılıp günah işlemeye görsün ruha kuvvet veren kalbimizin üzerini siyah zift kaplayacağı muhakkak. Böylece kalb ilahi feyze kapalı hale gelmiş olur.
Hiç şüphesiz nefse en cazip gelen fiil günah işlemektir, dolayısıyla bize düşen bir nefsin bu hevesini boşa çıkartmak olmalıdır, aksi halde başımızı bin bir türlü musibetlerden kurtaramayız. Bakınız Allah Teâlâ bu hususta ne buyuruyor: “Size yasak edilen büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin küçük günahlarınızı örteriz ve sizi güzel bir yere koyarız” (Nisa,31).
Evet, Rabbimizin emri gayet net çok açık ortada, günah kirine bulaşmamak gerektiği gibi nefsin hevâ ve heveslerine yenik düşüp günah işlediğimizde ise büyük bir pişmanlıkla tövbe etmemiz gerekir. Zira Allah sonsuz merhamet sahibidir, her halükarda rahmeti bol, merhameti sonsuz Yüce Allah’ın affına mazhar olmak için merhametine sığınmakta fayda var.
Malumunuz günahlar büyük ve küçük diye iki kategoride tasnif edilir. Hatta İsmail Hakkı Bursevi (k.s) bir eserinde on üç büyük günahı şöyle sıralamışta:
-Şirk,
-Haksız yere cinayet işlemek,
-Anne ve babaya asi olmak,
-Cihaddan kaçmak,
-Dinde olmayan bir şeyi göstermek ve itikad etmek, yani bidat işlemek,
-Mescidi-i Haramda küçük de olsa günah işlemek,
-İçki içmek,
-Fiili livatada bulunmak,
-İffetli kadınlara zina iftirasında bulunmak,
-Öksüz ve yetim malını haksız yere yemek,
-Yalancı şahitlikte bulunmak,
-Faize bulaşmak vs.
Öyle anlaşılıyor ki, pek çok günahlarla karşı karşıyayız, her an bu günahların büyük bir kısmı üzerimize sıçrayabilir, bu kaçınılmaz. Burada önemli olan işlediğimiz günahlardan büyük pişmanlık duyabilmektir. Yok, eğer pişmanlık duymayıp birde bunun üstüne keyif çatıp katmerli bir şekilde günah işlemeye devam edilirse asıl tehlike burada gizlidir. Nitekim Resul-i Ekrem (s.a.v) “Günahına pişman olan Allah’ın rahmetini, kendini beğenen ise O’nun gazabını bekler”; “Günahlarından tövbe eden kimse günahı olmayan kimse gibidir” (Taberani) diye beyan buyurmaktalar.
Tabii günahlarla ilgili hadis-i şerifler bunlarla sınırlı değil, devamı var elbet. Bakın, Rasulüllah (s.a.v) tüm bunlara ilaveten daha ne beyan buyurmaktalar bir bir görmekte fayda var elbet;
- Kıyamete yakın zina, faiz ve içki salgın hale gelir (Taberani).
-Günahlarınız göğe dayanacak kadar kötülük işleseniz de sonra tevbe etseniz yine Allah tevbenizi kabül eder (İbn-i Mace).
-Can boğaza dayanmadıkça Allah kulun tevbesini kabul eder. Kul günahlarını koruyucu meleklere vücudunun azalarına ve yeryüzünde ki iz ve belirtilerine unutturur da kıyamet günü, günahlının hiç şahidi olmaksızın Allah’ın katına çıkar (Isfahani).
-Cennetin sekiz kapısı var, yedisi kapalı ve biri güneş batışından doğuncaya kadar tevbe için açıktır. (Taberani).
Bir Hadisi Kutside ise Yüce Allah (c.c) “Ululuk ridam, azimetde gömleğimdir. Bunların birinde bana ortak çıkanı hiç aldırmadan belini kırarım” buyuruyor.
Bilindiği üzere dünyada iken nefsine uyanlar mahşer günü kıyametin dehşetinden pişman olacaklar, öyle ki o gün insan kendi kendine:
-“Keşke toprak olsaydım (toprak olsaydım da bu hallere düşmeseydim)” (Nebe:40) demekten kendini alamayacaktır.
Evet, son pişmanlık fayda vermeyecektir. Çünkü kıyamet günü insanın ağzı mühürlenip, bütün azaları işlediği günahlara şahitlik edecek, o gün sadece doğruluğa geçit verilecek. Nasıl ki yılan yolda kıvrım kıvrım ilerleyip ancak deliğine gireceği esnada dosdoğru girmek zorunda ya, aynen öyle de bir kulda dünyada binbir türlü kıvırmalarla pek çok şeyden sıyrılsa da, ancak kıyamet günü gelip çattığında artık kıvıramayıp ilahi huzura çıkacağı esnada dosdoğru olmak zorunda kalacaktır. Yani huzurda tüm günahlarını dosdoğru bir şekilde itiraf edecektir. Böylece fermanda yüzüne dosdoğru okunacak. Huzurda asla eğriliğe, zikzaklığa ve kıvrımlığa ödün verilmeyecektir.
Madem öyle, bu dünyada nefsin elinde oyuncak olmadan bir an evvel Allah’ın lütfettiği faziletlere erişmek esas olmalıdır. Zira Allah’ın yüz rahmeti vardır sadece bir rahmeti dünyaya inmiştir, doksan dokuzu ise kıyamette Peygamberimizin ümmeti için saklanmıştır. Düşünsenize bu dünyada pay edilen bir rahmet, ahrette doksan dokuz rahmetle birleşip yine yüz rahmet olacak. İşte Nebiyyi Ekrem hürmetine birleştirilen bu rahmet deryası içerisinden Peygamberimizin yüzü suyu hürmetine ayrılan pay yarın yevm-i kıyamette Allah’ın ikramı olarak ümmetin imdadına yetişecektir.
Hiç şüphesiz, emr olunduğumuz üzere dosdoğru olmak çok mühim bir fermanımızdır. Ki, bu fermanın birinci hikmet dayanağı hilafsız düşünme becerisidir, ikinci iffet dayanağı şehvani arzulara gem vurmaktır, üçüncü sabretme dayanağı öfkelenmemektir, dördüncü adalet dayanağı ise hem madden hem de manen dengeyi sağlayabilmektir.
Evet, adaletin tesisi için maddi ve manevi dengeleri sağlayabilmek iyi hoşta, şu da var ki, içinde bulunduğumuz şu ahir zamanda dengeyi sağlamak pek kolay gözükmüyor, Hele etrafımıza şöyle bir baktığımızda denge menge hak getire, artık her şeyin çivisi çıkmış durumda. Tüm bu olumsuz manzaralar bize dünyanın sona doğru yaklaşıldığını gösteren işaretlerdir. Sanki mahşerde herkesin nefsi nefsi dediği bir kıyamet gününü yaşıyoruz. Nitekim seyr u süluk idmanında epey ter döken bir sofi, elinden gelen çabayı gösterip hal ve ahvalini Gavs-ı Bilvanisi’ye açtığında:
-Kurban! Vird, hatme, rabıta iyi hoşta, ama gel gör ki vird yarım, hatme yarım, rabıta yarım, hemen her şeyim yarım yamalak seyretmekte, bu ne iştir? diye sorar.
Gavs-ı Bilvanisi (k.s), bu samimi itirafın üzerine şöyle der:
-Sofi haklısın, artık ahir zamandayız, bizim ki sadece idaredir, artık tam hidayet kalmamıştır, hidayeti amme’yi tam olarak Mehdi (a.r) tamamlayacaktır.
Evet, acı ama gerçek, her işimiz yarım yamalak, yine de her ne kadar zaman nefsi nefsi zamanı da olsa çoluk çocuğumuzun kurtuluşuna yönelik Kur’an ahlakı üzerine yaşaması için çaba sarf etmek gerekir. Hele ki ailenin reisi konumdaysak sırf kendimizi kurtarmak yetmez çoluk çocuğumuzu hak yola yönelmesi içinde çaba sarf etmek vaciptir, aksi halde bunun vebalini ahirette ödeyemeyiz. Malum ailenin birinci derecede reisi konumunda olan bir baba dinimizin emri gereği çoluk çocuğunun akıl baliğ olana dek, yani on beş yaşına kadar dini terbiyesinden birinci derecede sorumlu tutmuştur. Hatta bu arada her ne kadar ‘zaman nefsi nefsi zamanı’ olsa da bir mümin kendi ve çoluk çocuğunun dışında konu komşu tanıdık tanımadık her kim varsa hak ve hakikat yolunda yoldaş olmalı da. Çünkü birbirimize yoldaş olmakla da yarım yamalak her işimizi tam hale getirmek pekâlâ mümkün. Yeter ki, yoldaşlığımız nefsimizin hevâsına kapılaraktan zail olmasın gerisi gelir elbet. Keza bu arada bir ihmal etmeyeceğimiz diğer husussa tevbe zırhımızdır. Ne de olsa ömrümüzden giden gitmiştir, geçmiş kayıp zaman için tek yapmamız gereken Allah’tan mağfiret dileyip can-ı gönülden tevbe etmektir. Bunun dışında geçmiş kanayan yaralarımızı saracak bir reçete de gözükmüyor zaten. O halde bize şuan elzem olan geçmiş günahlarımıza tevbe edip gelecek içinde nefsimizi ıslah etme çalışmalarına hız verip Allah’a hakiki manada kulluk etmek olmalıdır. Ki, Yüce Allah Teâlâ nefis hususunda kullarını “Muhakkak ki, nefis kötülüğü emredicidir” (Yusuf:53) ayeti celilesiyle uyarmakta da.
SELİM GÜRBÜZER
Bir insan evliya da olsa günahtan masum değildir.
Günahın merkezi neresidir diye soru sorulsa verilecek cevap; hiç şüphesiz nefistir. Malum, günahlar ruhumuza adeta zakkum zehir etkisi yapıp vücut dengemizi hem madden hem manen sarsabiliyor. Hele bir insan nefsin hevâsına kapılıp günah işlemeye görsün ruha kuvvet veren kalbimizin üzerini siyah zift kaplayacağı muhakkak. Böylece kalb ilahi feyze kapalı hale gelmiş olur.
Hiç şüphesiz nefse en cazip gelen fiil günah işlemektir, dolayısıyla bize düşen bir nefsin bu hevesini boşa çıkartmak olmalıdır, aksi halde başımızı bin bir türlü musibetlerden kurtaramayız. Bakınız Allah Teâlâ bu hususta ne buyuruyor: “Size yasak edilen büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin küçük günahlarınızı örteriz ve sizi güzel bir yere koyarız” (Nisa,31).
Evet, Rabbimizin emri gayet net çok açık ortada, günah kirine bulaşmamak gerektiği gibi nefsin hevâ ve heveslerine yenik düşüp günah işlediğimizde ise büyük bir pişmanlıkla tövbe etmemiz gerekir. Zira Allah sonsuz merhamet sahibidir, her halükarda rahmeti bol, merhameti sonsuz Yüce Allah’ın affına mazhar olmak için merhametine sığınmakta fayda var.
Malumunuz günahlar büyük ve küçük diye iki kategoride tasnif edilir. Hatta İsmail Hakkı Bursevi (k.s) bir eserinde on üç büyük günahı şöyle sıralamışta:
-Şirk,
-Haksız yere cinayet işlemek,
-Anne ve babaya asi olmak,
-Cihaddan kaçmak,
-Dinde olmayan bir şeyi göstermek ve itikad etmek, yani bidat işlemek,
-Mescidi-i Haramda küçük de olsa günah işlemek,
-İçki içmek,
-Fiili livatada bulunmak,
-İffetli kadınlara zina iftirasında bulunmak,
-Öksüz ve yetim malını haksız yere yemek,
-Yalancı şahitlikte bulunmak,
-Faize bulaşmak vs.
Öyle anlaşılıyor ki, pek çok günahlarla karşı karşıyayız, her an bu günahların büyük bir kısmı üzerimize sıçrayabilir, bu kaçınılmaz. Burada önemli olan işlediğimiz günahlardan büyük pişmanlık duyabilmektir. Yok, eğer pişmanlık duymayıp birde bunun üstüne keyif çatıp katmerli bir şekilde günah işlemeye devam edilirse asıl tehlike burada gizlidir. Nitekim Resul-i Ekrem (s.a.v) “Günahına pişman olan Allah’ın rahmetini, kendini beğenen ise O’nun gazabını bekler”; “Günahlarından tövbe eden kimse günahı olmayan kimse gibidir” (Taberani) diye beyan buyurmaktalar.
Tabii günahlarla ilgili hadis-i şerifler bunlarla sınırlı değil, devamı var elbet. Bakın, Rasulüllah (s.a.v) tüm bunlara ilaveten daha ne beyan buyurmaktalar bir bir görmekte fayda var elbet;
- Kıyamete yakın zina, faiz ve içki salgın hale gelir (Taberani).
-Günahlarınız göğe dayanacak kadar kötülük işleseniz de sonra tevbe etseniz yine Allah tevbenizi kabül eder (İbn-i Mace).
-Can boğaza dayanmadıkça Allah kulun tevbesini kabul eder. Kul günahlarını koruyucu meleklere vücudunun azalarına ve yeryüzünde ki iz ve belirtilerine unutturur da kıyamet günü, günahlının hiç şahidi olmaksızın Allah’ın katına çıkar (Isfahani).
-Cennetin sekiz kapısı var, yedisi kapalı ve biri güneş batışından doğuncaya kadar tevbe için açıktır. (Taberani).
Bir Hadisi Kutside ise Yüce Allah (c.c) “Ululuk ridam, azimetde gömleğimdir. Bunların birinde bana ortak çıkanı hiç aldırmadan belini kırarım” buyuruyor.
Bilindiği üzere dünyada iken nefsine uyanlar mahşer günü kıyametin dehşetinden pişman olacaklar, öyle ki o gün insan kendi kendine:
-“Keşke toprak olsaydım (toprak olsaydım da bu hallere düşmeseydim)” (Nebe:40) demekten kendini alamayacaktır.
Evet, son pişmanlık fayda vermeyecektir. Çünkü kıyamet günü insanın ağzı mühürlenip, bütün azaları işlediği günahlara şahitlik edecek, o gün sadece doğruluğa geçit verilecek. Nasıl ki yılan yolda kıvrım kıvrım ilerleyip ancak deliğine gireceği esnada dosdoğru girmek zorunda ya, aynen öyle de bir kulda dünyada binbir türlü kıvırmalarla pek çok şeyden sıyrılsa da, ancak kıyamet günü gelip çattığında artık kıvıramayıp ilahi huzura çıkacağı esnada dosdoğru olmak zorunda kalacaktır. Yani huzurda tüm günahlarını dosdoğru bir şekilde itiraf edecektir. Böylece fermanda yüzüne dosdoğru okunacak. Huzurda asla eğriliğe, zikzaklığa ve kıvrımlığa ödün verilmeyecektir.
Madem öyle, bu dünyada nefsin elinde oyuncak olmadan bir an evvel Allah’ın lütfettiği faziletlere erişmek esas olmalıdır. Zira Allah’ın yüz rahmeti vardır sadece bir rahmeti dünyaya inmiştir, doksan dokuzu ise kıyamette Peygamberimizin ümmeti için saklanmıştır. Düşünsenize bu dünyada pay edilen bir rahmet, ahrette doksan dokuz rahmetle birleşip yine yüz rahmet olacak. İşte Nebiyyi Ekrem hürmetine birleştirilen bu rahmet deryası içerisinden Peygamberimizin yüzü suyu hürmetine ayrılan pay yarın yevm-i kıyamette Allah’ın ikramı olarak ümmetin imdadına yetişecektir.
Hiç şüphesiz, emr olunduğumuz üzere dosdoğru olmak çok mühim bir fermanımızdır. Ki, bu fermanın birinci hikmet dayanağı hilafsız düşünme becerisidir, ikinci iffet dayanağı şehvani arzulara gem vurmaktır, üçüncü sabretme dayanağı öfkelenmemektir, dördüncü adalet dayanağı ise hem madden hem de manen dengeyi sağlayabilmektir.
Evet, adaletin tesisi için maddi ve manevi dengeleri sağlayabilmek iyi hoşta, şu da var ki, içinde bulunduğumuz şu ahir zamanda dengeyi sağlamak pek kolay gözükmüyor, Hele etrafımıza şöyle bir baktığımızda denge menge hak getire, artık her şeyin çivisi çıkmış durumda. Tüm bu olumsuz manzaralar bize dünyanın sona doğru yaklaşıldığını gösteren işaretlerdir. Sanki mahşerde herkesin nefsi nefsi dediği bir kıyamet gününü yaşıyoruz. Nitekim seyr u süluk idmanında epey ter döken bir sofi, elinden gelen çabayı gösterip hal ve ahvalini Gavs-ı Bilvanisi’ye açtığında:
-Kurban! Vird, hatme, rabıta iyi hoşta, ama gel gör ki vird yarım, hatme yarım, rabıta yarım, hemen her şeyim yarım yamalak seyretmekte, bu ne iştir? diye sorar.
Gavs-ı Bilvanisi (k.s), bu samimi itirafın üzerine şöyle der:
-Sofi haklısın, artık ahir zamandayız, bizim ki sadece idaredir, artık tam hidayet kalmamıştır, hidayeti amme’yi tam olarak Mehdi (a.r) tamamlayacaktır.
Evet, acı ama gerçek, her işimiz yarım yamalak, yine de her ne kadar zaman nefsi nefsi zamanı da olsa çoluk çocuğumuzun kurtuluşuna yönelik Kur’an ahlakı üzerine yaşaması için çaba sarf etmek gerekir. Hele ki ailenin reisi konumdaysak sırf kendimizi kurtarmak yetmez çoluk çocuğumuzu hak yola yönelmesi içinde çaba sarf etmek vaciptir, aksi halde bunun vebalini ahirette ödeyemeyiz. Malum ailenin birinci derecede reisi konumunda olan bir baba dinimizin emri gereği çoluk çocuğunun akıl baliğ olana dek, yani on beş yaşına kadar dini terbiyesinden birinci derecede sorumlu tutmuştur. Hatta bu arada her ne kadar ‘zaman nefsi nefsi zamanı’ olsa da bir mümin kendi ve çoluk çocuğunun dışında konu komşu tanıdık tanımadık her kim varsa hak ve hakikat yolunda yoldaş olmalı da. Çünkü birbirimize yoldaş olmakla da yarım yamalak her işimizi tam hale getirmek pekâlâ mümkün. Yeter ki, yoldaşlığımız nefsimizin hevâsına kapılaraktan zail olmasın gerisi gelir elbet. Keza bu arada bir ihmal etmeyeceğimiz diğer husussa tevbe zırhımızdır. Ne de olsa ömrümüzden giden gitmiştir, geçmiş kayıp zaman için tek yapmamız gereken Allah’tan mağfiret dileyip can-ı gönülden tevbe etmektir. Bunun dışında geçmiş kanayan yaralarımızı saracak bir reçete de gözükmüyor zaten. O halde bize şuan elzem olan geçmiş günahlarımıza tevbe edip gelecek içinde nefsimizi ıslah etme çalışmalarına hız verip Allah’a hakiki manada kulluk etmek olmalıdır. Ki, Yüce Allah Teâlâ nefis hususunda kullarını “Muhakkak ki, nefis kötülüğü emredicidir” (Yusuf:53) ayeti celilesiyle uyarmakta da.