Hamit İzol / Aşiret Gerçeği

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
hamitizolasiret1.jpg


Kürt Sorunu, Kürt açılımı derken Devlet'in Güneydoğu'ya Doğu'ya bakışı ve halkın algısı Türkiye'de ciddi ciddi tartışıldı. Görüldü ki yaşanan gerçeklerle, gösterilen gerçekler arasında dağlar kadar fark var. Onbinlerce gencin akan kanı, anaların, babaların, kardeşlerin, akrabaların gözyaşları dışında neyin gerçek neyin propaganda olduğu belirsiz. Gerçeklerle sanrıların birbirine girmesinin doğurduğu acılarının muhasebesinin ne kadar yapıldığı da meçhul.


Devlet kendisiyle ne kadar hesaplaştı, hesaplaşma ne kadar sürecek, buraya kadar denecek mi sorularına bugün yanıt vermek zor.
Sürecin tıkanıp, tıkanmadığı, geleceğinin nasıl şekilleneceği merak ediledursun, sürecin belirsizliğinin sançısını yaşayan insanların büyük kısmı bu kadar yol yüründükten sonra başa dönmenin endişesi içindeler...


Öte yandan Doğu'da akan kan dinmiyor ve ölüm haberleri birbirini kovalıyor. Yalnız terör değil akan kanın nedeni. Törelerin de akan kanda payı büyük. Kan davalılar hâlâ birbirini gözünü kırpmadan öldürebiliyor.
Hâlâ bir genç sevgilisine kaçan kız kardeşini takip edip öldürebiliyor ve üstelik öldürdüğünü cep telefonu vasıtasıyla annesine canlı yayınla izletebiliyor!



İşte böylesi bir ortamda kendisiyle hesaplaşan, devletin kendisiyle hesaplaşmasından memnun ve ümitli olan, aşiretlerin de kendisiyle hesaplaşmasını isteyen bir aşiret mensubunun anıları düştü Türkiye'nin gündemine.
İzol Aşireti ileri gelenlerinden tanınmış işadamı Hamit İzol'ün “Aşiret Gerçeği” adlı kitabı konuya hem içeriden hem oldukça dikkat çekecek farklı açılardan bakıyor.
Mersin İdman Yurdu Spor'un efsane günlerinin unutulmaz Başkanı Hamit İzol'un Aşiret Gerçeği adlı romanı aslında kendi anılarından ibaret. Oldukça cesurca, kendi özel hayatının inanılmaz ayrıntılarını dahi anlatacak kadar samimi bir üslupla yazılmış olması dikkatimi çekti.
Kendisiyle yaklaşık iki saat süren uzun bir söyleşi yaptık. Bu söyleşinin tamamını size yansıtmama mümkün değildi. Ancak hayli uzun bölümünü sizlera yansıtacağım.
Aşiret, töre, kan davası namus, cinayet, korku, devlet, iktidar, bireysel özgürlük, ağalık, kadın, sevgi, saygı ve aşk söyleşimizin temel konuları....
Ve işte bir aşiret mensubunun gözünden Doğu'nun acımasız yaşam koşulları..
> Törenin tarifi ile başlamakta yarar var. Törenin kötülükle özdeş algılandığı günlerdeyiz. Öte yandan tarimizle övünürken törelerin bozulması da kötü sayılıyor. Töreyi iyi ya da kötü demek mümkün mü?
> Törenin iyi tarafları var, kötü tarafları var. Cinayet olarak, namus cinayetleri olarak ele alırsanız kötüdür. Diğer taraftan saygıdır, sevgidir, yardımlaşma geleneğidir. Bireylerin karşılaştığı zorlukları aşması ve sıkıntılarında dayanışmayı sağlaması açısından da önemlidir töre. Bunlar güzel şeylerdir. Mesela bizdeki el öpme geleneği töreden gelen bir davranıştır. Bu gelenek küçüklerin büyüklerine saygısını göstermesine yarıyor. Saygısızlığın olduğu bir yerde zaten sevgi de kalmıyor. Hadise bu. Töre saygının ve sevgisinin yaşatılması açısından da önemlidir.
Mesela şimdi dobralık deniliyor, insanlar eksik taraflarını birbirinin yüzüne vuruyor. Bunu yaptığı zaman da kötü ve istenmeyen sonuçlar ortaya çıkabiliyor. Oysa her insanın bir eksik tarafı vardır. İnsanlar birbirine saygılı davransa her şeyi böyle yüze vurmasa daha iyi. Ben dobrayım deyip saygısızlık yapılmasında da töreler izin vermez
> Günümüzde töre denilince sadece namus cinayetleri ve kan davaları algılanır oldu
> Maalesef öyle algılanıyor. Oysa bu anlamda töre Batıda da var. Namus cinayetleri sadece Doğu ie sınırlı değil ama onlar pek gösterilmiyor, bu kategoriye sokulmuyor. Oysa kafa kesmeler, akıl almaz vahşi cinayetler falan… İşlenme sebebi benzerdir bu cinayetlerin ama batıdaki ismi başkadır, doğudaki ismi başkadır.
Tabi aralarında şöyle vahim bir fark da var. Birinde bir iftiradan dolayı da bir kadın öldürülebiliyor. Yani birinin biriyle ilişkisi var denmesi cinayet işlenmesi için yeterli. Bu söz iftira da olsa o kadın öldürülebiliyor. Hakikat araştırılmadan… Yeter ki ismi çıksın. Namus denilip adı çıkmış masum insanlar da öldürülebiliyor. Törenin en kötü yanı o. Onun dışında törenin de iyi yanları da var. Aşiretçiliğin de kötü yanları var, iyi yanları var. Ama siz aşiretçiliği kötü yanıyla ile ele alırsanız, olayın hep çirkin yüzünü görürsünüz. Bu yanlışlığın da ortadan kaldırılması gerek.
> Yer yer iyi, yer yer kötü yönlerini anlatmışsınız ama siz de kitabınızda ağırlıklı olarak aşiret olgusunun olumsuz yönlerini öne çıkartmışsınız.
> Aslında, ben aşiret konusunda olumsuz değilim. Ama kan davasına ağırlık verdiği için olumsuz yön mecburen öne çıkıyor. Neden kan davası derseniz; biri bir cinayet işliyor, cinayeti işleyen adama dokunulmuyor, o hapistedir veya kayıptır ama onun kardeşi, amcası, dayısı hatta uzak bir akrabası da öldürülüp intikamı alınmış olabiliyor! Kan davası geleneğinin kötülüğüne dikkat çekiyorum. Yoksa aşiretçilik de neticede bir yardımlaşmadır, kan bağıdır, akrabalıktır. Bu akrabalık neticesinde pek çok insan yoksullukla, yoklukla savaşabiliyor. Hele büyük şehirde yaşayan aşirete bağlı insanlara bakınız; bir kısmı ev kirası ödeyemiyor, ailesinden yiyeceği geliyor. Bu bir dayanışmadır. Yani aşiretçiliğin güzel yanlarındandır. Ama madalyonun öbür tarafta da var; kan davası, namus cinayetleri…
BATIDA DA NAMUS CİNAYETİ İŞLENİYOR AMA...
> Bir diğer olumsuz yönü de kişinin bireyleşmesini engellemesi değil mi? Bu kitapta en çok sıkıntısı dile getirdiğiniz yönlerden. Kitabını okurken hissetim ki istediğiniz gibi davranamıyorsunuz, dilediğiniz gibi bir hayat sürmenize izin verilmiyor. Sürekli bir müdahale var. Bu da olumsuz bir yön değil mi? Mesela bugün bırakalım kan davalarını, namus cinayetlerini bir yana, Güneydoğu’da doğan biri, erkek veya kadın aşiretten ayrılıp, tasını tarağını toplayıp başka yere gitme şansı var mı?
> Yok, bu engelleniyor. Bu çemberi kıran çok az insan vardır. Ben de o insanlardan biriyim. Yani başka olumsuz yönler de var. İşte yakın akraba evliliği, kan davası, ondan sonra çok eşlilik. Bunlar da aşiretçiliğin olumsuz yanları. Çok eşli insanların çocukları arasındaki farklılıktan dolayı, bir kadının çocuğuna iyi bakıp, öbürünün çocuğu ile ilgilenilmemesi. Sonra o çocukların büyüdüğü zaman birbirine düşman olup, birbirini öldürdükleri de görülmüştür. Zaten benim bu kitabı yazmamdaki gaye yaşanan olumsuzlukları, bundan sonraki insanların yaşamaması. Asıl gayem bu. O olumsuzluklardan biri ve hatta en kötüsü kan davası.
Cinayet her yerde işleniyor. İnsanlar batıda da, kuzeyde de, güneyde de, öldürülüyor, öldürülebiliyor. Ama doğuda bir cinayet işlendiğinde, kan davası doğuyor. Bir sürü suçsuz, günahsız insan intikam uğruna ya öldürmek ya da öldürülmek zorunda kalıyor. İşin kötüsü bunu sonu da yok, nesilden nesile sürüyor seri cinayetler… Olayın vehameti konusunda özellikle basının ve aydınların daha duyarlı ve bilinçli olması gerekiyor. Onlara çok iş düşüyor.
>Basın normalde bu olayların üzerine gidiyor ama yanlış bir yaklaşım mı var?
> Aslında yalnız basının hatası değil, bir bilinç eksikliği, algılama yanlışlığı bu. Devletin de algılaması yanlış bu konuda. Şimdi diyelim ki bir trafik kazası oluyor. On tane adam ölüyor. Ne yapılır? Kazanın sebepleri araştırılır. Yolun fiziki durumu, araçların içinde bulunduğu şartlar, donanımlarının çalışıp çalışmadığı, trafik kurallarının yeterliliği yetersizliği… Bunlara bakılır, incelenir… Ama kan davasında ölen insanlar için oranda derinlikli araştırma yapılmıyor. Ancak trafik kazasında on kişi ölüyorsa ancak on kişinin ailesi etkileniyor. Oysa kan davasında ölen bir kişi de olsa beş bin kişi etkileniyor. Çoğu kimse bu olayın farkında değil.
KAN DAVASININ KAŞ KİŞİYİ YAŞARKEN ÖLDÜRDÜĞÜ FARK EDİLMİYOR!
> Evet olayın bu kadar çok insanı etkileyebileceği fark edilemiyor o an!
> Oysa bunu fark etmek, bunun bilincinde olmak önemli. Düşünün ki psikolojik olarak insanlar evlerine kapanıyor. Kapanmak mecburiyetinde kalıyorlar çünkü karşı taraf öldürmek için seni arayacaktır. Öldürülmemesi için evden dışarı çıkmaması, gizlenmesi lazım.
> Kitabınızda Ankara’daki üniversite günlerinizde o ruh hali oldukça duyarlı şekilde aktarılmıştı.
>Bu ruh halinin psikolojik neticesinde birçok kötü hadiseler yaşanıyor. İnsanlar uyuşturucuya alışıyor, insanlar daha kötü yollara düşüyor. Çünkü kendini avutmak için daha başka yollara başvuruyor. Bunları kimse hesabını yapmıyor. Bugün metropollerde, büyük şehirlerde nüfus katlanmasının en büyük nedeni kan davasıdır. Geriye dönün, filmi en başa sarın, bugünkü terör ortamının doğuş nedenleri arasında da kan davasının etkisi çok büyüktür. Ama devlet bunun hesabını yapmamıştı.
>Bu konuyu biraz açar mısınız?
> Düşünün ki terör ortamının ilk çıktığı zamanlarda iki aile birbirine düşman. Bir aile diyelim ki sırtını devlete dayıyor, diğer aile de sırtını örgüte dayıyor. Bu ikisinin çatışması da devlet güçleri ile bölücülerin çatışması olarak yansıtılıyor.
TERÖR ORTAMININ DOĞUŞUNDA KAN DAVASININ ROLÜ BÜYÜK
>Hım, şöyle somutlaştırsam doğru olur mu? Kan davalı ailelerden biri koruyucu oluyor, öteki otomatikman örgüte sığınıyor.
>: Tabi ki, neticede terör ortamının doğup büyüdüğü şartlara baktığınız zaman kan davasının rolünün küçümsenmeyeceğini görürsünüz…
> Terör ortamının büyümesinin faktörlerinde kan davası olgusu sandığımızdan daha mı etkili?
> Başında çok etkiliydi. İlk çıkışta en büyük etmen odur diyebiliriz. Ama bugünkü ortamda o kadar önemli değil bu faktör.
> Devlet bunu göremedi mi yoksa ihmal edip, küçümsedi mi ?
> Göremedi bence. Bugün de göremiyor devlet işin bu yanını. Niye göremiyor diyorum. Şimdi siz nüfus planlaması diyorsunuz ve az çocuk yapıyorsunuz. Hatta çoğu insan çocuk yapma ihtiyacı bile hissetmiyor. Avrupa nüfusu geriliyor. Onların endişesi bilmem kaç sene sonra yaş ortalamasının ne olacağı yönünde.
Ama doğuda nüfus artıyor. Bu artışın en büyük nedenlerinden biri kan davasıdır. Hesap ediyor aileler, biri öldürülürse, biri hapse girerse, hiç olmazsa biri de evde kalsın diye çocuk hesabı yapıyor. Öte yanda devlet, nüfus planlamasına dünya kadar para harcıyor, “fazla çocuk yapmayın, bakabileceğiniz kadar çocuk yapın…” diyor. İstediğiniz kadar böyle söyleyin. Kan davasını engellemedikten sonra çoluk çocuğu engelleyemezsiniz. Devlet bunu görebilseydi, nüfus planlaması konusunda bu kadar harcama yapmasına bile gerek kalmayacaktı. Bunlar çok önemli şeylerdir. Büyük şehirlere bakın. Bugün büyük şehirlere göç etmiş nüfusun yüzde ellisinden fazlası kan davasından kaçan insanlardır. En az yüzde ellisi kan davasıdır. Öte yandan terörden kaçan vardır, devletin köylerini boşaltmasından dolayı giden vardır. Onlar da etken ama özünde bütün bunları birbirinden ayırmamak gerekir. Temel sorun kan davasıdır.
Devlet bunu görebilecek hassasiyeti geliştirmeli. Mesela Şanlıurfa’da, geçtiğimiz haftalarda sıra yüzünden bir kavga yaşandı. Çiftçilerin kayıt için girdikleri sırada bir tartışma çıkıyor. O tartışmada bir kişinin elindeki silahtan çıkan mermi bir kişiyi öldürüyor. İkisi ayrı aşirete mensup. Bu cinayet yüzünden iki aşiret de aylardır dışarı çıkmıyor. Allah Muhafaza biri birini dışarıda görse öldürecek. Çoğuna garip ve hatta saçma geliyor bu hal. Ancak bunu yaşayan insanlar bilebilir. Dışarıdaki bir insana anlatmakla bu hali hissettirmek pek mümkün değil. Her an ölüm korkusu içinde yaşamanın ne bela olduğunu yaşayan bilir.
HERKES KÖTÜLÜĞÜNÜN FARKINDA AMA NEDEN BİTMİYOR?
> İçinden geldiniz ve yaşadınız. Kötülüğünü biliyorsunuz. Kitabınızı okurken hissettiğim kadarı ile de aslında yaşananın kötü olduğundan herkes, hatta tetiği çeken de farkında. Buna rağmen gidişatın değişmemesini sağlayan baskı nedir? Anladığım o ki Tanrı emri gibi güçlü, insanın iradesini elinden alan müthiş bir baskı var. O baskıyı bu kadar güçlü kılan etken nedir?
> Kadının eğitimsizliği önemli bir faktör. Kan davalarında en büyük etken kadının gücüdür. Kadın, kan davasında çok etkilidir. Kadının eğer çocuğu öldürülmüşse, onun intikamını alması için diğer çocuğunu, kocasını ve diğer aile fertlerini zorluyor ve çok büyük baskı altında bırakıyor.
> Mesela geçtiğimiz günlerde işlenen namus cinayetinde katilin öldürdüğü kardeşinin görüntüsünü telefonla annesine seyrettirmesi bunun somut göstergesi diyebilir miyiz?
> Evet, tabi. Kesinlikle. Kadın ve çevre baskısı çok önemli. Çevreyi, kadını eğitemediğiniz zaman, bu böyle devam edecektir. İntikam almak bir şeref gibi algılanıyor. Bunun şeref olmadığını, bunun kötü olduğunu anlatamadığız müddetçe, devlet bu konuya doğru yaklaşımla el atmadığı sürece, sorun çözülmez. Dün Mardin’de yaşanan, öbür gün bilmem nerde yaşanan, bu böyle sürer gider. Mahkemelerin başka şehirlere verilmesinin nedeni de kan davasıdır. İnsanlar birbirini öldürmesin diye mahkemeler ayır şehirlerde yapılıyor. Ama tedbirler alınmıyor. Mesela bizim davamız da Uşak’da yapıldı. İnsanlar Uşak’ta da birbirini öldüremez mi? Orada da öldürebilir. Yani bu çözüm değil. Sorunun en büyük çözümü işi yerinde halletmek. Tedbirleri yerinde almak. Mesela daha önce namus cinayetlerinde katil gidip de mahkemeye, “annemle, karımla ya da kardeşimle birini gördüm, tahammül edemedim, namusum için öldürdüm” dediği zaman cezasında indirim vardı. Daha sonra namus cinayetinde cezalar arttırıldı. İşte bu bir caydırıcılıktır.Bu doğru bir şeydir. Şimdi kan davasında da yine aynı yöntem uygulanabilir.
İşi yerinde halletmek için de en başta yöreye yöreyi ve insanları seven yöneticiler göndermek gerekir. O yöreye insanların sürgün olarak gönderilmesi insanın insanı sevmesinin önünde engeldir mesela.
İŞE YARAMAYAN ADAM DOĞU'YA SÜRÜLÜNCE
> Kitabınızda dikkatimi çeken önemli noktalardan biri bu. Yöreye giden asker ve memurların sürgün olması…
> Siz zaten adamı cezalandırmışsanız, onu o bölgeye sürgüne göndermişseniz; orada sizin birlik, beraberlik, kardeşlik beklemeniz doğru olur mu? Siz zaten adama demişsiniz ki: “Sen işe yaramazsın. Ben seni doğuya sürüyorum.” İşe yaramaya adamı süreceksen batıya sür, İzmir’e sür, İstanbul’a sür…. Orada kontrol altında olsun. Siz alıp onu doğuya sürdüğünüz zaman kontrol dışına da çıkartmış oluyorsunuz, ödül oluyor. Adam da zaten “buradan sonra gidilecek neresi var?” psikolojisi ile daha da umursamaz oluyor. Şırnak milletvekilinin oğlu, polise “Seni babama söylerim.” diyor, polis de “Babana değil, kime söylersen söyle. Buradan sonra gönderilecek bir yer var mı? Zaten ben en son yere gelmişim. İşte Şırnak’tayım. Daha nereye sürecekler” diye cevap veriyor…
> Adam zaten görevini bir de kötü niyetli kullanıyorsa, denetimsizlik ve devletin yetkileri yan yana gelince tam bir bela oluyordur….
> Tabi, işte bu noktada söz bitti! O adam mesela yöreyle ilgili olumsuz düşünceli biriyse, kafasında yöre insanıyla veya Kürtlerle ilgili olumsuzluklar da varsa, yetki de elinde sınırsız hareket sağlıyorsa, kardeşliğin tesis etmesine müsaade etmez. Ne yapmaz ki o adam? Mesela trafik polisi. Orada ceza kesecek. Adam durmuş. “Beyefendi, siz yanlış yere park ettiniz. Cezanız bu.” Demek yerine diyor ki, “Patlıcan yiye yiye sizde beyin kalmamış, buraya park edilir mi?” İnsanlarının onuru ile böyle oynanır mı? Yöreye olumsuz bakan insan işte böyle vahim hadiselere de yol açabiliyor ki bu hafif bir örnek.
> Hâlâ aynı duyarsızlık sürüyor mu? En azından son dönem atanan vali ve kaymakamlardan bazıları ile tanışma şansı bulduğum için sanki bu alanda bir değişim var gibi hissediyorum.
> Son zamanlarda tabi ki gerçekten çok farklı durum. Hükümetten hatta rahmetli Özal’dan sonra çok şeyin değiştiğini herkes görüyor.
KADIN CİNSELLİĞİNİ SİLAH OLARAK KULLANIYOR
> Laf lafı açtı kadın konusundan hayli açıldık. Kadınların kan davasında önemli rol olduğunu söylediniz, eserinizde kadın günlük hayatta da çok etkili, hâkim görünüyor. Öte yandan erkek-kadın ilişkilerine baktığımız zaman kadının çok öne çıkmadığı, ezildiği görülüyor. Erkek egemenliği bariz şekilde öne çıkıyor. Bu çelişki değil mi?
> Değil erkek egemenliği görüntüden, şekilden ibarettir. Erkek egemenliği şöyle var. Kadın çocuk yaşta evlendiriliyorsa; yani daha reşit olmamışsa erkek egemenliği söz konusu olabiliyor. Daha aklı başında değilken, daha oyun oynarken evlendirilen, 13, 14, 15 yaşında evlendirilen kızlar için bu geçerli. Ama o kız yıllar sonra anne olacak. Yıllar sonra güç eline geçecek. O gücü o zaman kullanıyor. İlla ki çocuk yaşta ezilmiş ve diğer kadınlar tarafından itilip kakılmışsa o gücü intikam için kullanıyor…
Doğuda kadının etkin olmasının en büyük nedenlerinden biri de erkeğin ona cinsel mahkûmiyetidir. Adam tek eşli ise fiziksel olarak da o kadına bağlıdır. Neticede erkeğin dönüp dolaşacağı yer yine o evdir. Onun dışında.
> Yani kadın cinselliğini silah olarak kullanıyor?
> Kesinlikle.
> Öte yandan siz çok eşliliği de sorun olarak görüyorsunuz. Bu silahın etkisi ne kadar olabilir ki?
> Çok eşlilik, sorundur ama azdır. Yüzde 20’yi bulmaz hatta belki yüzde 10’u bile geçmez.
KARDEŞİN KARDEŞİ ÖLDÜRDÜĞÜ VAKALAR MAHKEMEYE YANSIMIYOR
> Oran varlıkla mı alakalı?
> Biraz varlıkla alakalı. İkinci eşi besleme gücü olanlar alabilir, aşiret reisleri, toprak ağları, işte imkânı müsait olan her kimse. Gerçi onlar da azaldı. Artık günümüzde çok eşliliğin zararları görüldü. Aynı babanın çocukları çok birbirini öldürdü. Benim yazdıklarımın dışında aşiretlerde dile getirilmeyen kardeşin kardeşi öldürdüğü vakalar vardır ki mahkemeye bile intikal etmeyenleri çoktur. Aile içinde bitirilir dava. Yani biri öldü, öbürü de hapse girmesin diye aile içinde olay kapatılır. Öldürülenler intihar etti deniliyor, kendi kendine sıktı deniliyor, biri sıktı geçti, tanımadık, görmedik deniliyor.
> Zülfü Livaneli de Mutluluk romanında namus meselelerinin bu şekilde ört pas edilmesine dikkat çekiyordu. Yani cinsel sarkıntılıklarda da mesela. Amca ya da dayı suçlu ise kendi içinde gizleniyordu. Bu konular da hâlâ aynı ketumluk var mı?
> Aslında o tür olaylar doğu, güneydoğuda çok az. Yok denecek kadar az. Bunlar daha çok kalabalık toplumlarda oluyor. Güneydoğuda insanlar gözünü açarken namusla tanışıyor, namus kavramıyla büyüyor. Yani bırak kendi yeğenine filan bu tarz saldırıları, aşiret içindeki herkese kız kardeş gözüyle bakarak büyür… Öyle bir ortamda insanlar kolay kolay öyle namussuzluğa cesaret edemez? Mesela biz aynı yaşlarda, lisede okuyan arkadaşımızla bile konuşamıyorduk. Konuşmak bile tehlikeli. Düşün ki daha kötüsü… Zor. Yok denilecek kadar azdır. Ama ondan daha vahim bir hal vardır. Mesela bir kız falan komşunun oğluyla görüldü veya falan aşiretin çocuğuyla görüldü dense araştırılmadan, doğru mu yanlış mı olduğuna bakılmadan vurulabilir. İsmi çıktı ya artık namussuz oldu. Bu şekilde yok yere öldürüp; katli devlete, mahkemelere intikal etmeyen çok sayıda kadın var. Kız var.
> Söylenti yetiyor mu yani törelere göre kızların katli için?
> Öldürülüp de mahkemeye intikal etmiş pek çok vakada adli tıp raporuna göre, öldürülen kızın kızlık zarının hâlâ sağlam durduğu çok görülmüştür. Kıza yönelik söylentinin namusunda atılan leke olduğu, iftira atıldığı birçok benzer cinayette tespit edilmiştir.
>Törenin bir kötü yanı da bu değil ni? Namusun bir zara indirgenmesi! Diyelim ki tecavüze uğradı garip, korkudan söyleyemedi.
> Maalesef. Ama ne var ki baştan da belirttiğim gibi tecavüz, taciz vakaları yok denecek kadar azdır. Adı çıktığı için öldürülen masum kız sayısı oranına göre dikkate alınmayacak kadar azdır.
> Kitabınız o yöre insanın günlük yaşantısının, filmlerdeki romanlardaki ve haberlerdeki yorumlarıyla kah farkını kah benzerliğini göstermesi açısından gerçekten ilginç. Böyle olunca da sorulacak pek çok soru doğuruyor…
> Aslında o kitaptan dört tane daha var. Basılacak. Beş kitapta elimden geldiğince doğu gerçeğini ve doğulularının sorunlarını tüm çıplaklığı ile ifade edeceğim inşallah.
> Konulara göre mi beşe böldünüz kitapları yoksa anıların akışına göre mi?
> Hepsinin konusu ayrı olacak. Biri çok eşlilikten dolayı doğan çocukların birbirlerini öldürme nedenlerini anlatacak. Mesela doğulu birinin batılı birine aşk öyküsü vardır. O ayrı bir kitap. Birde bazı ailevi olumsuzluklardan doğan şeyler var. Kadının gücüyle ilgili. Bugü hanım ağa deniliyor ya hani. Gerçi hanım ağa doğuda kullanılmayan bir tanım ama işte o tanımda ifade edilen kadının gücünü anlatıyorum. Ama diğer dört kitabın hepsi şu an üzerinde konuştuğumuz kitaptan doğma.
AŞİRETLER DE KENDİSİYLE HESAPLAŞMALI
> Şu yönünüzü de takdir etmek lazım ki bu kitap samimi itiraflardan oluşmuş. Kendi özel hayatınızın mahrem bölümleri, hisleriniz, cesurca dile getirilmiş. İnsanın kendini anlatırken bu kadar dürüst davrandığı anı kitabı çok azdır. Kaldı ki bu romanlaştırılmış hali iken, siz bu şeffaflığı sergileyebilmişsiniz.
> Ailemizden bir genç kitaptaki bazı itiraflardan dolayı rahatsızlık duymuş. Ona “Devlet bile artık kendisi ile hesaplaşıyor. Devletimizin bugün kendiyle hesaplaşmasının en büyük nedenlerinden biri de bugünkü hükümettir. Bugünkü hükümetin bu ülkeye yaptığı diğer hizmetleri boş verin. Hiç önemli değil. Hangi hükümet gelse devletin parasıyla devlete hizmet edecektir. En büyük hizmet devletin kendisiyle hesaplaşmasıdır. Düşünün ki insanlar artık gidip de canının istediği adamı öldüremeyecek. Öldürdüğü zaman da bunun hesabını verecek. Bugün görüyoruz işte, adam generaldir ama hapistedir. İsmini vermeyeyim, geldiği zaman yolların ışıklandırıldığı, her tarafta askerlerin günlerce o gelecek diye alarmda bekletildiği adam da bugün hapistedir. Bunlar çok önemli gelişmeler. Yaşanan, devletin kendisiyle hesaplaşmasıdır. Kitap da aşiretin kendisiyle hesaplaşmasıdır. Hesaplaşan yalnız bizim aşiret değil. Bütün aşiretler, kendini çok güçlü gösterip korktuğu halde korkmadığını söylüyor. Korkmayan insan yoktur. Allah’tan başka, peygamberimizden başka herkes korkar. Ölümü ölüm saymayıp, benim için esas dünya öbür dünyadır diyen insanların dışında ölümden korkmayan hiçbir insan yoktur. Korkusu olmayan hiçbir insan yoktur. Onun için insanlar hiçbir zaman kendilerini korkusuz göstermemeli. Burada da ben onları açıklıyorum.


(Haber 7)
 
Üst