İddianame’deki karakter oyunu

ummuhan

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eyl 2007
Mesajlar
12,943
Tepkime puanı
1,042
Puanları
0
Konum
Arz
İddianame’deki karakter oyunu


Kapatma talep dilekçesi 162 sayfa diye duyuruluyor. Ulaşan metin sayısı “SP. Hz.2008/01”. Bu metinde önemli karakter oyunları var. Yazı Arial fontu ile yazılıp 12 punto olarak düzenlenmiş. Çok gözüksün diye satır aralıkları yüzde 100 büyütülmüş. İddiaların kapatma konusunda yeterli olup olmadığı konusundaki emin olunamamış olduğundan mıdır bilmiyorum bu şekilde ‘kabarık’ ve ‘çok’ gösterilmek istenmiş olma ihtimali kuvvetli. Word’te metni seçip, biçimlemeyi temizle deyip normal Times New Roman 12 punto yaparsanız metin 80 sayfaya düşüyor. Metnin kendisi gibi şekli de şişirilmiş.

Anayasa ve kanunların birçok maddesinin numarası yerine metnin tümünü yazarak Anayasa Mahkemesi üyelerine, anayasa hatırlatması ile Anayasa Mahkemesi’nin başka nedenlerle verdiği kararlardan alıntılar yaparak adeta üyelere ders veriliyor hem de metin büyük gösterilmeye çalışılarak.

Okumaya değer mi diye düşünmeye vaktim olmadan okudum. İddianame hakkında basında epeyce yorum çıktı. Ama kimse bu boyutunu ele almadı. Dün bir televizyon kanalında bildik üslubu konuşan Yargıtay’dan emekli eski savcıyı ilk kez ümitsiz gördüm. Davanın sonucundan emin olamayan ve gelen tepkilerden yılmış gibi gözüken Yargıtay’dan emekli eski savcının kitaplarını okumaya değer bulmadığım için okumadım okumaya gerekte görmüyorum. Emekli savcı programda ‘kitabımı herkese gönderdim ama Başsavcıya göndermedim’ dese de kitaptaki metinlerle iddianamedeki metinleri benzerliği hakkında basındaki haberler doğru ise bu sözleri eski savcıyı doğrulamıyor

İddianame’nin yazarının “Kısaca ‘laikliğe aykırı eylemlerin odağı durumuna gelmek’ olarak isimlendiren kapatma nedeni” dediği metninde herkesin bir türlü tarifinde uzlaşamadığı laikliğin de tarifi veriliyor.

Laikliği “Lâiklik, ortaçağ dogmatizmini yıkarak aklın öncülüğü, bilimin aydınlığı ile gelişen özgürlük ve demokrasi anlayışının, uluslaşmanın, bağımsızlığın, ulusal egemenliğin ve insanlık idealinin temeli olan bir uygar yaşam biçimidir. İnsanı kul olmaktan çıkarıp birey yapan…” şeklinde ‘İslam kastedilerek’ laiklik İslam karşıtlığı olarak yorumlanıyor ve Laiklikle ilgili itiraflar sıralanıyor:
a-“Türkiye’de lâiklik ilkesinin uygulanması, kimi batılı ülkelerdeki lâiklik uygulamalarından farklıdır.”
b-“Farklı dönemlerde, kimi kesimlerce kendi anlayışları ve siyasal tercihleri doğrultusunda değişik biçimde yorumlanabilmiştir.”
c-“Lâiklik, uygulandığı ülkelerin, dinsel, sosyal ve siyasal koşullarından etkilenmektedir”
d-“Tarihsel gelişiminin farklılığı nedeniyle Türkiye için ayrı bir özellik taşıyan lâiklik, Anayasa ile benimsenen ve korunan bir ilkedir.”
e- “Değişik inançlara sahip olanlar, inançlarına sağlanan güvence sayesinde birlikte yaşama gereğini benimseyerek devletin kendilerine karşı eşit yaklaşımından güven duymuşlardır.” Sanırsınız ki Türkiye’den başka bir ülkeyi tarif ediyor.

Ve sıra geliyorŞeriat’ın tarifine. “İslam şeriatı kişinin inanç dünyasına ilişkin kurallar kadar dünyevi yaşamını ve bunun ötesinde devlet ve toplum yaşamını da düzenleyen, bu kuralları Tanrı buyruğu olarak kabul edip değiştirilmesi bir yana tartışılmasını bile yasaklayan kurallar bütünüdür” şeklindeki en basitinden ithamlar birbirini izliyor. Örneğin Savcının Anayasa Mahkemesi’ne sunduğu dilekçe hakkı insanlara Hz Ömer’in armağan ettiğini bildiğini sanıyorum. Bu hakkı Batılı halkların ezici çoğunluğunu 19 ve 20. yy’da elde edebildiklerini de…

Devamında şöyle deniliyor; “Tarih, dini kural ve prensiplerle yönetilen hiçbir ülkede demokrasinin ve tüm insanlığın ortak kazanımları olan temel hak ve özgürlüklerin yaşama geçirildiğine tanıklık etmemiştir.” El insaf! El insaf!

Süryanice, İbranice ve Latince dâhil 27 dili çok iyi derecede bilen, İslam’da İlim ve Teknoloji sergilerinde 800 eski pusula, takvim, güneş saati, askeri top ve tank, usturlab, küre, su pompası gibi aletin tıpkılarını yaparak insanlığa armağan eden, İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi’nin bir örneğini de İstanbul’a kuran ve ülkemizin iftihar kaynağı ilim adamlarından olan Prof. Dr. Fuat Sezgin hocanın 5 ciltlik İslam Bilimler Tarihi eserini okuyup ta iddianamedeki İslam’ın bilime karşı olduğu iddialarının ne kadar temelsiz olduğunu görmek mümkündür. 50 yılı aşkın bir süredir İslam Bilimleri Tarihi araştırması yapan Prof. Dr. Fuat Sezgin hocanın Müslümanların medeniyete yaptığı katkıları açığa çıkarmak ve bunların bilinmesini sağlamak için yaptığı çaba için kendisine minnet borcumuz var.

İddianamenin tümü sadece başörtüsü üzerine yazılmıştır demek isabetsiz olmaz. Hatta üniversitelerde serbest bırakılmaya çalışılan başörtüsü özgürlüğü “Laikliğe aykırılığın odaklığı irdelenirken, Atatürk’e yönelik saldırı ve eylemler özellikle bu yönüyle ele alınmalıdır” şeklinde odaklaştırılıyor.

Kapatma davasına konu edilen eylemlerin işlendiği tarihlerin bir önemi bulunmamaktadır. Eylemlerin üzerinden ne kadar süre geçse de, bu eylemlere, “odaklığın” ortaya konulması yönünden iddianamede dayanılması olasıdır. Kapatma talebi üzerinden Cumhurbaşkanı’nın meşruiyetini tartışmaya açılmak istenmiştir. Bunun için zorlama bir yorumla “Parti üyeliğinden ayrılanların fiil ve söylemleri de partiye isnat edilebilir. Bu anlamda Abdullah Gül’ün, parti kurucu üyesi, başbakan, başbakan yardımcısı ve dışişleri bakanı olarak eylem ve beyanları da partiye yüklenebilecektir” denilmekle kalkmayıp Cumhurbaşkanı demek yerine Abdullah Gül demek tercih edilmiştir. Hukukun zaman aşımı ilkesi de yok sayılara 20-30 yıl önceki sözler delil gösterilmiş. Hatta Fetullah Gülen’le ilgili olarak “yasadışı örgüt kurup bu amaç doğrultusunda faaliyetlerde bulunmak suçundan hakkında dava açılan Fetullah Gülen” denilerek berat ettiği halde ağır bir ithamda bulunulmaktadır.

Sayın Cumhurbaşkanımızın suç sayılan(!) görüşleri şöyle sıralanıyor; “AİHM kararından önce din bilginlerine danışması gerekir mi?” şeklinde soru sorması üzerine Bunu AİHM’ne sormanız gerekir. Sayın Başbakan'ın söylediği gayet açık. Mademki din ve inançlarla ilgili konular söz konusu, o zaman din bilginlerinden de görüş almak gerekir şeklinde düşüncelerini paylaşmış arkadaşlarla. Bunu farklı mecralara çekmenin bir anlamı yok. Buradaki tuzağı da gayet iyi görüyoruz biz. O açıdan bu konularla ilgili dikkatli hareket etmeye devam edeceğiz. İnanıyorum ki günü geldiğinde Türkiye kendi sorunlarını kendisi çözecek olgunluğa ulaşacak.” ““Tabii ki bunlar AB insan hakları standartları içinde olmayan yasaklardır. Günü geldiğinde bunların hepsi kalkacak Türkiye’de. Ben doğrusu bundan eminim. Paris, Londra veya Berlin’deki bir üniversitede olmayan yasakların, Türkiye’de de olmaması gerekir. Üstelik bizim kendi kültürümüzün bir parçasıysa hiç olmaması gerekir.” “…hükümetimizin konuyla ilgili tutumunun yasaklama yerine özgürlükten yana olduğu bütün kamuoyunca bilinmektedir.” “Adalet ve Kalkınma Partisi olarak türban konusunu biz fikir ve ifade özgürlüğü kapsamında görüyoruz ve değerlendiriyoruz. İsteyen başını örter, isteyen de örtmez, örten de nasıl örteceğine karar verir” “Türkiye'de azınlıkların dini hakları, özgürlükleri söz konusu olurken, çoğunluğun hak ve hukukuyla ilgili konularda eğer kısıtlamalar varsa, bunlar savunulacak işler değildir. Ama bunlar kendi meselelerimizdir.” “Hükümet yasakları kaldırmakta kararlıdır. Hâlâ üniversitelerde, birçok yerlerde ne yazık ki sıkıntılar var.”

Partinin programı, hükümet programı ve acil eylem planlarından tek kelime bahsedilmezken parti tarafından değişik zamanlarda açılan disiplin soruşturmalarına hukuk dili ile yaklaşarak sonucuna bakmak yerine ‘göstermelik soruşturmalar’ olarak tanımlanıyor.

Başbakanın konuşmalarından cımbızlanan sözleri ise şöyle;“İslam ile laikliği yan yana tanım olarak getirmek yanlış olur.” “Kişiler laik olmaz. Bazıları laikliği din gibi algılıyor. Laiklik din olursa aynı anda Müslüman olunamaz. İnsan iki dine mensup olamaz. Asıl itibarıyla laiklik bir sistemdir ve fertlerin değil, devletin laikliği söz konusudur. Dine mensupluksa ferdi bir tasarruftur. O manada söyledim" “Bizdeki etnik unsurları birbirine bağlayan önemli bir din bağı vardır. Çünkü Türkiye'nin yüzde 99'u Müslüman'dır. Bizdeki etnik unsurları birbirinden ayıran ya da bağlayan bağ, Yugoslavya'daki gibi Hırvat, Boşnak, Sırp gibi değildir.” “Hepimizi yaratan mutlak yaratıcı Allah’tır. Ayrıma ne gerek var. O üst ortak paydada birleşip el ele vereceğiz” “Sayın Baykal’ın Yugoslavya benzetmesi üzerine söylenmiştir. Türkiye, bir Yugoslavya değildir. Orada Sırp, Hırvat, Boşnak hepsi ayrı dinlerin mensuplarıdır. Aynı dinde olup farklı mezheplerde olanlar da vardır. Ama Türkiye’de ise 30’a yakın etnik unsur var. Bunu her zaman sizler de yazıyorsunuz, yüzde 99’u Müslüman bir ülke Türkiye’de din bir çimentodur.” “Bu millet Müslüman’dır ve Müslüman olan millet, kendi kitabı Kuranı da rahatlıkla öğrenebilir.” “Laikliği din haline getirirseniz halkı üzersiniz"…"Bizim laiklikle derdimiz yok. 1982 Anayasası'nın laikliği düzenleyen maddesinin gerekçesinde bir tanım mevcut. Gerekçe, 'bütün dinlere eşit mesafede olmak' diyor. İnançlar, devlet güvencesinde. Tekrar ediyorum: Ben insan olarak laik değilim; devlet laiktir. Buna mukabil laik düzeni korumakla yükümlüyüm.” “Bir çocuğun Kuran'ı öğrenmesinin ona getireceği olumsuz ne olabilir? Burada bir yaş sınırı getirildiği zaman öğrenme kolay olsun diye değil, tam tersine bunun önünü nasıl keseriz; bu anlayışla getirildi. Şu anda Diyanet konu üzerinde çalışıyor. Milli Eğitim de çalışıyor. Birisinde 12 yaş, diğerinde 15 yaş. Diyor ki bu yaşlardan önce öğretemezsin. Bırakılım kitabını, Kuran'ı öğrensin. Bu durumdan niye rahatsız olalım. Bırakalım rahat rahat öğrensin. Tommiks-Teksas okumaya hiç kimse mani olmuyor ama kendi kitabını öğrenmesine niye mani oluyoruz." "Din kültürü, ahlâk bilgisi dersinde Kur'an öğrenmiyorlar ki.” "türban sorunu"nu nihai kertede aşmak için referanduma gidilmesi gereğinin de "zaman zaman kendi düşünce dünyasına girdiğini" söylerken, "Tabii, bunun taymingi (zamanlama) önemli. Olayın sosyal boyutu var, siyasal boyutu var. Bütün bunların değerlendirmesini, analizini aramızda hükümet olarak, parti olarak yapmamız lazım. Diğer partilerle bunu değerlendirmemiz lazım. Ben yaptım oldu, şeklinde olmaz" "Kamusal alan sadece bizde var.(…) Sivil toplum örgütleri vakıf üniversitelerinde başörtülü eğitime ilişkin bir dayanışma ortaya koyarlarsa, burada hazır bir hükümet var. Bunu zorlayamam.(…) Özel üniversitelerde türbanla eğitimi serbest bırakalım.” “Sizin yasak koyduğunuz o yapılar kendileri için müşteri bulmaya başlar, yeraltına girer.''…”Bizde ülkenin ileri gelenleri caminin semtine uğramazlar. Uğradığı zaman bazı değerlerini kaybettiğini düşünür veya elden gidiyor diye düşünür.” “Haydi Kızlar Okula’ kampanyası sırasında yaşadığı ilginç bir olayı anlatarak, genç kızların okula gönderilmesini istediklerinde bir kızın “Okula gideyim; ama başörtüm var!” cevabını verdiğinden söz ederek; “Başörtülüyü devlet okuluna sokmuyorsun, bari bırak özelde okusun. Gelin bunun önünü açalım. Sen yarın yine bu çocukları devlette işe alma, özel sektörde çalışsın. Şimdi bunların mantığı şöyle; ‘Sen başörtünle tarlada çalış, çapa yap; ama sosyolog olma, psikolog olma.’ Bunu artık aşmamız lazım.” "Yasaklama, Fransızların kullandığı bir yöntem. Türkler, laikliğin Anglo-sakson yorumunu daha uygun buluyor. İnsanlara 21. yüzyılda bir şeyleri yasaklamayı saçma buluyoruz." “Biz bunu toplumsal mutabakatla çözmek istiyoruz. Ama sonuçta şunu da söylemek zorundayım ki, bu sorun Türkiye'de vardır.” “Ama sizin bu sorunlarınızın çözümü sadece bizim isteğimizle değil tüm siyasi partilerin katılımı ve uzlaşmasıyla çözülmeli. Bunu tek başımıza getirmek istemiyorum, çünkü o durumda gerginlik çıkıyor.” “Ağlayan yavrular onları affetmeyecektir. Bu konuda toplumsal mutabakat var, ama kurumsal mutabakatta sıkıntımız var. Başörtüsü bir oy zemini olmamalı. Ben bir oy zemini olarak görmüyorum. 3 Kasım seçimlerinde de 'böyle bir vaatle gelmiyorum' dedim. Kurumsal mutabakat sağlandığında bu zaten çözülecektir.” “Kamusal alanın henüz tanımı yoktur. Sıkıntı biraz buradan kaynaklanmaktadır. Bizdeki sorun, üniversitelerde başörtülü kızlara yer verilmemesi sorunudur.” “Görünen o ki, halkın mutabakatı ile kurumların mutabakatı henüz oluşmuyor"… "Bugün çok daha net olarak söylüyorum; Türkiye'de halkın mutabakatı ile halkın temsilcisi olanların ve kurumların mutabakatı henüz oluşmuyor" …"Eğer evrensel hakları görmemezlikten gelirsek, ülkemize yazık ederiz.” “Bir karar alıyoruz, Cumhurbaşkanı'ndan dönüyor, Anayasa Mahkemesi'nden dönüyor. Hani hükümet tek başına karar veriyordu. Resul Bey sen bu gruptan birisin; ne zorluklarla bu düzenlemeleri getirdiğimizi biliyorsun. Bunlar basit şeyler değil, kolay halledilecek meseleler değil. Çok acelecisiniz, biz sorumluluk sahibiyiz.” “Ama biz özellikle ülkemizde bir toplumsal gerilim olmasın diye sabırlı hareket ediyoruz. Ve diyoruz ki bir toplumsal mutabakat olsun. Bakın benim kızlarım ABD'de okuyor. Burada o özgürlük anlayışı var. Ama ülkemde yok. Şu anda ben bu acıya sadece ülkemde bir toplumsal gerilim olmasın diye katlanıyorum.” “Bu sorunu sadece azınlıktaki gayrimüslümler değil çoğunluktaki Müslüman kesim de çekiyor. Bu konu bizim için de zor" “Din ve vicdan özgürlüğünün gereği neyse şüphesiz ki sağlanmalıdır. “Bu, ağırlığı Hıristiyan olan ülkelerde sağlanmışsa, ağırlığı Müslüman olan Türkiye’de de konsensüsle başarılmalıdır, sağlanmalıdır. Biz geldiğimizden beri hep şunu söyledik; seçim öncesinde de ben söyledim; ‘bir toplumsal mutabakat sağlandığı anda çözüleceğine inanıyorum” “AİHM'deki bu kararı verenlere şu soruyu sormak istiyorum; sizin ülkelerinizde mevcut yasalarınızın inançlarla örtüşen veya çakışan yanlarını değerlendirdiniz mi?” “Böyle bir yasak Anayasa'da yok. Sadece Anayasa Mahkemesi'nin bir yorumu var. Yasama yeni bir yasa çıkarırsa, Anayasa Mahkemesi durumu gözden geçirmek zorundadır, bu yorum da kalıcı değildir. Yasa çıkarabiliriz. Ama arzumuz bu sorun toplumsal gerilime yol açmasın ve özgürlükler noktasında çözülsün." “Mahkemenin de bu konuda söz söyleme hakkı yoktur. Söz söyleme hakkı din ulemasınındır. Açarsın o dinin mensubuna, Musevi ise o dinin mensubuna, Hıristiyansa o dinin mensubuna sorarsın, bunun dinde gerçekten emredici bir hükmü var mı? Varsa saygı duymak zorundasınız.” “Kadını özel alana hapseden, kamusal alandan dışlayan, cinsiyet ayrımcılığına dayanan baskıcı ve tutucu anlayışlar medeni olamaz.” "Bunlar bu gidişle evin içine de karışacaklar. Şöyle şöyle davranacaksınız diyecekler. Kusura bakmayın. Türkiye yolgeçen hanı değil. Herkes yerini belirlemek zorunda. Biz gerilim olmasını istemiyoruz. Birileri nemalanmasın diye sabrediyoruz. Ancak hukuk adına yargı makamını işgal edenler, bu ülkede böyle bir zemini hazırlama gayreti içine girmesinler. Ben milletin vekili olarak konuşuyorum, konuşmak zorundayım. Ben yargı makamı değil, yürütme makamıyım. Sorumluluğum ne ise onu yapıyorum. Yargıdan da adil yaklaşmalarını bekliyorum” “…Bizim önümüze ikide bir Anayasayı çıkarmasınlar. (…) En az onlar kadar Anayasa’yı biz de biliriz. (…)kimse kendini yasama-yürütme organının üstünde göremez. Yargı ihsası rey makamı değil.(…)Herkes konumunu, yerini gayet iyi bilmeli…” “Eğer irtica dini siyasete alet etmekse, Türkiye'de dini siyasete kimlerin alet ettiği bellidir. Ama eğer siz dindar insanları siyasetten alıkoymak için bunu konuşuyorsanız, bu millet de sizi affetmez. Bunu böyle bilin. Bu ülkede dindar insanların da siyaset yapma hakkı vardır.”

Sanırım bu kadarı bile çok. İddiaların çoğu tekrarlardan oluşuyor. Başbakan aynı konuda demeç vermiş ve farklı yayın organlarında çıkmış bütün bunları çok gözükmesi için sürekli tekrar tekrar yer verilmiş. Bu suç(!) unsuru sözleri yeterli bulmayan savcı, eski defterleri karıştırmış Başbakanın Ak Parti’nin kurulmasından 20-30 yıl önce söylediklerini de delil olarak koymuş.

Düzenleme oyunu ile 162 sayfaya çıkarılan bu iddianamede anayasa, yasa ve konuşma metinleri ile bölüm başlıklarını çıkardığınız zaman Savcı tarafından kaleme alınmış metin sayısı 2-3 sayfa bile tutmuyor. Okumak isteyenler 162 sayfa diye gözünüzü korkutmanıza gerek yok, eğlenmeyi seviyorsanız bir saatte okuyabilirsiniz. Ama okumazı önermiyorum.

Tüketici Hakları Derneği
 
Üst