dedekorkut1
Doçent
İSLÂM'DA SUÇ VE CEZA
SELİM GÜRBÜZER
İslam’da başta cana kıymak gibi başkasına yapılan kötülüklere karşılık olarak hapis, kısas, diyet, mirastan mahrumiyet ve kefaret türü cezalar uygulanır. Bakınız Yüce Mevla’mız bu hususta “Allah ve Resulüne karşı savaşan ve yeryüzünde fesat çıkarmaya çalışanların cezası ancak öldürülmeleri veya asılmaları yahut ayak ve ellerinin çaprazlama kesilmesi ya da yeryüzünde başka bir yere sürgün edilmeleridir. Bu dünya onlar içinde bir zillettir. Ahrette ise onlar için büyük bir azab vardır” (Maide 33) diye beyan buyurduğu ayette geçen ‘sürgün’ ifadesinden maksadın hapis olduğu anlaşılır. Nitekim Hassâf’ın bu hususla alakalı; Allah Resulünün Mekke halkından bir grup arasında çıkan kavgada bir kişinin ölümü üzerine görevlendirdiği memur vasıtasıyla olayda dahli bulunanları hapsettirdiğine dair naklettiği rivayet bu durumu teyid ediyor. Haps uygulaması Hz. Ali (k.v)'in halifelik dönemine ışık tuttuğu gibi bu sayede 'Mahyes' veya 'Muhayyes' olarak adlandırılan taştan ve çamurdan yapılan mahpushane yapımını da beraberinde getirmiştir.
Esas itibariyle kısas denince müfessir (yaralama) fiil veya katilin (öldüren kişi) maktul (öldürülen) karşılığında ona denk gelen cezaya çarptırılması diye tarif edilir. Hele bilhassa tarihi kahramanlık filmlerde görmüşüzdür malum, mesela ‘Diriliş Ertuğrul’ dizisinde elim bir hadise yaşandığında kana kan, cana can, dişe diş ifadelerini sıkça duyarız ya, aslında bu ifade kısası tarif eden bir ifadedir. Ama yinede biz dizi filimden örnek vermek yerine fıkıh kitaplarını şöyle bir göz ataraktan mesela bir kişinin uzvunun yaralanması ya da kesilen organına aynı misliyle karşılık verilmesi gibi kısas örnekleri vermemiz daha doğru olur. Ki, kısas hükmü Kur’an’da “Ey akıl sahipleri kısasta sizin için hayat vardır” (Bakara/179) ayetiyle sabit bir hükümdür. Öyle ki insanlara ibreti âlem olsun diye son derece caydırıcılık yönü de ağır basan türden toplum vicdanını rahatlatan bir hükümdür bu.
Malumunuz cahiliye döneminde kısas uygulaması sadece suç işleyene değil tamamen toptancı çarpık bir anlayışla failin neredeyse tüm nesebini ve yakınlarını da kapsayan kan davası türü bir uygulamadır. Tâ ki İslam güneşi insanlığın üzerine doğuverir, işte o zaman bu tür uygulamalara son verilip yerini suçların şahsiliği ilkesine dayalı kısasa bırakacaktır. Böylece bu sayede bir cani hakkında kısas hükmü verilse de icabında maktul (ölenin) yakınları affını dilediğinde bu hükmün icra edilemeyeceğinin kapısı aralanırda. Ve bu durum İslam’da büyük bir erdemlilik olarak addedilir. Nitekim Rabb’ül Âleminin bu hususta “Bir kötülüğün cezası, onun gibi kötülüktür. Kimde affedip durumu düzeltirse onun ecri Allah’a düşer. Muhakkak O, zalimleri sevmez” (Şura/40) ve “İşte bu nedenle, İsrail oğullarına da yazmıştık ki; öldürdüğü başka birine karşılık veya bulunduğu bir yerde çıkardığı fitne ve fesada olmaksızın-her kim bir kişiyi öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibidir. Kimde onu diriltirse (yaşamasına hizmet ederse), bütün insanların hayatını kurtarmış gibidir” (Maide/32) beyan buyurmanın yanı sıra Peygamberimiz (s.a.v)'in “Dünya ve ahret ahlakının en yüce olanını sana gösteriyim mi? Bu ahlak, seninle ilişkisini kesip seni arayıp sormadığı halde, senin onu arayıp sormandır. Sende bulunmasıdır. Ve sana zulmedeni senin affetmendir” (Taberani) diye beyan buyurduğu hadisi şerifi de bunun açık bir delilidirler.
Nasıl ki İslam’da bir köleyi azad etmek bir insanın hayatını kurtarmak türünden bir erdemlilik olarak kabul görüyorsa, aynen kısasla öldürülecek bir şahsı affetmekte erdemlilikten sayılır. Şayet kısasından vazgeçilen şahsın diyet olarak köleyi azad edecek maddi gücü yoksa bu durumda diyet yerine kefaret olarak iki ay oruç tutması kâfidir. Tabii İslam fıkhında kefaretten maksat işlenen suç karşılığında suçluya pişman olmasına vesile olacak bedel ödettirmektir. Hem madden hem manen bedel ödemeli ki icabında ahrette çekeceği cezayı hafifletebilsin. Sonuçta cürüm işlemiş bir insan bu dünyada cezasını görmese de ahrette mutlaka karşılığını bulacaktır. Zira bir insanın kanına girmek tüm insanlığın kanına girmek gibidir. Ve Rabb’ül Âlemin bu hususta şöyle ferman buyurur da: “Her kim bir mümini kasten öldürürse çarpılacağı ceza içinde ebediyen kalmak üzere cehennemdir. Onu Allah gazap etmiştir, lanet etmiştir ve ona büyük azap hazırlamıştır. Ne acı sondur.” (Nisa/93)
Evet, kasten cinayet işlemek en büyük günahlardandır. Bu günahı işleyenin dünyada ki bedeli kısas olarak karşılık bulurken ahrette ki karşılığı ise malum cehennem azabıdır. Tabii buna gayrimüslimi haksız yere öldürmekte dâhildir. Nitekim Peygamberimiz (s.a.v)'in gerek zimmî bir şahsı öldürmek gerekse Müslüman bir şahsın katli hususunda zikrettiği hadis-i şerifler bunun en bariz delilleridir. Bakınız Allah Resulü bu hususlarda:
- “Bir kimse zimmîyi (Müslümanlarla anlaşma yapmış ve İslam tabiiyetini kabul etmiş gayrimüslim) öldürürse cennetin kokusunu koklayamaz. Hâlbuki cennetin güzel kokusu, kırk senelik bir mesafeden gelir, burnunu güzel kokuyla kokulandırır. Bu ne büyük mahrumiyettir” ve “İki Müslüman kılıçlarıyla birbirlerini karşılayıp ve bir diğerini öldürecek olsa öldürende ölende cehennemdedir” (Camiüs’sağir) diye beyanda bulunduğunda sahabe şaşkınlığını gizleyemez ve şöyle karşılık verir;
-Ama Ya Resulallah! Biri katil diğeri maktuldür, bu durumda nasıl olurda maktul cehennemlik olur ki.
Bunun üzerine Habib-i Ekrem Efendimiz (s.a.v) şöyle der;
-Şüphesiz o da arkadaşını öldürmeye hırslı bulunmuştur.
Gerçekten de öldürmeye hırslı bulunmak o fiili işlemek gibidir. Kaldı ki bir Müslüman’ın ölmesini arzulamak dinimizde hoş karşılanmaz. Nitekim Allah Resulü bu hususta da şöyle der: “Her kim bir Müslüman’ın kanının dökülmesini ister bir kelimenin harfiyle mesela ‘öldür’ kelimesinin ilk harfiyle iştirak etse kıyamet günü iki gözünün ortasında Allah’ın rahmetinden ümidi kesilmiştir diye yazılmış olarak gelecektir.” Yani bu hadis-i şeriften anlaşılan o ki; en az öldürmek kadar öldürmeye azmetmekte suçtur. Hatta anne karnındaki çocuğu kürtaj yoluyla öldürmekte öyledir. Ki Allah Teâlâ; “Çocuklarınızı geçim korkusuyla öldürmeyiniz. Biz sizi de onları da rızklandırırız”(Enam/151) diye beyan buyurmuştur.
SELİM GÜRBÜZER
İslam’da başta cana kıymak gibi başkasına yapılan kötülüklere karşılık olarak hapis, kısas, diyet, mirastan mahrumiyet ve kefaret türü cezalar uygulanır. Bakınız Yüce Mevla’mız bu hususta “Allah ve Resulüne karşı savaşan ve yeryüzünde fesat çıkarmaya çalışanların cezası ancak öldürülmeleri veya asılmaları yahut ayak ve ellerinin çaprazlama kesilmesi ya da yeryüzünde başka bir yere sürgün edilmeleridir. Bu dünya onlar içinde bir zillettir. Ahrette ise onlar için büyük bir azab vardır” (Maide 33) diye beyan buyurduğu ayette geçen ‘sürgün’ ifadesinden maksadın hapis olduğu anlaşılır. Nitekim Hassâf’ın bu hususla alakalı; Allah Resulünün Mekke halkından bir grup arasında çıkan kavgada bir kişinin ölümü üzerine görevlendirdiği memur vasıtasıyla olayda dahli bulunanları hapsettirdiğine dair naklettiği rivayet bu durumu teyid ediyor. Haps uygulaması Hz. Ali (k.v)'in halifelik dönemine ışık tuttuğu gibi bu sayede 'Mahyes' veya 'Muhayyes' olarak adlandırılan taştan ve çamurdan yapılan mahpushane yapımını da beraberinde getirmiştir.
Esas itibariyle kısas denince müfessir (yaralama) fiil veya katilin (öldüren kişi) maktul (öldürülen) karşılığında ona denk gelen cezaya çarptırılması diye tarif edilir. Hele bilhassa tarihi kahramanlık filmlerde görmüşüzdür malum, mesela ‘Diriliş Ertuğrul’ dizisinde elim bir hadise yaşandığında kana kan, cana can, dişe diş ifadelerini sıkça duyarız ya, aslında bu ifade kısası tarif eden bir ifadedir. Ama yinede biz dizi filimden örnek vermek yerine fıkıh kitaplarını şöyle bir göz ataraktan mesela bir kişinin uzvunun yaralanması ya da kesilen organına aynı misliyle karşılık verilmesi gibi kısas örnekleri vermemiz daha doğru olur. Ki, kısas hükmü Kur’an’da “Ey akıl sahipleri kısasta sizin için hayat vardır” (Bakara/179) ayetiyle sabit bir hükümdür. Öyle ki insanlara ibreti âlem olsun diye son derece caydırıcılık yönü de ağır basan türden toplum vicdanını rahatlatan bir hükümdür bu.
Malumunuz cahiliye döneminde kısas uygulaması sadece suç işleyene değil tamamen toptancı çarpık bir anlayışla failin neredeyse tüm nesebini ve yakınlarını da kapsayan kan davası türü bir uygulamadır. Tâ ki İslam güneşi insanlığın üzerine doğuverir, işte o zaman bu tür uygulamalara son verilip yerini suçların şahsiliği ilkesine dayalı kısasa bırakacaktır. Böylece bu sayede bir cani hakkında kısas hükmü verilse de icabında maktul (ölenin) yakınları affını dilediğinde bu hükmün icra edilemeyeceğinin kapısı aralanırda. Ve bu durum İslam’da büyük bir erdemlilik olarak addedilir. Nitekim Rabb’ül Âleminin bu hususta “Bir kötülüğün cezası, onun gibi kötülüktür. Kimde affedip durumu düzeltirse onun ecri Allah’a düşer. Muhakkak O, zalimleri sevmez” (Şura/40) ve “İşte bu nedenle, İsrail oğullarına da yazmıştık ki; öldürdüğü başka birine karşılık veya bulunduğu bir yerde çıkardığı fitne ve fesada olmaksızın-her kim bir kişiyi öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibidir. Kimde onu diriltirse (yaşamasına hizmet ederse), bütün insanların hayatını kurtarmış gibidir” (Maide/32) beyan buyurmanın yanı sıra Peygamberimiz (s.a.v)'in “Dünya ve ahret ahlakının en yüce olanını sana gösteriyim mi? Bu ahlak, seninle ilişkisini kesip seni arayıp sormadığı halde, senin onu arayıp sormandır. Sende bulunmasıdır. Ve sana zulmedeni senin affetmendir” (Taberani) diye beyan buyurduğu hadisi şerifi de bunun açık bir delilidirler.
Nasıl ki İslam’da bir köleyi azad etmek bir insanın hayatını kurtarmak türünden bir erdemlilik olarak kabul görüyorsa, aynen kısasla öldürülecek bir şahsı affetmekte erdemlilikten sayılır. Şayet kısasından vazgeçilen şahsın diyet olarak köleyi azad edecek maddi gücü yoksa bu durumda diyet yerine kefaret olarak iki ay oruç tutması kâfidir. Tabii İslam fıkhında kefaretten maksat işlenen suç karşılığında suçluya pişman olmasına vesile olacak bedel ödettirmektir. Hem madden hem manen bedel ödemeli ki icabında ahrette çekeceği cezayı hafifletebilsin. Sonuçta cürüm işlemiş bir insan bu dünyada cezasını görmese de ahrette mutlaka karşılığını bulacaktır. Zira bir insanın kanına girmek tüm insanlığın kanına girmek gibidir. Ve Rabb’ül Âlemin bu hususta şöyle ferman buyurur da: “Her kim bir mümini kasten öldürürse çarpılacağı ceza içinde ebediyen kalmak üzere cehennemdir. Onu Allah gazap etmiştir, lanet etmiştir ve ona büyük azap hazırlamıştır. Ne acı sondur.” (Nisa/93)
Evet, kasten cinayet işlemek en büyük günahlardandır. Bu günahı işleyenin dünyada ki bedeli kısas olarak karşılık bulurken ahrette ki karşılığı ise malum cehennem azabıdır. Tabii buna gayrimüslimi haksız yere öldürmekte dâhildir. Nitekim Peygamberimiz (s.a.v)'in gerek zimmî bir şahsı öldürmek gerekse Müslüman bir şahsın katli hususunda zikrettiği hadis-i şerifler bunun en bariz delilleridir. Bakınız Allah Resulü bu hususlarda:
- “Bir kimse zimmîyi (Müslümanlarla anlaşma yapmış ve İslam tabiiyetini kabul etmiş gayrimüslim) öldürürse cennetin kokusunu koklayamaz. Hâlbuki cennetin güzel kokusu, kırk senelik bir mesafeden gelir, burnunu güzel kokuyla kokulandırır. Bu ne büyük mahrumiyettir” ve “İki Müslüman kılıçlarıyla birbirlerini karşılayıp ve bir diğerini öldürecek olsa öldürende ölende cehennemdedir” (Camiüs’sağir) diye beyanda bulunduğunda sahabe şaşkınlığını gizleyemez ve şöyle karşılık verir;
-Ama Ya Resulallah! Biri katil diğeri maktuldür, bu durumda nasıl olurda maktul cehennemlik olur ki.
Bunun üzerine Habib-i Ekrem Efendimiz (s.a.v) şöyle der;
-Şüphesiz o da arkadaşını öldürmeye hırslı bulunmuştur.
Gerçekten de öldürmeye hırslı bulunmak o fiili işlemek gibidir. Kaldı ki bir Müslüman’ın ölmesini arzulamak dinimizde hoş karşılanmaz. Nitekim Allah Resulü bu hususta da şöyle der: “Her kim bir Müslüman’ın kanının dökülmesini ister bir kelimenin harfiyle mesela ‘öldür’ kelimesinin ilk harfiyle iştirak etse kıyamet günü iki gözünün ortasında Allah’ın rahmetinden ümidi kesilmiştir diye yazılmış olarak gelecektir.” Yani bu hadis-i şeriften anlaşılan o ki; en az öldürmek kadar öldürmeye azmetmekte suçtur. Hatta anne karnındaki çocuğu kürtaj yoluyla öldürmekte öyledir. Ki Allah Teâlâ; “Çocuklarınızı geçim korkusuyla öldürmeyiniz. Biz sizi de onları da rızklandırırız”(Enam/151) diye beyan buyurmuştur.