spesifik
آزادی قید و بند
İSTANBUL SÖZLEŞMESİ FESHEDİLMİŞ; DARISI DİĞER ZULÜM HÜKÜMLERİNİN BAŞINA!
İstanbul Sözleşmesi denilen insanlık dışı paçavra, imzalandığı 2011 yılından bu yana nice zulümlere gerekçe olduktan sonra nihayet feshedilip çöpe atılmak zorunda kalınmış. Halktan nicelerinin bu kanunu on yıl halkın başına belâ edenlere şimdi teşekkür edeceğini, yönetime methiyeler düzeceğini tahmin etmek zor değil. Bizim de iyiliği görmeyip hep yanlışlara odaklandığımızı iddia bile edebilirler bu uzlaşmacı ve işbirlikçiler. On yıl nice insanı evinden, yuvasından kopardılar. Haksız yere aileler dağıldı, kadına şiddeti önleme adıyla kadına şiddeti hortlattılar. Beşer kanunlarının özelliğidir bu. Mutlak adaleti gerçekleştiremez insan. Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyenleri Kur’an niye zâlim diye vasıflandırıyor? Çünkü insanların kendi kafalarından uydurdukları veya Batılı efendilerinin dikte ettirdiği kanunlarla adalet gerçekleşmez. Partinin adını Adalet koymak insanları kandırmaktır sadece. Adalet istiyorsanız Allah’ın indirdiği hükümleri tatbik edeceksiniz. Sadece İstanbul Sözleşmesi mi Allah’ın kitabına ters hüküm içeren? Diğer bütün kanunlar Allah’ın Kitabına mı dayanıyor? Bunlardan ne zaman vazgeçecek, o kanunları ne zaman feshedeceksiniz?
Eğer bu sözleşmeyi fesheden kimse, müslüman halktan aferin almak istiyorsa, bu feshettiği kanunun yerine, daha az zulüm içeren yine tâğutî bir kanun koymak yerine, Allah’ın bu konudaki hükmünü kanunlaştırsın, sonra takdir beklesin. Bu şekilde de yine takdir bekleyemez. Kur’an der ki: “… Yoksa siz kitabın bir kısmına iman edip bir kısmını (uygulamayı mecbur görmeyerek) inkâr mı ediyorsunuz? İçinizden bu şekilde davranan birinin dünya hayatındaki cezası ancak rezil rüsvâ olmaktır; kıyamet gününde ise onlar azabın en şiddetlisine itilirler. Allah sizin yapmakta olduğunuzdan habersiz değildir.” (2/Bakara, 85). Kahramanlık taslamaya kalkmayın. Bunca sene, kanun olarak dayatın ve nice haneyi inim inim inletin, sonra özür bile dileme ihtiyacı duymayın. Hapiste eziyet çekenlerin ve bu sözleşme yüzünden zulme uğrayanların durumu ne olacak? Şimdi yapılan suç sayılmayacak, çünkü sözleşme feshedilmiş. Dün yapılanlar niye suç? Ya dün yapılan yanlış idi, ya bugün yapılan yanlış. Peki, diğer kanunların zulmüne muhatap olanlar ne olacak? Allah’ın Kur’an’da belirttiği kanunları binlerce sene eskimeden hükmünü sürdürür, Kıyamete kadar değişme ihtiyacı duymadan bütün insanlara adalet dağıtmaya hazırken; beşerin anayasaları ve yasaları ne de çabuk eskiyor ve kendi çıkardıkları kanunları kendileri kısa zaman sonra nasıl değiştirmek zorunda kalıyorlar. Sonra o değiştirdiklerini de değiştirme ihtiyacı duyuyorlar. Kur’an, ipini eğiren sonra bozup-çözen (kadın) örneğini verir ve onun gibi olmayın, der (16/Nahl, 92). Kanunlar yap-boz tahtasıdır. Kanun kaldırılınca suç olmayan şey, kanun uygulanırken suçtur. Bu ne biçim kanundur, ne biçim adalettir ki, iki insan aynı davranışı sergiliyor, kanun uygulanırken suç sayılıyor, ertesi gün aynısını bir başkası yapıyor, kanun kalkmış suç sayılmıyor…
“Yoksa onlar (İslâm öncesi) câhiliyye hükmünü (idaresini) mü istiyorlar? İyi anlayan bir topluma göre, hükmü, hükümranlığı Allah’tan daha güzel kim vardır?” (5/Mâide, 50) İslâm’a göre yapılanmış ve her türlü değer yargısı İslâm’a göre şekillenmiş olan toplumun hükmü İslâmî; böyle olmayan toplumun hükmü ise câhilî hükümdür.
İslâmî anlamıyla hâkimiyetin dışında kalan her türlü hâkimiyet ve İslâm’ın değer yargıları dışında kalan her çeşit değerlendirmeye ad olan “câhilî hâkimiyet”in mâhiyeti hakkında İbn Kesir, sözkonusu âyet ile ilgili olarak şöyle der: “Cenâb-ı Allah, (bu âyette) her türlü hayrı kapsayan ve her çeşit şerden uzak tutan Allah’ın sapasağlam hükmünü bırakıp onun dışında kalan ve şahıslar tarafından Allah’ın şeriatine dayanmaksızın konulmuş görüş, hevâ ve ıstılahlara yönelen kimselerin bu davranışını reddetmektedir. Nitekim câhiliyye dönemi insanları da böyle yapıyor, kendi görüş ve hevâlarından ortaya attıkları dalâlet ve cehâletlerle hüküm veriyorlardı. Moğolların da yaptıkları bu idi. Onlar kendilerine yasak (yasa) koyan kralları Cengiz Han’ın hükümlerine göre yönetiliyorlardı. Bu yasağı Cengiz, yahûdi ve hıristiyan şeriatlerinden, İslâm dininden ve başka dinlerden yararlanarak meydana getirmişti. Orada sırf kendi görüşü olan ve hevâsından kaynaklanan hükümler de vardı. İşte onun bu yasağı (yasası), soyundan gelenler arasında uyulan bir şeriat olmuştu. Onlar Allah’ın Kitabı ve Rasûlünün sünneti ile hükmetmeyi bir kenara bırakıp “yasa(k)” ile hükmediyorlardı. Her kim böyle yaparsa o kâfirdir; Allah’ın ve Rasûlünün hükmüne geri dönüş az ya da çok hiçbir konuda onların dışında hiçbir şeyle hükmetmemek çizgisine gelinceye kadar onunla savaşmak farzdır.” (İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l Azîm, II/67)
Biz, müslüman olarak Allah’ın indirdiği hükümlerin tümünün uygulanmasını istiyoruz. Bunu talep etmek, bunun gerçekleşmesi için mücadele etmek, hem hakkımız ve hem görevimizdir. İstanbul Sözleşmesini iptal etmek yetmez; Allah’la yaptığımız sözleşmeye uyulması ve Kur’an kanunlarının uygulanması gerekir.
Ahmed Kalkan
İstanbul Sözleşmesi denilen insanlık dışı paçavra, imzalandığı 2011 yılından bu yana nice zulümlere gerekçe olduktan sonra nihayet feshedilip çöpe atılmak zorunda kalınmış. Halktan nicelerinin bu kanunu on yıl halkın başına belâ edenlere şimdi teşekkür edeceğini, yönetime methiyeler düzeceğini tahmin etmek zor değil. Bizim de iyiliği görmeyip hep yanlışlara odaklandığımızı iddia bile edebilirler bu uzlaşmacı ve işbirlikçiler. On yıl nice insanı evinden, yuvasından kopardılar. Haksız yere aileler dağıldı, kadına şiddeti önleme adıyla kadına şiddeti hortlattılar. Beşer kanunlarının özelliğidir bu. Mutlak adaleti gerçekleştiremez insan. Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyenleri Kur’an niye zâlim diye vasıflandırıyor? Çünkü insanların kendi kafalarından uydurdukları veya Batılı efendilerinin dikte ettirdiği kanunlarla adalet gerçekleşmez. Partinin adını Adalet koymak insanları kandırmaktır sadece. Adalet istiyorsanız Allah’ın indirdiği hükümleri tatbik edeceksiniz. Sadece İstanbul Sözleşmesi mi Allah’ın kitabına ters hüküm içeren? Diğer bütün kanunlar Allah’ın Kitabına mı dayanıyor? Bunlardan ne zaman vazgeçecek, o kanunları ne zaman feshedeceksiniz?
Eğer bu sözleşmeyi fesheden kimse, müslüman halktan aferin almak istiyorsa, bu feshettiği kanunun yerine, daha az zulüm içeren yine tâğutî bir kanun koymak yerine, Allah’ın bu konudaki hükmünü kanunlaştırsın, sonra takdir beklesin. Bu şekilde de yine takdir bekleyemez. Kur’an der ki: “… Yoksa siz kitabın bir kısmına iman edip bir kısmını (uygulamayı mecbur görmeyerek) inkâr mı ediyorsunuz? İçinizden bu şekilde davranan birinin dünya hayatındaki cezası ancak rezil rüsvâ olmaktır; kıyamet gününde ise onlar azabın en şiddetlisine itilirler. Allah sizin yapmakta olduğunuzdan habersiz değildir.” (2/Bakara, 85). Kahramanlık taslamaya kalkmayın. Bunca sene, kanun olarak dayatın ve nice haneyi inim inim inletin, sonra özür bile dileme ihtiyacı duymayın. Hapiste eziyet çekenlerin ve bu sözleşme yüzünden zulme uğrayanların durumu ne olacak? Şimdi yapılan suç sayılmayacak, çünkü sözleşme feshedilmiş. Dün yapılanlar niye suç? Ya dün yapılan yanlış idi, ya bugün yapılan yanlış. Peki, diğer kanunların zulmüne muhatap olanlar ne olacak? Allah’ın Kur’an’da belirttiği kanunları binlerce sene eskimeden hükmünü sürdürür, Kıyamete kadar değişme ihtiyacı duymadan bütün insanlara adalet dağıtmaya hazırken; beşerin anayasaları ve yasaları ne de çabuk eskiyor ve kendi çıkardıkları kanunları kendileri kısa zaman sonra nasıl değiştirmek zorunda kalıyorlar. Sonra o değiştirdiklerini de değiştirme ihtiyacı duyuyorlar. Kur’an, ipini eğiren sonra bozup-çözen (kadın) örneğini verir ve onun gibi olmayın, der (16/Nahl, 92). Kanunlar yap-boz tahtasıdır. Kanun kaldırılınca suç olmayan şey, kanun uygulanırken suçtur. Bu ne biçim kanundur, ne biçim adalettir ki, iki insan aynı davranışı sergiliyor, kanun uygulanırken suç sayılıyor, ertesi gün aynısını bir başkası yapıyor, kanun kalkmış suç sayılmıyor…
“Yoksa onlar (İslâm öncesi) câhiliyye hükmünü (idaresini) mü istiyorlar? İyi anlayan bir topluma göre, hükmü, hükümranlığı Allah’tan daha güzel kim vardır?” (5/Mâide, 50) İslâm’a göre yapılanmış ve her türlü değer yargısı İslâm’a göre şekillenmiş olan toplumun hükmü İslâmî; böyle olmayan toplumun hükmü ise câhilî hükümdür.
İslâmî anlamıyla hâkimiyetin dışında kalan her türlü hâkimiyet ve İslâm’ın değer yargıları dışında kalan her çeşit değerlendirmeye ad olan “câhilî hâkimiyet”in mâhiyeti hakkında İbn Kesir, sözkonusu âyet ile ilgili olarak şöyle der: “Cenâb-ı Allah, (bu âyette) her türlü hayrı kapsayan ve her çeşit şerden uzak tutan Allah’ın sapasağlam hükmünü bırakıp onun dışında kalan ve şahıslar tarafından Allah’ın şeriatine dayanmaksızın konulmuş görüş, hevâ ve ıstılahlara yönelen kimselerin bu davranışını reddetmektedir. Nitekim câhiliyye dönemi insanları da böyle yapıyor, kendi görüş ve hevâlarından ortaya attıkları dalâlet ve cehâletlerle hüküm veriyorlardı. Moğolların da yaptıkları bu idi. Onlar kendilerine yasak (yasa) koyan kralları Cengiz Han’ın hükümlerine göre yönetiliyorlardı. Bu yasağı Cengiz, yahûdi ve hıristiyan şeriatlerinden, İslâm dininden ve başka dinlerden yararlanarak meydana getirmişti. Orada sırf kendi görüşü olan ve hevâsından kaynaklanan hükümler de vardı. İşte onun bu yasağı (yasası), soyundan gelenler arasında uyulan bir şeriat olmuştu. Onlar Allah’ın Kitabı ve Rasûlünün sünneti ile hükmetmeyi bir kenara bırakıp “yasa(k)” ile hükmediyorlardı. Her kim böyle yaparsa o kâfirdir; Allah’ın ve Rasûlünün hükmüne geri dönüş az ya da çok hiçbir konuda onların dışında hiçbir şeyle hükmetmemek çizgisine gelinceye kadar onunla savaşmak farzdır.” (İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l Azîm, II/67)
Biz, müslüman olarak Allah’ın indirdiği hükümlerin tümünün uygulanmasını istiyoruz. Bunu talep etmek, bunun gerçekleşmesi için mücadele etmek, hem hakkımız ve hem görevimizdir. İstanbul Sözleşmesini iptal etmek yetmez; Allah’la yaptığımız sözleşmeye uyulması ve Kur’an kanunlarının uygulanması gerekir.
Ahmed Kalkan