Salat kelimesinin manası :
'Salat' kelimesi, esas itibarıyla 'yönelme' eyleminin çokluğunu, içtenliğini ve mutlaklığını ifade eder. Buna göre, 'sa-le-ve' kökünden türeyen 'salat' kelimesi, özel bir anlam kazanır ve kulun Allah'a karşı "içten yönelişini" karşılar.
Kişi, namaz kıldığında, Allah'a yönelmiş olmaktadır ve bu yönelişin doğal sonucu olarak da, O'nu yüceltmekte, O'ndan yardım dilemekte, O'nu övmekte, O'na bağlanmakta ve O'ndan yardım istemektedir. İşte Kur'an'da 'salat' kelimesinin geçtiği her yerde bu manalar vardır (Taha:132; Nur:58; Ankebut:45; Cuma:9,10; Bakara:45,153,238; Nisa:43,103, Maide:58, 9; Tevbe:54, vd.).
'Musalli' (namaz kılan) de, yönelişini bu şekilde gerçekleştiren kişidir. Fakat burada önemli bir husus vardır ki o da şudur: her 'salat' (yani 'yönelme') eylemi, olumlu bir yöneliş manası taşımaz. Nitekim Enfal:35. ayette: "onların (müşriklerin) Beyt önündeki namazları (salatuhum), ıslık çalmak ve el çırpmaktan başkası değildir" denilmektedir. Bu ayet, müşriklerin ibadet kasdı ile yaptıkları yönelişlerin (salatuhum) onay alamadığını açıkça kanıtlamaktadır. 'Salat' eyleminin onay alabilmesi için, yönelişin 'ihlas'la, 'istenilen biçimde' ve bu eylemden beklenen 'sonuçları' hasıl edecek şekilde olması gerekir. İşte bu noktada bazı önemli hususlara değinmek gerekmektedir.
Neden Namaz?
Bunların ilki, namazın/salat'ın bütün çağlar boyunca, Allah'ın kullarına farz kılınan bir ibadet olmasıdır (Müddessir:43; Kıyamet:31; Hacc:40; Hud:87; Meryem:31,55,59; Enbiya:73). Bütün kullardan bu 'yönelme'nin istenmesinin sebebi ise çok açıktır. Kul, ancak Allah'a yönelirse ve bu yönelmenin sonuçlarına uygun bir hayat yaşarsa, kalben mutmain olur. Çünkü bu yönelmenin olmadığı her durum, kulun Allah ile irtibatının zarar görmesi veya kopması anlamına gelecektir
Namaz Şekli
İkincisi, bu 'yönelme'nin 'şekil' şartı ile ilgilidir. Bizler, geçmiş ümmetlerin hangi şekil şartlarını yerine getirerek namazlarını kıldıklarını bilemiyoruz. Bildiğimiz şey, onların da Allah'a yönelerek 'salat' ibadetini yerine getirdikleridir. Fakat Kur'an'ın inzal oluşundan sonra, "namazların vakitlerinin tayin edildiğini" (Nisa:103; Hud:114; İsra:78; Nur:58), rüku, sücud, kıraat gibi farzlarının Kur'an ayetleriyle sabit olduğunu (Bakara:125; Tevbe:112; Hicr:98; Hacc:26; Şuara:217,218,219, vd.) biliyoruz.
Ayrıca Hz. Peygamberin 'salat' ibadetini icra ediş şeklini de sahih sünnetten biliyoruz. Buradan şu sonuç çıkar ki, 'namaz' olarak bildiğimiz 'salat' ibadeti, bir 'özel yöneliş'tir. Şekil şartları vardır ve bunlara riayet edilmelidir. Aksi taktirde, bu yönelişin beklenen sonucu hasıl etmesi mümkün olmayacaktır. Nitekim Enfal Suresi 35. ayeti, bunun açık kanıtıdır.
Namazın içeriği:
Fakat şekil şartının ötesinde bir de 'içerik' şartı vardır ki, bu daha da önemlidir. Çünkü 'salat' ibadetinden asıl beklenen, kulun Allah'ın istediği doğrultuda yaşamasıdır. Eğer kişi şekil şartlarını yerine getirdiği halde, kendisinden beklenen diğer sorumlulukları yerine getirmiyorsa, orada bir 'riya' (veya 'münafıklık') yahut da 'ihmal' durumu vardır. Yani kişi ya inanmadığı halde namaz kılıyordur (veya kılıyor gibi yapıyordur) yahut da namaz kılmakla kendisinden beklenen şeylerden gafildir.
Nitekim Maun Suresi ilk duruma işaret etmektedir. Burada "vay o namaz kılanların (musallin) haline" denilerek, namazın şekil şartlarını getiren bazıları kınanmaktadır. Çünkü bu kişiler, namazlarından (salatihim) gafildir; ikiyüzlülük yapıp, yetim malı yemektedirler. O halde, namaz kılanın (yani Allah'a yönelmiş birinin) yerilen bu eylemleri yapmaması gerekmektedir.
Aynı vurgu, Hud:87 ayetinde de vardır. Burada kavmi, Şuayb (a.s.)'a hitaben şöyle demektedir: "Senin namazın mı (salatuke), babalarımızın taptığı şeylerden, yahut mallarımız üzerinde dilediğimizi yapmaktan vazgeçmemizi emrediyor?..." Görüldüğü gibi, bu ayet, salat (yönelme) eyleminden beklenen sonucu gayet net ifade etmektedir. Çünkü eğer Şuayb (a.s) bütün varlığıyla Allah'a 'yönelmişse', o zaman elbette ki kavminin taptığı putları reddedecek ve o 'put düzeni'nin doğal sonucu olarak hasıl olan 'ekonomik adaletsizliğe' de karşı çıkacaktır. İşte bu ayette geçen 'salat' ifadesini böyle algılamak gerekir. Yoksa kavmi, Hz. Şuayb'ı şeklen namaz kılarken gördüğü için bu sözü söylemiş değildir. Burada, Hz. Şuayb'ın 'kıldığı namaz'ın işlevi ile ilgili bir husus vardır ve ayet de buna işaret etmektedir.
Müddessir Suresi 43. ayette de yakıcı ateşe girecek olan suçluların: "biz namaz kılanlardan (musallin) değildik" itirafından bulundukları bildirilmekte ve dünya hayatında 'yoksula yedirmedikleri', 'boş şeylere daldıkları' ve 'ceza gününü yalanladıkları' beyan edilmektedir. Şu halde, 'musalli' olmak demek, aynı zamanda diğer ibadi veya ahlaki sorumlulukları da yerine getirmek demektir.
Ankebut:45'te bu durum açıkça ifade edilmiştir. Buna göre namaz, kişiyi "hayasızlıklardan (fahşa) ve kötülüklerden (münker) alıkoyar." Eğer yapılan eylem ('yöneliş'), bu işlevini icra etmiyorsa, bir değeri yoktur. Özetle namaz, bir 'yaşam biçimi'nin kopmaz bir parçasıdır. O yaşam biçiminin bilinen adı İslam'dır ve namaz da bu yaşam biçiminin en önemli rükunlarından/ilkelerinden biridir. Nitekim En'am suresinin 162. ayeti bu gerçeği en açık şekilde ifade etmektedir: "De ki: benim namazım (salat), ibadetlerim (nüsuk), hayatım (mahya) ve ölümüm (memat) Alemlerin Rabbi içindir
...
alıntıdır