Kurân’a abdestsiz dokunulmaz – Ayet hadis delilleri ile

ihvan23

Kıdemli Üye
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
3,539
Tepkime puanı
220
Puanları
0
İnsanların cahil bırakılmasıyla birlikte türetilen hocalar sayesinde Müslümanlar daha Kuran’a abdestli dokunulupp dokunulmayacağını bilmez hale geldiler. Kendi uydurduğu mezhebi empoze etmeye çalışan sapıklar da halkın bu cehaletinden istifade ederek “çok derin bir ilim sahibiymiş” gibi kasıla kasıla inkar edebiliyorlar.
Bunlardan birisi de “Mushafa yani Kur’ana abdestli dokunmak” meselesidir.

KUR’AN-I KERİMDE YOK(!)
Kuran-ı Kerim’de bulunan abdest ayetinde “namaza kalktığınız zaman”buyruluyormuş, başka bir şey için abdest alınması icap etmezmiş.
Aşağıda bu konudaki ayeti açıklayacağız ama oldu ki, Kuran’da “abdestsiz dokunmayın” diye bir ibare bulamadık. Ne yapacağız? Kuran’da bulamadık diye kendimize helal mi sayacağız? Kur’an-ı Kerimde içki içmek yasaktır ama içkiyi satmanın haram olduğunu alenen bildiren bir ayet yoktur. Buna göre içki satmak caiz midir? Kadın pazarlamayı alenen yasaklayan bir ayet yok diye caiz diyebilir miyiz?

Bid’at ehli böyle sorular karşısında susup kalırlar, cevap veremezler…
Daha önce çok defa bu konuyu ihvanlar.net sitemizde yazdık. Rabbimiz, Kuran’ında hep Resulüne yönlendiriyor. O ne verdiyse alın, O’na itaat edin, O’na isyan etmeyin, O’na isyan Allah’a isyandır, O’na itaat Allah’a itaattir buyuruyor…
“Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (Ahzab 36)
“Resul size neyi verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının, Allah’tan korkun. Çünkü Allah’ın azabı çetindir.” (Haşr 7)

Daha fazlasına BURADAN ULAŞABİLİRSİNİZ
Dolayısıyla biz Kur’an-ı Kerimde bulamadığımız bir şeyi de eğer Resulüllah’ta görüyor isek ve O’nun bu konuda bir emri varsa göz ardı edemeyiz. Bu bir Müslümanın takınacağı tavır değildir. Bu konudaki hadisten delilimiz de ileri de gelecektir…
ULAŞILMAZ BİR KİTAP HALİNE GETİRİLMİŞ!
Kuran okumak için abdest almak “farz denilerek” ulaşılmaz bir kitap haline getirilmiş. Abdest gibi şartlar konularak halktan uzaklaştırılmış.
Ne yani! İnsanlara yakınlaştırmak, kolaylaştırmak için dini tahrip mi edeceğiz? Buna kimin yetkisi var?
Elbette yok… Yani bu çok saçma bir iddiadır ve sözde Kuran’ı sahiplenme adına çıkarılan aptalca bir söylentidir.

YAHUDİLER’DEN GELDİ İDDİASI
Bu Yahudilikten bizim dinimize geçen bir adetmiş. Yahudiler Tevrata kendi abdestlerini almadan dokunmazlarmış!
Daha önce bir hususun altını çizmiştik. Usul-ü Fıkıhta geçtiği üzere Allahu Teala ve Resulü neshetmediği, kaldırmadığı ve bizlere aktardığı müddetçe o bizim şeriatımızda da olabilir. Namazda ilk zamanlar Kudüs’e dönülmesi gibi. Orucun bizden öncekilere farz kılınması gibi. Şimdi Yahudilerde de var diye namazı mı bırakacağız? Bu bir itiraz sebebi olabilir mi? Olamaz… Ama adam insanları ikna etmek için Yahudi düşmanlığını kullanarak böyle akıl dışı bir iddiada bulunuyor…
Kur’an, Ahmet ağanın Mehmet ağanın değil Rabbimizin kelamı olması hasebiyle hürmete layık olan bir kitaptır. Abdest alınmasının emredilmesi ona olan hürmetin bir gereğidir. Ama Tirmurtaş Uçar Hocaefendi’nin dediği gibi hayvan kadar bile şuuru olmayan bazı hoca müsveddeleri Kuran’ı Kerimi herhangi bir kitap konumuna indirmek istiyor olabilirler. Şuurlanarak onlara çok ağır bir tokat vurmuş olacağız. Çünkü onlar cehaletten besleniyorlar…

KURAN’A ABDESTSİZ DOKUNULMAZ – AYET VE HADİSTEN DELİLLERİMİZ
Abdest ayetinde “Kuran’a dokunulmaz” ifadesi geçmiyor diye “Kuran’da yok”diyenler bu konuda delil olan şu ayetleri de çarpıtma peşine düşmüşlerdir.

Vakıa suresi
77. O, elbette değerli bir Kur’an’dır.
78. Korunmuş bir kitaptadır.
79. Ona, ancak tertemiz olanlar dokunabilir.
80. Âlemlerin Rabb’inden indirilmedir.

“Ona ancak tertemiz olanlar dokunabilir”
Burada iki görüş var.
1- “ona” ifadesinin bir önceki ayette belirtilen “levhi mahfuza” işaret ettiği
2- “ona” ifadesinin “Kur’an-ı Kerime” işaret ettiği

1. manaya göre Kur’an korunmuş bir kitaptadır ve ona temiz olmayanlardan yani meleklerden başkası yani şeytanlar dokunamaz.
2. manaya göre ise Kur’an-ı Kerime gusül ve abdesti olmayanlar dokunamazlar.

Değerli kardeşlerimiz birinci manayı verenler olmuş ise de ikinci mana çok daha kuvvetlidir ve Müfessirlerin çoğu bu ayetin “Kuran’a abdestsiz dokunulmayacağına delil” olduğunu kabul etmişlerdir.
Çünkü Kur’an-ı Kerim bir bütündür ve bütün olarak ele alındığı takdirde hükümleri anlaşılmaktadır. Bakınız abdest ve teyemmümü emreden ayet-i kerime de nasıl bir ifade geçiyor:
“Ey iman edenler! Namaza kalkacağınız zaman yüzlerinizi, dirseklere kadar ellerinizi ve -başlarınıza mesh edip- her iki topuğa kadar da ayaklarınızı yıkayın. Eğer cünüp iseniz iyice yıkanarak temizlenin. Hasta olursanız veya seferde bulunursanız veya biriniz abdest bozmaktan (def-i hacetten) gelir veya kadınlara dokunur (cinsel ilişkide bulunur) da su bulamazsanız, o zaman temiz bir toprağa yönelin. Onunla yüzlerinizi ve ellerinizi meshedin (Teyemmüm edin). Allah size herhangi bir güçlük çıkarmak istemez. Fakat o sizi tertemiz yapmak ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister ki şükredesiniz.” (Maide 6)

TEMİZLENİN VE TEMİZ OLANLAR DOKUNUR
Allahu Teala bu ayet-i kerimesinde insanlar için “tertemiz” ifadelerini kullanıyor ve abdest ile teyemmüm alınarak “tertemiz” olunmasını emrediyor. Vakıa suresinde de aynı ifade ile “tertemiz olanların” dokunabileceğini buyuruyor.

Sadece bu bütünlükten bile tertemiz olanların abdest alanlar olduğu ve Kur’an-ı Kerime tertemiz olanların el sürebileceği manası anlaşılmaktadır.
Yani formülünü şu şekilde yapalım:
Maide 6: Abdest-teyemmüm alın ve TERTEMİZ olun
Vakıa 79: O’na ancak TERTEMİZ olanlar dokunabilir…

Evet bu çok önemli ayrıntıya ileride yine dikkat çekeceğiz ama bizim Kur’an-ı Kerimi şerh eden, Şeriatın açıklayıcısı ve yaşantısıyla öğreticisi bir Peygamberimiz var.
Dinin nasıl yaşandığını canlı olarak gösteren peygamber Efendimizin de bu ayet-i kerimeyi destekleyen hadis-i şerifleri mevcuttur. Bu sebeple ayet daha kuvvetli bir delil olmaktadır.

İbn Ömer, “Kur’ân’a, sadece temiz olduğun zaman dokun” demiştir. Bir de, Rasulullah (Sallallahu aleyhi v sellem) Amr b. Hazm’a yazdığı mektupta şöyle buyurmuştur “Kur’ân’a temiz olandan başkası dokunmasın” yazmıştır.Kurtubî, 17/225; Mâlik b. Enes, Muvatta, K. el-Kur’ân 15/1; Darimi, Talak: 3; Taberani, El-Mecmuu’l-Kebir, Beyhaki, es-Sünenü’l-Kübra, Darekutni, Sünen, Hakim el-Müstedrek)
Ne Peygamberimizden, ne sahabeden ve de ashabından bunun hilafında bir beyanat yoktur…
KUR’AN-I KERİMDE TEMİZ OLANLAR KİMLER?
Kur’an-ı Kerimin diğer hiçbir yerinde meleklerden “tertemiz” gibi ifadeler ileBAHSEDİLMEZ. Tam aksine Kur’an-ı Kerimin bir çok yerinde insanların “tertemiz” olmasından bahsedilmiştir.

Ahzab 33. Evlerinizde oturun. Önceki cahiliye dönemi kadınlarının açılıp saçıldığı gibi siz de açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekâtı verin. Allah’a ve Resülüne itaat edin. Ey Peygamberin ev halkı! Allah sizden ancak günah kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor
Zümer 73. Rablerine karşı gelmekten sakınanlar da grup grup cennete sevk edilirler. Cennete vardıklarında oranın kapıları açılır ve cennet bekçileri onlara şöyle der: “Size selam olsun! Tertemiz oldunuz. Haydi, ebedi kalmak üzere buraya girin.”
Ali İmran 164. Andolsun, Allah, mü’minlere kendi içlerinden; onlara âyetlerini okuyan, onları arıtıp tertemiz yapan, onlara kitab ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur. Oysa onlar, daha önce apaçık bir sapıklık içinde idiler.
Tevbe 108. Onun içinde asla namaz kılma. İlk günden temeli takva (Allah’a karşı gelmekten sakınmak) üzerine kurulan mescit (Kuba mescidi), içinde namaz kılmana elbette daha layıktır. Orada temizlenmeyi seven adamlar vardır. Allah da tertemiz onları sever
KUR’AN-I KERİM DE TERTEMİZDİR
Beyyine
2. Bu delil, tertemiz sahifeleri okuyan, Allah tarafından gönderilen bir peygamberdir.
3. O sahifelerde dosdoğru hükümler vardır.

abese
11- (Habîbim!) Hayır! (Bir daha böyle bir şey yapma)! Şüphesiz ki o (Kur’an ayetleri, kendisiyle amel edilmesi gereken) büyük bir öğüttür!
12- Artık dileyen onu düşünüp öğütlenir (veya onu ezberler)!
13- (O Kur’ân, Allah tarafından) değerli kılınmış (Levh-i Mahfûz’daki) pek kıymetli birtakım sahifelerdedir.
14- (O sayfalar ki; yedinci kat semada) yükseltilmiş ve (şeytanların ulaşmasından ve Allah kelâmı dışındaki her şeyden) tertemiz kılınmış

İNKARCILAR KÖŞEYE SIKIŞIYOR
Bakınız
Vakıa 80. ayette: “Âlemlerin Rabb’inden indirilmedir.” Buyruluyor
Abese 13-14. ayette: “tertemiz ve çok değerli sahifelerdedir” buyruluyor

Maide 6. ayette Gusül ve abdest alanların tertemiz olduğunu buyuruyor
Vakıa 79. ayette de “Ona ancak tertemiz olanlar dokunabilir” buyuruyor.

Peygamber Efendimiz de: “Kur’ân’a temiz olandan başkası dokunmasın”buyuruyor…
Bütün bunlardan Rabbimizin katından indirdiği ve tertemiz olduğu beyan edilen bir Kitab’a, tertemiz olan insanların dokunabileceği açıkça anlaşılıyor…
Eğer inkarcıların iddia ettiği gibi “kutsal olan sadece ayetlerin maneviyatları” olsaydı Peygamber Efendimiz de böyle buyurmazdı. Demek ki önemli olan şey, Mushaf-ı şerife abdestsiz bir şekilde dokunulamamasıdır. İçerisinde Rabbimizin kelamının yazılı olması başlı başına bir sebeptir…
Peki, bu inkârcı sapıklar, tertemiz olan ve Rabbimizin katından indirilen ayetlerin içinde bulunduğu bir kitaba nasıl olur da “cünüp ve abdestsiz” olan bir insanın dokunmasına fetva veriyorlar ve hatta “oku sevap alırsın” diyerek insanları kendi bataklıklarına çekebiliyorlar?
Kimisi de eline aldığı usb bellekle “işte bunda da Kur’an yüklü, buna da mı abdestsiz dokunmayacağız” diyerek alay etmekte… Bunlar mürekkeb ile yazılmış olanı, “sanal” olandan ayırt edemeyecek kadar da mı ahmak ve cahil?
Rabbimiz şerlerinden Ümmet-i Muhammedi muhafaza eylesin… Amin..
www.ihvanlar.net
 

muadh

Yasaklı
Katılım
1 Ara 2012
Mesajlar
434
Tepkime puanı
9
Puanları
0
bu yazıdan sonra Kur'an a abdestsiz dokunulabileceği konusundaki kanaatim iyice kesinleşti :)
 

cihad38

Profesör
Katılım
4 Nis 2013
Mesajlar
1,087
Tepkime puanı
18
Puanları
0
bu yazıdan sonra Kur'an a abdestsiz dokunulabileceği konusundaki kanaatim iyice kesinleşti :)

şu türkçe ve güzelce yazılmış yazıdan bu sonucu çıkardınığınıza göre, arapça olan kuran'ı anlamanız imkansız oluyor,
dokunun kardeşim,istediğinizi yapın,burda cünüp iken tavaf yapmak kuranda yasak değil diye,böyle tavaf yapabileceğini söylenler varken, siz de istediğinizi yapın.
Bu konuları gördükçe,şaşırıyorum.Bir müslümana abdest almak neden zor geliyor.

sanırım daha önce yazmıştım; Şükürler olsun ki Allah'a,
kuranı abdestsiz ele almayı savunanlarla değil, abdestsiz yere basmayanlarla arkadaş etti bizi.ne kadar şükretsek azdır.
 

Darul_Beka

Profesör
Katılım
17 Kas 2013
Mesajlar
2,221
Tepkime puanı
175
Puanları
63
:) abdestsiz kuran okumak mealci cahillerin uydurması
biraz daha zorlasalar abdeste de namaza da gerek yok diyecekler
 

muadh

Yasaklı
Katılım
1 Ara 2012
Mesajlar
434
Tepkime puanı
9
Puanları
0
pei ömer r.a nın kızkardeşi niye Ömer e git gusul al dedi de gusul ve namaz abdesti al gel Kur'an a öyle dokun demedi
 

muadh

Yasaklı
Katılım
1 Ara 2012
Mesajlar
434
Tepkime puanı
9
Puanları
0
Bana kalırsa asıl siz mealcilerin yaptığını yapıyor ve ayeti hadislere ve sahabe kavillerine başvurmadan sadece Kur'an üzerinden çıkardıklarınızla açıklamaya çalışıyorsunuz

Taberi tefsiri

Âyet-i kerimede "Ona, tertemiz olanlardan başkası el süremez" buyurul-maktadır. Abdullah b. Abbas, Mücahid, Dehhak ve Cabir b. Zeyd'e göre âyette zikredilen "O" zamirinden maksat, Allah katında korunmuş olan kitaptır. Yani Levh-i Mahiuz'dur. Bu izaha göre âyetin manası şöyledir: "Levh-i Mahfuza, ter*temiz olan yaratıklar dışında hiçbir şey dokunamaz. Öyle ki ona toz dahi kona*maz. Bu hususta Dehhak diyor ki: "Kâfirler, Kur'anı Hz. Muhammed'e şeytanın indirdiğini zannetmişlerdir. Bunun üzerine Allah teala, Kur'anı Hz. Muham*med'e şeytanların indiremeyeceklerini, onların buna layık olmadıklarını veon-larıı-ı, Kur'anm indiği Levh-i Mahfuzdan uzak olduklarını bildirmiştir." Dehhak daha sonra şu âyetleri okumuştur. "Kur'anı şeytanlar indirmedi." "Bu onlara ya-i'uşmaz.zaten güç de yetiremezler." "Hem de onlar, vahyi dinlemekten uzak tu*tulmuşlardır. [66]
Bu izaha göre "Tertemiz varlıklardan kimlerin kastedildiği hakkında çe- görüşler zikredilmiştir.
Abdullah b. Abbas, Saki b. Cübeyr, Cabir b. Zeyd, îkrime, Mücahid ve Ebııl Âliye'ye göre burada ifade edilen "Tertemiz olanlar"dan maksat melekler*dir. Bu hususta Abdullah b. Abbas diyor ki: "Allah teala kitap indirmeyi diledi*ğimle onu, elçileri olan melekler kopya ederler. Onun indireceği kitaba, tertemiz olanlardan yani meleklerden başkası dokunamaz.
îkrime'den nakledilen diğer bir görüşe göre ise "Tertemiz olanlar" ifade*sinden maksat, Tevrat'ı ve İncil'i taşıyanlardır."
Ebul Âliye ve İbn-i Zeyd'den nakledilen diğer bir görüşe göre ise bunlar, peygamberler ve melekler gibi günahlardan arınmış kimselerdir. Bu âyetin tefsi*rinde İbn-i Zeyd diyor ki: "Tertemiz olanlar, melekler ve peygamberlerdir. Zira Kur'ani Allah katından indiren melekler tertemiz ve kendilerine kitap indirilen peygamberler de tertemizdir. Mesela Kur'anı indiren Cebrail de tertemizdir. Kur'an kendisine gelen Hz. Muhammed ve diğer peygamberler de tertemizdir. İbn-i Zeyd bu izahtan sonra şu âyetleri okumuştur. "Kur'an çok şerefi i .yücel ti I-mi.ş, tertemiz sahifelerdedir." "Şerefli, itaatkâr elçi meleklerin elleriyle yazılmış*tır. [67]
Katade'den nakledilen diğer bir görüşe göre ise âyetin manası şöyledir: "Kuı'ana, O, Allah kalındayken ancak tertemiz olanlar dokunur. Yani yeryüzü*ne indikten sonra, necis olan müşrikler, mecusiler ve münafıklar da dokunur."
Tabeıi âyet-i kerimenin, korunan kitaba, tertemiz olanların dışında hiçbir kimsenin dokunamayacağını bildirdiğini söylemiş ve bu tertemiz olanların ge*nel bir ifade ile bildirilmeleri sebebiyle, melekler, peygamberler ve günahlardan arınmış olan herkesi kapsayacağını söylemiştir.
Fena bu âyeti izah ederken şöyle demiştir: "Kur'anın tadını ve zevkini ancak ona iman edenler alır ve ondan ancak bunlar faydalanabilir."
Diğer bir kısım âlimler: "Ona tertemiz olanlardan başka el süremez." âyetinde zikredilen, "O" zamirinden maksadın, Leyh-i Mahfuz olmayıp Kur'an-ı Kerim olduğunu, buna göre de âyetin manasının şöyle olduğunu söylemişlerdir. "Kur'ana ancak cünüplükten, abdestsizlik gibi manevi pisliklerden temizlenmiş olanlar el sürebilir." Bu hususta Abdullah b. Ömer diyor ki:
"Resulullah (s.a.v.) düşmanın, Kur'ana bir kötülük yapacağından korkul*duğu içn onunla düşman memleketlerine gitmeyi yasaklamıştır. [68]
Resulullah, Amr b. Hazme yazdığı bir mektupta şöyle buyurmuştur: "Kur'ana, temiz olanlardan başkası dokunmasın
 

cihad38

Profesör
Katılım
4 Nis 2013
Mesajlar
1,087
Tepkime puanı
18
Puanları
0
pei ömer r.a nın kızkardeşi niye Ömer e git gusul al dedi de gusul ve namaz abdesti al gel Kur'an a öyle dokun demedi


belki de kurana abdestli dokunmak müslümanlar içindir, henüz müslüman olmamışlar için böyle bir kaide yoktur.

gusül abdesti al gel mi diyor, O'na pis olanlar dokunamaz mı diyor,Allah bilir hz. ömerin kız kardeşi o anda, necasetten tahareti kastedmiştir,
hadesten taharet olacak olsa,yanılmıyorsam önce şahadet getirmesini istemeliydi, sonra guslü öğretip gusül abdesti almasını söylerdi,
velevki gusül abdesti al gel demiş olsun, gusül abdesti aldıktan sonra(abdesti bozanlardan biri olmadıkca) her türlü ibadet yapılabilir,kuran okunur, namaz kılınır.
 

Darul_Beka

Profesör
Katılım
17 Kas 2013
Mesajlar
2,221
Tepkime puanı
175
Puanları
63
sadece
"ancak tertemiz olanlar dokunabilir" ayeti
baz alınırsa abdestsiz dokunulabilir

abdest almak ibadete psiklojik hazırlıktır
hele günümüz şartlarında abdest almak çok kolay ve bir kaç dakikamızı alacaktır
ne zararı var abdest almanın
kuran okuyacam ve abdest zorunlu olduğu için okumuyorum
diyen kaç kişi var
 

lafons7275

Kıdemli Üye
Katılım
19 Şub 2013
Mesajlar
21,533
Tepkime puanı
342
Puanları
0
Konum
İzmir
velevki gusül abdesti al gel demiş olsun, gusül abdesti aldıktan sonra(abdesti bozanlardan biri olmadıkca) her türlü ibadet yapılabilir,kuran okunur, namaz kılınır.

Doğrusu budur. Gusul abdesti alırken abdestin farzları da otomatikman yerine gelmiş olduğu için kişi Kurana da dokunur, namaz da kılabilir.
 

ihvan23

Kıdemli Üye
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
3,539
Tepkime puanı
220
Puanları
0
Halis ECE

İslâm fıkhında, “büyük hades”ten maksat; cünüplük, hayız veya nifas hâlidir.

Ehl-i Sünnet mezheplerine göre, küçük hadesle (abdestsiz iken) haram ve yasak olan şeyler, büyük hadesle de yasaktır. Ayrıca bunlara ilave olarak büyük hadesliye, Kur’an okumak ve mescide girmek de haramdır. Mezheplerdeki geniş açıklamalara göre hüküm budur; yani cünüp, hayızlı veya nifaslı olan kimseye, Kur’an okumak ve zarûret dışında mescide girmek câiz olmaz.

Soru hanımlardan geldiği ve “âdetli ve lohusa iken Kur’an okuyup okutmak”la ilgili bulunduğu için, evvela bu hallerde haram olan hususları kısaca maddeler halinde sıralayıp, sonra da ana meseleyi Ehl-i Sünnet'e mensup dört mezhebe göre ele almaya çalışacağız.

***

Hayız ve nifas halinde, Müslüman bir kadına, aşağıda belirtilen 8 şey haramdır:
1. Namaz kılmak.
2. Oruç tutmak.
3. Kur’an’dan âyet okumak.
4. Kur’an’dan bir âyete dokunmak.
5. Camiye girmek.
6. Ka‘be’yi tavaf etmek.
7. Zevciyet muâmelesinde (cinsel ilişkide) bulunmak.
8. Kocası, kadının diz kapağı ile göbeği arasında kalan kısmından perdesiz olarak –şehvetsiz de olsa– faydalanmak.
Hâsılı, bütün bunlar âdet ve lohusalık halinde olan hanımlara yasaktır.

***

Dört mezhebin görüşleri

Şimdi de gelelim 3’üncü maddeyle ilgili açıklamaya…

Şâfîlere göre, eğer tilâvetini kastederse (Kur’an okumak niyetiyle) bir harf dahi olsa, Kur’an okumak cünüp olan kimseye haramdır. Şayet zikir niyetiyle okur veya lisanından kasıtsız olarak çıkarsa haram olmaz. Mesela yemek için “Besmele” çekmesi, vasıtaya binerken “Bismillâhi mecrâhê ve mürsêhê inne Rabbî le-ğafûru’r-rahîm”(1) i okuması gibi.

Hanbelîlere göre büyük abdestsizlik üzere olan kimse, özürsüz olarak kısa bir âyetten daha az veya uzun âyetten onun kadarını okuması mubah olur. Bundan daha fazlasını okuması haramdır. Yemek yerken “Besmele” çekmesi gibi Kur’an lafzına uyan bir zikri okuması, bineğe binerken, “Sübhânellezî sehhare lenâ hâzâ vemâ künnâ lehû mukrinîn”(2) demesi câiz olur. Cünüp, hayızlı ve kanın inmesi halinde nifaslı, mescidi kirletmekten emin olursa, mescitte yürümesi ve orada beklemeksizin gidip gelmesi câizdir. Ayrıca cünübün, zarûret olmasa bile, mescitte abdestli olarak beklemesi de câizdir. Hayızlı ve nifaslı olan kadınların ise, -abdest almak suretiyle de olsa- orada bekleyip kalmaları câiz olmaz; fakat kan kesildiği zaman câiz olur.

Mâlikîler’e göre cünüp halde Kur’an okumak câiz değildir. Ancak azıcık olduğu, yahut korunmak ya da delil göstermek maksadiyle câiz olur. Âdetli veya lohusa kadınların, kanın inmesi hâlinde, ister önceden cünüplük olsun ister olmasın, Kur’an okumaları câizdir. Kan kesildikten sonra ise, gusletmeden önce Kur’an okumaları helâl olmaz... Bu durumda onların Mushafa el sürmeleri veya onu yazmaları ise, sadece öğrenmek ve öğretmek için câizdir.

Hanefîlere gelince; onlara göre cünüp bir kimsenin Kur’an okuması haramdır. Delilleri, “Hayızlı ve cünüp olan kimse, Kur’an’dan hiçbir şey okumasın”(3) hadîs-i şerifidir. Ancak muallim (öğretici) olduğu takdirde, talebeye, kelime aralarını ayırmak suretiyle telkin edip öğretmesi câiz olur. Kezâ, hayırlı ve önemli işlere de “Besmele” ile başlaması, dua yahut hamd ve senâ maksadiyle kısa bir âyet okuması da câizdir. Meselâ Fâtiha-i şerîfeyi ve içinde duâ mânâsı bulunan bir âyeti Kur’an okumak niyetiyle değil de, duâ niyetiyle okuyabilir, zikir ve tesbihte bulunabilir. Bu hususlarda âdetli ve lohusa kadınların hükmü de cünüp olan kimsenin hükmü gibidir.(4)

Âdetli veya lohusa olan kadın, ifraz ettiği mayiden dolayı tam bir temizlik hâlinde değildir. Cenâb-ı Hakk’ın mânevî huzuruna kabul edilebilmek ve mukaddes ma‘bûdumuzun mübârek âyetlerini okuyup elde tutabilmek için, tam bir tahâret ve nezâfet hâlinde bulunmak lâzımdır. Onun içindir ki, bu haldeki bir kadına namaz kılmak, Kur’ân-ı Kerim’i okumak, elde tutmak câiz olmaz. Bir diğer bakımdan da, böyle bir kadın, bir nevi hastadır, istirahate muhtaçtır... Şer‘-i şerifin tâyin ettiği hükümlerde, kim bilir, daha nice sebepler ve hikmetler vardır. Bizim vazifemiz ise, bu hükümlere riâyet etmekten başka bir şey olamaz.(5)

***


Ehl-i Sünnet mezhepleri arasındaki ictihatların isabet derecesine gelince… Bu noktada dilerseniz sözü hicrî ikinci bin yılın müceddidi İmâm-ı Rabbânî (k.s.) hazretlerine bırakalım, onu dinleyelim:

Hanefî mezhebi ve diğerleri…


“Hz. Îsâ’nın (a.s.) nüzûlünden (yeryüzüne inişinden) sonra dahi, bu şerîatin neshi câiz olmaz, hükmü kalkmaz. Çünkü, o da Rasûlüllah (s.a.v.) Efendimiz'in şerîatına ve sünnetine tâbi olacaktır. Zâhir âlimler, me’hazin (kaynağın) derinliğinden ve işin tam mânâsı ile inceliğinden dolayı Îsâ aleyhisselâmın ictihâdını inkâra yeltenirler. Onun ictihadlarının Kur’ân'a ve sünnete muhâlif olduğunu zannederler. Oysa ictihad meselesinde Hz. Îsâ (a.s.), İmâm-ı A‘zâm-ı Kûfî (rh.) gibidir.

“İmâm-ı A‘zâm hazretleri, vera‘ (şüphelilerden dahi kaçınmak) ve takvâ sahibi olmak bereketi, sünnete tebaiyyet devleti (tâbi olma, uyma şeref ve rütbesi) ile ictihadda ve hüküm istinbat etmekte öyle yüksek bir dereceye nâil olmuştur ki; diğerleri, onu anlamaktan bile âcizdirler. Mânâların derinlik ve inceliğinden ötürü, onun ictihadlarını Kur’ân'a ve hadîse muhâlif saymışlar, onu ve arkadaşlarını re’y sahibi zannetmişler (kendi görüşlerine göre hareket ettiğini sanmışlardır).

“Bütün bunlar, Ebû Hanîfe hazretlerinin ilmî dirâyetinin hakikatine ulaşamamaktan ve onun anlayışına, firâsetine muttali‘ olamamaktan ileri gelmektedir. Ama İmâm Şâfiî hazretlerini, o türlü isnadları yapanlardan ayırmak gerek... Zira o, İmâm-ı A‘zâm hazretlerinin fıkhî inceliğinden bir nebze görmüş ve bunun için de şöyle demiştir:

“Bütün insanlar, fıkıhta Ebû Hanîfe'nin iyâlidir…’

“Yazıklar olsun diğerlerine ki, (onun kendi görüşünü öne çıkarıp hadis üzerine tercih ettiğini iddia etmişler) böyle bir cür’ete kalkışıp kendi kusurlarını başkalarına isnat etmişlerdir!

Bir şiir meali:
Ayıplarsa kusurlu biri bilmeden onları;
Kem sözlerden berîdir hep onların sâhaları…
Kırabilir mi hiç o zinciri hîlekâr tilki;
Bağlanmıştır onlarla dünyanın tüm aslanları...


“Hâce Muhammed Parsâ (k.s.), Fusûl-i Sitte'de şöyle demiştir:
“Yeryüzüne indikten sonra Hz. Îsâ (a.s.), Ebû Hanîfe'nin mezhebi üzere amel edecektir.’

“Mümkündür ki bu cümle, yukarıda da anlatıldığı gibi, Îsâ aleyhisselâm ile İmâm-ı A‘zâm hazretlerinin (ictihadlarının isabette) benzerliği dolayısiyle söylenmiştir. Yani Hz. Îsâ'nın ictihâdı, İmâm-ı A‘zâm hazretlerinin ictihâdına muvâfık olacak; ama onu taklid etmeyecektir. Zira onun şânı, ümmet ulemâsını taklid etmekten yana yücedir...”(6)

“Hiçbir tekellüf (zorlanma) ve taassup şâibesi olmaksızın deriz ki;

“Hanefî mezhebinin nûrâniyeti, keşfe dayalı nazarda, bir okyanus gibi, diğer mezhepler ise, havuzlar ve kanallar gibi görülmektedir. Yine zâhirde mülâhaza edildiğinde görülecektir ki, Ehl-i İslâm'dan sevâd-ı a‘zam (en büyük topluluk), Ebû Hanîfe'nin (rh.) mezhebine tâbi olmuşlardır. Binâenaleyh, bu mezhebin mensupları hem kalabalıktır, hem de usûlde ve füru‘da (yani gerek iman ve i‘tikat esaslarında, gerekse ibâdet ve amelle alâkalı meselelerde) diğer mezheplerden ayrı bir yere sahiptir...

“İmâm-ı A‘zam Ebû Hanîfe (rh.), sünnete uymakta hepsinden öndedir. Nitekim mürsel hadisleri(7) bile, müsned hadisler(8) gibi i‘tikad edip, onlara uymayı daha lâyık görür ve kendi görüşüne takdim eder.

“Kezâ ashâb, Hayru'l-beşer Rasûlüllah (s.a.v.) Efendimiz'in sohbetine nâil oldukları için, onların sözlerini de, kendi görüşünden önde bilir. Ama diğerleri böyle değildir. Vaziyet anlatıldığı gibi olmasına rağmen muhâlifleri, onun sadece ashâb-ı re’y olduğunu (yani görüş sahibi olup kendi görüşlerine itibar ettiğini, onları öne çıkardığını) zannederek, kendisine edep dışı laflar sarf ederler… Halbuki onun ilimdeki kemâlini, vera‘ ve takvâsının ziyadeliğini de itiraf etmektedirler. Allah Teâlâ, onlara muvaffâkiyet ihsân eylesin de, dînin ve ehl-i İslâm'ın Sevâd-ı a‘zamının reisine eziyet etmesinler...

“Bu büyüklere, ‘sahib-i re’y’ diyenler, onların kendi görüşlerine göre hüküm verdiğine, Kur’ân'a ve hadîse tâbi olmadıklarına inanıyorlar. Bunların bozuk itikatlarına göre, Sevâd-ı a‘zam (Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’e mensup Müslümanlar) da dalâlette kalan bid‘atçilerdir; hatta İslâm zümresinin de hâricindedirler. Halbuki onlar hakkında böyle bir i‘tikad besleyen bir kimse, öylesine câhildir ki; kendi cehâletinden bile haberi yoktur; yahut da, zındıklığından dolayı dînin yarısını iptâle çalışıyor demektir. Bu kimsenin cehâleti o derece büyüktür ki; sadece sayılı hadisler toplamış, şerîat hükümlerini de ancak onlara inhisar ettiriyor. Bildiğinin dışında kalanları ise nefyedip kendince sâbit olmayanı atıyor.

Şiir meali:
O ki saklanıp kalmıştır taş içerisinde;
Başka ne yer vardır, ne de semâ kendisine…


“Binlerce kere yazıklar olsun onlara, soğuk taassuplarına ve bozuk nazarlarına… Zira fıkhın bânisi Ebû Hanîfe'dir. Fıkhın dörtte üçü ona bırakılmıştır. Diğerlerinin ortaklığı (fıkıhtaki nasîbi) ise, kalan dörtte birdedir. O, fıkıhta hâne sâhibidir; öbürleri de tamamen onun iyâlidir.

“Fakîr (İmâm-ı Rabbânî k.s.), bu mezhebi tutmakla beraber, İmâm Şâfiî'ye de zâtî muhabbetim vardır. Büyüklüğüne inanır, bazı nâfile ibâdetlerde onu taklid ederim. Ama ne yapabilirim ki; ilminin bolluğu, takvâsının kemâli ile Ebû Hanîfe'nin yanında diğerlerini çocuklar gibi bulmaktayım...”(9)

***


Peki, bugün yeni ve farklı ictihatlarda (!) bulunamaz mıyız? Ya da ictihat kapısı açık mı, kapalı mı? Gelin bu soruların cevabını da Necip Fazıl’dan dinleyelim:

“Bir konferansımda bana sordular:

− Devrimizde ictihad kapısı kapalı mıdır, açık mıdır?

Şu cevabı verdim:

− Devrimizde ve her devirde ictihad kapısı ardına kadar açıktır. Nebî ve Resûl gelmeyeceği mutlak... Fakat müctehid gelmeyeceğine ait hiçbir hüküm mevcut değil. Şu kadar ki, imkân âleminde serbest bırakılan bu nokta, o âlemin istediği şartlar bakımından imkânsıza döndürülmüştür. Nebî ve Resûl gönderilmesine muhâl, yeni müctehidler gelmesine de imkânsız demek doğru olur. Öyle bir ‘imkânsız’ ki, mücerrette mümkün, fakat müşahhasta kabil değil... Cins atların atladığı, meselâ 2 metre yüksekliğinde bir engel düşünün. O atlar geldi, geçti ve gitti. Nesillerse Arap atı yerine atlı karınca derecesinde küçüldü. Atlamak serbest, ama kim atlayacak?.. Hoş, atlasa da öbürlerinden farklı ne görecek ve ne getirebilecek?..

Demek ki, hem gerektirdiği şartlar, hem esasen getirdiği şartlar ve hem de esasen getirilmesi gereken şeylerin tamamlanmış olması bakımından, apaçık ictihad kapısı yeni bir geçişe sımsıkı kapalıdır. Bu devirde ve gelecek çığırlarda yeni zaman ve mekân tecellîlerine karşı ancak şerîat bütününden zerre fedâ etmeyen büyük ‘mütefekkirler’ gelebilir....

Düşününüz ki, bir asrın değil, on asırlık yekpâre bir zaman blokunun yenileyicisi İmâm-ı Rabbânî (k.s.) hazretleri, derecede belki bütün hak mezhep müctehidlerinden üstün olduğu halde Hanefî mezhebindendi, bin yıllık yenileyiciliğini (müceddidliğini) bu mezhep üzerine binâ etmişti ve kabul ettiği temelle üzerine kurduğu binâ arasında en küçük ihtilâf pürüzü yoktu.

Konferansımda söylediğim bu sözlerin, ‘ictihad’ meselesini en açık ifadeyle çerçevelediği zannındayım.”(10)

***


N e t i c e :

Bütün bu hüküm ve açıklamaları görüp öğrendikten sonra, dinine bağlı bir Müslümanın yapması gereken şey; mensubu bulunduğu mezhebin görüşlerine tâbi olmaktır. Yoksa kendi kafasına göre –zamane müctehitleri gibi- ictihadlar (!) ortaya koymak değil. Zira mukallidin muayyen bir mezhebe bağlanması, hiçbir hususta gerek bütün halinde gerekse bazı meselelerde ondan ayrılmaması farzdır. “Telfîk-ı mezâhib”(11) câiz değildir. Diğer mezheplerden, ancak zarûret hallerinde, telfîk’a kaçmamak kaydıyla istifade edilebilir. Aslolan, kişinin kendi mezhebinin ictihatlarına uymak, mensubu bulunduğu mezhebe tâbi olmaktır.

“Kitap ve Sünnet’in îcabına göre inanmak (Müslüman olabilmek için) nasıl zarûri ise, müctehid imamların onlardan istinbat ve istihraç ettiği (Kur’an ve hadislerden çıkartıp ortaya koyduğu) hükümlerin gereğince amel etmek de zarûridir. Hâl böyle olunca; helâl-haram, farz-vâcip, sünnet-müstehap gibi hükümleri bilmek de aynı şekilde zarûri olmaktadır.

“Müctehidlere uymak durumunda olan bir kimsenin, Kur’an ve hadisten, müctehidin görüşüne aykırı olarak hükümler çıkartıp alması ve onunla amel etmesi câiz değildir. (Mukallid bir Müslüman için) münasip olan; kendisinin, tâbi olarak taklid ettiği mezhebinin müctehidi tarafından ihtiyar edilen (seçilip alınan) kavil ile amel etmeyi tercih etmektir.”(12)

DİPNOTLAR
(1) Kur’ân-ı Kerim, Hûd sûresi, 11/41. Meali: “Onun yüzüp gitmesi de (yürüyüp yol alması da), durması da Allâh’ın adıyladır. Şüphesiz ki Rabb’in çok bağışlayan, çok rahmet edendir.”
(2) Kur’ân-ı Kerim, Zuhruf sûresi, 43/13. Meali: “Bunu bize râm edeni (boyun eğdirip bizim hizmetimize veren Allâh’ı), noksan sıfatlardan tenzih, kemâl sıfatlarla takdis ederiz. Yoksa biz ona güç yetiremezdik.”
(3) Tirmizî, Sünen, 1, 236; Süyûtî, Câmiu’s-Sağîr, 2, 368.
(4) Kitâbü’l-Fıkhi ale’l-Mezâhibi’l-Erbaa, Kitâbü’t-Tahâre (Terc.) 1, 107-110; Mehmed Zihnî Efendi, Nimet-i İslâm, 177-181.
(5) Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslâm İlmihâli, İstanbul, 1966, s. 73-74, m. 131.
(6) el-Mektûbât, İmâm-ı Rabbânî, Fazilet Neşriyat, yyy., 2, 55.
(7) Senedinde, sahâbenin adı anılmaksızın rivâyet edilen ve bu yüzden muttasıl olmayan hadislere “mürsel hadis” denilir. Meselâ; Rasûlüllah Efendimizi görüp dinleme fırsatı bulunmadığı için, ondan hadis duyması imkânsız olan Tâbiîn’den bir zâtın veya Peygamberimizin vefatı esnasında çok küçük yaşta bulunan bir sahâbînin, “Resûlüllah (s.a.v.) şöyle dedi, şöyle yaptı...” üslûbiyle rivâyet ettiği hadis “mürsel”dir.
(8) Rasûlüllah’a (s.a.v.) varıncaya kadar senedinde hiçbir kopma, atlama bulunmayan hadislere “müsned hadisler” denir.
(9) İmâm-ı Rabbânî, a.g.e., 2, 55.
(10) Doğru Yolun Sapık Kolları, İstanbul 1973, s. 98-99.
(11) Telfik; kelime olarak birleştirme, toplayıp bir araya getirme demektir. "Telfîk-ı mezâhip" terkibi ise fıkıh lisanında, bir mesele veya amelde birkaç müctehidin re’yini (görüşlerini) birleştirerek taklid etmekmânâsınadır. Bu hususta farklı görüşler olmakla birlikte iyi niyetli Müslümanların, ihtiyaç ve zarûret hallerinde telfik durumuna düşmeden diğer mezheplerden de istifade etmesi, onların görüşüne uyması caizdir. Ekseriyetin görüşü budur. Zaman zaman ihtiyaç hissedildikçe de yapılagelmiştir. Yasaklanan telfik ise, bir mevzûda farklı mezheplere ait müctehidlerin ileri sürdükleri şartlardan işine geleceği biçimde seçme yapılarak meydana getirilen birleştirmedir. Kasıtlı ve art niyete dayalı böyle bir toplama caiz görülmemiştir.
(12) İmâm-ı Rabbânî, a.g.e., 1, 286.
 

muadh

Yasaklı
Katılım
1 Ara 2012
Mesajlar
434
Tepkime puanı
9
Puanları
0
öncelikle bahsettiğiniz ayetin kesinlikle sizin sapık mealci mantıkla yaptığınız çıkarımla alakası olmadığını anladık.keza razi bile imam şafi bu ayeti nasıl böyle anlamış diye tefsirinde yazmış şimdi buraya eklemeye gerek yok.

burdaki sorun hadislerde geçen temizlikten ne anladığımızdır
eğer namaz abdesti olmadan pis olduğumuzu iddia ederseniz ki bununla ilgili hiçbir delil yoktur zaten kavgada bu yüzden çıkıyor

o zaman mescide namaz abdesti olmadan girmek caiz olduğuna göre mescite pis girmek caizdir demiş olursunuz.
mescide girerken gusul şartı vardır çünkü mescide temiz girilmesi gerekir.Demek ki temizliğin şartı gusuldür desem hangi delille hayır temizliğin şartı namaz abdestidir diyeceksiniz.burayı çözen delil getirin ordan konuşalım
 

muadh

Yasaklı
Katılım
1 Ara 2012
Mesajlar
434
Tepkime puanı
9
Puanları
0
geçen senelerde babaannemin kabrine gitmiştik.Dedem yasin i şerif aldı yanına koyulduk yola.Mezarlığa geldik her taraf ağaç.Herhalde bir gül ağacının dikeni dedemin eline battı .baktım dedemin eli kanıyor.Dedem de hanefi :) Yasini hemen elime tutuşturdu hiç sormuyor ki senin abdestin var mı diye.Belki de vardı şimdi hatırlamıyorum

Böyle acayip şeyler olabiliyor Kur'anı tutmak için namaz abdestini şart koşmak (hiçbir kesin delil yokken )öyle çok da doğru değil
 

lafons7275

Kıdemli Üye
Katılım
19 Şub 2013
Mesajlar
21,533
Tepkime puanı
342
Puanları
0
Konum
İzmir
geçen senelerde babaannemin kabrine gitmiştik.Dedem yasin i şerif aldı yanına koyulduk yola.Mezarlığa geldik her taraf ağaç.Herhalde bir gül ağacının dikeni dedemin eline battı .baktım dedemin eli kanıyor.Dedem de hanefi :) Yasini hemen elime tutuşturdu hiç sormuyor ki senin abdestin var mı diye.Belki de vardı şimdi hatırlamıyorum

Böyle acayip şeyler olabiliyor Kur'anı tutmak için namaz abdestini şart koşmak (hiçbir kesin delil yokken )öyle çok da doğru değil

Hanbeli Mezhebinin bu konuda fetvası nedir?
 

muadh

Yasaklı
Katılım
1 Ara 2012
Mesajlar
434
Tepkime puanı
9
Puanları
0
Hanbeli Mezhebinin bu konuda fetvası nedir?

yanlış bilmiyorsam 4 mezhep bu konuda hem fikir bir maliki biraz ilim talebelerine caiz görüyor abdestsiz dokunmayı herhalde.zahiriler zaten iftira atmayayım cunüp olunca da dokunabilirsin diyormuş.o zaten yanlış belli.dedemin meselesine gelirsek zaten şafilerde ve hanbelilerde azıcık kan abdesti bozmaz
 

Murat Yazıcı

Ordinaryus
Katılım
10 Nis 2007
Mesajlar
2,230
Tepkime puanı
40
Puanları
0
Ezbere veya dokunmadan okumakla, dokunmayı karıştırmamak lazım. Bir iktibas:

İmamlar [İmam-ı a'zam Ebu Hanife, İmam-ı Şafii, İmam-ı Malik, İmam-ı Ahmed] icma etmişlerdir ki, cünübün Kur'an-ı kerim taşıması ve ona dokunması haramdır.

Kaynak: Mizan-ül Kübra (Dört Hak Mezhebin Büyük Fıkıh Kitabı), Berekat Yayınevi, İstanbul, 1980; s. 208.

Dört mezheb imamı, abdestsiz olanın Mushafa dokunmasının ve taşımasının caiz olmadığında ittifak etmişlerdir.

a.g.e. s. 190.
 

lafons7275

Kıdemli Üye
Katılım
19 Şub 2013
Mesajlar
21,533
Tepkime puanı
342
Puanları
0
Konum
İzmir
Ezbere veya dokunmadan okumakla, dokunmayı karıştırmamak lazım. Bir iktibas:

İmamlar [İmam-ı a'zam Ebu Hanife, İmam-ı Şafii, İmam-ı Malik, İmam-ı Ahmed] icma etmişlerdir ki, cünübün Kur'an-ı kerim taşıması ve ona dokunması haramdır.

Kaynak: Mizan-ül Kübra (Dört Hak Mezhebin Büyük Fıkıh Kitabı), Berekat Yayınevi, İstanbul, 1980; s. 208.

Dört mezheb imamı, abdestsiz olanın Mushafa dokunmasının ve taşımasının caiz olmadığında ittifak etmişlerdir.

a.g.e. s. 190.

Kardeşim abdestsiz mescide girilip girilmeyeceği konusunda Hanefi mezhebinin fetvası nedir?
 
Üst