Darul_Beka
Profesör
- Katılım
- 17 Kas 2013
- Mesajlar
- 2,221
- Tepkime puanı
- 175
- Puanları
- 63
MEAL HATALARI
Yükselen değerlere göre ayetlere ideolojik anlamlar vermekten kaynaklanan hatalar. Bu şekildeki hatalar ideolojilerin de Müslümanlar arasında yerleşmesine ve meşruiyet kazanmasına sebep olmuştur. Bu konuyla ilgili aslında en önemli örnek Bakara suresinin 208. Ayetindeki “silm” kelimesine barış anlamı vererek dünya barışına katkıda bulunmak ve Müslümanları “cihadcı” olarak tanıtan mahfillerden özür dilemektir. Yukarda gerekli açıklama yapıldığı için tekrar dönmeyeceğiz. Bizim iddiamız; ne dil ne de nüzul sebebine uygun olmayan “barış” anlamını ayetteki bu kelimeye vermek külliyen yanlıştır. Bu ifademiz İslâm’ın barışa karşı olduğu anlamına gelmez. Çünkü barış dinimizde asıldır. O ayrı bir mesele. Biz, ayetlere yerinde ve uygun anlam vermenin önemi üzerinde fikir imal ediyor ve ilmi olup olmadıklarını tartışıyoruz. Yükselen değerler ve ideolojilere göre ayertlere meal vermek veya yorum yapmak bir zamanlar o kadar moda oldu ki Ortaokul ve Liseler için yazılan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi kitaplarının yazarları laikliğin, demokrasinin tüm dayanaklarını(!) haşa Kur’an’dan bulma sapıklık yarışına girdiler. Özellikle 12 Eylül 1980 darbesinden sonra yazılan kitaplarda örnekler çoktur.
Yükselen değerlere göre uygunsuz anlam vermenin meal yazarları arasındaki en tipik ve radikal temsilcisi Yaşar Nuri Öztürk’tür. İlginçtir ki Kur’an-ı Kerim’deki “salih amel” kavramlarının tamamına “Hayra ve barışa yönelik amel” anlamı verilmiştir. Bu yaklaşım Kur’an bütünlüğüne ve Resulullah’ın uygulamalarına aykırıdır. Dinin ibadet kısmını ya nefyeden veya sınırlama getiren bir izah tarzıdır. Normal de bu yaklaşım bize göre bir projedir. Hiç namaz kılmayan, zekât vermeyen, hacca gitmeyen, oruç tutmayan ve cihadı reddeden kişilere, ibadetsiz de uhrevi kurtuluşun mümkün olacağının cesaretini vermektedir. Zaten bununla ilgili İmam Maturidi gibi seçkin bir zat üzerinden onu anlamadan ve okumadan projeler de üretmek istemektedirler. Mealinde salih ameli barışa hizmet olarak daraltan Öztürk, sadece Hud Suresinin 46. Ayetinde geçenb, Hz. Nuh’un oğluyla alakalı şu ifadeye; “اِنَّهُ عَمَلٌ غَيْرُ صَالِحٍۗ” şöyle bir anlam vermiştir: “Yaptığı, iyi olmayan bir işti.” Her hâlde; “o barışa hizmet etmeyen bir çocuktu” diyememiştir. Nitekim Yaşar Nuri Öztürk’ün bu yaklaşımı kabul gördü ki birçok meal hazırlayıcısı tenkit yerine onu üstad kabul etti. “Barışa hizmet” ifadesi merkeze alınarak dinler eşitlenmeye çalışıldı. Hak ile muharref dinler aynı kefeye konarak misyonerlik yerli bir karektere büründürüldü.
Cehennem tasvirlerinin yapıldığı Müddessir suresinin 29. Ayetine Yaşar Nuri Öztürk’ün verdiği anlam oldukça kötü, zorlama ve köksüzdür. Parantez kullanmayacağım derken işin böyle kötü bir noktaya taşınması kimsenin aklına gelmemiştir. Ayetin ilgili kısmı ve Öztürk’ün mealini veriyoruz: “لَوَّاحَةٌ لِلْبَشَرِۚ”
“İnsan için tablolar/levhalar/ekranlar sunandır o/deriyi yakıp kavurandır o.” Ayette; tablo, levha, disket ve ekran dâhil herşey var. Sahabenin bilmediği bir anlamı Allah Teâlâ, niçin indirsin, sorusunun cevabı düşünülmeden verilen bir meal böyle olur. Benzeri bir yaklaşım da Muhammed Esed de vardır. Esed, batılılara cehennemin olmadığı bir din mi anlatmak istemiş ki aynı ayete metinden kopuk bir anlam yüklemiştir. Esed’in verdiği anlan şöyledir: “ölümlü insana [nihaî hakikati] gösterir.” Ayetin dil yapısında buna delalet eden hangi kelimedir? Göstermek imkânsız. Esed’in kelimelerini değiştiren Mustafa İslamoğlu ise onlardan geri kalmayarak aynı ayete dille hiç alakası olmayan şöyle bir anlam tercih etmiştir: “o insana kendi özünü gösterir;”
Konuyla kısmen alakalı olduğunu düşündüğüm şu ayetlere verilen mealleri de burada açmakta yarar görüyoruz. Beled suresindeki ayetlere önce bakalım: “ثُمَّ كَانَ مِنَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ وَتَوَاصَوْا بِالْمَرْحَمَةِۜ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِۜ وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِاٰيَاتِنَا هُمْ اَصْحَابُ الْمَشْـَٔمَةِۜ” “Ve ayrıca (Allah’a ve gönderdiği ayetlere) iman ederek birbirlerine sabrı ve merhameti öğütleyenler arasında yer almaktır. İşte bu (sayılan özelliklere sahip ola)nlardır, (Hesap Günü) kitapları sağından verilecek dürüst ve erdemli kimseler. (Gerek sözleri, gerek davranışlarıyla) ayetlerimizi inkâr eden (ve böylece, o Sarp Yokuşu aşamayan kimse)lere gelince, onlar (“yığınla mal harcamış” olsalar bile, o Gün) kitapları sol taraflarından verilecek (ve ebediyen cehennem azâbına mahkûm edilecek) bedbaht kimselerdir.”[1] İlk müfessirlerden Mukatil b. Süleyman ayetteki emir ve tavsiyeleri yerine getirip getirmemenin neticesinin ahirette tecelli edeceğine atıfta bulunmuş ve şöyle önemli bir açıklama yapmıştır: “ Kitapları/amel defterleri kıyamet gününde sağından veya solundan verilecek olanlardır.”[2] Cennet ehlidir.[3]Amel defterlerinin ahirette kişinin sağ veya sol tarafından verilmesini Zemahşeri; uğurlu ve uğursuz, diye anlamlandırmıştır.[4] Beled suresinin başında pervasızca mal biriktirip sonra da o malın hakkını gerekli yerlere vermeyenler kınanmaktadır. Bir anlamda mesaj olarak çok ciddi bir kapitalizm eleştirisi vardır. Daha sonra ise mallarının hakkını veren “uğurlu” insanlar övülmekte; mallarının haklarını vermeyen “uğursuz” kişiler de kınanmaktadırlar. Kur’an, bu grupların ahiretteki sınıflamasını yapmıştır. Buna bağlı olarak Kur’an’daki “sağ ve sol ehli” ile alakalı günümüz felsefesine atfen kelime ve kavram kullanmak ideolojik bir yaklaşımdır. Modern dünyada sağı kapitalizm temsil etmektedir. Eğer biz böyle bir anlam öncelersek, Beled suresinin başında yerilen kimselere sure içerisinde övgü çıkarmış oluruz ki bu durum vahye çelişki yüklemektir. Kısacası, meallerimizin ideolojik söylemlerden uzak kalmaları gerekirken, Ali Özek başkanlığında hazırlanıp 1982 yılında Arabistandaki hacılara dağıtılan ve bir daha da toplatılmayan mealde; “اَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِۜ ” ve “اَصْحَابُ الْمَشْـَٔمَةِۜ” ifadelerine; “Sağın adamları (Sağ düşünceye sahip olan inançlı ve doğru kimselerdir.) Ayetlerimizi inkâr edenler ise solun adamlarıdır.” Şeklinde anlamlar verilmiştir. Özellikle “sağ düşünce” ifadesi tam ideolojik yaklaşımdır. O zaman da basında tartışıldı. Gönül isterdi ki bu mealler toplatılsın, fakat yapılmadı. Diğer meal hazırlayıcılarından Ali Bulaç bu ayetlerdeki ifadeleri; “sağ ve sol yanın adamları” diye çevirerek anlaşılmaz bir hâle getirdi. İbret almamış olacak ki Diyanet vakfının meal yazarları ve Bayraktar Bayraklı; “sağdakiler ve soldakiler,” diye çevirdiler ve ideolojik anlama açık tuttular. Hasan Basri Çantay ise; bizzat “sağcı ve solcu” diye anlamlandırdı. Ali Fikri Yavuz ise parentez sonrası “sağcı ve solcu” ifadelerini kullandı. Süleyman Ateş ise “sağın adamları” diyerek garip bir mana verdi. Bu mealleri okuyanların ne düşüneceklerini meal hazırlayanların vicdanlarına havale ediyoruz. Bereket ki amel defterinin ahirette verilmesine veya uhrevi uğura göre anlam verenler var da yanlış anlamaların önüne geçecek savunmayı dinimiz adına yapabiliyoruz.
[1] Beled 90/ 17-19.
[2] Mukatil, Tefsir, c. III, s. 486.
[3] İbni Vehb, el-Vâdıh, c. Iı, s. 499.
[4] Zemahşeri, Keşşaf, c. IV, s. 745.
MEHMET SÜRMELİ
Yükselen değerlere göre ayetlere ideolojik anlamlar vermekten kaynaklanan hatalar. Bu şekildeki hatalar ideolojilerin de Müslümanlar arasında yerleşmesine ve meşruiyet kazanmasına sebep olmuştur. Bu konuyla ilgili aslında en önemli örnek Bakara suresinin 208. Ayetindeki “silm” kelimesine barış anlamı vererek dünya barışına katkıda bulunmak ve Müslümanları “cihadcı” olarak tanıtan mahfillerden özür dilemektir. Yukarda gerekli açıklama yapıldığı için tekrar dönmeyeceğiz. Bizim iddiamız; ne dil ne de nüzul sebebine uygun olmayan “barış” anlamını ayetteki bu kelimeye vermek külliyen yanlıştır. Bu ifademiz İslâm’ın barışa karşı olduğu anlamına gelmez. Çünkü barış dinimizde asıldır. O ayrı bir mesele. Biz, ayetlere yerinde ve uygun anlam vermenin önemi üzerinde fikir imal ediyor ve ilmi olup olmadıklarını tartışıyoruz. Yükselen değerler ve ideolojilere göre ayertlere meal vermek veya yorum yapmak bir zamanlar o kadar moda oldu ki Ortaokul ve Liseler için yazılan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi kitaplarının yazarları laikliğin, demokrasinin tüm dayanaklarını(!) haşa Kur’an’dan bulma sapıklık yarışına girdiler. Özellikle 12 Eylül 1980 darbesinden sonra yazılan kitaplarda örnekler çoktur.
Yükselen değerlere göre uygunsuz anlam vermenin meal yazarları arasındaki en tipik ve radikal temsilcisi Yaşar Nuri Öztürk’tür. İlginçtir ki Kur’an-ı Kerim’deki “salih amel” kavramlarının tamamına “Hayra ve barışa yönelik amel” anlamı verilmiştir. Bu yaklaşım Kur’an bütünlüğüne ve Resulullah’ın uygulamalarına aykırıdır. Dinin ibadet kısmını ya nefyeden veya sınırlama getiren bir izah tarzıdır. Normal de bu yaklaşım bize göre bir projedir. Hiç namaz kılmayan, zekât vermeyen, hacca gitmeyen, oruç tutmayan ve cihadı reddeden kişilere, ibadetsiz de uhrevi kurtuluşun mümkün olacağının cesaretini vermektedir. Zaten bununla ilgili İmam Maturidi gibi seçkin bir zat üzerinden onu anlamadan ve okumadan projeler de üretmek istemektedirler. Mealinde salih ameli barışa hizmet olarak daraltan Öztürk, sadece Hud Suresinin 46. Ayetinde geçenb, Hz. Nuh’un oğluyla alakalı şu ifadeye; “اِنَّهُ عَمَلٌ غَيْرُ صَالِحٍۗ” şöyle bir anlam vermiştir: “Yaptığı, iyi olmayan bir işti.” Her hâlde; “o barışa hizmet etmeyen bir çocuktu” diyememiştir. Nitekim Yaşar Nuri Öztürk’ün bu yaklaşımı kabul gördü ki birçok meal hazırlayıcısı tenkit yerine onu üstad kabul etti. “Barışa hizmet” ifadesi merkeze alınarak dinler eşitlenmeye çalışıldı. Hak ile muharref dinler aynı kefeye konarak misyonerlik yerli bir karektere büründürüldü.
Cehennem tasvirlerinin yapıldığı Müddessir suresinin 29. Ayetine Yaşar Nuri Öztürk’ün verdiği anlam oldukça kötü, zorlama ve köksüzdür. Parantez kullanmayacağım derken işin böyle kötü bir noktaya taşınması kimsenin aklına gelmemiştir. Ayetin ilgili kısmı ve Öztürk’ün mealini veriyoruz: “لَوَّاحَةٌ لِلْبَشَرِۚ”
“İnsan için tablolar/levhalar/ekranlar sunandır o/deriyi yakıp kavurandır o.” Ayette; tablo, levha, disket ve ekran dâhil herşey var. Sahabenin bilmediği bir anlamı Allah Teâlâ, niçin indirsin, sorusunun cevabı düşünülmeden verilen bir meal böyle olur. Benzeri bir yaklaşım da Muhammed Esed de vardır. Esed, batılılara cehennemin olmadığı bir din mi anlatmak istemiş ki aynı ayete metinden kopuk bir anlam yüklemiştir. Esed’in verdiği anlan şöyledir: “ölümlü insana [nihaî hakikati] gösterir.” Ayetin dil yapısında buna delalet eden hangi kelimedir? Göstermek imkânsız. Esed’in kelimelerini değiştiren Mustafa İslamoğlu ise onlardan geri kalmayarak aynı ayete dille hiç alakası olmayan şöyle bir anlam tercih etmiştir: “o insana kendi özünü gösterir;”
Konuyla kısmen alakalı olduğunu düşündüğüm şu ayetlere verilen mealleri de burada açmakta yarar görüyoruz. Beled suresindeki ayetlere önce bakalım: “ثُمَّ كَانَ مِنَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ وَتَوَاصَوْا بِالْمَرْحَمَةِۜ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِۜ وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِاٰيَاتِنَا هُمْ اَصْحَابُ الْمَشْـَٔمَةِۜ” “Ve ayrıca (Allah’a ve gönderdiği ayetlere) iman ederek birbirlerine sabrı ve merhameti öğütleyenler arasında yer almaktır. İşte bu (sayılan özelliklere sahip ola)nlardır, (Hesap Günü) kitapları sağından verilecek dürüst ve erdemli kimseler. (Gerek sözleri, gerek davranışlarıyla) ayetlerimizi inkâr eden (ve böylece, o Sarp Yokuşu aşamayan kimse)lere gelince, onlar (“yığınla mal harcamış” olsalar bile, o Gün) kitapları sol taraflarından verilecek (ve ebediyen cehennem azâbına mahkûm edilecek) bedbaht kimselerdir.”[1] İlk müfessirlerden Mukatil b. Süleyman ayetteki emir ve tavsiyeleri yerine getirip getirmemenin neticesinin ahirette tecelli edeceğine atıfta bulunmuş ve şöyle önemli bir açıklama yapmıştır: “ Kitapları/amel defterleri kıyamet gününde sağından veya solundan verilecek olanlardır.”[2] Cennet ehlidir.[3]Amel defterlerinin ahirette kişinin sağ veya sol tarafından verilmesini Zemahşeri; uğurlu ve uğursuz, diye anlamlandırmıştır.[4] Beled suresinin başında pervasızca mal biriktirip sonra da o malın hakkını gerekli yerlere vermeyenler kınanmaktadır. Bir anlamda mesaj olarak çok ciddi bir kapitalizm eleştirisi vardır. Daha sonra ise mallarının hakkını veren “uğurlu” insanlar övülmekte; mallarının haklarını vermeyen “uğursuz” kişiler de kınanmaktadırlar. Kur’an, bu grupların ahiretteki sınıflamasını yapmıştır. Buna bağlı olarak Kur’an’daki “sağ ve sol ehli” ile alakalı günümüz felsefesine atfen kelime ve kavram kullanmak ideolojik bir yaklaşımdır. Modern dünyada sağı kapitalizm temsil etmektedir. Eğer biz böyle bir anlam öncelersek, Beled suresinin başında yerilen kimselere sure içerisinde övgü çıkarmış oluruz ki bu durum vahye çelişki yüklemektir. Kısacası, meallerimizin ideolojik söylemlerden uzak kalmaları gerekirken, Ali Özek başkanlığında hazırlanıp 1982 yılında Arabistandaki hacılara dağıtılan ve bir daha da toplatılmayan mealde; “اَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِۜ ” ve “اَصْحَابُ الْمَشْـَٔمَةِۜ” ifadelerine; “Sağın adamları (Sağ düşünceye sahip olan inançlı ve doğru kimselerdir.) Ayetlerimizi inkâr edenler ise solun adamlarıdır.” Şeklinde anlamlar verilmiştir. Özellikle “sağ düşünce” ifadesi tam ideolojik yaklaşımdır. O zaman da basında tartışıldı. Gönül isterdi ki bu mealler toplatılsın, fakat yapılmadı. Diğer meal hazırlayıcılarından Ali Bulaç bu ayetlerdeki ifadeleri; “sağ ve sol yanın adamları” diye çevirerek anlaşılmaz bir hâle getirdi. İbret almamış olacak ki Diyanet vakfının meal yazarları ve Bayraktar Bayraklı; “sağdakiler ve soldakiler,” diye çevirdiler ve ideolojik anlama açık tuttular. Hasan Basri Çantay ise; bizzat “sağcı ve solcu” diye anlamlandırdı. Ali Fikri Yavuz ise parentez sonrası “sağcı ve solcu” ifadelerini kullandı. Süleyman Ateş ise “sağın adamları” diyerek garip bir mana verdi. Bu mealleri okuyanların ne düşüneceklerini meal hazırlayanların vicdanlarına havale ediyoruz. Bereket ki amel defterinin ahirette verilmesine veya uhrevi uğura göre anlam verenler var da yanlış anlamaların önüne geçecek savunmayı dinimiz adına yapabiliyoruz.
[1] Beled 90/ 17-19.
[2] Mukatil, Tefsir, c. III, s. 486.
[3] İbni Vehb, el-Vâdıh, c. Iı, s. 499.
[4] Zemahşeri, Keşşaf, c. IV, s. 745.
MEHMET SÜRMELİ