fikrimize uymayana dair umum tepkimiz neden önce tahkir, ardından isbat veya kabule diretme olur?
aşağılayınca büyüyor muyuz?
bence büyüdüğümüzü sanmasak aşağılamayız...
aşağılamak üstte olmanın emaresi.
altındakini hırpalamak insana farklı bir zevk veriyor. alay tahkir, hafife alma v.s gibi kalbi günahların hepsi kibir mefhumunda birleşiyor. kendini tanrı yetkinliğinin gölgesine alan, başlıyor tüm kanatlardan hucuma...
insanın kurtarıcı beklentisi zaafı vardır. bu anne karnında gelişen bir duygu aslında... bir güven ve bağlılık, aidiyet tavrı...
işte umumen bu kullanılır insanlarda...
alan bununla alır, ezen bununla ezer...
şefkat açlığı çeken genç kızı kandıran bununla kandırır...
sahiplenilmek ve korunmak arzusu, karakter geliştikçe, öz bulundukça asliyetinde inkılab eder. ruhunun sesini dinleyebilene
övgü ve sövgü aynıdır, etkilenmez sözlerden...
insanlar esasen söz söylediklerinde başkaya dair, kendilerini tanımlarlar...
öven, kendini, söven kendini...
türkçemizde 'tuzu kuru' diye bir söz var...
dikkat edin, insanlara tepeden bakma heveslisi olanlar toplumda ya mal, ya makam, ya ün; ya da bir özel sivri vasıf sahibi...
öyle ya, ne ki başkaca başkaya kendini üstte görmesini haklı göstertebilecek olgu!?
gerçi bir de hased var, o apayrı bir hadise/olgu. -olmamasının verdiği saldırganlık dürtüsü-
vasıflar çoğaldıkça imtihan da şiddetleniyor...
hani edebali'nin dediği: 'bundan sonra öfke bize, sukunet sana, haksızlık bize, adalet sana' terazisi...
toplumda illa ki sosyal hayatın değişik kademelerinde değişik statülere farklı hitaplar olacaktır; ama 'amaya ilgisizliği sebebiyle' ikaz alandan daha yüksek şeref sahibi olunması söz konusu olmadığına göre, dersimize iyi çalışmamız gerekiyor:
övgü ve sövgüde hassaten...
bir fikir ki, yerinde sabitlenmiş, ileri vites, geri vites kabul etmiyor, o fikir, sahibini erken bunatır.
kararlılık düşmek ve kalkmaktadır. düşme meylini görmeme rağmen, hiç düşmeyenlerden/düşmem diyenlerden her zaman çekinmişimdir.
ben arada düşerim, arada düşenleri severim. düşemeyenlerle/asla düşmeyenlerle/düşmem diyenlerle ya da işim olmaz.
öfkelenmek tabiidir; ama öfkeyi dinleştirmek tabii değildir. kinlendiğiniz zaman bakacaksınız, kininiz kinlendiğinizin neyine? bunun mihengi, vasıf gitmesine rağmen kin sürüyorsa, problem sizin algınızdadır.
hatalı yönünü görmeyen insan, hatasızlık hastalığına tutulur. bundan Allah korusun hepimizi. amin.
mesela ben bazen öyle çirkefleşirim ki, yahu bu ben miyim, nasıl yapabildim diye için için hayıflanırım. bazen de doğru yaptığım işten dolayı ferahlarım.
insanın doğasında var bu; ama itiraf edebilmek zor oluyor. ya da yok saymak çok kolay geliyor.
tamam kimse kimseye itiraf etmesin; ama en azından herkes kendi içinde bu analizi yapabilmeli. bu yapıldığında görülecek ki, yok aslında kimsenin kimseden bir farkı. fark olsa olsa, tiyatro yapanların senaryo anlayışındaki küçük yorumsu tavırları. işe heyecan, mimik katmaları meselesi...
şark insanı ile batı insanı arasındaki uçurumlardan biri de bu.
garb insanı, hatasından pişmanlığını şahitlendirir bir otokontrol mekanizması kendi kendine gelişsin diye.
şarkta hata yapmaz insanlar çoktur!
işin havasına onlar da kendilerini öyle kaptırmışlardır ki, nasıl göründüklerini farkettiklerinde büyü bozulmasın adına belki seslerini çıkarmazlar hatta. herkes onlara özenir; ama en hata yapmazın bir hatası, onun hata yapmazlığına iman edenlerin toptan kaymasına sebep olur ne yazık ki...
aslında kibri konuşuyoruz.
insan, inancının tezgahtarlığını yaparken, sunduğunun sahibi gibi davrandığında ister istemez sahiplik dürtüsü hakim oluveriyor. aşağılamak yermek çoğu zaman bu duygunun mahsülü oluyor.
aidiyetinde olmak yerinde aidiyetine almak...
ismail arslan
aşağılayınca büyüyor muyuz?
bence büyüdüğümüzü sanmasak aşağılamayız...
aşağılamak üstte olmanın emaresi.
altındakini hırpalamak insana farklı bir zevk veriyor. alay tahkir, hafife alma v.s gibi kalbi günahların hepsi kibir mefhumunda birleşiyor. kendini tanrı yetkinliğinin gölgesine alan, başlıyor tüm kanatlardan hucuma...
insanın kurtarıcı beklentisi zaafı vardır. bu anne karnında gelişen bir duygu aslında... bir güven ve bağlılık, aidiyet tavrı...
işte umumen bu kullanılır insanlarda...
alan bununla alır, ezen bununla ezer...
şefkat açlığı çeken genç kızı kandıran bununla kandırır...
sahiplenilmek ve korunmak arzusu, karakter geliştikçe, öz bulundukça asliyetinde inkılab eder. ruhunun sesini dinleyebilene
övgü ve sövgü aynıdır, etkilenmez sözlerden...
insanlar esasen söz söylediklerinde başkaya dair, kendilerini tanımlarlar...
öven, kendini, söven kendini...
türkçemizde 'tuzu kuru' diye bir söz var...
dikkat edin, insanlara tepeden bakma heveslisi olanlar toplumda ya mal, ya makam, ya ün; ya da bir özel sivri vasıf sahibi...
öyle ya, ne ki başkaca başkaya kendini üstte görmesini haklı göstertebilecek olgu!?
gerçi bir de hased var, o apayrı bir hadise/olgu. -olmamasının verdiği saldırganlık dürtüsü-
vasıflar çoğaldıkça imtihan da şiddetleniyor...
hani edebali'nin dediği: 'bundan sonra öfke bize, sukunet sana, haksızlık bize, adalet sana' terazisi...
toplumda illa ki sosyal hayatın değişik kademelerinde değişik statülere farklı hitaplar olacaktır; ama 'amaya ilgisizliği sebebiyle' ikaz alandan daha yüksek şeref sahibi olunması söz konusu olmadığına göre, dersimize iyi çalışmamız gerekiyor:
övgü ve sövgüde hassaten...
bir fikir ki, yerinde sabitlenmiş, ileri vites, geri vites kabul etmiyor, o fikir, sahibini erken bunatır.
kararlılık düşmek ve kalkmaktadır. düşme meylini görmeme rağmen, hiç düşmeyenlerden/düşmem diyenlerden her zaman çekinmişimdir.
ben arada düşerim, arada düşenleri severim. düşemeyenlerle/asla düşmeyenlerle/düşmem diyenlerle ya da işim olmaz.
öfkelenmek tabiidir; ama öfkeyi dinleştirmek tabii değildir. kinlendiğiniz zaman bakacaksınız, kininiz kinlendiğinizin neyine? bunun mihengi, vasıf gitmesine rağmen kin sürüyorsa, problem sizin algınızdadır.
hatalı yönünü görmeyen insan, hatasızlık hastalığına tutulur. bundan Allah korusun hepimizi. amin.
mesela ben bazen öyle çirkefleşirim ki, yahu bu ben miyim, nasıl yapabildim diye için için hayıflanırım. bazen de doğru yaptığım işten dolayı ferahlarım.
insanın doğasında var bu; ama itiraf edebilmek zor oluyor. ya da yok saymak çok kolay geliyor.
tamam kimse kimseye itiraf etmesin; ama en azından herkes kendi içinde bu analizi yapabilmeli. bu yapıldığında görülecek ki, yok aslında kimsenin kimseden bir farkı. fark olsa olsa, tiyatro yapanların senaryo anlayışındaki küçük yorumsu tavırları. işe heyecan, mimik katmaları meselesi...
şark insanı ile batı insanı arasındaki uçurumlardan biri de bu.
garb insanı, hatasından pişmanlığını şahitlendirir bir otokontrol mekanizması kendi kendine gelişsin diye.
şarkta hata yapmaz insanlar çoktur!
işin havasına onlar da kendilerini öyle kaptırmışlardır ki, nasıl göründüklerini farkettiklerinde büyü bozulmasın adına belki seslerini çıkarmazlar hatta. herkes onlara özenir; ama en hata yapmazın bir hatası, onun hata yapmazlığına iman edenlerin toptan kaymasına sebep olur ne yazık ki...
aslında kibri konuşuyoruz.
insan, inancının tezgahtarlığını yaparken, sunduğunun sahibi gibi davrandığında ister istemez sahiplik dürtüsü hakim oluveriyor. aşağılamak yermek çoğu zaman bu duygunun mahsülü oluyor.
aidiyetinde olmak yerinde aidiyetine almak...
ismail arslan