NEBİLER SİLSİLESİ ( KURAN'I KERİM IŞIĞINDA ) (Osman nuri topbaş hoca efendinin kaleminden )

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
Osman nuri topbaş hoca efendinin kaleminden

Hazret-i Âdem -aleyhisselâm-( Meleklerin Cenâb-ı Hakk'a Suâl Sormalarının Hikmeti )

İnsan topraktan yaratıldığı için toprağın özelliklerini taşır. Toprak, zaman zaman kurur, sıcaktan kavrulur, suya hasret çeker. Bir mevsim kışın cefâsına katlanır.

Bereketli bahar yağmurları ile yeniden dirilir. Binbir güzellik, renk, koku ve âhengi ile ilâhî kudret nakışlarını sergiler.

İnsanın da toprağa benzer ortak bir kaderi vardır. Dünyevî ihtirasların girdabında çöllerdeki kum fırtınaları gibi çalkalanır durur. Nefsin sultasında kendisini perişân eder.

Ancak nefs engelini aşması neticesinde kâmilleşir. Toprağın bahar yağmurlarıyla hayat bulması gibi feyz ve rahmet tecellîlerine nâil olarak diğergâmlaşır.

Böylece kendisine gelen nîmetleri, bir bahar bereketinin güzellik ve bolluğu içerisinde Allâh rızâsı için münbit topraklar misâli etrafına infâk eder.

İnsanın fânî vücûdu, topraktan yaratıldığı için toprakla gıdâlanır ve neticede toprakta yok olur. Yâni aslına döner. Topraktaki bütün elementler, insan vücûdunda -az veya çok- mevcuttur.

İnsan vücûdu, aynı zamanda toprağın ayrı bir görünüşüdür. Nitekim bir rivâyete göre Âdem -aleyhisselâm-, topraktan yaratıldığı için “Âdem” diye isimlendirilmiştir. 4 Âdem -aleyhisselâm-'ın topraktan yaratıldığı, âyet-i kerîmede şöyle bildirilir:

“…Allâh onu topraktan yarattı. Sonra da ona «ol!» dedi ve (o da) oluverdi.” (Âl-i İmrân, 59)
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
Osman nuri topbaş hoca efendinin kaleminden

Hazret-i Âdem -aleyhisselâm- ( Meleklerin Cenâb-ı Hakk'a Suâl Sormalarının Hikmeti )

Toprak, kırmızı, siyah, beyaz ve benzeri muhtelif renklere sâhip olduğu gibi ondan yaratılan insanlar da muhtelif renkler taşımaktadır.

Aynı şekilde toprağın katı ve yumuşak tarafları olduğu gibi insanlar da kâbiliyet ve istîdâd olarak farklı farklıdır.

Bu hakîkati âyet-i kerîme şöyle haber vermektedir:

“Görmedin mi Allâh gökten su indirdi. Onunla renkleri çeşit çeşit meyveler çıkardık. Dağlardan (geçen) beyaz, kırmızı, değişik renklerde ve simsiyah yollar (yaptık) .
İnsanlardan, hayvanlardan ve davarlardan da yine böyle türlü renkte olanlar var. Kulları içinden ancak âlimler, Allâh'tan (gereğince) korkar. Şüphesiz Allâh, Azîz'dir, Gafûr'dur.” (Fâtır, 27-28)

Bu hususta Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de şöyle buyurmaktadır:

“Allâh Teâlâ, Âdem'i yeryüzünün her tarafından aldığı bir tutam topraktan yaratmıştır. Bu sebeple Âdemoğullarının, o topraklara izâfeten bir kısmı kırmızı, bir kısmı beyaz ve siyah, bir kısmı da bu renklerin karışımındaki bir renkte; bir kısmı yumuşak, bir kısmı sert, bir kısmı iyi huylu, bir kısmı kötü huylu olarak (yâni muhtelif istîdâd, husûsiyet ve karakterde) dünyâya gelmiştir.” (Ebû Dâvud, Sünnet, 16)

Rivâyet edildiğine göre , “Allâh, Âdem'in hilkat toprağını kırk gün eliyle yoğurmuştur.” (Taberî, Tefsir, III, 306) Bu günlerden her biri, keyfiyeti bizlerce meçhûl olan bir zaman dilimidir.
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
Osman nuri topbaş hoca efendinin kaleminden

Hazret-i Âdem -aleyhisselâm- ( Meleklerin Cenâb-ı Hakk'a Suâl Sormalarının Hikmeti )

Kaynakların verdiği bilgiye göre Âdem'in yaratıldığı çamur, kırk sene kendi hâline bırakıldı. Kalıp olarak pişti. Üzerine otuz dokuz sene hüzün yağmuru, bir sene de sürûr yağmuru yağdı.

Bunun için âdemoğlunun hüznü, sürûrundan daha çoktur. Hikmet ehli demişlerdir ki:

“İşte dünyâ! Şâyet bir gün güldürecek olsa günlerce ağlatır.”

Bahsedilen bu yağmur, maddî bir yağmur değil, mânevî bir tecellîdir. Mecâzen yağmur olarak bildirilmektedir.

Hüzünden sonra, dâimâ sürûr gelir. Büyük mükâfâtlar, büyük sabır ve ıztıraplardan sonradır.

Mîrâc mûcizesinin, cefâlı, ıztıraplı ve elemli Tâif Seferi'nin ardından ihsân edilmesi ve çileli bir Mekke devrinden sonra saâdetli bir Medîne devrinin gelmesi gibi...

Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:

“Şüphesiz zorlukla beraber bir kolaylık vardır. Gerçekten bu zorlukla beraber bir kolaylık daha vardır.” (el-İnşirah, 5-6) 5

İnşirah Sûresi nâzil olduğunda Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Cenâb-ı Hakk'ın bir zorluğa karşılık iki kolaylık takdîr buyurmasına çok sevinmiş, son derece mesrûr ve mütebessim bir şekilde:

“Bir zorluk iki kolaylığa aslâ gâlip gelemez. Çünkü «Elbette zorluğun yanında bir kolaylık vardır. Gerçekten, zorlukla beraber bir kolaylık daha vardır.» (el-İnşirah, 5-6) ” buyurarak ashâbının yanına çıkmıştır. (Hâkim, II, 575)
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
Osman nuri topbaş hoca efendinin kaleminden

Hazret-i Âdem -aleyhisselâm- ( Meleklerin Cenâb-ı Hakk'a Suâl Sormalarının Hikmeti )

Hayatın meşakkatleri karşısında zor durumda kalan kimselere bir çıkış yolu göstermek üzere şâir şöyle der:

“Herhangi bir zorlukla karşılaştığında İnşirah Sûresi'nin derin mânâlarını tefekkür et! Orada bir zorluk iki kolaylık arasında zikredilmektedir. Bunu iyice düşündüğün zaman ferahlarsın, sıkıntın zâil olur.”

Muhakkak ki dünyâ, çeşitli çilelerle dolu bir imtihan mekânıdır.

Âyet-i kerîmede bu hususla ilgili olarak şöyle buyrulur:

“And olsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz noksanlaştırma (fakirlik) ile imtihân ederiz. (Ey Rasûlüm!) Sabredenleri müjdele! O sabredenler ki, kendilerine bir belâ geldiği zaman: «Biz Allâh'a âidiz ve biz, elbette O'na döneceğiz!» derler. İşte Rablerinden mağfiret ve rahmet hep onlaradır. Ve hidâyete erenler de yalnız onlardır.” (el-Bakara, 155-157)

Cemâdât ve nebâtâtta dahî yaygın bir sabırdan sonra olgunlaşma vardır.

Baharın gelmesi, toprağın bir kış mevsiminde çektiği çileden sonradır.

İnsan da çile ve sabırla olgunlaşır, kâmil insan hâline gelir.
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
Osman nuri topbaş hoca efendinin kaleminden

Hazret-i Âdem -aleyhisselâm- ( Meleklerin Cenâb-ı Hakk'a Suâl Sormalarının Hikmeti )

Kur'ân-ı Kerîm'de Hazret-i Âdem'in topraktan yaratılış safhaları şöyle beyân buyrulmaktadır:

1. Toprak Safhası

“… (Allâh) Âdem'i topraktan yarattı, sonra ona “ol” dedi, o da hemen oluverdi. (Âl-i İmran, 59)

İnsan topraktan yaratıldığı için toprağın farklı husûsiyetlerini bünyesinde taşımaktadır. Toprak killi, kumlu, sert, yumuşak olduğu gibi insanlar da tabiat itibâriyle farklılık arz etmektedir.

Toprak çiğnenir, her şey onun üzerinde rahatlıkla işlenebilir. Toprak buna karşı hiçbir aksülamelde bulunmaz. İşte, insandaki sabır, tevâzu ve alçak gönüllülük gibi vasıflar buradan gelmektedir.

Buna mukâbil, toprağın hareketsizliğinden atâlet ve tembellik gibi vasıflar da insanda tezâhür etmektedir.

2. Çamur Safhası

“Allâh yarattığı her şeyi en güzel şekilde yaratmış ve insanı yaratmaya da çamurdan başlamıştır.” (es-Secde, 7)

Çamur safhasında su devreye girmektedir. Su, öncelikle temizleyicidir ve temizliği temsil eder. Bu açıdan da su insandaki iffeti, namusu ve maddî-mânevî temizlik duygularını temsil etmektedir.

3. Yapışkan Çamur Safhası

“…Şüphesiz Biz onları (Âdem ve neslini) yapışkan bir çamurdan yarattık.” (es-Sâffât, 11)

Yapışmak, kopmamak insanın sadâkat duygusunu ve bağlılığını gösterir. İnsanın inat etmesi ve müdafaa ettiği fikirlerinde ısrar etmesi de bu safhanın bir neticesidir.
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
Osman nuri topbaş hoca efendinin kaleminden

Hazret-i Âdem -aleyhisselâm- ( Meleklerin Cenâb-ı Hakk'a Suâl Sormalarının Hikmeti )

4. Havada Kurumuş Çamur Safhası

“And olsun Biz insanı, (havada) kurumuş bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattık.” (el-Hicr, 26)

Âyette zikredilen “salsâl: havada kurumuş çamur” safhasında “hava” unsuru devreye girmektedir. Hava, insanın çamuruna hareketliliği getirmiştir.

İnsan tabiatındaki istikrarsızlık, döneklik, ahde vefâsızlık ve yıkıcılık vasıfları bu safhanın bir neticesidir.

5. Şekillenmiş Balçık Safhası

“Hani, Rabbin meleklere demişti ki: «Ben (havada) kurumuş bir çamurdan, şekillenmiş balçıktan bir insan yaratacağım.»” (el-Hicr, 28)

“Hame-i mesnûn: şekillenmiş balçık” safhası insanın şekil alma , terbiye ve tezkiye edilebilme husûsiyetine işâret etmektedir.

Onun bu vasfının iyiye de kötüye de kullanılma imkânı vardır. Mühim olan ona, doğru bir istikâmet verebilmektir.

6. Ateşte Pişmiş Çamur Safhası

“Allâh insanı, ateşte pişmiş çamura benzeyen bir balçıktan yarattı.” (er-Rahmân, 14)

Bu safhada ateş unsuru devreye girmektedir. İnsanın kibir, gurur, kıskançlık, Allâh'ın emirlerine karşı gelme ve aldatıcı olma vasıfları ateşten neş'et etmektedir.
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
Osman nuri topbaş hoca efendinin kaleminden

Hazret-i Âdem -aleyhisselâm- ( Meleklerin Cenâb-ı Hakk'a Suâl Sormalarının Hikmeti )

Mü'minûn Sûresi'nin 12-14. âyetleri Hazret-i Âdem'den sonra onun sulbünden gelecek her bir insanın yaratılış mâcerâsını şöylece hülâsa etmektedir:

“And olsun biz insanı, çamurdan (süzülüp çıkarılmış) bir özden yarattık. Sonra onu sağlam bir karargâhta (ana rahminde) bir nutfe hâline getirdik. Sonra o nutfeyi, bir aleka (yapışkan ve döllenmiş yumurta) yaptık.
Peşinden, o alekayı bir mudğa 6(bir çiğnem et) hâline getirdik; peşinden bu bir çiğnem eti, kemiklere (iskelete) çevirdik; bu kemikleri etle kapladık. Sonra onu başka bir yaratışla (insan olarak) meydana getirdik. İşte yaratanların en güzeli 7 olan Allâh pek yücedir.” (el-Mü'minûn, 12-14)

Tıp ilmi, bu bilgilere ancak asrımızda ulaşabilmiştir. Kur'ân-ı Kerîm'de ise; Cenâb-ı Hak, insanın yaratılış safhalarını 1400 küsur sene evvel ilmî gerçeklere uygun bir sûrette haber vermiştir.

Yukarıdaki âyet-i kerîmelerde Cenâb-ı Hak, insanın ibretlerle dolu dikkate şâyân yaratılış safhalarından bahsetmektedir. Bu safhaların evvelini teşkîl eden çamur yâni Hazret-i Âdem'in yaratılışındaki toprak safhası, görünüm itibârıyla hiçbir zarâfeti bulunmayan değersiz bir maddedir.

Bundan sonraki safhalar ise, atılmış değersiz bir su; yapışkan ve donuk bir kan pıhtısı; ağızda çiğnenmiş bir görüntü arzeden, câzib olmayan ve hattâ tiksinti veren bir madde... Daha sonra ilâhî kudret tecellîsiyle bir zarâfet ve ihtişâm manzarasını teşkîl eden san'at hârikası insanın teşekkülü...

Müteâkıben maddenin ve rûhun dinçlik ve zindeliği, nihâyet bu gelişme seyrinin tersinden tekrârıyla, yine geldiği yer olan toprakta çürüyüp kayboluş!.. Ardından, çürümüş beden içerisinde âdeta bir cıva damlacığı gibi çürümeyen ve kendisine “acbu'z-zeneb” adı verilen tek bir tohumdan, bir bitkinin vücûda geliş seyrinin sür'atlendirilmiş şekli gibi yeniden ortaya çıkış ve diriliş!..
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
Hazret-i Âdem -aleyhisselâm- ( Meleklerin Cenâb-ı Hakk'a Suâl Sormalarının Hikmeti )

Cenâb-ı Hak, pek çok âyet-i kerîmede insanı bu kesret âlemindeki mâcerânın tefekkürüne dâvet etmektedir:

“Kime uzun bir ömür verirsek, Biz onun yaratılışını (güç ve kuvvetini alarak) tersine çeviririz. Hiç (bu manzarayı) düşünmüyorlar mı? (Bu ibretli yolculuğu idrâk etmiyorlar mı?) ” (Yâsîn, 68)

“Allâh sizi önce zayıf olarak yarattı, zayıflığın ardından size kuvvet verdi, kuvvetin ardından da tekrar bir zayıflık ve ihtiyarlık verdi. O, hakkıyla bilendir, her şeye kemâliyle kâdirdir.” (er-Rûm, 54)

“Sizi o (toprak) tan yarattık, yine oraya döndüreceğiz ve sizi (mahşerde) bir kez daha ondan çıkaracağız!” (Tâhâ, 55)

Bu hakîkat gösteriyor ki, insanın cesedi, dünyâda yaşadığı safhalarla ve kendi zâtî durumuyla fânîliğe mahkûmdur. Aslolan ve ebedî olan rûh-i sultânîdir ki, cen*net-cehennem, saâdet veya şek_vet yolculuğu bununla olacaktır.

Hazret-i Mevlânâ -kuddise sirruh- der ki:

“Cesedine yağlı ballı şeyleri az ver. Çünkü tenini besleyen, nefsânî arzulara düşüyor ve sonunda rezîl olup gidiyor.”

“Rûha mânevî gıdâlar ver. Olgun düşünüş, ince anlayış ve rûhî gıdâlar sun da, gideceği yere, ukbâ âlemine güçlü, kuvvetli gitsin!”
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
Osman nuri topbaş hoca efendinin kaleminden

Hazret-i Âdem -aleyhisselâm- ( Meleklerin Cenâb-ı Hakk'a Suâl Sormalarının Hikmeti )

1. Bkz. Râzî, Tefsîr , XXXI, 114.

2.Cemâdât olarak bildiğimiz varlıkların bile kendilerine âit mükellefiyetin ağırlığını fark edebilecek bir şuura sâhip olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm- bir defasında Hazret-i Ebû Bekir, Ömer ve Alî -radıyallâhu anhüm- olduğu hâlde Uhud Dağı'na çıkmışlardı. Uhud, sallanmaya başladı.

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de:

“Sâkin ol ey Uhud! Üzerinde bir nebî, bir sıddîk ve iki şehîd var!” (Tirmizî, Menâkıb, 18/3703) buyurdu.

Öyle ki cemâdât, nebâtât ve hayvanâtın her biri kendi dillerinde Rab'lerini hamd ile tesbih etmektedirler.

Bu husus âyet-i kerîmede şöyle beyân buyrulmaktadır:

“Yedi gök, yer ve bunlarda bulunan her şey O'nu tesbîh eder. O'nu hamd ile tesbîh etmeyen hiçbir şey yoktur. Ne var ki siz, onların tesbîhini anlayamazsınız! O, Halîm'dir, Gafûr'dur.” (el-İsrâ, 44)

Hurma kütüğünün Efendimiz'in hasretiyle enîni (inlemesi), (Buhârî, Menâkıb, 25) Kızıldeniz'in Hazret-i Mûsâ ile Firavun'u ayırdetmesi (el-Bakara, 50) bunun en güzel misâllerindendir.

Diğer bir misâl de şudur: Japon bilim adamı Masaru Emoto, donmuş su kristalleri üzerinde yaptığı araştırmada, bunların düzgün, estetik ve altıgen şekillerden meydana geldiğini ve bu kristallerin insan eli değmemiş tabiî kaynak sularında, insanı büyüleyecek kadar düzgün ve güzel şekle sâhip olduğunu fark etmiştir.

İki ayrı kaba bu sulardan alarak deney yapmıştır. Üzerine sevgi, şefkat, duâ ve minnettarlık ifâdelerinin fısıldandığı birinci kaptaki suyun kristallerinin tabii ihtişamını koruduğunu; üzerine hakaret içeren sözlerin ve “şeytan” lafzının söylendiği suyun kristallerinin ise parçalanmış olduğunu ve bütün estetik özelliğini yitirerek şekillerinin bozulduğunu görmüştür. Aynı deneyde sular, güzel ve hoş mûsikîye ve rahatsız edici çirkin ritimlere de farklı tepki vermiştir.

Masaru Emoto ulaştığı bu hakîkati daha da pekiştirmek için benzeri bir incelemeyi ayrı kavanozlara konulmuş haşlanmış pirinçler üzerinde de yapmıştır. Birinin içine “teşekkür” diğerinin içine “aptal” yazan kağıtlar bırakılan kavanozlara bir ay boyunca bu sözler telaffuz edildiğinde birinci kavanozdaki pirinçlerin beyazlığını ve tâzeliğini koruduğunu diğer kavanozdaki pirinçlerin ise karararak dışarıya kötü kokular vermekte olduğunu keşfetmiştir. (M. Akif Deniz, İlk Adım , Şubat, 2003)

3. Bkz. Taberî, Târih, I, 89-90.

4. Bkz. İbn-i Sa'd, Tabakât , I, 26.

5. Bu âyetlerde “usr” (zorluk) ve “yüsr” (kolaylık) kelimeleri tekrar edilmiştir. Ancak “usr” elif-lâm takısı ile mârife olarak, “yüsr” ise nekra olarak gelmektedir. Arapça dil kâidelerine göre mârife kelimenin tekrar edilmesi aynı şeyi ifâde ederken, nekra kelimenin tekrarlanması farklı bir şeyi ifâde etmektedir. Bu sebeple “usr” iki defa tekrar edilmesine rağmen tek bir zorluk olarak kalmış, “yüsr” ise iki ayrı kolaylık olmuştur. (Bkz. Buhârî, Tefsîr, 94)

6. Bir çiğnem et: Âyet-i kerîmedeki bu tâbir, asrımızda yeni keşfedilen bir Kur'ân mûcizesidir. İnsan yaratılışının üçüncü safhasını teşkîl eden mudğa dö*nemi, sanki çiğnenmiş ve üzerinde diş izleri kalmış bir et görünümündedir. (Geniş bilgi için bkz. O. Nûri Topbaş, Rahmet Esintileri , s. 178)

..:: Nebiler Silsilesi ::..
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
Osman nuri topbaş hoca efendinin kaleminden

Hazret-i Âdem as. ( Rûhun Nefhedilmesi (Üfürülmesi )

Cenâb-ı Hak insanın zâhirini bir avuç topraktan yarattıktan sonra ona mahlûkât arasında en yüce mertebeyi lutfederek kendinden bir sır nefhetmiştir. Bir cisim olarak yaratılan insanda canlılık, ancak rûhun üflenmesiyle başlamıştır.

Bu bakımdan rûhun üflenmesi, her şeyden evvel Allâh'ın kuluna bir değer vermesi ve ona hayâtiyet kazandırmasıdır.

Allâh Teâlâ, bu hakîkati:

“Artık onu yaratıp muntazam bir insan kıvamına getirdiğim ve ona rûhumdan üflediğim zaman…” (el-Hicr, 29) âyet-i celîlesiyle beyân buyurmaktadır.

Allâh Teâlâ'nın, Âdem -aleyhisselâm-'a rûhundan üflemesi, temsîlî bir ifâdedir.

Bu, büyük bir hakîkatin, gelişmesini henüz tamamlamış bir çocuğa anlatılmasındaki zarûrete benzer bir keyfiyetin eseridir ve Cenâb-ı Hakk'ın kendisindeki bâzı husûsiyetleri kuluna onun istîdâd ve iktidârı nisbetinde vermesi demektir.

İnsan, bu nefha ile birlikte Rabbinden aldığı emânetin bereket ve iktidârı ile Rabbini tanır, O'na kul olur.

Esrâr-ı ilâhî ve azamet-i ilâhiyeye tâkati nisbetinde vâkıf olur. Bu vukûfiyetin merkezi ise, kalbdir.

Burada kalb, fizikî bir varlık olarak değil, tahassüsün merkezi olan bir tecellî mekânı mânâsınadır.
 

ummuhan

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eyl 2007
Mesajlar
12,943
Tepkime puanı
1,042
Puanları
0
Konum
Arz
çok kayboluyorsunuz ortalıktan kays... :)
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
Osman nuri topbaş hoca efendinin kaleminden

Hazret-i Âdem as. ( Rûhun Nefhedilmesi (Üfürülmesi )

Rûh-i Sultânî'ye mâlik olmak, insanı üç esaslı vazîfeyle mükellef ve bu vazîfeleri îfâ husûsunda bir iktidâr ile mücehhez kılar:

1. Nefsini tanımak; kendi zâtını ve hakîkatini bilmek,

2. Kendisinin mûcidini bilmek; Rabbini tanımak (mârifetullâh),

3. Mûcidine karşı fakr u zarûretini bilmek; hiçliğe vâsıl olmak.

Eserde vârid olmuştur ki:

“Kim kendini tanırsa, Rabbini de tanır!” (Aclûnî, Keşfu'l-Hafâ , II, 361)

Yaratılan ilk varlık, nûr-i Muhammedî olduğu gibi, rûhların yaratılışında da O'nun rûhu ilktir.

Diğer rûhlar, O'nun rûh-i şerîfinin kadr u kıymetinin bilinmesi için bir mücevherin mazrûfu kabîlindendir.

Bu sebeple Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e “Ebu'l-Ervâh: Rûhların Babası ” denir.

Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh- anlatıyor:

Ashâb-ı kirâm hazarâtı Allâh Rasûlü'ne sordular:

“–Size peygamberlik ne zaman ihsân olundu?”

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- cevâben:

“–Âdem, rûh ile cesed arasında iken...” (Tirmizî, Menâkıb, 1) buyurdular.
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
Osman nuri topbaş hoca efendinin kaleminden

Hazret-i Âdem as. ( Rûhun Nefhedilmesi (Üfürülmesi )

Bu itibarla Efendimiz, nübüvvette de ilktir. O'nun vücûd, rûh ve nübüvvet bakımından ilk olmasının hikmetini, ileride Hazret-i Âdem'e meleklerin secde ettirilmesi mevzuunda ele alacağız.

Rûhu iki mertebede mütâlaa edebiliriz:

1. Rûh-i sultânî: “Emir” âlemindendir. Bedenden ayrıdır. Bedenle berâber olması, onun üzerinde tasarrufta bulunması iledir. Bedenin çürüyüp yok olması, ona tesir etmez. Ancak bu sûretle bedenî arzular üzerindeki tasarrufu nihâyete erer.

2. Rûh-i hayvânî: “Halk” âlemindendir. Bedenin tüm uzuvlarına yayılmıştır. Esas hükümranlığı kan üzerindedir. Merkezi dimağdır. Fiil ve hareketlerin başlangıç noktasıdır. Eğer hayvânî rûh olmasaydı, hiçbir eser vücûda gelmezdi. 1

İşte insanın fiilleri, bu sultânî rûh ile hayvânî rûhun müşterek hasletleri içinde ortaya çıkar.
__________
1. Bkz. İ. Hakkı Bursevî, Temâmü'l-Feyz (thk. Ali Namlı), Basılmamış master tezi, İstanbul, 1994, s. 47.

..:: Nebiler Silsilesi ::..
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
Osman nuri topbaş hoca efendinin kaleminden

Hazret-i Âdem as. ( Rûhun Beş Devresi )

1. Yokluk (adem) devresi:

Ezelde sâdece Cenâb-ı Hak vardı ve O'nun dışında hiçbir varlık yoktu. O dönemde rûhlar da tam bir yokluk içerisinde bulunuyordu. Âyet-i kerîmede şöyle buyrulmaktadır:

“İnsanın üzerinden, henüz kendisinin anılan bir şey olmadığı uzun bir süre geçmedi mi?” (el-İnsan, 1)

2. Rûhlar âleminin varoluş devresi (Elest Bezmi):

Allâh Teâlâ pek çok hikmete mebnî olarak cesetleri yaratmadan önce rûhları var etti. Hadîs-i şerîfte bu hakîkate şöyle temâs edilir:

“Rûhlar cesedlerinden ikibin yıl önce yaratılmıştır!” (Deylemî, Müsned , II, 187-188)

3. Bedenlere gönderilme devresi:

Bedenlerden hayli zaman önce yaratılan ve kendilerinden Allâh'ın rubûbiyetini tasdîk husûsunda ahd ü mîsâk alınan rûhlar, ezelde çizilen kader planına uygun olarak birer birer bedenlere gönderilmeye başlandı. Âyet-i kerîmede, ilk insan Hazret-i Âdem'e rûhun üflenmesinden şöyle bahsedilir:

“…Ona rûhumdan üfürdüğümde...” (el-Hicr, 29)

4. Bedenden ayrılma devresi:

Bu fânî hayatta kendisine biçilen ömrü tamamlayan rûhlar, geçici süre beraber bulundukları bedenlerden geldikleri gibi birer birer ayrılacaktır. Hiç kimsenin kurtulamadığı bu kaçınılmaz âkıbete ölüm denmektedir. Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:

“Her nefs ölümü tadacaktır!..” (Âl-i İmrân, 185)
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
Osman nuri topbaş hoca efendinin kaleminden

Hazret-i Âdem as. ( Rûhun Beş Devresi )

5. Tekrar bedenlere döndürülme devresi:

İslâm akâidine göre ölüm, bir yok oluş değil tıpkı anne rahmindeki bebeğin oradan irtibâtını keserek dünyaya doğması gibi, rûhun bu fânî âlemden kurtulup ebedî bir hayatın sabahına doğmasıdır. İnsanoğlu burada dünyadaki yaşadığı hayattan hesâba çekilecek, bunun neticesine göre sonsuz bir saâdete ulaşacak veya -Allâh muhafaza buyursun- nihâyetsiz bir azâba dûçâr kılınacaktır.

Mevzuyla alâkalı yüzlerce âyetten ikisi şöyledir:

“De ki: Onları ilk defa yaratmış olan (Allâh, yine aynı şekilde onları) dirilte*cektir. Çünkü O, yaratmanın her türlüsünü gâyet iyi bilendir.” (Yâsîn, 79)

Cenâb-ı Hak, Tekvîr Sûresi'nde şiddetli ve ibretli kıyâmet alâmetlerinin fârikalarından bahsederken yedinci âyette, rûhların yeniden beden kalıbına alınmasını şöyle bildirmektedir:

“Nefsler birleştirildiği (rûhlar bedenlerle bir araya getirildiği) zaman.”

İnsana Rabbinden bir sır olarak üflenen rûhun mâhiyetini tam olarak bilmek mümkün değildir. Zîrâ o öteler âlemine âit olup beşer idrâkinin kavrayamayacağı bir mâhiyet arzetmektedir.

Nitekim rûhun bu keyfiyeti hakkında âyet-i kerîmede şöyle buyrulmaktadır:

“ Sana rûhtan soruyorlar. De ki: Rûh, Rabbimin emrindendir. Size ise ilimden ancak pek az bir şey verilmiştir.” (el-İsrâ, 85)

Rûhun Allâh Teâlâ ile alâkası husûsunda müfessirlerimiz birkaç farklı îzahta bulunmuşlardır:

- Rûh, ancak Rabbimizin bileceği iştendir.

- Rûh, “emr”in esâsı olan bir cevherdir.

- Rûh, Rabbimizin emri cinsinden bir fiildir.

Âyette geçen “emr” kelimesi, yine kendi kökünden olan “emâret” kelimesi ile de alâkalı olarak; emretme, buyurma, emirlik, yöneticilik gibi îzâh edilebilir. Bu du*rumda rûh; emrin hâli ve sıfatı demek olur. Bu da Allâh'ın sıfatlarının kulda tecellî etmesidir. Yâni kulda tecellî eden sıfatlardan biri de emâret (yönetme) dir. Nitekim insanın “Allâh'ın halîfesi” olması, buradaki “idâre etme tecellîsi”ne bağlıdır.
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
Osman nuri topbaş hoca efendinin kaleminden

Hazret-i Âdem as. ( Rûhun Beş Devresi )

Emâret , insana mahsustur. Arslan, bedenen insandan daha kuvvetli olmasına rağmen, insanın tekâmülü karşısında zayıf kalır. Meselâ arslan, bin yıl yaşasa yine de kendisine bir ev, bir araç yapamaz.

Ayrıca meleklerde de kâmil mânâda tecellî yoktur. Bu tarz bir tecellî, yalnız insan için ge*çerlidir. İnsan, “ahsen-i takvîm: en güzel kıvam ” ile “bel hüm edall: hayvanlardan daha aşağı bir dereke ” arasındadır.

Meselâ, insanın gönül iklîminde tecellî eden “Rahmân” ve “Rahîm” sıfatları ile beraber, nefsinde de “Mudill” ve “Kibriyâ” sıfatları tecellî etmektedir. Yâni insan, câmiu'l-ezdâddır.

Bütün müsbet ve menfî sıfatları kendisinde cem etmiştir. Câmiu'l-ezdâd olmak, mahlûkât arasında kâmil mânâda yalnız insana mahsustur.

Yukarıdaki âyet-i kerîmenin sonunda insana bilhassa rûhun mâhiyeti hakkında çok az bir bilgi verildiği, te'kitli bir şekilde ifâde buyrulmaktadır.

Bu bakımdan insan haddini aşarak rûhun esrârını çözmeye uğraşmamalı ve ilmine mağrur olmamalı, buna mukâbil daha çok mes'ûliyetinin ne olduğu üzerinde tefekkür ederek kulluğa ehemmiyet vermelidir.
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
Osman nuri topbaş hoca efendinin kaleminden

Hazret-i Âdem as. ( Rûhun Beş Devresi )

Cenâb-ı Hak, Âdem -aleyhisselâm-'ı yarattıktan sonra, onu meleklerin gıpta edeceği ve takdirle emrine râm olacağı bir kıvâma eriştirmek için kendisine eşyânın isimlerini tâlim buyurmuştur.

Âyet-i kerîmede bu hâdise şöyle anlatılmaktadır:

“Allâh Âdem'e bütün isimleri öğretti. Sonra bu isimleri (n delâlet ettiği şeyleri) meleklere gösterip: « Eğer sözünüzde sâdık iseniz (her şeyin içyüzünü bildiğinizi sanıyorsanız) şunları isimleriyle birlikte bana bildirin!» buyurdu.” (el-Bakara, 31)

Melekler Allâh'ı tesbîh ve tenzîh ettiler.

Bunun üzerine Allâh Teâlâ:

“Ey Âdem! Onların (eşyânın) isimlerini meleklere haber ver, dedi. Âdem, (eşyânın) isimlerini onlara anlatınca (Cenâb-ı Hak) : «Ben size, ‘göklerin ve yerin gayblarını bilirim, sizin açıkladığınızı ve içinizde gizlemekte olduğunuz şeyleri de bilirim' de*memiş miydim?» buyurdu.” (el-Bakara, 33)
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
Osman nuri topbaş hoca efendinin kaleminden

Hazret-i Âdem as. ( Rûhun Beş Devresi )

Hazret-i Âdem -aleyhisselâm-'a öğretilen isimlerden maksat, bir görüşe göre yeryüzündeki bütün eşyânın isimleri, mâhiyetleri ve husûsiyetleri idi.

Burada bizim bilemediğimiz ilâhî san'at, eşyânın hakîkati, yaratılış sırrı, levh-i mahfûz, kader ve ondaki hikmetler ile bütün semâ ve arzdaki ilâhî esrâr, yâni ilâhî esmânın mazharlarıdır.

Dolayısıyla Cenâb-ı Hakk'ın bilinebilmesi, ancak kalbî bir hayât ile mümkündür.

Eşyânın hakîkat ve esrârı, kalbî duyuş*lar nisbetinde ortaya çıkar. Bu da ancak esmâ-yı ilâhiyyeye vukûfiyete bağlıdır.

Cenâb-ı Hak:

“En güzel isimler Allâh'ındır...” (el-A'râf, 180) buyurarak kendisini ilâhî isimleri vâsıtasıyla kullarının idrâkine takdîm etmiştir.

Zîrâ kul, ulûhiyet ile irtibâtını isimle sağlar. Bu gerçek, Allâh'ı tenzih için, O'nun adının vazgeçilmez bir unsur olduğunu ortaya koyar.

Bu bakımdan kulun, O'na karşı yaptığı iyi veya kötü fiiller, ulûhiyetinin hakîkatine değil, ismine yönelir. Böylece hakîkati dâimâ münezzeh kalır.
 

ummuhan

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eyl 2007
Mesajlar
12,943
Tepkime puanı
1,042
Puanları
0
Konum
Arz
Teşekkür butonu kayıp, uğramıyorum sanmayın takipteyim :)
 
Üst