Popüler Esaret: Nefisperestlik

abla

Doçent
Katılım
21 Kas 2006
Mesajlar
694
Tepkime puanı
16
Puanları
0
Popüler Esaret: Nefisperestlik

Nefsini Bilen Rabbini Bilir


Sadık Yalsızuçanlar

'Nefsini bilen Rabbini bilir' hadisini İbn Arabi (ra) şöyle yorumlar: 'Her insanda bir İlahi İsim daha fazla mütecellidir. İnsan, ancak bu İsmin tecellisi kadarınca nefsini bilecektir.' Yani bu İlahi İsmin tezahürü oranında Rabbini bilecektir. Rabbin Zat'ı bilinmez. Zat'ın tefekkürü yasaklanmıştır. İnsan idraki zaten Zat'ı fikretmekten acizdir. O halde, nefs, Bediüzzaman'ın Ene Risalesi'nde belirttiği üzere, Rabbin bilinmesinde bir anahtar işlevi görür.
Ene Risalesi, İslam irfan geleneğinin içinden konuşan Bediüzzaman'ın önemli eserlerindendir. Burada, 'emanet'in 'ene' kavramıyla açımlanması düşüncesini Üstad, Zemahşeri ve Cili'den iktibas etmiştir. Zemahşeri, ilgili ayeti tefsir ederken 'Ene' kavramını kullanır. Ekberi İrfan geleneğinin değerli adlarından Cili'nin ise, Hüviyet ve Enaniyet adlı bir eserinden söz edilmektedir. Demek ki, Ene, Rabbin bilinmesinde bir ölçüttür.
Nefs, klasik Arapça'da ruh anlamında kullanılmıştır. Günümüzdeki kullanımı daha çok, 'ruh'tan farklı, özerk bir olgu biçimindedir. Nefsin düzeylerinden Kur'an'da söz edilmektedir. Sufiler, insanoğlunun yeryüzüne nüzulünü bir alçalma, asli doğasından uzaklaşma olarak yorumlarlar. Dolayısıyla insan, dünyaya inerken, bir irtifa kaybı yaşamıştır ve nefsi hastadır. Nefs-i emmare, kin, düşmanlık, yalancılık, nifak, isyan ve küfür üzeredir. İnsanın manevi bir seyr ü seyahat yaşaması, nefsin, Kur'an'da belirtilen aşamaları gerçekleştirmesi anlamına gelecektir. İkinci aşamada nefs, levvamedir, yani kötülüklerden kaçınma yönünde bir duyarlık kazanmıştır. Ardından doygunluğa ermiş, Rabbi'yle doymuş mutmain nefs düzeyi gelir, nihayet rıza makamına ulaşmış nefs-i razıyye gelir ardından. Bu düzeyler, bize, nefsin, dünyaya inerken alabildiğine cahil ve münkir olduğunu, bu alçalıştan sonra, tekrar Rabbine dönmek için bir arınma yaşanması gerektiğini gösterir. Nefs-i emmare düzeyinde kalmış olanlar, kendini tanrılaştırma eğilimi içerisindedir aynı zamanda. İnsan, nefsinden doğrusal bir hat çekerek, tüm varlığı orada odaklar. Her şey kendi nefsi için ve nefsine göre konumlanacaktır artık. Bu, esasında örtük olarak rububiyyet iddia etmektir. İrfan ehli, nefsin tüm aşağılık eğilimlerinin altında ubudiyyeti terk, rububiyyeti iddia bulurlar. Sözgelimi Konevi, zina eyleminde örtük bir rablık iddiası gizli olduğunu söyler, Kırk Hadis Şerhi'nde. Çünkü der, zina, keyfemayeşa bir davranıştır. Bu ise, sadece Zat'a özgüdür. İnsan, mutlak özgür olamaz ve mülkünde dilediğince tasarrufta bulunamaz.
Esasında mülkten söz etmek imkansızdır, insan için. Mülk Allah'ındır. Risale-i Nur mesleği ve tefekkürü, tümüyle bu irfani geleneğe uygun olarak nefsin arınması ilkesine dayanır. Amaç, rızayı kazanmaktır; bunun biricik yolu ise Hz. Peygamber'in emrettiği üzere nefisle mücahede ve riyazettir.
İnsanın cihatla yükümlü oluşuna ilişkin Bediüzzaman, tıpkı İbn Arabi gibi, büyük cihadın nefisle yapılması gerektiğini belirtir. Allah, “kafirlerle savaşın”, buyurur. İbn Arabi, bu ayetteki buyruğa uyarken, “en yakınınızdakinden başlayın”, der, en yakınınızdakinden, yani nefsinizden. Size en yakın kafir, nefsinizdir. O halde, onunla mücahedeye girişin. Bu, bir risalesinde Bediüzzaman'ın Kadiri ve Nakşilerin cehri ve hafi zikirlerine ilişkin bir yorumunda da karşımıza çıkar. Kadiriler, cehri zikirle tabiat tağutlarını zir ü zeber etmişler, Nakşiler hafi zikirle nefsi tezkiye etmektedirler. Ene, rizayet ve kullukla delinmezse tüm varlığını kuşatır insanın. Nefisperestlik, bir tür putperestlik gibidir. “Onlar, nefislerini (heva) ilah ittihaz etmişlerdir”, uyarısı bunu ima eder. İbn Arabi hazretleri Fütuhat'ta, velilerin velayetlerinin delili olan kerametleri yorumlarken mealen şöyle der: Velilerin kerametleri, hep bir manevi mertebe, bir makam kazanmanın hem bir delili, hem de armağanıdır. Sözgelimi 'heva'larını denetim altına almayı başarmış insanlar, 'hava'da yürüyebilirler. 'Biz, hayatı sudan yarattık' ayetinin sırlarına vakıf olanlar, suyun üzerinde yürüyebilirler. Bediüzzaman'ın birinci manevi evresinde, Kosturma esaretinden firar ederken Volga'nın üzerinden yürüyerek geçtiği rivayet edilir. Keza, Horhor Medresesinde başından geçen o ilginç olay, havada kalabilmesi, hevasını denetleyebilme düzeyini işaret eder. Kimi yorumcular, nefsini bilmekten kastın, nefsini yenmek olduğunu söylemişlerdir ki, yaygın yorum budur. Yunus Emre hazretlerinin ifade ettiği gibi, bizler dünyaya ölmek için değil, olmak için geldik. Olmak, ölmeden evvel ölmekle mümkündür. Ölmekten kasıt ise, insanın nefsinin, yani kişisel doğasının sınırlarını taşarak, kendi kişisel algısını silerek, İsm-i Azam olan Hu'nun sırrına ermesidir.

Öz
Klasik Arapça'da nefs, ruh anlamında kullanılır. Nefsin, sonraki dönemlerde kazandığı "benlik", "kendilik" anlamını da içeren bu geniş anlam dünyası içinde söylenmiş olan bir hadis: "Nefsini bilen Rabbini bilir"in anlamını bu çerçevede düşünmek gerekir. Nefsini bilen, yani ruhunun zenginliklerini ve bir emanet olarak "benlik"i bilen Rabbini bilir. İnsan, kendisini ancak, nefsinde tecelli eden İlahi İsimlerin tezahür düzeyine göre bilebilir. Nefsinde ne düzeyde Esma-yı Hüsna tecelli ediyorsa, o seviyede bilecektir.
 

challenger

Üye
Katılım
15 Ağu 2007
Mesajlar
26
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Kimi yorumcular, nefsini bilmekten kastın, nefsini yenmek olduğunu söylemişlerdir ki, yaygın yorum budur.

Klasik Arapça'da nefs, ruh anlamında kullanılır.

Nefs ruh demek ise ruh ne demektir?
Çünkü Kuranda hem nefs hem ruh kelimeleri geçiyor.

Yine nefs ruh demekse ruhu yenmek nasıl oluyor?
Allahın bize üflediği ruhu nasıl yeneceğiz?
 

Son.Fedai

Kıdemli Üye
Katılım
12 Şub 2007
Mesajlar
6,367
Tepkime puanı
136
Puanları
63
Yaş
54
Konum
Gaziantep
Web sitesi
www.elibolyazilim.com
'Nefsini bilen Rabbini bilir' hadisini İbn Arabi (ra) şöyle yorumlar

O Hadisi İbni Arabi KS öyle yorumlamaz. O Yorum sadece İbi Arabi KS ın yorumlarından birisidir.


Bu hadisi İbni Arabi KS Lübbü'l Lübb ve Sirru's Sır (Özün Özü ve Sırrın Sırrı) eserinde 7 aşamalı olarak yorumlar

1. Konuşan Nefis (Yukarıda Anlatılan)

2. Mürşidi Kamillerin Nefsinde kendi nefsini görme

3. Mürşidi Kamilin nefsinde Fani olma

4. Her Fiili Yüce Hak CC dan bilme

5. İbnü'l Vakit makamı

6. Ebü'l Vakit Makamı

7. Yokluk Makamı (Cem Makamı)


Detaylı Bilgi İçin

İçindekiler Sayfası - .: Muhammedinur :. - Content

Kendini Bilmek .: Muhammedinur :. - Content
 

challenger

Üye
Katılım
15 Ağu 2007
Mesajlar
26
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
O Hadisi İbni Arabi KS öyle yorumlamaz. O Yorum sadece İbi Arabi KS ın yorumlarından birisidir.


Bu hadisi İbni Arabi KS Lübbü'l Lübb ve Sirru's Sır (Özün Özü ve Sırrın Sırrı) eserinde 7 aşamalı olarak yorumlar

1. Konuşan Nefis (Yukarıda Anlatılan)

2. Mürşidi Kamillerin Nefsinde kendi nefsini görme

3. Mürşidi Kamilin nefsinde Fani olma

4. Her Fiili Yüce Hak CC dan bilme

5. İbnü'l Vakit makamı

6. Ebü'l Vakit Makamı

7. Yokluk Makamı (Cem Makamı)


Detaylı Bilgi İçin

İçindekiler Sayfası - .: Muhammedinur :. - Content

Kendini Bilmek .: Muhammedinur :. - Content

Bu makamların kaynağı nedir?
Ne Kuranda ne de hadisde böyle makamlardan söz edilmez.
 

challenger

Üye
Katılım
15 Ağu 2007
Mesajlar
26
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Bunları yaşadığını söyleyenlerin güvenilir olduğunu nerden bileceğiz?
Doğruluklarının ispat edilmesi gerekir.
Peygamberlerden bile peygamberliklerinin ispatını istiyoruz ki bu kişilerden haydi haydi isteme hakkımız var.
Kuran demiyor mu "Bilmediğin şeyin peşine düşme!"
 

challenger

Üye
Katılım
15 Ağu 2007
Mesajlar
26
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
O makam tasnifinin Muhuddini Arabi tarafından yapıldığına dikkat etmemiştim.
Şimdi durum daha da vahim oldu.Muhiddini Arabi gayet şaibeli bir şahsiyettir.Bildiğim kadarıyla dini bozduğu gerekçesiyle islam mahkemelerinde yargılanıp idama mahkum olmuş birisidir.

"Sizin taptığınız ayaklarımın altındadır." demiştir.
Bu sözü müslümanlara söylemiştir.Müslümanlar taşa toprağa tapmazlar.
Muhiddini Arabiye "Şeyhi Ekber" diyenler kadar "Şeyhi Ekfer" diyenler de var.Yani en kafir şeyh.

Öyle bir adamın sözlerini sorgusuz sualsiz kabullenmek bizi nereye götürür düşünmek lazım.
 

Son.Fedai

Kıdemli Üye
Katılım
12 Şub 2007
Mesajlar
6,367
Tepkime puanı
136
Puanları
63
Yaş
54
Konum
Gaziantep
Web sitesi
www.elibolyazilim.com
Sizin ADAM dediğiniz bize SULTAN dır

Ona güvenme, buna güvenma, onu yanlış anla bunu yanlış anla

Ne yapacağız...

Allah CC akıl verdi ya

Değil mi?
 

challenger

Üye
Katılım
15 Ağu 2007
Mesajlar
26
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Son.Fedai kardeş anlaşamayacağız,sen yoluna ben yoluma.

Kimi yorumcular, nefsini bilmekten kastın, nefsini yenmek olduğunu söylemişlerdir ki, yaygın yorum budur.

Klasik Arapça'da nefs, ruh anlamında kullanılır.

Nefs ruh demek ise ruh ne demektir?
Çünkü Kuranda hem nefs hem ruh kelimeleri geçiyor.

Yine nefs ruh demekse ruhu yenmek nasıl oluyor?
Allahın bize üflediği ruhu nasıl yeneceğiz?

Bu arada soruma hala cevap alamadım.
 

paspas

Yeni
Katılım
19 Eyl 2009
Mesajlar
111
Tepkime puanı
5
Puanları
0
Yaş
44
Nefis ve ruh her ne kadar bazan terminolojik olarak karıştırılsa da asıl itibari ile çok farklı şeylerdir.

Nefis bütün şerrlerin menbaı aslı yokluktur. İnsanda ki kötülüğün kaynağıdır.

Ruh ise Rabb'in emrindendir. Sıfatı subutiyeden zıllar taşır.
 

challenger

Üye
Katılım
15 Ağu 2007
Mesajlar
26
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Popüler Esaret: Nefisperestlik

Nefsini Bilen Rabbini Bilir


Sadık Yalsızuçanlar

'Nefsini bilen Rabbini bilir' hadisini İbn Arabi (ra) şöyle yorumlar: 'Her insanda bir İlahi İsim daha fazla mütecellidir. İnsan, ancak bu İsmin tecellisi kadarınca nefsini bilecektir.' Yani bu İlahi İsmin tezahürü oranında Rabbini bilecektir. Rabbin Zat'ı bilinmez. Zat'ın tefekkürü yasaklanmıştır. İnsan idraki zaten Zat'ı fikretmekten acizdir. O halde, nefs, Bediüzzaman'ın Ene Risalesi'nde belirttiği üzere, Rabbin bilinmesinde bir anahtar işlevi görür.
Ene Risalesi, İslam irfan geleneğinin içinden konuşan Bediüzzaman'ın önemli eserlerindendir. Burada, 'emanet'in 'ene' kavramıyla açımlanması düşüncesini Üstad, Zemahşeri ve Cili'den iktibas etmiştir. Zemahşeri, ilgili ayeti tefsir ederken 'Ene' kavramını kullanır. Ekberi İrfan geleneğinin değerli adlarından Cili'nin ise, Hüviyet ve Enaniyet adlı bir eserinden söz edilmektedir. Demek ki, Ene, Rabbin bilinmesinde bir ölçüttür.
Nefs, klasik Arapça'da ruh anlamında kullanılmıştır. Günümüzdeki kullanımı daha çok, 'ruh'tan farklı, özerk bir olgu biçimindedir. Nefsin düzeylerinden Kur'an'da söz edilmektedir. Sufiler, insanoğlunun yeryüzüne nüzulünü bir alçalma, asli doğasından uzaklaşma olarak yorumlarlar. Dolayısıyla insan, dünyaya inerken, bir irtifa kaybı yaşamıştır ve nefsi hastadır. Nefs-i emmare, kin, düşmanlık, yalancılık, nifak, isyan ve küfür üzeredir. İnsanın manevi bir seyr ü seyahat yaşaması, nefsin, Kur'an'da belirtilen aşamaları gerçekleştirmesi anlamına gelecektir. İkinci aşamada nefs, levvamedir, yani kötülüklerden kaçınma yönünde bir duyarlık kazanmıştır. Ardından doygunluğa ermiş, Rabbi'yle doymuş mutmain nefs düzeyi gelir, nihayet rıza makamına ulaşmış nefs-i razıyye gelir ardından. Bu düzeyler, bize, nefsin, dünyaya inerken alabildiğine cahil ve münkir olduğunu, bu alçalıştan sonra, tekrar Rabbine dönmek için bir arınma yaşanması gerektiğini gösterir. Nefs-i emmare düzeyinde kalmış olanlar, kendini tanrılaştırma eğilimi içerisindedir aynı zamanda. İnsan, nefsinden doğrusal bir hat çekerek, tüm varlığı orada odaklar. Her şey kendi nefsi için ve nefsine göre konumlanacaktır artık. Bu, esasında örtük olarak rububiyyet iddia etmektir. İrfan ehli, nefsin tüm aşağılık eğilimlerinin altında ubudiyyeti terk, rububiyyeti iddia bulurlar. Sözgelimi Konevi, zina eyleminde örtük bir rablık iddiası gizli olduğunu söyler, Kırk Hadis Şerhi'nde. Çünkü der, zina, keyfemayeşa bir davranıştır. Bu ise, sadece Zat'a özgüdür. İnsan, mutlak özgür olamaz ve mülkünde dilediğince tasarrufta bulunamaz.
Esasında mülkten söz etmek imkansızdır, insan için. Mülk Allah'ındır. Risale-i Nur mesleği ve tefekkürü, tümüyle bu irfani geleneğe uygun olarak nefsin arınması ilkesine dayanır. Amaç, rızayı kazanmaktır; bunun biricik yolu ise Hz. Peygamber'in emrettiği üzere nefisle mücahede ve riyazettir.
İnsanın cihatla yükümlü oluşuna ilişkin Bediüzzaman, tıpkı İbn Arabi gibi, büyük cihadın nefisle yapılması gerektiğini belirtir. Allah, “kafirlerle savaşın”, buyurur. İbn Arabi, bu ayetteki buyruğa uyarken, “en yakınınızdakinden başlayın”, der, en yakınınızdakinden, yani nefsinizden. Size en yakın kafir, nefsinizdir. O halde, onunla mücahedeye girişin. Bu, bir risalesinde Bediüzzaman'ın Kadiri ve Nakşilerin cehri ve hafi zikirlerine ilişkin bir yorumunda da karşımıza çıkar. Kadiriler, cehri zikirle tabiat tağutlarını zir ü zeber etmişler, Nakşiler hafi zikirle nefsi tezkiye etmektedirler. Ene, rizayet ve kullukla delinmezse tüm varlığını kuşatır insanın. Nefisperestlik, bir tür putperestlik gibidir. “Onlar, nefislerini (heva) ilah ittihaz etmişlerdir”, uyarısı bunu ima eder. İbn Arabi hazretleri Fütuhat'ta, velilerin velayetlerinin delili olan kerametleri yorumlarken mealen şöyle der: Velilerin kerametleri, hep bir manevi mertebe, bir makam kazanmanın hem bir delili, hem de armağanıdır. Sözgelimi 'heva'larını denetim altına almayı başarmış insanlar, 'hava'da yürüyebilirler. 'Biz, hayatı sudan yarattık' ayetinin sırlarına vakıf olanlar, suyun üzerinde yürüyebilirler. Bediüzzaman'ın birinci manevi evresinde, Kosturma esaretinden firar ederken Volga'nın üzerinden yürüyerek geçtiği rivayet edilir. Keza, Horhor Medresesinde başından geçen o ilginç olay, havada kalabilmesi, hevasını denetleyebilme düzeyini işaret eder. Kimi yorumcular, nefsini bilmekten kastın, nefsini yenmek olduğunu söylemişlerdir ki, yaygın yorum budur. Yunus Emre hazretlerinin ifade ettiği gibi, bizler dünyaya ölmek için değil, olmak için geldik. Olmak, ölmeden evvel ölmekle mümkündür. Ölmekten kasıt ise, insanın nefsinin, yani kişisel doğasının sınırlarını taşarak, kendi kişisel algısını silerek, İsm-i Azam olan Hu'nun sırrına ermesidir.

Öz
Klasik Arapça'da nefs, ruh anlamında kullanılır. Nefsin, sonraki dönemlerde kazandığı "benlik", "kendilik" anlamını da içeren bu geniş anlam dünyası içinde söylenmiş olan bir hadis: "Nefsini bilen Rabbini bilir"in anlamını bu çerçevede düşünmek gerekir. Nefsini bilen, yani ruhunun zenginliklerini ve bir emanet olarak "benlik"i bilen Rabbini bilir. İnsan, kendisini ancak, nefsinde tecelli eden İlahi İsimlerin tezahür düzeyine göre bilebilir. Nefsinde ne düzeyde Esma-yı Hüsna tecelli ediyorsa, o seviyede bilecektir.

Nefis ve ruh her ne kadar bazan terminolojik olarak karıştırılsa da asıl itibari ile çok farklı şeylerdir.

Nefis bütün şerrlerin menbaı aslı yokluktur. İnsanda ki kötülüğün kaynağıdır.

Ruh ise Rabb'in emrindendir. Sıfatı subutiyeden zıllar taşır.

Bence de karıştırmış.Nefs ayrı ruh ayrı.
Yazı zaten baştan sona karışık.Alıntılayan da okumadan koppyalayıp yapıştırmış.Sahip çıkmayacağınız yazıları neden paylaşıyorsunuz.
 

Ya Leyl!

Asistan
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
260
Tepkime puanı
65
Puanları
0
iyiliği emreden nefislerde var ama ;nefsin yedi çeşidinden ;
nefsi emmare bızım nefis dedgmz esas kısmı yanı kotulugu emreden nefsı temsıl eder.nefsi levvame ıse bu kotuluklere pısmanlıklar duymamızı saglayar. artık kul bu makamda nefsi emmarenın kotuluklerıni, ıstedıgı rezıllıklerı bılır bunlara karsı nefsını çok kotuler ve pısmanlık ile vıcdan azabı duyar...
Mesela Bediüzzaman'ın "âdâvet edıceksen once kendı nefsıne âdâvet et"sozu nefsı levvameye çok guzel bır ornek teşkil eder...
 

paspas

Yeni
Katılım
19 Eyl 2009
Mesajlar
111
Tepkime puanı
5
Puanları
0
Yaş
44
Nefs-i mülhime, nefs-i levvameden sonradır...
 

Ya Leyl!

Asistan
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
260
Tepkime puanı
65
Puanları
0
Nefs-i mülhime, nefs-i levvameden sonradır...

isimler malum arapça galıba emmare harıc(onu karıstrmak ne mumkun) dıgerlerının sıralaması karışabiliyor..

1.Nefs-i Emmâre
2.Nefs-i Levvâme
3.Nefs-i Mülhime
4.Nefs-i Mutmainne
5.Nefs-i Râziye
6.Nefs-i Marziye
7.Nefs-i Kâmile
 

müttaki

Profesör
Katılım
20 Kas 2006
Mesajlar
2,775
Tepkime puanı
75
Puanları
48
Konum
istanbul
Mahşer günü Huzurda hesaba çekileceğiz..

hesaba çekileceğiz ama bize sormayacaklar.. azalara soracaklar

ey dil sen hakkı zikrettin mi.. zikretmişse zikrettim diyecek
sonra kulaka sorcaklar ey kulak sen dilin zikrettiğini işittin mi..
velhasılı göze de soracaklar ey göz sen kulakın işittiğini gördün mü..

demek ki biz bu suretler değiliz.. bu suretlerden işleyeniz

nefsini bilmek demek.. bu işleyeni bilmek demek
ben islam dininde isem.. işleyeni Hakka islam/teslim etmem gerekiyor..
işleyen hakk/doğruluk olacak.. ben(lik) den hak/doğru olmaz

Hz.Ali'ye sormuşlar ya Ali hakkı ne ile bildin.. hakkı hak ile bildim..
hakkı hakk ile bilenler nefsini bilenlerdir.. çünkü nefslerini hakka
teslim ederler.. nefs hakka teslim olunca nefis olur.. hakka teslim
olmuş bir nefisi bilende işleyen hakkı bilir..
 
Üst