ihvanistanbul
AkhenAton
Büyük Yürüyüş
Allah Rasulü “kuruluş”, sahabe ise “yükseliş” dönemidir. Risaletin bereketi ve sahabe olmanın feyziyle onlarca yıl, yıllara sığdı. Hicaz ve çevresi insanlığın diriliş havzası oldu. İslam önü alınamayan bir hızla yayıldı, şehirler, ülkeler İslam Devleti’ne katıldı. O günleri tahayyül edin. Sürekli yeni fetihler var. Mısır, İran ve Bizans sadece olanları seyretmek ve yok oluşlarını biraz daha geciktirmekle meşgul. Ölecekler, bunu biliyorlar fakat ölüm biraz daha nasıl geç olur diye çabalıyorlar. İslam’ın intişarına engel olamıyorlar, durduramıyorlar Allah Rasulü’nün öğrencilerini. Bizans, Mısır ve İran sadece birer ruhsuz ceset… Sadece suretleri var. Her zaman olduğu gibi merkezde ise Yahudi var. Bozmaya memur millet… Yahudi, İslam’ın önünü kesebilmek için sürekli strateji geliştiriyor. Medine’nin, Hayber’in intikamını almak için fırsat kolluyor, hamle imkanı arıyor. İslam’ın yolunu kesecekler. يُرِيدُونَ لِيُطْفِؤُوا نُورَ اللَّهِ بِأَفْوَاهِهِمْ [1] Kalemleri, ağızları, silahları dahil neleri varsa onlarla saldırıyor, Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Fakat hüküm zahir, nur sönmeyecek. Ayaklarda çarık, sırtlarda yamalı cübbe, başlarda nurdesen sarıklarla sahabe ilerliyor. Şehirler düşüyor, yürekler İslam’la hürriyete eriyor. Küfür cephesinin her stratejisi akamete uğruyor. Kocaman devletler yükseliyor, sahabe ilerliyor. Hz. Ömer zamanında İran bütünüyle İslam’ın oluyor. Persler aynı kimlikle bir daha dönmemek üzere siyasete veda ediyor. Küfür cephesinde mağlubiyetten öte bir durum, bir hezimet var. Damarlarında uluhiyet kanı dolaşıyor dedikleri efsane komutanları Hürmüzan Medine’ye geliyor. Sarayda görüşeceğini zannettiği Hz. Ömer’le Mescid’de karşılaşıyor ve Onun, “benimle konuşmak istiyorsan çıkar tacını başından” şeklindeki emriyle sarsılıyor. İmparatorluklarını kaybediyorlar. Bu yüzden Farisilerde Hz. Ömer’e (r.a) karşı büyük bir kin oluşuyor. Ortamı yakından izleyen Yahudi Hz. Ömer’in şahadetinden sonra büyük bir gizlilikle her şehirde mayalanıyor.
Şia’nın Müessisi Olarak İbn Sebe
Bu süreçte İbn Sebe adında bir Yemen Yahudisi San’a’da ortaya çıkar. Bu zat, İbnu’s-Sevdâ diye de bilinir. Hz. Osman zamanında Müslüman olduğunu ilan eder. İslam şehirlerini dolaşır. Sırasıyla Hicaz, Basra, Küfe ve Şam’a gider. Şam’da tutunamaz. Bizzat halk tarafından şehir dışı edilir. Mısır’da Hz. Osman’a muhalifler olduğunu duyunca oraya gider. Müslümanlara, “Size hayret ediyorum. Hz. İsa’nın tekrar bu dünyaya döneceğini tasdik ediyor fakat, ‘Kur’an okumayı, tebliğ etmeyi ve içindekilerle amel etmeyi sana farz kılan Allah, muhakkak ki seni dönülecek bir yere ulaştıracaktır.’[2] ayetine rağmen Hz. Muhammed’in dünyaya geri döneceğini yalanlıyorsunuz.” der. Allah Rasulü’nün hicretten sonra Mekke’ye dönüşünü anlatan ayette ki “me’ad” kelimesinin manasını tahrif ederek ona “dünya” anlamı verir İbn Sebe.
İntikam Duygusunun Dinselleşmesi
Mısır’da “rec’at” fikrinin temellerini İbn Sebe atar. Her nebinin vasîsi var, Hz. Ali de, Hz. Muhammed’in vasisidir diyerek Şia’daki “vesayet” fikrini ilk o telaffuz eder ve Müslümanları vesayet hakkı gasp edilen Hz. Ali adına kıyam ediniz diye tahrik eder.[3] Bir şehirden diğerine valilerin hatalarını içeren mektuplar yazar, Müslümanları Hz. Osman’a karşı tahrik eder. Hz. Osman’ı katleden güruhla Medine’ye gider. Nerede bir rahatsızlık varsa orada İbn Sebe ve adamları en ön saftadır. İslam kisvesi altında İslam’la savaşır. Hz. Ali’yi de aynı şekilde tahrik edebileceğini düşünür ve bir defasında ona, “Ente ente/Sen ilahsın” der. Şia kaynaklarına göre Hz. Ali onu yaktırır, Ehl-i Sünnet’e göre sürer.[4]
Her ne kadar bazı Şiiler tarihte böyle biri yaşamadı dese de erken dönem Şia kaynakları da İbn Sebe’ye ve Hz. Ali ile görüşmesine yer verir. Şia’nın önemli rical ulemasından Keşşi رِجَالُ الْكَشِّي diye meşhur olan eserinde İbn Sebe’den bahseder. İşte Şia’ya velayet, vesayet ve rec’at fikrini sokan ve bu ameliyesiyle de onu “büyük bütün”den koparan bu adamdır. Allah Rasulü için “Hatemu’l-Enbiya/Nebilerin sonu”, Hz. Ali için ise “Hatemu’l-Evsiyâ/Vasilerin sonu” diyerek başladığı yolu Hz. Ali’nin ilahlığını iddia etmeye kadar taşır.
İslam Çağrısı Adı Altında Tefrika
İbn Sebe, Hz. Osman zamanında Müslüman olduğunu söyler ya da Müslüman olarak insanlar arasında dolaşır. İslam çağrısı adı altında tefrikaya, hak arama görünümlü mektuplarıyla da Hz. Osman’a karşı isyana çağırır. Fesat otağını Mısır’da kurar. Zehrini oradan kusar, mektupları oradan gönderir. Oradan yaptığı tahrik ve tahriflerle isyan birlikleri oluşturur. Hz. Osman’ın şehadetinin arka planında o vardır. Muharrik de odur, organizatör de o. Bu, suçu birisine havale ederek mevzuyu basitleştirmek değil; bilakis vakıayı olduğu gibi anlamaktır. İslam’a nelerin, nasıl ve kimler tarafından sokulduğunu anlamalıyız ki, onların İslam’a ait olmadığı ve onların olduğu yerde İslam’ın olmayacağını da idrak etmiş olalım. İbn Sebe, Hz. Osman’ın şehadetiyle ilk adımı atar ve yıkar, kendi ideolocyasına göre kurabilmek için Hz. Ali’ye yakın olmak ister. Fakat Allah Rasulü’nün bilge öğrencisi, bir gün huzurunda Hz. Ebubekir’i, Ömer’i eleştiren bu Yahudi için “öldürün bunu” buyurur, etrafındakiler seni bu kadar seven adamı neden öldürüyorsun deyip engel olurlar. Şehirden sürülür. İbn Sebe, Hz. Ali (r.a.) efendimiz üzerinden Hz. Ebubekir, Ömer düşmanlığı yapmaktan vazgeçmez. Yeni hamleler için, yeni fırsatlar gözetir. Çocuklarına Ebubekir, Ömer adını koyarak bu iki sahabiye olan muhabbetini izhar eden Hz. Ali üzerinden Hz. Ebubekir ve Ömer düşmanlığına devam eder. “Eğer Hz. Ali ‘nin bunlara bir düşmanlığı olsaydı, çocuklarına Ebubekir, Ömer ismini vermezdi.” derecesinde bir nazardan dahi mahrum olanları Ümmet’in bütününden kopararak sahabe düşmanı yapar.
Şia’nın İki Safhası
Şia’da iki safha var. Birinci safhada, İslam’a sadakat, Hz. Ali’ye muhabbet var. Daha çok siyasi bir tercih Şia bu dönemde. Fakat Hz. Ali’nin yanında yer alanlar, onu ne kadar seviyorsa Hz. Ebu Bekir ve Ömer’i de en az o kadar seviyorlar.
Hz. Ali’den sonra İbn Sebe’yle Şia’nın ikinci safhası başlar. Bu ikinci safha/yol sahabeye, Kur’an’ı Hakim’e ta’n yoludur. İbn Sebe, hurafe ve kinle İslam’ın ana bünyesinden kopardığı yığınlara “cemaat” yerine “tefrikayı”, muhabbet yerine “nefreti” aşılar. Hz. Ali taraftarlığı üzerinden Hz. Muhammed ve sahabe düşmanlığı yapar.
İbn Sebe ve İran
İslam’ı tahrif ve tahribe ayarlı fikirleri Mısır’da mayalayan İbni Sebe’nin İran’la irtibatı nasıl ve niçindir? Malum… Farisilerde nâmütenahi bir Hz. Ömer düşmanlığı var… Müslümanlar Hz. Ömer’i ne kadar seviyorsa, onlar da o kadar ondan nefret ediyor. Hiçbir Türk ya da Kürd ataları sahabeyle savaşıp, kaybetti diye sahabeye hasım olamaz. Bilakis atalarının hidayetine vesile oldular diye onlara dua eder. Çünkü, ilerleyen yaşlarına rağmen insanlığın selameti için Medine’den yola çıkan, durdurulan, savaşmak zorunda kaldığından dolayı savaşan sahabeye kim düşmanlık ederse onun iman problemi vardır.
Neden En Büyük Hasım Hz. Ömer?!
Hz. Osman zamanında da fetihler devam eder. Fakat Farisilerin en büyük hasmı Hz. Ömer… Bu yüzden Hz. Ömer suikastını iki Farisi tertip eder; Ebu Lü’lüe ve Hürmüzan.
Yemen Yahudisi İbni Sebe, İran’daki öfke ateşini Hz. Ömer özelinde bütün sahabeye karşı harlatır. Gayesi ise İslam’ın içinde bir İslam uydurarak İslam’ı bölmek, Müslümanları birbirleriyle mücadele eder hale getirip, dış dünyayı rahatlatmak, fetihleri durdurmak. Dün vazifesini Bihakkın ifa eden Iran bu gün de, aynı işlevi yerine getiriyor. Onun Suriye, Yemen ve Irak’taki katliamlarıyla alakadar olan ümmet, elini savaştan çekip İslam’ı tebliğ edemiyor.
Büyük Kafire, Büyük Müslüman Demek
Farisiler, Hz. Ali muhabbetini kullanıyor fakat gerçek gündemleri Hz. Ömer düşmanlığı… Neden Ömer düşmanlığı? Çünkü Hz. Ömer (r.a) onların siyasi hayatlarına son verdi, devletlerini ortadan kaldırdı. Mağlubiyetin intikamını alma mücadelesini Hz. Ali muhabbeti ile örterek hem Müslüman gözüküyor hem de İslam devletinin nimetlerinden istifade ediyorlardı. Nihai hedefleri ise Pers Imparatorluğunu yeniden kurmak. Bunun için en büyük İslam düşmanlarına, en büyük Müslümanlardan biri demekten çekinmezler. Nitekim bir Ayetullah شَهَادَةُ الْاَثَرِ عَلَى إيمَانِ قَاتِلِ عُمَرَ başlıklı bir risale kaleme alır. Risalenin mevzusu ise Hz. Ömer’i şehid eden büyük kafir Ebu Lu’lue’nin nasıl büyük bir Müslüman olduğunu isbat etmek(!). Bir Müslüman, Allah Rasulü’nün, “Eğer benden sonra Peygamber olsaydı, o da Hattaboğlu olurdu.”[5] dediği Hz. Ömer’i şehid eden kafirin velayetinden, kerametinden bahsedebilir mi? Hz. Ömer’i şehid etti diye Ebu Lü’lüe’ye manevi makamlar verme yarışına girebilir mi? Ayetullah malum eserinde Ebu Lülüe’nin Hz. Ömer suikastiyle ne kadar önemli bir iş yaptığını uzun uzun anlatır. Farisiler, o güne يَوْمُ الْعِيدِ يَوْمُ السُّرُورِ bayram günü, surur günü diyorlar. Hz. Ömer’in şehadet günü, bunlara göre bayram günüdür. Müslümanların hüzün günü, onların gurur günüdür. Bu gün de öyle değil mi? Müslümanlar Esed’in düşmesi, İran ise kalması için uğraşıyor.
Şia kaynaklarında hurafe, hakikatten daha fazladır. Ebu Lü’lüe kitabı da onlardan biridir. Ayetullah, Meleklerin Ebu Lü’lüe’yi İran’a kaçırdığını, orada öldüğünü daha sonra orada ona kabir yapıldığını, deprem olunca her şeyin yıkıldığını fakat sadece onun kabrinin ayakta kaldığını söyler. Şia’nın masalları bitmez.
İbn Sebe ve adamları Farisileri İslam’ı bölüp-parçalama davasının erleri olarak kullanır. Onlar üzerinden hedefine ulaşır. Onlarla ümmeti parçalar.
Farisilerin tamamı aynı bağlamda değildir şüphesiz. Bir kısmı hakikaten müslüman olur. Fakat bir kısmı da, “nasıl olur da sahabe ayağında ki çarıkla ve yamalı cübbesiyle gelir bizim devletimize son verir.” diye düşmanlığa devam eder. Düşmanlık var fakat güçleri olmadığından uzun yıllar hesaplaşamazlar İslam’la. Bu yüzden İbn Sebe’nin fikirleri üzerinden ümmeti bölerek, intikam almaya çalışırlar.
Samerra’da Kaybolan Bir İmam
Şia’da ki “Rec’at”a göre ise on ikinci imam tekrar dönecek ve Şia Hz. Ali’nin hakkını gasp eden(!) Hz. Ebubekir’den, Ömer’den, Osman’dan (r.a.), ashab-ı kiram efendilerimizden, ulemadan intikam alacak. Bu gün İran’ın her müslümanı “Yezid” gibi görüp, saldırmasının arka planında bu intikam duygusu vardır. Onlara göre on ikinci imam Samerra şehrinde kayboldu. Bu yüzden kaybolduğuna inandıkları yerde hala bir eşek bekletiyorlar, kaybolduğu dehlizden çıkacak, eşeğe binecek, gelecek ve bütün bunları kurtaracak.[6] Peki Rec’at’la ne olacak? Bu esnada Hz. Ebubekir, Ömer, Osman (r.anhum) başta olmak üzere sahabede dirilecek ve bunların on ikinci imamı sahabeyi yargılayacak, idam edecek böylece yeryüzüne adalet gelecek. Adaletiyle temayüz eden Hz. Ömer’i yargılayarak adaleti getirecekler ve sonra kıyamet kopacak. İşte Şia, kendi adamlarını inandırabilmek, tabanlarını dağıtmamak için bu masallara sığınıyor. On iki imama öyle güç veriyorlar ki! Onlara göre bunlar gaybı bilir. Yeryüzündeki bütün tasarruflar bunların eliyle olur. Allah Teala bunlara sormadan, bunların canını almaz. Onlar da ne zaman isterlerse o zaman canlarını verirler. Ne var ki bu kadar yetki verdikleri imamlarını asırlardır bekliyorlar, gelmesi için kaybolduğu yere eşeği de bağladılar. Fakat on ikinci imam çıkıp da gelmiyor.
Neden imamlarına bu derece olağanüstü güç veriyorlar? Avam, madem bunlar bu kadar muktedirdir, neden Şia’yı dünyaya hakim kılmıyorlar? diye sorunca, “Onun vakti var. Rec’at olacak, dönecek, gelecek ve bizi buradan kurtaracaklar” diyorlar.
ŞİA’NIN KUR’AN’LA HESAPLAŞMASI
Yemen Yahudisi İbn Sebe’nin kurduğu Şia, Kur’an tasavvuru dahil daha pek çok mevzuda Ümmet’ten farklı düşünür. Kur’an-ı Kerime ta’n eder. Nitekim Şiiler, her dönemde Kur’an-ı Hakim’in tahrif edildiği iddiasıyla kitaplar yazmıştır. فَصْلُ الْخِطَابِ فِي إثْبَاتِ تَحْرِيفِ كِتَابِ رَبِّ الْأَرْبَابِ [7] Adlı kitabın müellifi Ayetullah Mirza Hüseyin Nurî et-Tabersî (v.1320) de açıkça Kur’an-ı Kerim’in tahrif edildiğini iddia etmiştir. Bu kitapta, her yıl Muharrem ayında Hz. Hüseyin’in şahadetinin arkasına sığınarak, Hz Ömer’in emrindeki İslam ordularının yıktığı Sasani Devleti’ne ağıt yakanların iftiralarını görürsünüz. Kur’an’a suikast yapıp, İslam’ı durdurup Rüstem’in ordularının yolunu açmak için uydurulan iftiralar… On iki asırdır bu iftiralar “Kur’an-ı biz indirdik ve biz koruyacağız”[8] ayetine çarpıp yok oluyor.
İran Lobisi ve Yeni Şia İddiaları
İran lobisi, amel defteri Kur’an’a iftiralarla dolu olan Şia’nın yolunu açabilmek için Eski Şia (Hz. Ali’den sonra), yeni Şia diye ayrıma gidiyor, eskisi problemliydi fakat Yeni Şia’da ittihad-ı İslam’ı amaçlıyor, bu yüzden onunla anlaşılabilir diyorlar.
İran’la Kesilen İslam Rüzgarı
Yeni Şia dedikleri Humeyni’nin Şia’sıdır. Humeynî üzerinden Şia’nın yolunu açmaya çalışıyorlar. Bu defa Humeynî üzerinden hedeflerine ulaşacaklar.
İhvan-ı Müslimîn ve Türkiye’de Milli Görüş Sünnet ve Cemaat akidesi çerçevesinde büyük mesafeler katedip, devletleşme aşamasına yaklaşınca küresel güçler Humeynî’ye “İran İslam Devleti”ni kurdurarak İhvan’ın ve Türkiye Müslümanlarının rüzgarını kesti. Kabiliyetli Müslüman gençler ABD ile 35 yıldır birbirine uluyan fakat tek kurşun atmayan İran’ın “İslam Devleti” terkibine aldanıp, safına geçti. Batı’nın en büyük müttefiki, bir anda Batı ile hesaplaşan kahraman konumuna getirildi. Müslüman gençlerin “Zaferler Müjdecisi Aziz İslam Önderi”, “İslam’ın Büyük Mücahidi”, “Mustazaf halklara İslam’ın devrimci yolunu gösteren Büyük Önder” diye yad ettikleri Humeynî de Tabersî ve selefleri gibi Kur’an’ın eksik olduğunu, mevcut Kur’an’dan üç kat daha büyük bir Fatıma mushafının olduğunu iddia etmiştir.
Allah Rasulü “kuruluş”, sahabe ise “yükseliş” dönemidir. Risaletin bereketi ve sahabe olmanın feyziyle onlarca yıl, yıllara sığdı. Hicaz ve çevresi insanlığın diriliş havzası oldu. İslam önü alınamayan bir hızla yayıldı, şehirler, ülkeler İslam Devleti’ne katıldı. O günleri tahayyül edin. Sürekli yeni fetihler var. Mısır, İran ve Bizans sadece olanları seyretmek ve yok oluşlarını biraz daha geciktirmekle meşgul. Ölecekler, bunu biliyorlar fakat ölüm biraz daha nasıl geç olur diye çabalıyorlar. İslam’ın intişarına engel olamıyorlar, durduramıyorlar Allah Rasulü’nün öğrencilerini. Bizans, Mısır ve İran sadece birer ruhsuz ceset… Sadece suretleri var. Her zaman olduğu gibi merkezde ise Yahudi var. Bozmaya memur millet… Yahudi, İslam’ın önünü kesebilmek için sürekli strateji geliştiriyor. Medine’nin, Hayber’in intikamını almak için fırsat kolluyor, hamle imkanı arıyor. İslam’ın yolunu kesecekler. يُرِيدُونَ لِيُطْفِؤُوا نُورَ اللَّهِ بِأَفْوَاهِهِمْ [1] Kalemleri, ağızları, silahları dahil neleri varsa onlarla saldırıyor, Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Fakat hüküm zahir, nur sönmeyecek. Ayaklarda çarık, sırtlarda yamalı cübbe, başlarda nurdesen sarıklarla sahabe ilerliyor. Şehirler düşüyor, yürekler İslam’la hürriyete eriyor. Küfür cephesinin her stratejisi akamete uğruyor. Kocaman devletler yükseliyor, sahabe ilerliyor. Hz. Ömer zamanında İran bütünüyle İslam’ın oluyor. Persler aynı kimlikle bir daha dönmemek üzere siyasete veda ediyor. Küfür cephesinde mağlubiyetten öte bir durum, bir hezimet var. Damarlarında uluhiyet kanı dolaşıyor dedikleri efsane komutanları Hürmüzan Medine’ye geliyor. Sarayda görüşeceğini zannettiği Hz. Ömer’le Mescid’de karşılaşıyor ve Onun, “benimle konuşmak istiyorsan çıkar tacını başından” şeklindeki emriyle sarsılıyor. İmparatorluklarını kaybediyorlar. Bu yüzden Farisilerde Hz. Ömer’e (r.a) karşı büyük bir kin oluşuyor. Ortamı yakından izleyen Yahudi Hz. Ömer’in şahadetinden sonra büyük bir gizlilikle her şehirde mayalanıyor.
Şia’nın Müessisi Olarak İbn Sebe
Bu süreçte İbn Sebe adında bir Yemen Yahudisi San’a’da ortaya çıkar. Bu zat, İbnu’s-Sevdâ diye de bilinir. Hz. Osman zamanında Müslüman olduğunu ilan eder. İslam şehirlerini dolaşır. Sırasıyla Hicaz, Basra, Küfe ve Şam’a gider. Şam’da tutunamaz. Bizzat halk tarafından şehir dışı edilir. Mısır’da Hz. Osman’a muhalifler olduğunu duyunca oraya gider. Müslümanlara, “Size hayret ediyorum. Hz. İsa’nın tekrar bu dünyaya döneceğini tasdik ediyor fakat, ‘Kur’an okumayı, tebliğ etmeyi ve içindekilerle amel etmeyi sana farz kılan Allah, muhakkak ki seni dönülecek bir yere ulaştıracaktır.’[2] ayetine rağmen Hz. Muhammed’in dünyaya geri döneceğini yalanlıyorsunuz.” der. Allah Rasulü’nün hicretten sonra Mekke’ye dönüşünü anlatan ayette ki “me’ad” kelimesinin manasını tahrif ederek ona “dünya” anlamı verir İbn Sebe.
İntikam Duygusunun Dinselleşmesi
Mısır’da “rec’at” fikrinin temellerini İbn Sebe atar. Her nebinin vasîsi var, Hz. Ali de, Hz. Muhammed’in vasisidir diyerek Şia’daki “vesayet” fikrini ilk o telaffuz eder ve Müslümanları vesayet hakkı gasp edilen Hz. Ali adına kıyam ediniz diye tahrik eder.[3] Bir şehirden diğerine valilerin hatalarını içeren mektuplar yazar, Müslümanları Hz. Osman’a karşı tahrik eder. Hz. Osman’ı katleden güruhla Medine’ye gider. Nerede bir rahatsızlık varsa orada İbn Sebe ve adamları en ön saftadır. İslam kisvesi altında İslam’la savaşır. Hz. Ali’yi de aynı şekilde tahrik edebileceğini düşünür ve bir defasında ona, “Ente ente/Sen ilahsın” der. Şia kaynaklarına göre Hz. Ali onu yaktırır, Ehl-i Sünnet’e göre sürer.[4]
Her ne kadar bazı Şiiler tarihte böyle biri yaşamadı dese de erken dönem Şia kaynakları da İbn Sebe’ye ve Hz. Ali ile görüşmesine yer verir. Şia’nın önemli rical ulemasından Keşşi رِجَالُ الْكَشِّي diye meşhur olan eserinde İbn Sebe’den bahseder. İşte Şia’ya velayet, vesayet ve rec’at fikrini sokan ve bu ameliyesiyle de onu “büyük bütün”den koparan bu adamdır. Allah Rasulü için “Hatemu’l-Enbiya/Nebilerin sonu”, Hz. Ali için ise “Hatemu’l-Evsiyâ/Vasilerin sonu” diyerek başladığı yolu Hz. Ali’nin ilahlığını iddia etmeye kadar taşır.
İslam Çağrısı Adı Altında Tefrika
İbn Sebe, Hz. Osman zamanında Müslüman olduğunu söyler ya da Müslüman olarak insanlar arasında dolaşır. İslam çağrısı adı altında tefrikaya, hak arama görünümlü mektuplarıyla da Hz. Osman’a karşı isyana çağırır. Fesat otağını Mısır’da kurar. Zehrini oradan kusar, mektupları oradan gönderir. Oradan yaptığı tahrik ve tahriflerle isyan birlikleri oluşturur. Hz. Osman’ın şehadetinin arka planında o vardır. Muharrik de odur, organizatör de o. Bu, suçu birisine havale ederek mevzuyu basitleştirmek değil; bilakis vakıayı olduğu gibi anlamaktır. İslam’a nelerin, nasıl ve kimler tarafından sokulduğunu anlamalıyız ki, onların İslam’a ait olmadığı ve onların olduğu yerde İslam’ın olmayacağını da idrak etmiş olalım. İbn Sebe, Hz. Osman’ın şehadetiyle ilk adımı atar ve yıkar, kendi ideolocyasına göre kurabilmek için Hz. Ali’ye yakın olmak ister. Fakat Allah Rasulü’nün bilge öğrencisi, bir gün huzurunda Hz. Ebubekir’i, Ömer’i eleştiren bu Yahudi için “öldürün bunu” buyurur, etrafındakiler seni bu kadar seven adamı neden öldürüyorsun deyip engel olurlar. Şehirden sürülür. İbn Sebe, Hz. Ali (r.a.) efendimiz üzerinden Hz. Ebubekir, Ömer düşmanlığı yapmaktan vazgeçmez. Yeni hamleler için, yeni fırsatlar gözetir. Çocuklarına Ebubekir, Ömer adını koyarak bu iki sahabiye olan muhabbetini izhar eden Hz. Ali üzerinden Hz. Ebubekir ve Ömer düşmanlığına devam eder. “Eğer Hz. Ali ‘nin bunlara bir düşmanlığı olsaydı, çocuklarına Ebubekir, Ömer ismini vermezdi.” derecesinde bir nazardan dahi mahrum olanları Ümmet’in bütününden kopararak sahabe düşmanı yapar.
Şia’nın İki Safhası
Şia’da iki safha var. Birinci safhada, İslam’a sadakat, Hz. Ali’ye muhabbet var. Daha çok siyasi bir tercih Şia bu dönemde. Fakat Hz. Ali’nin yanında yer alanlar, onu ne kadar seviyorsa Hz. Ebu Bekir ve Ömer’i de en az o kadar seviyorlar.
Hz. Ali’den sonra İbn Sebe’yle Şia’nın ikinci safhası başlar. Bu ikinci safha/yol sahabeye, Kur’an’ı Hakim’e ta’n yoludur. İbn Sebe, hurafe ve kinle İslam’ın ana bünyesinden kopardığı yığınlara “cemaat” yerine “tefrikayı”, muhabbet yerine “nefreti” aşılar. Hz. Ali taraftarlığı üzerinden Hz. Muhammed ve sahabe düşmanlığı yapar.
İbn Sebe ve İran
İslam’ı tahrif ve tahribe ayarlı fikirleri Mısır’da mayalayan İbni Sebe’nin İran’la irtibatı nasıl ve niçindir? Malum… Farisilerde nâmütenahi bir Hz. Ömer düşmanlığı var… Müslümanlar Hz. Ömer’i ne kadar seviyorsa, onlar da o kadar ondan nefret ediyor. Hiçbir Türk ya da Kürd ataları sahabeyle savaşıp, kaybetti diye sahabeye hasım olamaz. Bilakis atalarının hidayetine vesile oldular diye onlara dua eder. Çünkü, ilerleyen yaşlarına rağmen insanlığın selameti için Medine’den yola çıkan, durdurulan, savaşmak zorunda kaldığından dolayı savaşan sahabeye kim düşmanlık ederse onun iman problemi vardır.
Neden En Büyük Hasım Hz. Ömer?!
Hz. Osman zamanında da fetihler devam eder. Fakat Farisilerin en büyük hasmı Hz. Ömer… Bu yüzden Hz. Ömer suikastını iki Farisi tertip eder; Ebu Lü’lüe ve Hürmüzan.
Yemen Yahudisi İbni Sebe, İran’daki öfke ateşini Hz. Ömer özelinde bütün sahabeye karşı harlatır. Gayesi ise İslam’ın içinde bir İslam uydurarak İslam’ı bölmek, Müslümanları birbirleriyle mücadele eder hale getirip, dış dünyayı rahatlatmak, fetihleri durdurmak. Dün vazifesini Bihakkın ifa eden Iran bu gün de, aynı işlevi yerine getiriyor. Onun Suriye, Yemen ve Irak’taki katliamlarıyla alakadar olan ümmet, elini savaştan çekip İslam’ı tebliğ edemiyor.
Büyük Kafire, Büyük Müslüman Demek
Farisiler, Hz. Ali muhabbetini kullanıyor fakat gerçek gündemleri Hz. Ömer düşmanlığı… Neden Ömer düşmanlığı? Çünkü Hz. Ömer (r.a) onların siyasi hayatlarına son verdi, devletlerini ortadan kaldırdı. Mağlubiyetin intikamını alma mücadelesini Hz. Ali muhabbeti ile örterek hem Müslüman gözüküyor hem de İslam devletinin nimetlerinden istifade ediyorlardı. Nihai hedefleri ise Pers Imparatorluğunu yeniden kurmak. Bunun için en büyük İslam düşmanlarına, en büyük Müslümanlardan biri demekten çekinmezler. Nitekim bir Ayetullah شَهَادَةُ الْاَثَرِ عَلَى إيمَانِ قَاتِلِ عُمَرَ başlıklı bir risale kaleme alır. Risalenin mevzusu ise Hz. Ömer’i şehid eden büyük kafir Ebu Lu’lue’nin nasıl büyük bir Müslüman olduğunu isbat etmek(!). Bir Müslüman, Allah Rasulü’nün, “Eğer benden sonra Peygamber olsaydı, o da Hattaboğlu olurdu.”[5] dediği Hz. Ömer’i şehid eden kafirin velayetinden, kerametinden bahsedebilir mi? Hz. Ömer’i şehid etti diye Ebu Lü’lüe’ye manevi makamlar verme yarışına girebilir mi? Ayetullah malum eserinde Ebu Lülüe’nin Hz. Ömer suikastiyle ne kadar önemli bir iş yaptığını uzun uzun anlatır. Farisiler, o güne يَوْمُ الْعِيدِ يَوْمُ السُّرُورِ bayram günü, surur günü diyorlar. Hz. Ömer’in şehadet günü, bunlara göre bayram günüdür. Müslümanların hüzün günü, onların gurur günüdür. Bu gün de öyle değil mi? Müslümanlar Esed’in düşmesi, İran ise kalması için uğraşıyor.
Şia kaynaklarında hurafe, hakikatten daha fazladır. Ebu Lü’lüe kitabı da onlardan biridir. Ayetullah, Meleklerin Ebu Lü’lüe’yi İran’a kaçırdığını, orada öldüğünü daha sonra orada ona kabir yapıldığını, deprem olunca her şeyin yıkıldığını fakat sadece onun kabrinin ayakta kaldığını söyler. Şia’nın masalları bitmez.
İbn Sebe ve adamları Farisileri İslam’ı bölüp-parçalama davasının erleri olarak kullanır. Onlar üzerinden hedefine ulaşır. Onlarla ümmeti parçalar.
Farisilerin tamamı aynı bağlamda değildir şüphesiz. Bir kısmı hakikaten müslüman olur. Fakat bir kısmı da, “nasıl olur da sahabe ayağında ki çarıkla ve yamalı cübbesiyle gelir bizim devletimize son verir.” diye düşmanlığa devam eder. Düşmanlık var fakat güçleri olmadığından uzun yıllar hesaplaşamazlar İslam’la. Bu yüzden İbn Sebe’nin fikirleri üzerinden ümmeti bölerek, intikam almaya çalışırlar.
Samerra’da Kaybolan Bir İmam
Şia’da ki “Rec’at”a göre ise on ikinci imam tekrar dönecek ve Şia Hz. Ali’nin hakkını gasp eden(!) Hz. Ebubekir’den, Ömer’den, Osman’dan (r.a.), ashab-ı kiram efendilerimizden, ulemadan intikam alacak. Bu gün İran’ın her müslümanı “Yezid” gibi görüp, saldırmasının arka planında bu intikam duygusu vardır. Onlara göre on ikinci imam Samerra şehrinde kayboldu. Bu yüzden kaybolduğuna inandıkları yerde hala bir eşek bekletiyorlar, kaybolduğu dehlizden çıkacak, eşeğe binecek, gelecek ve bütün bunları kurtaracak.[6] Peki Rec’at’la ne olacak? Bu esnada Hz. Ebubekir, Ömer, Osman (r.anhum) başta olmak üzere sahabede dirilecek ve bunların on ikinci imamı sahabeyi yargılayacak, idam edecek böylece yeryüzüne adalet gelecek. Adaletiyle temayüz eden Hz. Ömer’i yargılayarak adaleti getirecekler ve sonra kıyamet kopacak. İşte Şia, kendi adamlarını inandırabilmek, tabanlarını dağıtmamak için bu masallara sığınıyor. On iki imama öyle güç veriyorlar ki! Onlara göre bunlar gaybı bilir. Yeryüzündeki bütün tasarruflar bunların eliyle olur. Allah Teala bunlara sormadan, bunların canını almaz. Onlar da ne zaman isterlerse o zaman canlarını verirler. Ne var ki bu kadar yetki verdikleri imamlarını asırlardır bekliyorlar, gelmesi için kaybolduğu yere eşeği de bağladılar. Fakat on ikinci imam çıkıp da gelmiyor.
Neden imamlarına bu derece olağanüstü güç veriyorlar? Avam, madem bunlar bu kadar muktedirdir, neden Şia’yı dünyaya hakim kılmıyorlar? diye sorunca, “Onun vakti var. Rec’at olacak, dönecek, gelecek ve bizi buradan kurtaracaklar” diyorlar.
ŞİA’NIN KUR’AN’LA HESAPLAŞMASI
Yemen Yahudisi İbn Sebe’nin kurduğu Şia, Kur’an tasavvuru dahil daha pek çok mevzuda Ümmet’ten farklı düşünür. Kur’an-ı Kerime ta’n eder. Nitekim Şiiler, her dönemde Kur’an-ı Hakim’in tahrif edildiği iddiasıyla kitaplar yazmıştır. فَصْلُ الْخِطَابِ فِي إثْبَاتِ تَحْرِيفِ كِتَابِ رَبِّ الْأَرْبَابِ [7] Adlı kitabın müellifi Ayetullah Mirza Hüseyin Nurî et-Tabersî (v.1320) de açıkça Kur’an-ı Kerim’in tahrif edildiğini iddia etmiştir. Bu kitapta, her yıl Muharrem ayında Hz. Hüseyin’in şahadetinin arkasına sığınarak, Hz Ömer’in emrindeki İslam ordularının yıktığı Sasani Devleti’ne ağıt yakanların iftiralarını görürsünüz. Kur’an’a suikast yapıp, İslam’ı durdurup Rüstem’in ordularının yolunu açmak için uydurulan iftiralar… On iki asırdır bu iftiralar “Kur’an-ı biz indirdik ve biz koruyacağız”[8] ayetine çarpıp yok oluyor.
İran Lobisi ve Yeni Şia İddiaları
İran lobisi, amel defteri Kur’an’a iftiralarla dolu olan Şia’nın yolunu açabilmek için Eski Şia (Hz. Ali’den sonra), yeni Şia diye ayrıma gidiyor, eskisi problemliydi fakat Yeni Şia’da ittihad-ı İslam’ı amaçlıyor, bu yüzden onunla anlaşılabilir diyorlar.
İran’la Kesilen İslam Rüzgarı
Yeni Şia dedikleri Humeyni’nin Şia’sıdır. Humeynî üzerinden Şia’nın yolunu açmaya çalışıyorlar. Bu defa Humeynî üzerinden hedeflerine ulaşacaklar.
İhvan-ı Müslimîn ve Türkiye’de Milli Görüş Sünnet ve Cemaat akidesi çerçevesinde büyük mesafeler katedip, devletleşme aşamasına yaklaşınca küresel güçler Humeynî’ye “İran İslam Devleti”ni kurdurarak İhvan’ın ve Türkiye Müslümanlarının rüzgarını kesti. Kabiliyetli Müslüman gençler ABD ile 35 yıldır birbirine uluyan fakat tek kurşun atmayan İran’ın “İslam Devleti” terkibine aldanıp, safına geçti. Batı’nın en büyük müttefiki, bir anda Batı ile hesaplaşan kahraman konumuna getirildi. Müslüman gençlerin “Zaferler Müjdecisi Aziz İslam Önderi”, “İslam’ın Büyük Mücahidi”, “Mustazaf halklara İslam’ın devrimci yolunu gösteren Büyük Önder” diye yad ettikleri Humeynî de Tabersî ve selefleri gibi Kur’an’ın eksik olduğunu, mevcut Kur’an’dan üç kat daha büyük bir Fatıma mushafının olduğunu iddia etmiştir.