Silahlı Peygamber Hakikatine Sımsıkı Bağlı Said Nursî Hz. Kaç Kişiyi Öldürdü?

Hikem

Kıdemli Üye
Katılım
31 Ağu 2009
Mesajlar
6,073
Tepkime puanı
702
Puanları
0
İslama göre devlete isyan edilip silah çekilir mi?

Üstadın doğudaki cihadı anlatılırken, sağlıkçı meseleyi başka mecraya çekti..Üstad Ruslara karşı savaşmıştı, onadamı itiraz edilecek yahu..
 
Katılım
14 May 2008
Mesajlar
2,994
Tepkime puanı
93
Puanları
0
Sağlıkçı lütfen Allah lafzından sonra ''sız'' ekini kullanma..büyük bir hata..Türkçede ''sız'' ekinin anlamını bilmen gerekir değilmi? Karşında muallim var yahu?:D

Ayrıca sen Laik Kemalist Sisteme isyan edelim diyen gördünmü.İsyan başka gönülden teslimiyet başka...Birde sivil direniş vardır..

Halika isyanda mahluka itaat yoktur hadisinin manasını sağlıkçı bize anlatsın..
Sağlıkçı lütfen Allah lafzından sonra ''sız'' ekini kullanma....
Ben kendim böyle bir ifade kullanmadım.Muhatabın ifadesini aynıyla kopyaladım.Yazıyı iyi takip et.
Ayrıca sen Laik Kemalist Sisteme isyan edelim diyen gördünmü.İsyan başka gönülden teslimiyet başka.
Konuda böyle bir bahis yoktu.Haşa ben İslamdan gayri (İslamın sevin dediği değerler)hiç bir küfrü ve yolunu asla ve kata sevmedim.Zaten bunun harici düşünülemez.
Halika isyanda mahluka itaat yoktur hadisinin manasını sağlıkçı bize anlatsın.
Hiç kimsenin günah olan emrine itaat edilmez. Fakat, isyan etmek fesada sebep olursa, bu emrine de itaat olunur. Çünkü, büyük zarar işlememek için, küçük zarara katlanmanın caiz olacağı Eşbah’ta yazılıdır. (Berika)
 
Katılım
14 May 2008
Mesajlar
2,994
Tepkime puanı
93
Puanları
0
Üstadın doğudaki cihadı anlatılırken, sağlıkçı meseleyi başka mecraya çekti..Üstad Ruslara karşı savaşmıştı, onadamı itiraz edilecek yahu..
Yahu biz bu meselelere istinaden yazmadık sadece arkadaş alıntıladığı yerden okumada alıntıladığı yazıdaki;''Her fırsatta Laik Kemalist düzene itaati, emniyet ve güven konusunda suistimal yapmamayı ve yine emniyet kuvvetlerine yardım etmeyi öğütleyen Allahsız İslâmcılar,''ifadesi üzerine yazdım.Şimdi size soruyum emniyet güçlerinden yana olmak haşa Allahü Teala Hazretlerini inkarmı olur.Cevabla.
 

giriftar

Ordinaryus
Katılım
1 Ocak 2012
Mesajlar
2,599
Tepkime puanı
59
Puanları
0
Her fırsatta Laik Kemalist düzene itaati, emniyet ve güven konusunda suistimal yapmamayı ve yine emniyet kuvvetlerine yardım etmeyi öğütleyen Allahsız İslâmcılar,
.
Sağlıkçı daha sen ordamısın yahu.
Bak konu neymiş sen neye itiraz ediyorsun.
Sağlıcakla.
 

giriftar

Ordinaryus
Katılım
1 Ocak 2012
Mesajlar
2,599
Tepkime puanı
59
Puanları
0
Neymiş itiraz edilen,LAİK-KEMALİST DÜZENE İTAAT..
Bu itaat için emniyete,şuraya buraya yaranmaya çalışanlar eleştiriliyor.
Daha derdin ne kardeşim.
Sağlıcakla.
 
Katılım
14 May 2008
Mesajlar
2,994
Tepkime puanı
93
Puanları
0
Sağlıkçı daha sen ordamısın yahu.
Bak konu neymiş sen neye itiraz ediyorsun.
Sağlıcakla.
Bak kardeşim seni başka formdanda tanırım.Bir çok konuda teşekkürlerini aldım.Yani hem fikir olduğumuz sayısız biligiler var.Fakat ifadeleri iyice analiz etmen en azından bir birinin arasını ayırman yanlış anlaşılaçak bir şeye sebebiyet vermemen gerekirdi.Her neyse seni fazla üzmek istemem.Allahü Teala Hazretleri bizleri sevdikleriyle beraber eylesin.Amin.

 

giriftar

Ordinaryus
Katılım
1 Ocak 2012
Mesajlar
2,599
Tepkime puanı
59
Puanları
0
Bak kardeşim seni başka formdanda tanırım.Bir çok konuda teşekkürlerini aldım.Yani hem fikir olduğumuz sayısız biligiler var.Fakat ifadeleri iyice analiz etmen en azından bir birinin arasını ayırman yanlış anlaşılaçak bir şeye sebebiyet vermemen gerekirdi.Her neyse seni fazla üzmek istemem.Allahü Teala Hazretleri bizleri sevdikleriyle beraber eylesin.Amin.

Amin.
Rabbimize emanetsin gönüldaş.
O EN GÜZEL VEKİLDİR.
BESMELE...SELAM...DUA...
 

manifesto

Yasaklı
Katılım
23 Ara 2006
Mesajlar
0
Tepkime puanı
334
Puanları
0
Konum
Kocaeli
Bediüzzaman hayatı boyunca anarşizmden uzak durmuştur,onun ve Risale-i Nurların asıl mesleği şefkat ve merhamettir.Bu tüm canlılar için böyledir dinine diline türüne bakmaz.Şimdi anarşistler bize Risale dersi verir olmuş :)
 

giriftar

Ordinaryus
Katılım
1 Ocak 2012
Mesajlar
2,599
Tepkime puanı
59
Puanları
0


Kurun Benim

Cihad olurda yollara düşmezsem
Dar ağcımı kurun benim.
Herşeyimi bırakıp nefse küsmezsem
Dar ağcımı kurun benim.

Göstermezsem Vatan yolunda gücümü
Korumazsam kardeşimi, anamı, bacımı
Boynuma geçirin yağlı sicimi
Dar ağcımı kurun benim.

Göğüs germezsem ejnebi soyuna
Birgün şayet gelirsem oyuna
Kırın kalemi vurun boynuma
Dar ağcımı kurun benim.

Tutduğum yoldan geri dönersem
İleri atılmayıp gizlenip, sinersem
Şehadet varken canımı seversem
Dar ağcımı kurun benim.

Kimliği belirsiz liğme biçimde
Yerde yatmazsam kanlar içinde
Yakalayıp götürün erinde, gecinde
Dar ağcımı kurun benim.

İhsanım durmazsa bu sözünde
Yürümezse heyhat resulün izinde
Tutun halkın gözü önünde
Dar ağcımı kurun benim.


İhsan Baştürk
 

giriftar

Ordinaryus
Katılım
1 Ocak 2012
Mesajlar
2,599
Tepkime puanı
59
Puanları
0
ALLAH ve RASULÜ YOLUNDA;

Pazarlıksız olarak, KIM,ben O YOL un, YOLCUSUYUM diyorsa,

O BIZDENDIR,

BIZ de O ndanız.


Selam,

ISLAM Davasına INANAN ve Mücadele eden INSANLARA Olsun....
.
 

giriftar

Ordinaryus
Katılım
1 Ocak 2012
Mesajlar
2,599
Tepkime puanı
59
Puanları
0

Yaşayan Said-i Nursî:

Salih Mirzabeyoğlu




Bilgehan Eren





MİRLERİN HESABINDA, BİRDİR ELDE BAKİYE;

YİĞİTLER MEDRESESİ, ÇİLEKEŞ YUSUFİYE!






“Yiğitliğin son basamağı, seyircisiyle beraber düşmanını da kendine hayran etmektir.” [1]



“Hür Adam”la ilgili tenkid ve tebrikler film daha gösterime girmeden çok önce başladı, hakkında çok şey konuşuldu. Basın gösteriminden sonra film hakkında suç duyurusunda bulunuldu. Ekranlarda atışıldı, köşelerden tartışıldı. Bir siyasî partiye mensub kişilerce Taksim’den Odakule’ye yürünerek protesto da edildi. Tüm bunlar içerisinde bize en ilginç geleni ise İslamcı(!) basından, 2010 yılının gişe rekorunu elinde tutan “Recep İvedik 3”ten bile daha fazla negatif eleştiri alması oldu. Evet ilginçtir, İslamcı basını “Recep İvedik” değil, “Hür Adam”ın varlığı rahatsız etti.



Elbette “herkesin hakikati kendine” veya kendince. Biz ise bu yazımızda, “Her şeyde ve her işte has ve hususî bir anlayış sahibi olmak” [2] anlamı itibariyle, kendi “nisbet” noktalarımızdan yaklaşacağız. Binaenaleyh bu da zaten bize en nazik öğüt: “Büyük Doğu’nun “nasıl ve “niçin” buuduna muhatab anlayışı temsil edecek “nisbet” sahibi olmaya bakın…” [3]



Dilerseniz öncelikle sinema üzerine bir terkib teklifimizle başlayalım. Sinemanın lûgattaki ilk tarifi; herhangi bir hareketi düzenli aralıklarla parçalara bölerek, bunların resimlerini belirleme ve sonra bunları gösterici yardımıyla karanlık bir yerde, bir ekran veya perde üzerinde yansıtarak hareketi yeniden oluşturma işi. Sanırız bu tarife göre, -her ne kadar “bir bütün, onu oluşturan parçalardan çok daha fazla bir şey” olsa da-, sinemanın resimlerin bir kompozisyonu, bir bütünü olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. O hâlde “resim nedir?” diye sormak borcundayız. Resim, “Şekillerin ve renklerin kaynaşması içinde ahengi arayan, mânâları suretlendirme sanatı”. [4] Ve bunun hemen yanı başında hatırlamamız gereken bir hikmet: “Suret olmadan mânâlar tecelliye gelmez” [5] Ezcümle toparlayacak olursak, sinema için kısaca “mânâları suretlendirme işi” diyebiliriz. Demek ki beyazperdede gördüğümüz her karakterin, her objenin bir mânâ değeri var. Ve bir filmin başarısı da, anlatmak istediği işte bu mânâyı ne kadar iyi dile getirdiği ile ilişkili. Hani “sinema dili” falan diyorlar ya, işte o mesele.



Dikkat çekmek istediğimiz bir husus da, yine İBDA’dan meâlen öğrendiğimize nazaran, “mânâ” dediğimiz ânda bunun “ruha nisbet işi” olmasıdır. Her ne kadar yönetmen, senaryodan tüten mânâyı ekrana yansıtmaya çalışsa da, aynı filmi izleyen iki farklı izleyici, farklı ruhî özelliklerinden dolayı, (“ruhun merkezî fakültesi”nin ahlâk olduğunu da hatırlayalım) birbirinden bağımsız okyanuslara açılabilir. Hattâ günün sonunda birinin çok beğendiği bir filmi, bir diğeri hiç de beğenmeyebilir.



Şunun da altını çizelim. Bu yazı basılıp yayımlandığında, muhtemeldir ki film gösterimden ya kalkmış yahud çok az salonda gösteriliyor olacak. Yani şu âna kadar izleyen izledi. Dolayısıyla “Hür Adam”da yer alan sahneleri yazımıza taşımakta bir beis görmüyoruz.



Evet imdi film vesilesiyle tedaî ve düşüncelerimizden birkaçına geçebiliriz.



● Öncelikle filmin isminden yâni “Hür Adam”dan başlayalım. Bir kesim bu filmi isminden dolayı eleştirdi ancak, bunlar ya filmi izlememişler yahud hürriyet mevzuunda gerçekten bilgisizler. Filmde vurgu yapılan hürlük ve Bediüzzaman’ın filmin kapanış sahnesinde söylediği, “Ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam!” sözü, açıktır ki başıboş eşek hürriyetinden bahsetmiyor. Hayatı sürgünlerde, zindanlarda geçmiş bir adamın lâyıkınca kulluk yapabilme hasretidir bu. “Hürriyet, hakikate esarettir. Hürriyet; ama niçin?.. Cevabı aynı yerde; hakikati aramak, bulmak, uygun davranmak için. Hakikat, hürriyetin hem gayesi, hem de varlık sebebi.” [6]



● Filmin ilk sahnelerinden biri, Bediüzzaman Hazretlerinin Ruslarla savaşmadan önce sarığını çıkarıp külahını giymesi ve silahlarını kuşanması. Sonrasında ise, “Keçe Külahlılar” denen Kürt mücahidlere şöyle haykırır: “Allah’tan başkasına boyun eğmeyelim!”. Bunun bizdeki ilk tedaîsi şu oldu; “Hâcegân tarikatinde vaktin icabı neyse ona göre davranılır. Zikir ve murakabe, ancak Müslümanlara hizmet edecek bir mevzu olmadığı zaman tatbik edilir.” [7] İkinci ise; “Sofî, vaktin oğludur” derler... Bununla, müridin, içinde bulunduğu zamanın lüzum ve icablarını iyi muhafaza ettiği, ihtiyaca göre, yapacağı ve mesul olacağı iş istikametinde hareket ettiği mânâsı kastedilir.” [8]



● Ruslara esir düşen Said-î Nursî Hazretleri, ayağa kalkmasını isteyen Rus komutana, “Ben bir Müslüman âlimiyim, sana kıyam etmem” der. Ve ekler: “Ecel birdir, değişmez!” Önce idamına karar verilse de, onun gözükara ve samimi tutumundan etkilenen Rus komutan idamı ilgâ eder. Bu sahne bize öncelikle Üstad Necib Fazıl’ın zamanın Millî Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel’e hitaben “Allah’a itaat etmeyene, itaat edilmez” sözünü hatırlattı. Ve Üstad’ın şu tesbitini de: “Dâvâ yolunda önceden ölmeyi bilmek, göze almak lâzım… Bu bilgi ve göze alış çok defa ölümden kurtulmanın tek çaresidir.” [9]



● 1917 yılında Bolşevik İhtilâli olmasının ardından, Rusya I. Dünya Savaşı’ndan çekilir. Said-i Nursî Hazretleri iki yıl esaret altında kaldıktan sonra Berlin üzerinden Anadolu’ya döner ve İngilizlere karşı direnişe başlar. Lâkin Cumhuriyet sonrası her şey değişmeye başlamıştır. 1926 yılında Barla’ya sürgüne gönderilir. Isparta Valisi Barla’nın Nahiye Müdürüne bir mektub yazar, Said-i Nursî’nin fikirlerinin tehlikeli olduğunu, halkla temas ettirilmemesi gerektiğini söyler. Bu sahneler bize günümüzü tedaî ettirir. Barla, Bolu’yu çağrıştırır; Bolu’da fikrinden dolayı müebbede mahkûm olan Mütefekkir Mirzabeyoğlu’nu.



● “Devrimler” başlamıştır. Barla da bundan nasibini alır. Yasaklar akıl almaz buudtadır. Saz çalmak, türkü söylemek bile yasaktır. Ezan, aslî lisanı bırakılıp, Türkçe okunmaya başlamıştır. İnsanlar ekmek bulmadıklarını, fakir olduklarını söylerler ama zorla şapka taktırılır. Evet filmde bu sahneler akarken, hele ki şapka meselesi deyince hemen aklımıza İskilipli Atıf Hoca gelir. Üstad Necib Fazıl’ın “Son Devrin Din Mazlumları” isimli eserinde anlattıkları gelir. Ve şapka giymediği için asılan on binler...



● Bediüzzaman Hazretlerinin çektiği sıkıntılar artar, bir sahnede ziyaretine gelenlere ne kadar sıkıntıda olduğunu, dokuz dişinin döküldüğünü söyler. Bu bize Bolu’daki Mütefekkir’i hatırlatır yine ve onun şu sözlerini:



İşte geldik gidiyoruz

doldurur olduk zamanı

yandık tutuştuk kül olduk

ya haindir ya maskara

işitmeyen figanı! [10]



● Baskınlar başlar, “Risale”ler toplatılır, Said-i Nursî Hazretlerinin tüm talebeleri tutuklanır. Isparta’ya götürülüp, mahkemeye çıkartılacaktır. Nahiye Müdürü, Bediüzzaman’a, onu bu şekilde gönderemeyeceğini, başındaki sarığı çıkartması gerektiğini söyler. Bediüzzaman Hazretlerinin tavrı nettir; “Ben sizin ecdadınızı temsil ediyorum. Bu sarık, bu başla çıkar!” Bu sahne -tersinden- bize günümüzün “kıvıran” ılımlı İslamcılarını hatırlattı. Omurgasız, “kuyrukçu” tipleri...



● Filmin bir sahnesinde binbir eziyet içinde bırakılan Bediüzzaman Hazretleri Allah’a şöyle yalvarır; “Ya Rab mahvet onları, sil süpür servetlerini, yüreklerini şiddetle sık. Belli ki o azaba girmedikçe onlar iman etmeyeceklerdir.” Bu da bize Mütefekkir Mirzabeyoğlu’nun bir duasını tedaî ettirdi: “Kâfirleri, bizim hareketimizin lehine olacak şekilde birbirine kırdır Yarabbi! Onların güçlerini helâk et, binalarını başlarına yık Yarabbi! Kâfirleri korkudan dolayı iş ve hareketten kes Yarabbi!”



● Bediüzzaman Hazretleri “Medrese-i Yusufiye” dediği hapistedir. Kahvaltısına zehir koyulur. Ve filmin muhtelif sahnelerinde bu zehirleme çalışmaları tekrarlanır. İşte dün Bitlisli Said-i Nursî Hazretlerini zehirle öldürmeye, çıldırtmaya çalışanlar; bugün de Bitlisli Mütefekkir Mirzabeyoğlu’nu yıllardır uyguladıkları “Telegram”la yok etmeye çalışmaktadırlar.



● Bediüzzaman Hazretleri hapishânede her türlü zulüm altında tefekkürden, eserden vazgeçmez. Günümüzde Mütefekkir Mirzabeyoğlu da “zihin kontrolü” işkencesi altında 15 kadar eser vermiştir ve hâlâ da eserlerine devam etmektedir. Şöyle der Mirzabeyoğlu: “Şair Bodler’in simyadan mülhem, sevgilisine “sen bana çamur verdin, ben ondan altun yaptım!” demesi gibi, bize zehir yedirdiler, biz onu panzehir ve bağışıklık aşısı yolunda kullandık.” [11]



● Said-i Nursî Hazretleri 1944 yılında bu sefer de Emirdağ’a sürgüne gönderilir. Siyonist komite aralarında konuşmaktadır; “Hürken nasıl esir olunurmuş görsün. Emirdağ mı, demirdağ mı anlayacak!...” Ve Bediüzzaman Hazretlerini, altında bir kalaycı dükkânı (amaç kalaylardan zehirlenmesidir!) olan bir odaya yerleştirirler. Odanın ismi, “Ölüm Odası”dır. Mütefekkir Mirzabeyoğlu’nun son eserinin ismi: “ÖLÜM ODASI / B-YEDİ”.



● Bediüzzaman Hazretleri Emirdağ’da tecrit altındadır. Odası içten ve dıştan kilitli tutulur. Kimseyle görüştürülmez. 15 gün boyunca ekmek ve su vermezler. Talebelerine arz-ı hâl ettiği mektublardan birinde şöyle der; “Burada bir gün, bir ay gibi geçiyor. Çok sıkıntı çekiyorum!” Mütefekkir Mirzabeyoğlu da her hafta BARAN dergisinde tefrika edilen “ÖLÜM ODASI / B-YEDİ” adlı eserinde, yaşadığı “Telegram” işkencesini –duyanlara!- anlatıyor.



İşte “Hür Adam” filmini izleyenleri gözyaşları içinde bıraktığı üzere, hayatı sürgünlerde, tecritlerde, hapishânelerde geçen Bediüzzaman Hazretlerinin çektiği sıkıntılardan yalnızca birkaçı. Dün Said-i Nursî Hazretleri, bugün Mütefekkir Mirzabeyoğlu! Aynı zulüm, aynı tecrit; üstelik daha şiddetlisi, çok daha barbarcası!



Ey hukuk, nerdesin; ey vicdan, kimdesin?..






DİPNOTLAR



[1] Necib Fazıl, Tohum, 22. Basım, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul 1994, s. 17

[2] Salih Mirzabeyoğlu, Üç Işık -Sohbet Konferans-, İBDA Yayınları, İstanbul 1996, s. 49.

[3] Salih Mirzabeyoğlu, Necib Fazıl’la Başbaşa -İntibâ ve İlhâm-, 2. Basım, İBDA Yayınları, İstanbul 1989, s. 211

[4] Salih Mirzabeyoğlu, Necib Fazıl’la Başbaşa -İntibâ ve İlhâm-, 2. Basım, İBDA Yayınları, İstanbul 1989, s. 77

[5] Salih Mirzabeyoğlu, Elif -Resim Redd Kökündendir-, İBDA Yayınları, İstanbul 2003, s. 7

[6] Salih Mirzabeyoğlu, Necib Fazıl’la Başbaşa -İntibâ ve İlhâm-, 2. Basım, İBDA Yayınları, İstanbul 1989, s. 131

[7] Salih Mirzabeyoğlu, Kökler -Necib Fazıl’dan Esseyyid Abdülhakîm Arvasî’ye-, 2. Basım, İBDA Yayınları, İstanbul 1996, s. 30

[8] Salih Mirzabeyoğlu, Yağmurcu -Gerçekliğin Peşinde-, 1. Basım, İBDA Yayınları, İstanbul 1996, s. 115-116

[9] Necib Fazıl, Çerçeve 4, 1. Basım, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul 1996, s. 296

[10] Salih Mirzabeyoğlu, Münşeat -Önsöz Bayramlık-, 2. Basım, İBDA Yayınları, İstanbul 2004, s. 22

[11] Salih Mirzabeyoğlu, Telegram –Zihin Kontrolü-, 1. Basım, İBDA Yayınları, İstanbul 2003, s. 9



KAYNAK: Aylık Dergisi, Şubat 2011
 

giriftar

Ordinaryus
Katılım
1 Ocak 2012
Mesajlar
2,599
Tepkime puanı
59
Puanları
0
Oysa Bediüzzaman Şapka inkılâbına karşı çıkmış, millete batıcı laik bu uygulamanın meşru olmadığını dile getirmiş kendisi ise bir kez bile başına şapka koymamış sarığını kafasından çıkarmamıştır. Hatta kendisine zamanın valisi Nevzat TANDOĞAN tarafından zorla şapka giydirilmek istenir. Ancak Bediüzzaman kafasındakini işaret ederek; “Bu külah ancak bu baş ile birlikte çıkarılır” şeklinde cevap verir. Teferruat hesabı bütün bir milletin namusuyla oynayan BOP hocaefendileri ve kuyrukçuları bu mânâ çerçevesinde Bediüzzaman düşmanı olduklarını bir daha deşifre
ederler.

..............................
 

rabbinsadikkulu

FETÖ nurcu değildir!
Katılım
10 Ocak 2012
Mesajlar
9,937
Tepkime puanı
131
Puanları
0
eleştiriler hür adam filminin "ortaokul müsameresi gibi" amatörce, birazda para kazanmak için yapılmış olmasınaydı.

ben filmi izledim, ilk iki dakika neydi öyle, harika bir giriş (paraya kıymışlar, tüm teknolojiden faydalanmışşlar),

sonrası ne... sinemacılık açısından tın tın...

ortaokul müsameresi gibi oyunculuk, yönetmenlik, ses, ışık ve diğerleri.

lütfen objektif olun,

bediüzzamana yakışır bir film yapılmasına katkı sağlayın.



Yaşayan Said-i Nursî:

Salih Mirzabeyoğlu




Bilgehan Eren





MİRLERİN HESABINDA, BİRDİR ELDE BAKİYE;

YİĞİTLER MEDRESESİ, ÇİLEKEŞ YUSUFİYE!






“Yiğitliğin son basamağı, seyircisiyle beraber düşmanını da kendine hayran etmektir.” [1]



“Hür Adam”la ilgili tenkid ve tebrikler film daha gösterime girmeden çok önce başladı, hakkında çok şey konuşuldu. Basın gösteriminden sonra film hakkında suç duyurusunda bulunuldu. Ekranlarda atışıldı, köşelerden tartışıldı. Bir siyasî partiye mensub kişilerce Taksim’den Odakule’ye yürünerek protesto da edildi. Tüm bunlar içerisinde bize en ilginç geleni ise İslamcı(!) basından, 2010 yılının gişe rekorunu elinde tutan “Recep İvedik 3”ten bile daha fazla negatif eleştiri alması oldu. Evet ilginçtir, İslamcı basını “Recep İvedik” değil, “Hür Adam”ın varlığı rahatsız etti.



Elbette “herkesin hakikati kendine” veya kendince. Biz ise bu yazımızda, “Her şeyde ve her işte has ve hususî bir anlayış sahibi olmak” [2] anlamı itibariyle, kendi “nisbet” noktalarımızdan yaklaşacağız. Binaenaleyh bu da zaten bize en nazik öğüt: “Büyük Doğu’nun “nasıl ve “niçin” buuduna muhatab anlayışı temsil edecek “nisbet” sahibi olmaya bakın…” [3]



Dilerseniz öncelikle sinema üzerine bir terkib teklifimizle başlayalım. Sinemanın lûgattaki ilk tarifi; herhangi bir hareketi düzenli aralıklarla parçalara bölerek, bunların resimlerini belirleme ve sonra bunları gösterici yardımıyla karanlık bir yerde, bir ekran veya perde üzerinde yansıtarak hareketi yeniden oluşturma işi. Sanırız bu tarife göre, -her ne kadar “bir bütün, onu oluşturan parçalardan çok daha fazla bir şey” olsa da-, sinemanın resimlerin bir kompozisyonu, bir bütünü olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. O hâlde “resim nedir?” diye sormak borcundayız. Resim, “Şekillerin ve renklerin kaynaşması içinde ahengi arayan, mânâları suretlendirme sanatı”. [4] Ve bunun hemen yanı başında hatırlamamız gereken bir hikmet: “Suret olmadan mânâlar tecelliye gelmez” [5] Ezcümle toparlayacak olursak, sinema için kısaca “mânâları suretlendirme işi” diyebiliriz. Demek ki beyazperdede gördüğümüz her karakterin, her objenin bir mânâ değeri var. Ve bir filmin başarısı da, anlatmak istediği işte bu mânâyı ne kadar iyi dile getirdiği ile ilişkili. Hani “sinema dili” falan diyorlar ya, işte o mesele.



Dikkat çekmek istediğimiz bir husus da, yine İBDA’dan meâlen öğrendiğimize nazaran, “mânâ” dediğimiz ânda bunun “ruha nisbet işi” olmasıdır. Her ne kadar yönetmen, senaryodan tüten mânâyı ekrana yansıtmaya çalışsa da, aynı filmi izleyen iki farklı izleyici, farklı ruhî özelliklerinden dolayı, (“ruhun merkezî fakültesi”nin ahlâk olduğunu da hatırlayalım) birbirinden bağımsız okyanuslara açılabilir. Hattâ günün sonunda birinin çok beğendiği bir filmi, bir diğeri hiç de beğenmeyebilir.



Şunun da altını çizelim. Bu yazı basılıp yayımlandığında, muhtemeldir ki film gösterimden ya kalkmış yahud çok az salonda gösteriliyor olacak. Yani şu âna kadar izleyen izledi. Dolayısıyla “Hür Adam”da yer alan sahneleri yazımıza taşımakta bir beis görmüyoruz.



Evet imdi film vesilesiyle tedaî ve düşüncelerimizden birkaçına geçebiliriz.



● Öncelikle filmin isminden yâni “Hür Adam”dan başlayalım. Bir kesim bu filmi isminden dolayı eleştirdi ancak, bunlar ya filmi izlememişler yahud hürriyet mevzuunda gerçekten bilgisizler. Filmde vurgu yapılan hürlük ve Bediüzzaman’ın filmin kapanış sahnesinde söylediği, “Ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam!” sözü, açıktır ki başıboş eşek hürriyetinden bahsetmiyor. Hayatı sürgünlerde, zindanlarda geçmiş bir adamın lâyıkınca kulluk yapabilme hasretidir bu. “Hürriyet, hakikate esarettir. Hürriyet; ama niçin?.. Cevabı aynı yerde; hakikati aramak, bulmak, uygun davranmak için. Hakikat, hürriyetin hem gayesi, hem de varlık sebebi.” [6]



● Filmin ilk sahnelerinden biri, Bediüzzaman Hazretlerinin Ruslarla savaşmadan önce sarığını çıkarıp külahını giymesi ve silahlarını kuşanması. Sonrasında ise, “Keçe Külahlılar” denen Kürt mücahidlere şöyle haykırır: “Allah’tan başkasına boyun eğmeyelim!”. Bunun bizdeki ilk tedaîsi şu oldu; “Hâcegân tarikatinde vaktin icabı neyse ona göre davranılır. Zikir ve murakabe, ancak Müslümanlara hizmet edecek bir mevzu olmadığı zaman tatbik edilir.” [7] İkinci ise; “Sofî, vaktin oğludur” derler... Bununla, müridin, içinde bulunduğu zamanın lüzum ve icablarını iyi muhafaza ettiği, ihtiyaca göre, yapacağı ve mesul olacağı iş istikametinde hareket ettiği mânâsı kastedilir.” [8]



● Ruslara esir düşen Said-î Nursî Hazretleri, ayağa kalkmasını isteyen Rus komutana, “Ben bir Müslüman âlimiyim, sana kıyam etmem” der. Ve ekler: “Ecel birdir, değişmez!” Önce idamına karar verilse de, onun gözükara ve samimi tutumundan etkilenen Rus komutan idamı ilgâ eder. Bu sahne bize öncelikle Üstad Necib Fazıl’ın zamanın Millî Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel’e hitaben “Allah’a itaat etmeyene, itaat edilmez” sözünü hatırlattı. Ve Üstad’ın şu tesbitini de: “Dâvâ yolunda önceden ölmeyi bilmek, göze almak lâzım… Bu bilgi ve göze alış çok defa ölümden kurtulmanın tek çaresidir.” [9]



● 1917 yılında Bolşevik İhtilâli olmasının ardından, Rusya I. Dünya Savaşı’ndan çekilir. Said-i Nursî Hazretleri iki yıl esaret altında kaldıktan sonra Berlin üzerinden Anadolu’ya döner ve İngilizlere karşı direnişe başlar. Lâkin Cumhuriyet sonrası her şey değişmeye başlamıştır. 1926 yılında Barla’ya sürgüne gönderilir. Isparta Valisi Barla’nın Nahiye Müdürüne bir mektub yazar, Said-i Nursî’nin fikirlerinin tehlikeli olduğunu, halkla temas ettirilmemesi gerektiğini söyler. Bu sahneler bize günümüzü tedaî ettirir. Barla, Bolu’yu çağrıştırır; Bolu’da fikrinden dolayı müebbede mahkûm olan Mütefekkir Mirzabeyoğlu’nu.



● “Devrimler” başlamıştır. Barla da bundan nasibini alır. Yasaklar akıl almaz buudtadır. Saz çalmak, türkü söylemek bile yasaktır. Ezan, aslî lisanı bırakılıp, Türkçe okunmaya başlamıştır. İnsanlar ekmek bulmadıklarını, fakir olduklarını söylerler ama zorla şapka taktırılır. Evet filmde bu sahneler akarken, hele ki şapka meselesi deyince hemen aklımıza İskilipli Atıf Hoca gelir. Üstad Necib Fazıl’ın “Son Devrin Din Mazlumları” isimli eserinde anlattıkları gelir. Ve şapka giymediği için asılan on binler...



● Bediüzzaman Hazretlerinin çektiği sıkıntılar artar, bir sahnede ziyaretine gelenlere ne kadar sıkıntıda olduğunu, dokuz dişinin döküldüğünü söyler. Bu bize Bolu’daki Mütefekkir’i hatırlatır yine ve onun şu sözlerini:



İşte geldik gidiyoruz

doldurur olduk zamanı

yandık tutuştuk kül olduk

ya haindir ya maskara

işitmeyen figanı! [10]



● Baskınlar başlar, “Risale”ler toplatılır, Said-i Nursî Hazretlerinin tüm talebeleri tutuklanır. Isparta’ya götürülüp, mahkemeye çıkartılacaktır. Nahiye Müdürü, Bediüzzaman’a, onu bu şekilde gönderemeyeceğini, başındaki sarığı çıkartması gerektiğini söyler. Bediüzzaman Hazretlerinin tavrı nettir; “Ben sizin ecdadınızı temsil ediyorum. Bu sarık, bu başla çıkar!” Bu sahne -tersinden- bize günümüzün “kıvıran” ılımlı İslamcılarını hatırlattı. Omurgasız, “kuyrukçu” tipleri...



● Filmin bir sahnesinde binbir eziyet içinde bırakılan Bediüzzaman Hazretleri Allah’a şöyle yalvarır; “Ya Rab mahvet onları, sil süpür servetlerini, yüreklerini şiddetle sık. Belli ki o azaba girmedikçe onlar iman etmeyeceklerdir.” Bu da bize Mütefekkir Mirzabeyoğlu’nun bir duasını tedaî ettirdi: “Kâfirleri, bizim hareketimizin lehine olacak şekilde birbirine kırdır Yarabbi! Onların güçlerini helâk et, binalarını başlarına yık Yarabbi! Kâfirleri korkudan dolayı iş ve hareketten kes Yarabbi!”



● Bediüzzaman Hazretleri “Medrese-i Yusufiye” dediği hapistedir. Kahvaltısına zehir koyulur. Ve filmin muhtelif sahnelerinde bu zehirleme çalışmaları tekrarlanır. İşte dün Bitlisli Said-i Nursî Hazretlerini zehirle öldürmeye, çıldırtmaya çalışanlar; bugün de Bitlisli Mütefekkir Mirzabeyoğlu’nu yıllardır uyguladıkları “Telegram”la yok etmeye çalışmaktadırlar.



● Bediüzzaman Hazretleri hapishânede her türlü zulüm altında tefekkürden, eserden vazgeçmez. Günümüzde Mütefekkir Mirzabeyoğlu da “zihin kontrolü” işkencesi altında 15 kadar eser vermiştir ve hâlâ da eserlerine devam etmektedir. Şöyle der Mirzabeyoğlu: “Şair Bodler’in simyadan mülhem, sevgilisine “sen bana çamur verdin, ben ondan altun yaptım!” demesi gibi, bize zehir yedirdiler, biz onu panzehir ve bağışıklık aşısı yolunda kullandık.” [11]



● Said-i Nursî Hazretleri 1944 yılında bu sefer de Emirdağ’a sürgüne gönderilir. Siyonist komite aralarında konuşmaktadır; “Hürken nasıl esir olunurmuş görsün. Emirdağ mı, demirdağ mı anlayacak!...” Ve Bediüzzaman Hazretlerini, altında bir kalaycı dükkânı (amaç kalaylardan zehirlenmesidir!) olan bir odaya yerleştirirler. Odanın ismi, “Ölüm Odası”dır. Mütefekkir Mirzabeyoğlu’nun son eserinin ismi: “ÖLÜM ODASI / B-YEDİ”.



● Bediüzzaman Hazretleri Emirdağ’da tecrit altındadır. Odası içten ve dıştan kilitli tutulur. Kimseyle görüştürülmez. 15 gün boyunca ekmek ve su vermezler. Talebelerine arz-ı hâl ettiği mektublardan birinde şöyle der; “Burada bir gün, bir ay gibi geçiyor. Çok sıkıntı çekiyorum!” Mütefekkir Mirzabeyoğlu da her hafta BARAN dergisinde tefrika edilen “ÖLÜM ODASI / B-YEDİ” adlı eserinde, yaşadığı “Telegram” işkencesini –duyanlara!- anlatıyor.



İşte “Hür Adam” filmini izleyenleri gözyaşları içinde bıraktığı üzere, hayatı sürgünlerde, tecritlerde, hapishânelerde geçen Bediüzzaman Hazretlerinin çektiği sıkıntılardan yalnızca birkaçı. Dün Said-i Nursî Hazretleri, bugün Mütefekkir Mirzabeyoğlu! Aynı zulüm, aynı tecrit; üstelik daha şiddetlisi, çok daha barbarcası!



Ey hukuk, nerdesin; ey vicdan, kimdesin?..






DİPNOTLAR



[1] Necib Fazıl, Tohum, 22. Basım, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul 1994, s. 17

[2] Salih Mirzabeyoğlu, Üç Işık -Sohbet Konferans-, İBDA Yayınları, İstanbul 1996, s. 49.

[3] Salih Mirzabeyoğlu, Necib Fazıl’la Başbaşa -İntibâ ve İlhâm-, 2. Basım, İBDA Yayınları, İstanbul 1989, s. 211

[4] Salih Mirzabeyoğlu, Necib Fazıl’la Başbaşa -İntibâ ve İlhâm-, 2. Basım, İBDA Yayınları, İstanbul 1989, s. 77

[5] Salih Mirzabeyoğlu, Elif -Resim Redd Kökündendir-, İBDA Yayınları, İstanbul 2003, s. 7

[6] Salih Mirzabeyoğlu, Necib Fazıl’la Başbaşa -İntibâ ve İlhâm-, 2. Basım, İBDA Yayınları, İstanbul 1989, s. 131

[7] Salih Mirzabeyoğlu, Kökler -Necib Fazıl’dan Esseyyid Abdülhakîm Arvasî’ye-, 2. Basım, İBDA Yayınları, İstanbul 1996, s. 30

[8] Salih Mirzabeyoğlu, Yağmurcu -Gerçekliğin Peşinde-, 1. Basım, İBDA Yayınları, İstanbul 1996, s. 115-116

[9] Necib Fazıl, Çerçeve 4, 1. Basım, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul 1996, s. 296

[10] Salih Mirzabeyoğlu, Münşeat -Önsöz Bayramlık-, 2. Basım, İBDA Yayınları, İstanbul 2004, s. 22

[11] Salih Mirzabeyoğlu, Telegram –Zihin Kontrolü-, 1. Basım, İBDA Yayınları, İstanbul 2003, s. 9



KAYNAK: Aylık Dergisi, Şubat 2011
 

giriftar

Ordinaryus
Katılım
1 Ocak 2012
Mesajlar
2,599
Tepkime puanı
59
Puanları
0
Madem ki İslâm ın her derdine razı olduğunu bildiriyorsun, bu müjdenle bize aşk ve şevk veriyorsun, o halde iyi dinle. Vazifen, dikenler arasında güller toplayacaksın, ayağın çıplaktır, batacak.Elin açıktır, ısıracak. Buna sevineceksin. Firavunlar kucağında büyüyen Musa ları safına alacaksın. Aldığın için dövecekler. Konuştuğun için zindana koyacaklar, sevineceksin. Çöllere sürülürsen, kanınla ağaç yetiştireceksin. Kutuplara sürülürsen, ısınla sebze yetiştireceksin. Yeşilliği sevmeyenler olacak. Yakacaklar, yıkacaklar. Sen bunu sabırla seyredeceksin. Karanlık zindanlara salarlarsa, ışık, paslı vicdanları görürsen ümit, imansız kalplere rastlarsan nur vereceksin. Sen verdiğin için suç, sen getirdiğin için ceza, sen konuştuğun için mahkum olacaksın ve buna şükredeceksin. Anadan, yardan, serden ayrılacaksın. Candan, gönülden Kur an a sarılacaksın. Damla iken deniz, nefes iken tayfun olacaksın. Derdini yazmak için derini kağıt, kanını mürekkep edeceksin. Kimse ile görüştürmezlerse, Mecnun olup çöllere düşeceksin. Leyla arar gibi, nur arayanları bulacaksın. Bulamazsan üzülmeyeceksin. Yalan, iftira, çamur fırtınasına tutulursan, hissiyatını terk edeceksin. Önünde demirden set yaparlarsa, dişinle deleceksin. Dağları toptan delmek gerekirse iğne ile oyacaksın. Unutma, nerede olursan ol; küfrün ve cehlin ta temelini çürüteceksin. Bir gün Kur an etrafındaki surların yıkıldığını görürsen, hemen kemiklerini taş, etlerini harç, kanını da su edeceksin. Etrafına ilimden, irfandan, faziletten ahlâktan kaleler dikeceksin. Kaleler, fedailer ister. Nasıl olsa sen de içinde fedai olacaksın. Bu mektubu okuyunca, Mesnevi yi okuyan Yunus gibi Uzun olmuş diyeceksin. O nun gibi, ben olsa idim: Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm, derdim dediği gibi sen de ne lüzum vardı uzun uzun saymaya, kısaca 'Kur an talebesi olacaksın' deseydin yeterdi diyeceksin. Haklısın. Zira İslâm yoluna giren bilir ki, bu yol kıldan ince kılıçtan keskindir. Her kişinin kârı değil, er kişinin kârıdır...
 

giriftar

Ordinaryus
Katılım
1 Ocak 2012
Mesajlar
2,599
Tepkime puanı
59
Puanları
0
379312_608886332470770_1931339400_n.jpg
 

Ağlama karanfil

Profesör
Katılım
30 Ocak 2008
Mesajlar
1,048
Tepkime puanı
311
Puanları
0
Yaş
106
Efendimizden Bir Kısas Örneği
Allah Resulünün, Allah yolunda tertipledikleri harp ve mücadele incelikleri kendilerinin de hakkı sanan birkaç kâfir Allah’ın Sevgilisi’ne oyun etmeye geldi. Huzurlarına çıkıp iman etmiş göründüler ve dediler:

-Biz şehirli değiliz. Medine havasına dayanamayız. Koyun ve sığır güdücüleriyiz. Ona göre bir iş ver bize…

Allahın Resûlü, bunlara, zatî develerinin sütiyle geçinmek lûtfunu gösterdi. Kâfirler, develerin yanına gidince çobanı kıskıvrak bağladılar, gözlerini oydular, öldürdüler ve develerini alıp gittiler. Abdurrahman bin Cahş Hazretleri yetişti, onları tutup getirdi ve kan içici kâfirlere kısas tatbik edildi.(Çöle İnen Nur,384)

Kısas; misliyle mukabele. Göze göz, dişe diş, cana can. Nasılsa öyle.

Bediüüzzaman ve Risale-i Nur
İçi boşaltılan bir anlayışta Bediüzzaman remz şahsiyeti etrafında şuurlaşan Risalei Nur ve bağlılarının anlayışıdır. İçini boşaltanlar ise sözde Bediüzzamanın en ateşli taraftarı, hakikatte ise Bediüzzamanın düşmanlarıdır. Onlar Bediüzzamanı öyle hale getirdiler ki, salya sümük ağlayan, papazın önünde el pençe duran, siyasilere yaltakçılık peşinde koşan, onun bunun malı üzerinden ‘dilencilik’ yapan, batıcı laik Kemalist kuvvetlere itirazsız itaat eden, sokak gösterisi ne bilmeyen, silahlı mücadele ne anlamayan, slogan atmak ne umursamayan bir tip ortaya çıkardılar. Oysa hakikat bunun tam tersidir. Bediüzzamanın düşmanları, Bediüzzamanı kendilerine maske ederek düşmanlıklarını onlarca yıldır sürdürmektedirler. Hatta daha ileri gidip Bediüzzaman üzerinden İslâm’a olan düşmanlıklarını artırmaktadırlar. Bugün Bediüzzaman ve Risale-i Nur, Bediüzzamanın düşmanlarının işgali altındadır.
Hakikatler bir takım münafıklar tarafından örtülmekte, yok sayılmaktadır. Bunlardan biride başlığımızın çerçevelediği manadır. Tekrar edelim, “Bediüzzaman kaç kişiyi öldürdü?
Bediüzzaman Boykot Eyleminde
‘İslâm da boykot olmaz’ diyen BOP Hocaefendisine inat, Bediüzzaman Bosna Hersek’i haksız bir şekilde işgal eden Avusturya’nın mallarına karşı boykotu destekler ve teşvik eder. Böylelikle Osmanlı Devletinin Avrupa’ya karşı iktisadi olarak elinin güçlenmesini sağlar.

Bediüzzaman ülkenin gidişatını analiz ederek kendisini birinci said ve ikinci said olarak ikiye ayırmış cengaver kişiliği birince saide yani eski saide vererek ikinci saidin izleğini "Biz muhabbet fedaileriyiz husumete vaktimiz yok" diyerek çizmiş ve tarif etmiştir. Risalei Nurları en iyi okuyan ve analiz eden fethullah gülen gibi bir kanaat önderini Bediüzzamana ihanet etmekle suçluyorsunuz. Siz ne risaleleri okumuşsunuz ne de Fethullah gülenin stratejisini anlayabilmişsiniz. Nur cemaatinin hiç bir şekilde silahlı mücadelesi olmayacaktır. Çünkü bu toplumun felsefi yapısı devlet geleneğine itaat etmektir. Türk devletlerinde devleti yıkabilecek ölçüde isyanlara az rastlanır tarihte dolayısıyla bu devlet ve itaat kültürü gereği Türkleri devlete karşı ayaklandıramazsınız ve bu sebepledir ki kadife bir devrim gerçekleştirilmek zorundadır bu ise Müslümanların okuması ve belirli devlet kademelerine gelmesiyle mümkün olacaktır.
 

Yeni-OSMANLI

Yasaklı
Katılım
19 Eki 2010
Mesajlar
0
Tepkime puanı
195
Puanları
0
Her fırsatta Laik Kemalist düzene itaati, emniyet ve güven konusunda suistimal yapmamayı ve yine emniyet kuvvetlerine yardım etmeyi öğütleyen Allahsız İslâmcılar,
Hopbala dur hele bu ne.
Nakız adamın şaşkın müridi.Ne yazdığının farkındamısın.Sen cihadı ,teröristlikmi sandın.Sizin bu ifadelerinizden,ne Rahmetli Necip Fazıl'la ne Esseyid Abdulhakim Arvasi Kuddisusirruh Hazretleri ile bir yakınlığınız olamaz.

imza......
 

Yeni-OSMANLI

Yasaklı
Katılım
19 Eki 2010
Mesajlar
0
Tepkime puanı
195
Puanları
0
bu giriftar denen herifle zamaninda 11 eylül olaylarini tartismistik,11 eylül olaylarini müslümanlar yaptigina inanan,müslümanlara en büyük zarari veren islami terör savunucusu el kaidaci dengesizin biri.
Eklemis oldugu yazilarda kendi gibidir...:)
 

Yeni-OSMANLI

Yasaklı
Katılım
19 Eki 2010
Mesajlar
0
Tepkime puanı
195
Puanları
0
Bediüzzaman ülkenin gidişatını analiz ederek kendisini birinci said ve ikinci said olarak ikiye ayırmış cengaver kişiliği birince saide yani eski saide vererek ikinci saidin izleğini "Biz muhabbet fedaileriyiz husumete vaktimiz yok" diyerek çizmiş ve tarif etmiştir. Risalei Nurları en iyi okuyan ve analiz eden fethullah gülen gibi bir kanaat önderini Bediüzzamana ihanet etmekle suçluyorsunuz. Siz ne risaleleri okumuşsunuz ne de Fethullah gülenin stratejisini anlayabilmişsiniz. Nur cemaatinin hiç bir şekilde silahlı mücadelesi olmayacaktır. Çünkü bu toplumun felsefi yapısı devlet geleneğine itaat etmektir. Türk devletlerinde devleti yıkabilecek ölçüde isyanlara az rastlanır tarihte dolayısıyla bu devlet ve itaat kültürü gereği Türkleri devlete karşı ayaklandıramazsınız ve bu sebepledir ki kadife bir devrim gerçekleştirilmek zorundadır bu ise Müslümanların okuması ve belirli devlet kademelerine gelmesiyle mümkün olacaktır.

imza........
 
Üst