Tebliğ Görevi ve Tebliğ Metodu

Uzak Yollar

Doçent
Katılım
15 Eki 2009
Mesajlar
569
Tepkime puanı
14
Puanları
0
Yaş
54
Tebliğ faaliyetinin nasıl yapılacağı konusunda peygamberler en güzel örnektir. Kur’an peygamberimize bunun nasıl yapılacağını özlü bir şekilde haber veriyor: “Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle dâvet et ve onlarla en güzel bir biçimde mücadele et. Şüphesiz senin Rabbin yolundan sapanı bilendir ve hidayete ereni de bilendir.” (16/Nahl, 125)
Dâvet ile tebliğ hemen hemen aynı şeylerdir. Birisi dâveti, çağırmayı ifade eder, diğeri ise vahyi ulaştırmayı, duyurmayı anlatır. Hikmetle tebliğ, dikkatli olmak, karşıdaki kişinin durumuna göre hareket etmek, en güzel bir tavrı takınmak, ısındırıcı olmak, etkileyici bir metod kullanmak demektir. Güzel öğüt vahyin müjdeleri ve uyarıları ile olur. Öğüt yalnızca sözle değil, fiil ve davranışlarla da yerine getirilir. Davranışların bazen sözden daha etkileyici olduğu açıktır.
En güzel mücadele, tebliğ yönteminin en güzel, en mantıklı, en inandırıcı, en çekici ve en ikna edici olmasını anlattığı gibi, tebliğe engel olucu unsurlarla en gü\zel mücadeleyi de göstermektedir. Tebliğci, vahyin mesajını herkese ulaştırma uğruna en güzel araçları, en uygun bir biçimde kullanacak ve insanların İlâhî vahiyle tanışmalarını sağlayacaktır. Bu metodu bütün peygamberler uyguladığı gibi, dinin tebliğcisi her mü’min de uygulamalıdır. Unutulmamalıdır ki, her mü’min İslâm'ı yaşamaktan sorumlu olduğu gibi, İslâm'ı temsil etmekten de sorumludur. Onun güzel ve takva hayatı Din’e bir dâvet gibi olmalıdır.
Bütün ibâdetler Allah rızâsı için olduğu gibi, tebliğ ve dâvet faaliyeti de Allah rızâsı için olmalıdır (36/Yâsin, 21). İslâmî tebliğin hedefi toprak kazanmak, dünyalık kazançlara ulaşmak, ya da birtakım makamlara ve saltanatlara ulaşmak değildir. Onun gayesi geçici dünya hayatını lezzetini elde etmek olamaz. Tebliğ’in amacı insanların yüreklerini fethetmektir. Yürekleri hakka, hidayete ve İslâm'ın aydınlığına (Kur’an’ın nuruna) açmaktır. Gönülleri sahte sevgilerin, aldatıcı tutkuların, oyalayıcı heveslerin işgalinden kurtarmaya kapı açmaktır. Yüreklerin kirini, pasını, ağır ve lüzumsuz yüklerini yıkamaktır. Kalpleri fıtratla buluşturmak, onları gerçek sevgiye ve gerçek sevgiliye bağlanmaya dâvettir. Yüreklerin fethi, gönüllerin İslâm'a açılması toprakların ve coğrafyaların fethinden çok önemlidir. Çünkü gönüllerin İslâm nuruna kavuşması mekânların da bu nurla tanışması demektir.
Peygamberimiz buyuruyor ki: “İnsanları dine dâvet edin, müjdeleyin, nefret ettirmeyin. Kolaylaştırın, zorlaştırmayın. Uyumlu olun, geçimsiz olmayın.” (Müslim, Cihad 3, Hadis no: 1733; Buhârî, Meğâzî 60, İcâre 8) (7)

Ahmet Kalkan
 

dostluk

Kıdemli Üye
Katılım
18 Haz 2007
Mesajlar
5,663
Tepkime puanı
304
Puanları
0
Yaş
50
Konum
istanbul
fjkad.jpg










Tebliğ Yöntemleri










Tebliğde nelerin anlatıldığı kadar, bunların nasıl anlatıldığı da önemlidir. Tebliğ yapan kişinin görevi, sadece imani konuları anlatmak ve karşısındakine "iman et" demekten ibaret değildir. Tüm bunların yanında, karşı tarafı en çok hangi üslubun, hangi anlatım tarzının etkileyeceğini hesap etmeli, konuşurken sürekli karşı tarafın verdiği tepkileri dikkatle izleyerek, onun anlayıp anlamadığını kontrol etmeli, eğer bir eksiklik varsa buna göre daha yeni bir yöntem belirlemelidir.



Cahiliye toplumlarında, insanlar birbirlerine yalnızca menfaat karşılığında iyi davranırlar. Bir insanın bir diğerine ilgi göstermesinin ardında, mutlaka bir menfaat beklentisi vardır. Bu durum cahiliye toplumunun çoğu üyesi tarafından da bilinir.



Bu kişiler, bu yerleşik durumun doğal bir sonucu olarak, kendilerine ilgi gösteren herkes hakkında, "acaba ne gibi bir menfaat gözetiyor" şeklinde düşünürler. Eğer birisi oturup kendilerine yeni bir "dünya görüşü" aktarsa, yine bu bakış açıları değişmez. Hep, "bana bunu anlatmakla ne gibi bir çıkar gözetiyor" sorusu akıllarının bir köşesinde durur.


Oysa müminin tebliğ yapmak, yani Allah'ın dinini duyurup yaymaktaki tek amacı, Allah'ın kendisine farz kıldığı bir ibadeti yerine getirmektir. Bu hareketi ile sadece Allah'ı razı edebilmeyi, O'nun merhamet ve şefkatine mazhar olabilmeyi hedeflemektedir. Bu nedenle de konuştuğu kişiden hiçbir menfaat beklentisi olmaz. Konuştuğu kişi dini kabul ettiği zaman, ondan kendisi için bir şey yapmasını isteyecek değildir. Çünkü anlattıkları kendi şahsi fikirleri değil, kainatı yoktan var eden Allah'ın dinidir.



Ancak cahiliye toplumundaki insanlar, bu durumdan habersizdirler. Karşılaştıkları insanın bir mümin olduğunun çoğu kez farkında değildirler. Farkında olsalar dahi, müminin menfaat beklememe gibi bir özelliği olduğunu bilemezler. Bu yüzden, bir mümin tebliğ maksadı ile kendilerine yaklaşıp, Allah'ın dinini anlatmaya başladığında, büyük olasılıkla "bu kişi bana bunları anlatmakla ne hedefliyor, benden ne gibi bir menfaat umuyor" gibi düşüncelere kapılacaklardır.



Bu yüzden karşı tarafın kafasındaki benzer şüpheleri gidermek, tebliğdeki en öncelikli konulardan biridir. Konuşulan kişiye, ortada hiçbir menfaat ilişkisinin olmadığı, tebliğdeki yegane maksadın Allah'ın rızası olduğu anlatılmalıdır.


Nitekim Resuller Allah'ın dinini insanlara tebliğ ederken bu şekilde bir yöntem izlemişlerdir. Kuran'da peygamberlerin kavimlerine hitaplarına baktığımızda, öncelikli olarak güvenilirliklerini vurguladıklarını görebiliriz. Örneğin, Ad kavmine gönderilen Hz. Hud, şöyle demiştir:



...Ey kavmim, Allah'a ibadet edin, sizin O'ndan başka İlahınız yoktur. Siz yalan olarak (tanrılar) düzenlerden başkası değilsiniz. Ey kavmim, ben bunun karşılığında sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim, beni yaratandan başkasına ait değildir. Akıl erdirmeyecek misiniz? (Hud Suresi, 50-51)Hz. Nuh ise, kendisine "…Biz sizi yalancılar sanıyoruz..." (Hud Suresi, 27) diyen kavmine karşı şöyle seslenmiştir:



Dedi ki: "Ey Kavmim, görüşünüz nedir söyleyin? Eğer ben Rabbimden apaçık bir belge üzerinde isem ve Rabbim bana Kendi katından bir rahmet vermiş de (bu,) sizin gözlerinizden saklı tutulmuşsa? Siz bunu istemiyorken biz sizi buna zorlayacak mıyız? Ey Kavmim, ben sizden buna karşılık bir mal istemiyorum. Benim ecrim, yalnızca Allah'a aittir..." (Hud Suresi, 28-29)Kendisine tebliğ yapılan kişinin tedirginliği, söz konusu menfaat kuşkusundan daha farklı biçimlerde de gerçekleşebilir. Cahiliye toplumunda "zararlı" ve "tehlikeli" insanlarla karşılaşmaya, bunlara karşı mesafeli ve temkinli davranmaya alışmıştır. Bu nedenle, bu refleksin bir sonucu olarak belki müminlerden de çekinebilir. Kendisine zarar verecek insanlarla karşılaştığı gibi yersiz ve saçma bir kuruntuya kapılabilir. Özellikle de, müminlerin inkarcıların önde gelenlerine karşı yürüttükleri fikri mücadeleden rahatsızlık duyup, savunma psikolojisine kapılabilir.







irgoj.jpg








Bu durumda karşı tarafa güvenilirliğin vurgulanması ve sahip olduğu muhtemel ya da görünür korkuların tek tek aşılması gerekmektedir. Eğer kendisine dinin anlatıldığı kişi, müminlerin inkarcıların önde gelenlerine karşı yürüttükleri fikri mücadeleden tedirginlik duymuşsa, öncelikli olarak, bu fikri mücadelenin Kuran ayetlerine dayalı olan mantığı en iyi şekilde açıklanmalıdır. Müminlerin yalnızca Allah'ın dinine düşmanlık gösteren, Kuran ayetlerine karşı mücadele yürüten ve yeryüzünde bozgunculuk çıkaran kişilere karşı fikri bir mücadele yürüttükleri ve tüm insanlara karşı adalet, hoşgörü ve saygı çerçevesi içinde dostça yaklaştıkları anlatılmalıdır.

Tebliğ yapılan kişi, inkarcıların önde gelenlerinin iman edenler aleyhinde ürettikleri çirkin iftiralardan da etkilenmiş olabilir. Eğer bundan kaynaklanan bir tedirginlik taşıdığı gözlemlenirse, aynı şekilde bu iftiraların da içyüzü kendisine izah edilmeli, gerçeklerle hiçbir ilgisi olmadığı samimiyetle anlatılmalıdır. Kuran'da tarih boyunca tüm elçilere ve salih müminlere atılan iftiralarla ilgili ayetler delil olarak gösterilerek, bu karalamaların gerçekte birer "mümin alameti" olduğu tarif edilmelidir.

Ancak unutulmamalıdır ki, sözle yapılacak olan tüm bu açıklamaları etkili kılacak olan asıl faktör, müminin "hali"dir. Güven vermek, herşeyden önce tavırlarla, bakışlarla, mimiklerle, jestlerle, daha da doğrusu, tüm bu dış etkileri ortaya çıkaran ruh hali ile mümkün olur. Mümin, Allah'ın dinini yaşamadaki kararlılığı, ihlası, samimiyeti ve güçlü imanı oranında karşı tarafı etkileyebilir. Kesin bir kararlılığa, asla sarsılmayacak sebat ve azme sahip olduğu sürece, karşı tarafın ısrarlı şüpheleri ya da dinden uzak kimselerin attığı büyük iftiralar, onda hiçbir olumsuz etki meydana getirmez. Böyle olunca da, güvenilirlik onun karakterinin sağlam bir parçası haline gelir ve tüm tavırlarına yansır.

Bu durum, en açık olarak Allah'ın dinini anlatmakla görevlendirdiği elçilerinde gözükmektedir. Örneğin Hz. Yusuf, zina iftirasıyla suçlanarak haksız yere zindana atılmasına karşın, Allah'a olan teslimiyetinden ve dolayısıyla vakar ve asaletinden hiçbir şey kaybetmemiştir. Onun bu vasfı da zindandaki diğer mahkumlar tarafından hemen fark edilmiştir. Kuran'da Allah'ın bildirdiğine göre, zindana atıldıktan sonra kendisine iki kişi yaklaşmış, ona gördükleri rüyaları anlatmış ve bunların yorumunu sormuşlardır. Zina gibi bir suçla suçlanarak zindana girmiş olan Hz. Yusuf'ta böyle bir "hikmet" olduğunu hissetmelerinin en önemli sebeplerinden biri ise, Hz. Yusuf'un hal ve tavrındaki güvenilirliktir. Rüyalarının yorumunu sorarken şöyle derler: "...Bunun yorumundan bize haber ver. Doğrusu biz seni, iyilik yapanlardan görmekteyiz." (Yusuf Suresi, 36)

Hz.Yusuf'un ahlakında da görüldüğü gibi iman edenlerin böylesine vakarlı ve güvenilir bir karaktere sahip olmasındaki en büyük etkenlerden biri, tebliği yalnızca bir ibadet olarak görmeleri ve karşı tarafı inandırmak gibi bir sorumluluğa sahip olmadıklarını bilmeleridir. Çünkü bir insanın iman edip etmemesi, "ALLAH , kimi hidayete erdirmek isterse, onun göğsünü İslam'a açar; kimi saptırmak isterse, onun göğsünü, sanki göğe yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı kılar..." (Enam Suresi, 125) ayetinin sırrıyla ancak Allah'ın dilemesiyle olur. Ve "...şüphesiz, insanların çoğu fasıklardır" (Maide Suresi, 49) hükmüne göre de, insanların önemli bir bölümünün iman etmemesi son derece doğaldır. Bu durumda, tebliğ yaptığı bir insanın iman etmemesi, mümini hiçbir şekilde etkilememelidir.

Cahiliye toplumunun baştan beri saydığımız içgüdü ve reflekslerinden kaynaklanan engeller aşılıp da, kendisine tebliğ yapılan kişi karşısındaki mümine saygı ve güven besler hale gelirse, artık Allah'ın Kuran'da bildirdiği gerçekler anlatılmaya geçilebilir. Çünkü tüm bu güven kazandırıcı hazırlıklar, karşı tarafı dini anlamaya açık hale getirmek içindir.







agphui.jpg







1. Tebliğe Uygun Kişiyi Teşhis Edebilmek

Tebliğ yapan bir kişinin öncelikle bilmesi gereken şey her tebliğ yaptığı kişinin ilk anda iman etmeyebileceğidir. İnsanlar gerek o ana kadar aldıkları eğitim, gerekse çevrelerinin etkisi nedeniyle kendilerine yapılan bu tebliğe olumsuz tepki verebilir, hatta dinlemeyi dahi reddedebilirler. Her insanın duyduğu anda iman etmeyebilir. Bu nedenle de tebliğ yaparken ilk yapılması gereken şey fıtraten dine eğilimi olan ve vicdanlı kişileri seçmektir. Buna karşın, her türlü tavrı ile dine muhalif olan ve kendini beğenmiş, kibirli tavırlar sergileyen bir kimseye tebliğ yapmaya çalışmanın bir önceliği yoktur. ALLAH , Kuran'da şöyle buyurur:

Çünkü gerçekten sen, ölülere (söz) dinletemezsin ve arkasını dönüp kaçan sağırlara da çağrıyı işittiremezsin. Ve sen körleri düştükleri sapıklıktan çekip hidayete erdirici değilsin; sen ancak, ayetlerimize iman edenlere (söz) dinletebilirsin, işte Müslüman olanlar bunlardır. (Neml Suresi, 80-81)

Bir başka surede yine iman edecek ve etmeyecek olanlar arasındaki farkı ALLAH şöyle bildirir:
Andolsun, onların çoğu üzerine o söz hak olmuştur; artık inanmazlar. Gerçekten Biz onların boyunlarına, çenelere kadar (dayanan) halkalar geçirdik; bu yüzden başları yukarı kalkıktır. Biz önlerinde bir sed, arkalarında bir sed çektik. Böylelikle onları örtüverdik, artık görmezler. Kendilerini uyarsan da, uyarmasan da onlar için birdir; inanmazlar. Sen ancak, zikre (Kur'an'a) uyan ve gayb ile Rahman olan (Allah')a (karşı) içi titreyerek korku duyan kimseyi uyarırsın. İşte böylesini, bir bağışlanma ve üstün bir ecirle müjdele. (Yasin Suresi, 7-11)

Mümin, tebliğ yapmaya karar verirken, bu kıstaslara göre düşünmek durumundadır. Eğer muhatap olduğu kişide herhangi bir vicdan ya da samimiyet işareti görmüyorsa, tebliğde ısrar etmek zaman kaybı olacaktır. Çünkü birçok ayette vurgulandığı gibi, insanların çoğu iman etmezler. Müminin görevi, bu çoğunluğun arasında yaşayan, ancak kalbi imana yatkın olan nadide kişileri bulup, onları iman etmeye davet etmektir.








asdjf.jpg







2. Kişi Hakkında Kanaat Oluşana Dek Tebliğ Yapmayı Sürdürmek

Bir önceki maddede anlattığımız kıstasa rağmen, bir insanın imana yatkın olduğu sanılabilir, bunun üzerine tebliğe başlanabilir. Ancak tebliğ yaparken kişinin tepkilerinden, yorumlarından, verdiği karşılıklarından dine bakış açısı hemen anlaşılabilir. O nedenle, eğer bu kişinin samimiyeti hakkında bir işaret yoksa, tebliği kişi hakkında bir kanaat oluşana kadar sürdürmek gerekir. Bu noktada, eğer konuşulan kişinin dine eğilimi olmadığı anlaşılırsa, müminler değerli zamanlarını daha yararlı işlere ve yeni tebliğ faaliyetlerine harcamak üzere tebliğ yapılan kişiden ayrılırlar.

Bu noktada unutulmamalıdır ki, müminin başarısı tebliğ yapılan kişinin iman etmesi ya da etmemesiyle ölçülemez. Müminin görevi sadece dini tebliğ etmektir, hidayeti vermek ise sadece Allah'a mahsustur. Müminin başarısı ancak tebliğ faaliyetini tam anlamıyla, Allah'ın istediği gibi yerine getirmesiyle ölçülebilir. Tebliği gerektiği yerde kesip, daha yararlı bir işe yönelmek ise, yine Allah'ın rızasına uygun bir harekettir. Mümin, imana karşı direnen kişiden, Hz. Hud'un kavmine söylediği aşağıdaki söz gibi bir tavırla yüz çevirmelidir:

Buna rağmen yüz çevirirseniz, artık size kendisiyle gönderildiğim şeyi tebliğ ettim. Rabbim de sizden başka bir kavmi yerinize geçirir. Siz O'na hiçbir şeyle zarar veremezsiniz. Doğrusu benim Rabbim, herşeyi gözetleyip-koruyandır. (Hud Suresi, 57)








spacer.gif






2134f.jpg

3. Kişinin Tepkilerini, Samimiyetini İncelemek

Tebliğ yapan mümin, konuştuğu kişiyi sık sık inceleyip tartmalı, karşısındakinin anlatılanlara verdiği tepkileri dikkatle incelemelidir. Kişinin anlayış durumuna göre bazen konuyu, üslubunu ya da anlatım yoğunluğunu değiştirmesi, veya onun ruh haline, anlama kapasitesine göre belli bir düzenleme yapması gerekecektir. Ancak bu şekilde tebliğde bir manevra imkanı sağlanabilir ve tebliğ yapılan kişiye faydalı, en uygun tavır belirlenmiş olur. Bu yolla kişinin samimiyeti de ölçülür. Eğer dini öğrenme eğilimi varsa konuşulur, fakat menfaat elde etme gibi farklı bir düşüncesi varsa ya da samimiyetsiz olduğuna kanaat getirilmişse anlatmakla vakit kaybedilmez.

Bir konu anlattıktan ya da bir bilgi verdikten sonra karşı tarafın tepkisini gözlemlemek ve bir sonraki anlatılacak konuyu da ona göre belirlemek, Kuran'da Hz. Süleyman'ın kullandığı bir yöntem olarak bildirilir. Hz. Süleyman, ordusundaki elemanlardan biri Hüdhüd'ün aracılığı ile Sebe Melikesi'ne bir mektup yollarken Hüdhüd'e bir emri verir. Bu emri ALLAH ayetinde şöyle bildirmektedir:

Bu mektubumla git, onu kendilerine bırak sonra onlardan (biraz) uzaklaş, böylelikle bir bakıver, neye başvuracaklar? (Neml Suresi, 28)








ezan.jpg







4. Kişinin İmanı Güçlenmeden, İbadete Dair Teklifler Yapmamak



Dini yeni tanıyacak insanların öncelikli olarak, Allah'a ve ahiret gününe iman etmesinin sağlanması gerekir. Çünkü dinin gereklerini yapması için, sözkonusu kişinin bunların mantığını kavraması, ibadetleri şuurlu ve istekli olarak yapması gerekir. Bu şekilde olmazsa, taklidi bir şekilde, ne yaptığının farkında olmadan yapabilir veya mantığını bilmediği için yapmak istemeyebilir. Bu nedenle kişiyi dinin ibadetlerini uygulamak isteyeceği, anlayacağı imani seviyeye getirmek önceliklidir. Bu zaman süreci içerisinde o sorana kadar veya uygulayabileceği kanaati oluşana dek, ibadete yönelik teklifler getirilmeyebilir. Zaten Allah'a samimi bir kalple iman eden ve ahiret gününe inanan bir insan da zaman içinde, Kuran'da bildirilen ibadetleri yerine getirmeyi kendiliğinden isteyecektir.


~*~

itibarhaber.com
 
Üst