"Türkçemizi Güzel Kullanalım , Koruyalım" Kampanyası

TelVin

Üye
Katılım
30 Tem 2007
Mesajlar
8
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konu gerçekten hassas olmamız gereken bir konu,bu konuyu buraya taşıdığın için teşekkürler Sinner. Sık kullandığımız yabancı kelimelere örnekler:
Sempatik : sevimli
Antipatik :sevimsiz
Mafya : eşkıya
Spekülator : vurguncu
Sponsorluk : destek , koltuk çıkmak
Piknik : mesire, kır gezisi
Computer : bilgisayar
Air bag: hava yastığı
Okey : olur
Flash haber : çarpıcı haber
Star : yıldız
Brifing : bilgi akışı
Deklarasyon : bildirge
Hobi : uğraş,merak
Bodyguard
Duayen :meslek piri, sanat piri
Prestij : saygı, itibar
Center : merkez
Mega : büyük
Mega kent : büyük şehir
Mikro : küçük
Final : son
Nostalji :özlem,hasret
Plaza : iş hanı
Favori : gözde
Showroom : sergi yeri
Demo : tanıtım
Animasyon : canlandırma
Spiker : sunucu
Showman : gösteri adamı
Discjokey : radyo sunucusu
Store : dükkan
Market : bakkal
Poşet : torba
Damping : ucuzluk
Billboard : ilan tahtası
Skorboard :sayı tabelası
Broker : simsar, komisyoncu
Rating : izlenme oranı
Heyecan yapmak : heyecanlanmak
Panik yapmak: paniklemek
Kendine iyi bak: hoşça kal,sağlıcakla kal
Antre : eşik
Adisyon : hesap
Menü, mönü : yemek çeşitleri
Flora : bahçe çiçekleri
 

TelVin

Üye
Katılım
30 Tem 2007
Mesajlar
8
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Türkçe kelimeler yerine yabancı kelimeleri kullanmak,hele bunlar ingilizce,fransızca gibi avrupa dilleri olursa, konuşan kişiye sanki bir üstünlük sağlıyor,tabiri caizse konuşan kişiyi daha da havalı gösteriyor.(Öyle bir izlenim oluşturuluyor)Maalesef bunu yapanlar cahil insanlar da değiller.Dikkat edin televizyonda konuşan,mesleğinde ileri gelen politikacıların,sanatçıların,bilim adamlarının,vs.konuşmalarına o kadar çok yabancı kelime kullanıyorlar ki bazen bunu bilinçli yaptıklarını düşünüyorum.Sömürülmek istenen ülkelerin ilk önce dili bozulur düşüncesine hizmet etmekde adeta yarışıyorlar.Türkçeye yabancı kelime kullanmaktan daha fazla zarar veren uygulama ise cümlenin yapısının bozulması yani dilbilgisinin bozulması.
Ayıpsın! :Ayıp ediyorsun!
Takıl bana! :Benimle gel!
5 gibi gelirim. :Saat beş civarında(sularında) gelirim.
Kendine iyi bak. :Kendine dikkat et.
Kendine iyi bak, oldu? : Kendine dikkat et, olur mu?
Bay bay! Ba baaay! :Hoşçakal!
Baaaay! : Hoşçakal!
Dont panik! (Don't panic!) :Telaş etme! / Paniğe kapılma!
Panik yapma! : Telaş etme! / Paniğe kapılma!
Panik oldum! : Paniğe kapıldım.
Sakin ol ahbap! : Sakin ol!
Acayip güzel! Korkunç güzel! : Çok güzel! / Muhteşem! /
Canısı! : Canım!
Dünya güzelleri! : Dünya güzeli.
Fulle! Ful yap! Doldur! : Tamamla!
Bugün fulüm! : Bugün hiç vaktim yok.
Hastayım artı canım sıkkın. : Hastayım, üstelik canım da sıkkın.
(Yarın görüşecek miyiz?) Umarım. : Görüşürüz./ Tabii. / İnşallah
Fifti fifti(fifty fifty) kırışırız. : Yarı yarıya paylaşırız.
Artı parantez(Antre-parantez) belirteyim... : Ayrıca belirteyim ki... Üzgünüm(Hemen her durumda ve her yerde, özür ifadesi olarak) : Afedersiniz.
Herıld yani. : Herhalde
Yok ööle! : Öyle olmaz.
No koment (No comment) : Yorum yok
Bay geldi. Daral geldi. Bık geldi : Sıkıldım. Bunaldım.
Streslendim. Stres yaptım. Streslerdeyim : Sıkıldım. Bunaldım.
No problem : Önemli değil. Sorun değil.
Kayıpsın. Kayıplardasın. : Uzun zamandır seni göremedim.
Arkadaşlarla takılıcaz. :Arkadaşlarımla birlikte olacağım (gezeceğim).
Kuul(cool) adam. : Soğukkanlı, ağırbaşlı adam.
Size nasıl yardımcı olabilirim? : Yardım edebilir miyim?
Bi drink aliim(alayım). :Bir şey içeyim.
Mersi. Çok mersi. Mersi canım. : Teşekkür ederim.
Teşekkür. Çok teşekkür. : Teşekkür ederim. Çok teşekkür ederim.
Çok kafa çocuk! : Çok iyi anlaşabileceğim biri.
Bu iş ya olacak ya olacak! : Bu iş mutlaka olacak.
Yihuuu! - Heey! : Yaşasın!
Sen & Ben : Sen ve ben
 

hıfz-ı lisan

perekli..
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
4,381
Tepkime puanı
340
Puanları
0
Konum
İstanbul/Kartal
Bende dün forumların birinde şu yazılanları gördüm. Zamane kızlarının ne demek istedikleri? :)

ban - ben
san - sen
lütfaaan - lütfen
biliyomısııaaaaan - biliyor musun
hayvanssııaaan - hayvansın
falan oldum - ?
falan yapmak -?
hadi papaaay - haydi baybay
intiharlardayım - çok üzüldüm
pozitif elektrik alamadım senden yane, taaam mı? - senden hoşlanmadım
inanmıyoroaam - inanmıyorum
regular cola - normal kola (light değil)
yivrençsiaaan - iğrençsin
nerdeyim oldum - nerede olduğunu şaşırmak
partilemek -parti
aklımdasyn yapmak - cep telefonunu çaldırıp kapatmak
bay gelmek hatta kus gelmek - bıkmak, usanmak
jjılgın atmak - delirmek
merba - merhaba
nasssın - nasılsın
ban iyyiam, san - ben iyiyim, sen
pantlonundan bellıa - pantolonundan belli
vıraenjj duryo dı mıa - iğrenç duruyor değil mi
vet, boyfrand yüznden labilir mia - evet, sevgilin yüzünden olabilir mi
bilmiyoruam kia - bilmiyorum ki
narde okuyosssuan - nerede okuyorsun

:blink:
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Ayrıca bu forumda bakınız:

Link silinmiş.. Eski forumdaydı..

"Türkçe" diye aratırsanız rastlarsınız inşallah.. Daha önce bu konu işlenmişti..
 

Cenan

Ordinaryus
Katılım
13 Eyl 2007
Mesajlar
3,060
Tepkime puanı
1,752
Puanları
113
Bende dün forumların birinde şu yazılanları gördüm. Zamane kızlarının ne demek istedikleri? :)

ban - ben
san - sen
lütfaaan - lütfen
biliyomısııaaaaan - biliyor musun
hayvanssııaaan - hayvansın
falan oldum - ?
falan yapmak -?
hadi papaaay - haydi baybay
intiharlardayım - çok üzüldüm
pozitif elektrik alamadım senden yane, taaam mı? - senden hoşlanmadım
inanmıyoroaam - inanmıyorum
regular cola - normal kola (light değil)
yivrençsiaaan - iğrençsin
nerdeyim oldum - nerede olduğunu şaşırmak
partilemek -parti
aklımdasyn yapmak - cep telefonunu çaldırıp kapatmak
bay gelmek hatta kus gelmek - bıkmak, usanmak
jjılgın atmak - delirmek
merba - merhaba
nasssın - nasılsın
ban iyyiam, san - ben iyiyim, sen
pantlonundan bellıa - pantolonundan belli
vıraenjj duryo dı mıa - iğrenç duruyor değil mi
vet, boyfrand yüznden labilir mia - evet, sevgilin yüzünden olabilir mi
bilmiyoruam kia - bilmiyorum ki
narde okuyosssuan - nerede okuyorsun

:blink:

Gercekten Turkiye'de boyle mi konusuyor kizlar?
 

hıfz-ı lisan

perekli..
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
4,381
Tepkime puanı
340
Puanları
0
Konum
İstanbul/Kartal
Dilimiz !

Bir televizyon kanalı,'Best Model Türk Dili Konuşan Ülkeler' yarışması düzenlemiş.Yani Türk Dili konuşan ülkelerin mankenlerinin yarışması.Hem bestmodel,hem de Türk Dili konuşan ülkeler...Tam, 'altı kaval üstü şeşhane' deyimine uygun bir durum...

Maalesef günümüz insanı sözlerinin arasına İngilizce,Fransızca vb. kelimeler sokuşturmayı kültürlü olma göstergesi addetmektedir.Sadece sözlerinde yer vermekle kalmayıp,günlük hayattaki bir çok eşyayı ve kavramı da yabancı kökenli kelimelerle anlatmaktadır.Özellikle gençler olmak üzere insanlar artık;'Blue Jean Center'dan aldığı 'new creation' kıyafetleri giyerek,'restaurant'a veya 'fast food'a gidiyor.Kapıda 'closed' yazarsa geri dönüyor,'open'ı görünce 'push'u da okuyup kapıyı iterek içeri giriyor.'Köfte burger' yiyip çıktıktan sonra;'cafe'ye ya da 'wc'ye gitmek isteyebilir.Daha sonra 'new style dizayn' edilmiş 'club'larda vakit geçiriyor.Eğlencesi genellikle 'non stop'tur.Saçlarına,üzerine 'sprey' sıkmıştır.Arabası 'steyşn' olabilir.Yedek tekerleğe ihtiyaç yoktur,nasıl olsa 'stepne'si vardır.Mükellefi 'stopaj' öder,çiftçisi 'sübvansiyon' bekler,borsacısı 'spekülasyon' yapar.Sanatçıları 'star'dır.'Suare'de veya 'matine'de mutlaka bulunmalıdır.Tercümesi 'spontone',anlaşması 'stand-by'dır.Yarım gün tatildedir.Ona ihityaç duymaz.Çünkü 'part-time' çalışmaktadır.Yılbaşında 'eşantiyon','promosyon'lar dağıtılır.Ortamın 'steril' olmasına çalışır.Ancak genellikle 'stres'li olduğundan 'spazm' geçirir.

(Alıntı)
 

hıfz-ı lisan

perekli..
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
4,381
Tepkime puanı
340
Puanları
0
Konum
İstanbul/Kartal
55096622kp5.jpg


18818808om9.jpg


111ug4.jpg


turkce2byelannunpn8xi6.jpg



Türkçe'miz 'Turkhce' leşmesin (!)
 

ileney

Sözlerim senet değil
Katılım
15 Tem 2007
Mesajlar
522
Tepkime puanı
16
Puanları
0
Yaş
37
Konum
ELM SOKAĞI
Web sitesi
reddiyeler.org
Üç şey Hayra alamet değildir.Din Dil Irk'ı değiştirmek.

ileney

Dilimize sahip çıkalım.
 

Bîdâr

Aktifleşmemiş
Katılım
31 Tem 2007
Mesajlar
5,222
Tepkime puanı
207
Puanları
0
Dilimize sahip çıkalım (!) ama nasıl?

Müsaadenizle, bugün herkesi rahatsız edecek bir yazı yazacağım. Ne şiş yansın ne kebap demeyeceğim. “Dilimize sahip çıkalım” diyenlerin dilimize nasıl sahip çıktıklarını sorgulayacağım müsaadenizle. Bunu da, en iyi bildiğim, kendi çevremden başlayarak yapacağım.
Ben, 10 binden biraz fazla mevcutlu, her gün vize yerine "midterm"ü, şube yerine "section"ı, kayıt yerine "registration"ı (bu liste uzar) kullanan öğrencilerden müteşekkil bir okulda okumaktayım. Merak etmeyin, her yerde duyduğunuz “bu yabancı kelimeler dilimizi bozuyor” plağını çalmayacağım size. Ben de bunları ve benzer kelimeleri kullanan biriyim. Benim okulumdaki 10 bin kişinin en az yüzde 70'i bunları kullanır. İşin garip tarafı nedir biliyor musunuz? İşte bu çoğunluğun yarısından fazlası “midterm” dediğinizde hiç garipsemezken, “mütevellit” gibi bir kelimeyi duyduklarında gulyabani görmüş gibi korkar, garipser hatta alay eder. Çünkü bu kelimeler eskide kalmıştır ve komiktir! Ne kadar eski ama…

Eski dile dönelim mavalları da okumayacağım, ama işte dananın kuyruğu da bu noktada kopmaya başlıyor. Bir dilin güzelliğinin en önemli özelliklerinden biri, o dildeki kelimelerin karşıladıkları anlamların/kavramların belirginliği ve bu tip “nitelikli” kelimelerin fazlalığıdır. Bizim şu anki dilimizin ana meselesi de budur. İnsanlarımızın kısıtlı sözcük sayısıyla konuşması, okuması ve düşünmesidir.

Peki nasıl oldu bu? Dilimizdeki nitelikli Arapça, Farsça kelimelerin atılmasıyla, kullanılmamasıyla oldu. Şu an 20'li yaşlardaki gençlerin, çok değil daha 30-40 yıl önceki filmleri izlediklerinde duydukları dili garipsemeleri bunun en güzel kanıtı. Bugün, Arapça olan “mütevellit”i, “nev-i şahsına münhasır”ı duyunca gülenler, garipseyenler, 30-40 yıl sonra, şu an kendilerinin kullandıkları, bildikleri için garipsemedikleri, yine has Arapça olan “muhteşem, muazzam, bilahare, mihrak...” gibi kelimeleri garipseyen ve hatta bunlara gülen çocuklara anne-baba olacaklar. Olacağız.

Biz bu ülkede, çıkıp da “Aramızdaki Araplar anlasın diye söylüyorum.” girizgahını yapıp, lütfedip Arapça kelimeleri kullanan profesörleri de gördük. Ama sorun şurada ki, kullan(dır)ılmadığından dolayı eskiyen bu bazı kelimeleri beğenmeyenler hiç farkında değiller, konuşurken ne kadar Arapça kelime kullandıklarının. Günümüz Türkçe'sinin çok önemli bir bölümünün Arapça ve Farsça kelimelerden oluştuğunu görmezler. Öz Türkçe'ye sıkışanlar pek söylemez, öz Türkçe kelimelerin C, F, Ğ, H, J, L, M, N, P, R, Ş, V, Z harfleriyle başlamayacağını. Sadece öz Türkçe konuşalım desek bu 13 harfle başlayan (114 kelime hariç) bütün kelimeleri atacağız baştan. Bu bilgilerin doğruluğunu isterseniz araştırabilirsiniz ama bunlar pek konuşulmaz bizim ülkemizde.

Bunları söyledim diye beni gerici olarak nitelendirenler çıkacaktır. Halbuki ben “sadece eski kelimeleri kullanalım” demiyorum. Çok az kelime ve kavramla konuşuyoruz ve düşünüyoruz diyorum. Bunun da en büyük nedenlerinden biri Osmanlıca'dan uzaklaşmaktır. Yeni kelimeler tabii ki dilimize girecektir. Mesela “msn” gibi bir programı sadece ülkemizde milyonlar kullanırken ve bu programı msn olarak bilirken, kalkıp da buna karşılık uydurmak abes kaçar. Öte yandan ise, birebir karşılığı olan, tam olarak anlattığı şeyi Türkçe ile çok rahat ifade edebileceğimiz bir kelimeyi sırf “İngilizce düşünüyorum” havalarında sarf etmenin lüzumu yoktur. Asıl komik kaçan budur da insanlarımız fark etmez.

Oturup şurada eksiğimiz var, burada eksiğimiz var demeden önce “Bir dil nedir?” sorusunu doğru cevaplamalıyız ve kendi dilimizin tahlilini iyi yapmalıyız. Biri çıkıp “pelesenk” deyince, “münezzeh” deyince pek kullanılmayan Arapça kelimeler oldukları için gülenler öncelikle kendi kullandıkları “fikir, hediye, resim, insan, saat…” gibi sayabileceğimiz bir sürü kelimenin Arapça olduklarını öğrensinler. Kim gülüyor ki demeyin. Organize İşler'deki, “zira” denilince anlamayıp gülen karakterler hayal ürünü değiller. Her an karşılaşabileceğimiz/karşılaştığımız insanlar bunlar. Bizim gençlerimiz çoğu, tavladan dolayı “yek” kelimesinin “bir” anlamına geldiğini bilir ama “yekun” kelimesini bilmez, düşünmez, garipser. Çok değil bundan 10 yıl öncesine kadar memurlar fiş toplamlarına “nakledilen toplam” yerine “nakl-i yekun” yazardı. Bizim gençlerimiz “nobran” kelimesini gsm reklamlarından öğrendi. Bu söylediklerim bazılarınızı kızdırmış olabilir. Laf-ı güzaf deyip geçebilirsiniz. Ama bu gidişatın vahametini şimdi göremeyenler, 30 yıl sonra kendi nesilleriyle haşır neşirken fark edecekler bunu. Belki de iş işten iyice geçmiş olacak… Fırat KÜÇÜKER, Boğaziçi Üniversitesi Endüstri Mühendisliği 3. Sınıf, İSTANBUL
 

Sinner

"Suskun, Hüzün-Bâz..."
Katılım
1 Tem 2006
Mesajlar
7,913
Tepkime puanı
120
Puanları
0
Konum
Câh-ı Bün...
Edebiyatta sadeleştirme katliamı




Sadeleştirme kisvesi altında yapılan değişiklikler, dilimizi bizden uzaklaştırırken öz kültürümüzde de büyük tahribata yol açıyor. Gelin, “edebî cinayetlere” göz atalım.
27 Aralık 2007 06:55
Yazı boyutunu büyütmek için
Edebiyatta sadeleştirme katliamı

Kadir Filiz'in haberi

Reşat Nuri Güntekin’in Çalıkuşu adlı romanının 1928 baskısından iki cümle: “Yahu küçük hanım, şu kızı kandırıp Müslüman edelim... Sevaplı iştir...” (sayfa 62); “Allah sana da, ona da Hak dininde can vermek nasip etsin.” (sayfa 66). Aynı baskıdan iki cümle daha: “Yaz kızım, yaz... Hem dinini seversen, benden de selam yaz...” ( sayfa 152), “Gelir gelmez dua edersen daha makbule geçer” (sayfa 176). İlk iki cümleyi bugünkü baskılarda göremiyoruz. Diğer iki cümle ise günümüzde bu eseri basan tek yayınevi olan İnkılap Yayınevi’nin baskılarında şu şekilde değiştirilmiş: “Yaz kızım yaz ve beni seversen benden de selam yaz.” (sayfa 139) ve “Gelir gelmez Zeyni Baba’yı ziyaret edersen daha makbule geçer.” (sayfa 165)

Sadeleştirme adı altındaki edebî katliamlar bir yana, yukarıdaki değişiklikleri, dildeki sadeleştirme ve yenilenmeyle açıklamak mümkün mü? “Dini sevmenin” yerine “bir şahsı sevmek” veya “kendisine dua edilen Allah’ın” yerine “Zeyni Baba’nın” konulması metni daha mı anlaşılır kılıyor acaba? Aksiyon, Türk edebiyatının büyük ustalarının eserlerinde yıllar içinde görülen “metin darbeleri” ile “sadeleştirmeleri” araştırdı. Bu değişikliklerin sorumlusu kimi zaman vârisler, kimi zaman yayınevleri, kimi zaman da ‘işbilir’ editörlerdi. Telif hakkı sona eren eserlerde bu sorun daha da aşikâr. Karşılaştırmalı incelemelerimize göre eserler üzerindeki oynamaların boyutu dilde sadeleştirmelerin de ötesine geçerek asıl metinden cümleler atmak, yeni kelimeler eklemek, düz cümleyi soru cümlesine çevirmek gibi müdahaleleri içeriyor. Ve aslını okuduğumuzu sandığımız Türk edebiyatının temel eserleri, gerçek kimliklerinden uzaklaşmış metinler olarak çıkıyor karşımıza. Sayıları çok da fazla olmayan klasiklerin başına gelenlerin istisnai olmaması, ideolojik ve ideolojik olmayan müdahalelerin bir kıyıma dönüşmesi söz konusu.

Çalıkuşu üzerindeki oynamaları ilk defa 1999 yılında Kaşgar Dergisi’nin Temmuz ve Ağustos sayılarında yayımlanan makaleleriyle araştırmacı yazar Ahmet Özalp gündeme getirdi. Çalıkuşu’nun 1928’deki eski harflerle 4’üncü, yeni harflerle 1935’teki 5’inci ve günümüz baskıları üzerinde incelemelerde bulunan Özalp, romanın yazıldığı tarihî dönemin ve sosyal öğelerin ayıklandığını, o döneme ait olumlu fikirler cereyan ettirecek kısımların elekten geçirildiğini ve dinî anlam içeren bölümlerin değiştirildiğini belirtiyor. Çalıkuşu’nun 4’üncü baskısında (1928) “Nizamettin Efendi, artık bir daha İstanbul’a dönmemiş, altı sene diyar diyar bütün Kürdistan’ı, Irak’ı, Arabistan’ı dolaşmıştı.” (sayfa 13) şeklinde geçen cümle 39. baskısında “Artık bir daha İstanbul’a dönememiş, Diyarbakır’dan Musul’a, Musul’dan Hanıkın’a, oradan Bağdat’a, Kerbela’ya geçmiş…” (sayfa 11) şeklinde değiştirilmiş. Çalıkuşu’yla ilgili bu gibi örnekleri ve ayrıntıları Ahmet Özalp’in Kaşgar dergisinde yayımladığı yazılarda görmek mümkün.

SADELEŞTİRMEYLE ÇİFTE TAHRİBAT

Çoğu ülkede geçerli telif kanunlarına göre, ölümlerinden 70 sene sonra yazarların telif hakkı sona eriyor. Yayınevleri de anonimleşen eserleri yayımlamayı diğerlerine göre çok daha cazip buluyor. Özellikle Millî Eğitim Bakanlığı’nın 100 Temel Eser listesindeki kitapları onlarca yayınevi neşrediyor. Yayınevlerinin bastıkları kitaplardan, eserlere istedikleri şekilde müdahale edebilme hakkını kendilerinde gördükleri anlaşılıyor maalesef. Kitabın orijinalinden koskoca bir yazıyı çıkarmaya örnek olarak Ahmet Haşim’in “Bize Göre” adlı eserinin 3F Yayınevi baskısı verilebilir mesela. Eserin aslında geçen ‘Sinema’ yazısı, 3F Yayınevi’nin baskısında yok. Dergâh, Yapı Kredi ve Oğlak Yayınları’nın dışındaki birçok yayınevi, Bize Göre’nin sadeleştirilmesi tasarrufunu da kendilerinde görüyor.

Dergâh Yayınları’nın neşrettiği Bize Göre’deki “Mehmet Emin Beyefendi’nin mütalaaları, İbrahim Alaaddin’in Resimli Gazete’de intişar eden vâkıfane bir makalesine mevzu teşkil etti.” (Sayfa 42) cümlesi 3F Yayınevi’nin baskısında şöyle geçiyor: “Mehmet Emin Beyefendi’nin yorumları, İbrahim Alaeddin’in Resimli Gazete’de yayımlanan kuşatıcı bir makalesine konu oluşturdu.” Bu değişiklik, bir eserin yeni ifadelerle nasıl yavanlaştırıldığını ve yazarın esere yüklediği edebî özelliğin nasıl kaybolduğunu ortaya koyması bakımından önemli. Yapı Kredi Kültür Yayıncılık’ın çıkardığı Ahmet Haşim kitaplarını yayına hazırlayan yazar Yard. Doç. Dr. Nuri Sağlam, sözde sadeleştirmelere tepkili. Ahmet Haşim’in eserlerinde geçen, günümüz okuyucusu tarafından bile kolayca anlaşılabilecek “nazaran, sihirli, gına, müstakil, kayınvalide…” gibi kelimelerin, yeni baskılarda “göre, büyü, usanç, ayrı, kaynana…” şeklinde sadeleştirildiğini belirtiyor. Nuri Sağlam, bu mevzuda gelecek kuşaklar için kaygılanıyor: “Basılan bu eserlerin hiçbirinin adlarından başka Ahmet Haşim’e ait bir yanı kalmamıştır artık. Sadeleştirme işlemi hem edebî eseri hem de sanatkârı katleder. Nitekim Haşim’in de sadece adı kalıyor yeni kuşaklara. Eserleri bir bir yok oluyor.”

YAZARIN ADI VAR, ESERİ YOK!

Kitabı 100 Temel Eser kapsamında kıyıma uğrayan bir başka yazar da Ahmet Rasim. Şehir Mektupları adlı eseri günümüzde yayınevlerince hacimce daraltılığı gibi sadeleştiriliyor da. Yayınevlerinin bu tasarrufuyla yeni neşredilen Şehir Mektupları’nın dış kapakları dışında yazara dair bir işaret kalmıyor. Günümüzde Oğlak Yayınları, Rasim’in diline müdahale etmeden eserlerini neşreden yayınevlerinden biri. Mesela Türk ve dünya klasikleri yayımlayan Timaş’a bağlı Antik Yayınları, yazarın mektuplara verdiği numaralandırmadan tutun da düz cümleyi soru cümlesine çevirmeye varıncaya kadar değişiklikler yapmış, ortaya âdeta Ahmet Rasim’in yazmadığı yeni bir Şehir Mektupları çıkmış. Say Yayınları da Şehir Mektupları’nın hacmini küçültüp sadeleştirmiş. Bunlarla ilgili ayrıntıları, dosyamızın hacmini daha fazla artırmamak için burada yayımlamıyoruz.

Telif hakları kanununun şüphesiz en büyük mağduru Ömer Seyfettin. Yazarın eserleri yirmiden fazla yayınevince basılıyor. Bu yayınevlerinin büyük bir kısmı hiçbir ölçü ve kural tanımaksızın kendilerine göre Ömer Seyfettin’in eserleriyle oynuyorlar. Eserlerin aslında geçen “mütereddit, muallim, delalet, tahsil…” gibi kelimelerin yerine bugünkü baskılarda, “ikirciklik, öğretmen, aracılık, eğitim…” şeklinde anlamlarını bile tam olarak karşılamayan kelimeler geçiyor. Ömer Seyfettin’in meşhur Bomba hikâyesindeki “Zaten sa’ye karşı derin muhabbeti vardı.” cümlesi, İnkılâp Yayınevi’nin baskısında (sayfa 8) “Zaten çalışmayı çok severdi”; Engin Yayıncılık’ın baskısında ise “Zaten çalışmaya karşı derin bir sevgisi vardı.” hâlini alıyor.

ORİJİNAL METNİN ALTINA ANLAMI YAZILMALI

Ömer Seyfettin’in eserlerinde cümle atmalara da şahit olmak mümkün. Bomba hikâyesinin asıl metninde geçen “… vardı. İşleri eline aldı.” cümlesi, İnkılap Yayınevi’nin Bomba adlı kitabında bulunan Bomba hikâyesinde (sayfa 8) yer almıyor. Yayınevlerinin birçoğu bu kitapları öğrenciler için bastığını düşünerek, yani hitap ettiği kitleye anlaşılır kılabilme ‘mazeretinden’ ötürü yazarın diline karşı her türlü müdahaleyi mubah sayıyor.

Dergâh Yayınları’nın orijinal şekilde neşrettiği Ömer Seyfettin külliyatını yayına hazırlayan Prof. Dr. Hülya Argunşah, öğrenciler için hiç olmazsa asıl metinle beraber bazı kelimelerin anlamlarının sayfa içinde belirtilmesi gerektiğini vurguluyor. Yayınevlerinin fütursuz müdahaleleri konusunda uyarılarda bulunan Argunşah, “Yanlış yayın politikaları dilin ve edebiyatın yozlaşmasına, nesillerin okumaktan uzaklaşmasına, kendi kültürlerine yabancılaşmasına sebep olmaktadır.” diyor.

VÂRİSLERİN ELİYLE MÜDAHALE

Türk edebiyatının temel eserlerini budanmış, parçalanmış metinler haline sokan müdahaleler bunlarla bitmiyor. Yazar vârislerinin bizzat kendi elleriyle yaptıkları veya yayınevlerine izin vererek yaptırdıkları sadeleştirme ve kıyımlar, metin darbelerinin boyutunu daha da büyütüyor. Aksiyon, geçtiğimiz yıl Cemil Meriç’in külliyatına oğlu Mahmut Ali Meriç’in müdahalelerini konu etmişti. Oğul Meriç’in babasının eserlerini yayına hazırlarken yaptığı değişiklikler, kolay kolay sindirilebilecek cinsten değildi.

Benzer akıbet, Refik Halid Karay’ın da başına geldi. Karay, Türkçenin tüm cilvelerinin iplerini elinde tutup bunu eserlerine bir musiki ahengiyle aksettiren nevi şahsına münhasır bir yazar. Refik Halid üzerine akademik çalışmalar yapmış olan Prof. Dr. Şerif Aktaş, Türkiye Türkçesinin kimliğini Karay’la açık ve net bir şekilde ortaya koyduğunu ve Refik Halid’in dilimizin bir merhalesi olduğunu vurguluyor. Refik Halid Karay’ın kitapları günümüzde İnkılâp Yayınları’nca oğlu Ender Karay’ın sadeleştirmeleriyle yayımlanıyor.

Ender Karay, kitapların başında geçen notta sadeleştirmelerin sebebini ve ‘derecesini’ şöyle belirtiyor: “Yılların getirdiği dil değişimi gereği; günümüz yaygın Türkçesine, ılımlı olarak uyarlanmıştır.” Fakat oğul Karay’ın yaptığı sadeleştirmeler bir yana bu değişikliklerin kendisinin iddia ettiği gibi pek de ‘ılımlı’ olmadığı anlaşılıyor. Mesela 1940 yılında Semih Lütfi Kitabevi’nin neşrettiği Gurbet Hikâyeleri’nde geçen “taklit, nefer, mühim, tasdik etmek, vaat etmek, vaka…” gibi günümüz Türkçesinde bile sıkça kullanılan kelimeler, yeni kitaplarda “sevecenlik, benzetme, er, önemli, doğrulamak, söz vermek, olay…” şeklinde değiştirilmiş. Bu müdahalelerle Refik Halid Karay’ın okuyucuya verdiği edebi zevki hissetmek gayet güçleşiyor.

REFİK HALİD’İN OĞLU: PİŞMANIM

Refik Halid Karay külliyatındaki metin darbelerini değerlendiren Prof. Dr. Şerif Aktaş; eserin dilinin eserle ortaya çıktığını, kelimelere anlamlarını müelliflerinin yüklediğini ve bununla oynamanın eserin ruhuyla oynamak olduğunu düşünüyor. Özellikle Refik Halid gibi bir yazarın diline müdahalenin kim tarafından yapılırsa yapılsın bir cinayete bürüneceğini ve bunun dile karşı bir ihanet olduğunu belirten Aktaş’a göre “Refik Halid’in diliyle oynamak, medeniyetle oynamaktır.”

Geçtiğimiz Temmuz ayında Bursa’da Aksiyon’a konuşan yazarın 88 yaşındaki oğlu Ender Karay, sadeleştirdiği kitaplar için şu an pişman. Kendisinin sadeleştirdiği kitapların, özellikle Bir İçim Su’yun içine hiç sinmediğini itiraf eden Ender Bey, 1980’lerde cereyan eden Türkçeleştirme hareketleri yüzünden böyle bir işe kalkıştığını anlatıyor: “Adeta ‘değiştirmesen basmayız’ gibi bir şey oldu. Bu benim takdirim değildi ama…” Karay, bizzat Turgut Özal’ın başbakanken telkin ettiği “mümkün olduğunca yenilikçi harekete uyması” isteğinden sonra böyle bir işe başladığını söylüyor. Sadeleştirmeleri kendisinin bile beğenmediğini, bundan sonra asıl metinlerin basılacağını ve bazı kelimelerin anlamlarının dipnotla verileceğini müjdeliyor.

PEYAMİ SAFA’NIN BAŞINA GELENLER

Peyami Safa’nın eserleri de uzun yıllar aslına uygun bir şekilde basıldıktan sonra sadeleştirmeye maruz kaldı son yıllarda. Safa’nın eserlerini kırk yılı aşkın süredir Ötüken Neşriyat basıyordu. Ötüken Neşriyat yetkilileri, yayınevi politikası gereği yazarın diline herhangi bir müdahale etmediklerini söylüyorlar. Başka vârislerinin ortaya çıkmasından sonra 2004 senesinde Alkım Yayıncılık, Peyami Safa’nın eserlerini yayımlamaya başladı. Her kitleye kitap okutma gayesiyle 2004 yılında 250 bin, 2005 yılında 200 bin adet Dokuzuncu Hariciye Koğuşu romanı piyasaya çıktı. Peyami Safa’nın, dili günümüz Türkçesine en yakın yazarlardan biri olduğu halde Alkım’ın bastığı bu kitap da sadeleştirildi. Mesela Ötüken baskısında “Hastalığıma dair sualler soruyor, verdiğim kısa cevaplarla kanaat etmiyordu.” (sayfa 19) cümlesindeki kanaat kelimesi ‘yetinmek’ olarak değiştirildi (sayfa 24). Bu tür müdahaleler hemen eserin her sayfasında görülüyor.

Peyami Safa’nın bir başka romanı Fatih-Harbiye de Alkım Yayıncılık tarafından basılıyor. Fakat bu kitapta metin üzerinden sadeleştirme yerine dipnot vasıtasıyla bazı kelimelerin anlamları veriliyor. İki eser arasında niçin “muamele ayrımı” gözettiklerini sorduğumuzda, yayınevinden herhangi bir cevap alamadık.

GÜRPINAR SAĞ OLSAYDI NASIL YAZARDI?

Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın eserleri de günümüzde sadeleştiriliyor. Gürpınar’ın sadeleştirme macerası 60’lı yıllara dayanıyor. Atlas Kitabevi’nin bastığı kitapları, Mustafa Nihat Özon, Tahir Nejat Gencan ve Zahir Güvemli sadeleştirmiş. Kitapların başında sunuş bölümünde geçen açıklamada, sadeleştirmede ölçü olarak “Kendisi sağ olsaydı nasıl yazardı?” fikri kullanılmış. Bugün Özgür Yayınları’nın yayımladığı kitapları Kemal Bek sadeleştiriyor. Özgür Yayınevi’nin editörü Halit Karaoğlu, bu eserlerin orijinallerini de neşretmek istediklerini; fakat bunun günümüz şartlarında hem yazarın külliyatının çok geniş olması hem de kitap okuma oranının ülkemizdeki durumundan dolayı maddi anlamda külfet vereceğini düşünüyor.

NAMIK KEMAL’E SİNEMA SEYRETTİRMEK!

Hüseyin Rahmi Gürpınar hayranı edebiyatçı Selim İleri, bu değerli eserlerin genç kuşaklara ulaştırılabilmesi için dildeki değişimden ötürü sadeleştirmeleri zorunlu görüyor. Fakat eserin yazıldığı dönemin özelliklerini kaldıran, dildeki geçmiş zamanın hususiyetini vermeyen aşırı sadeleştirmeleri çok tehlikeli buluyor. İleri, ehil olmayan kişilerin çok büyük hatalar yaptığını belirterek şöyle bir anısını anlatıyor: “Sadeleştirme yapanlar işin içinden çıkamadıkları vakit, yerine yazarın yazmadıkları cümleleri ekliyorlar. Mesela metni sadeleştirilmiş Namık Kemal’in İntibah romanında ‘her şey roman kahramanının gözünün önünden bir film şeridi gibi geçti’ gibi bir cümle var. Tabii o devirde sinema yok. Buna benzeyen çok büyük hatalar da olabiliyor.”

Eserleri edebi katliamdan nasibini alan yazarlardan biri de Halid Ziya Uşaklıgil. Türk romancılığının temel taşlarından Uşaklıgil’in sadeleştirme hikâyesi kendisinin değişiklikleri ile başlar. Halid Ziya, Servet-i Fünun’un ağır ve ağdalı diliyle kaleme aldığı eserleri, genç nesillerin anlaması için kendi sadeleştirir. Fakat bu sadeleştirme, kendisinin de eski kitapların önsözünde belirttiği gibi hem eserin hususiyetini bozmayacak şekilde hem de bizzat yazar tarafından yapılır. Günümüzde Halid Ziya’nın kitaplarını Özgür Yayıncılık aslına uygun bir şekilde neşrediyor. Bazı kelime ve terkiplerin anlamlarını asıl metinle beraber parantez içinde veriyor yayınevi.

BU, BİLDİĞİNİZ HALİD ZİYA DEĞİL

Özgür Yayıncılık’tan önce ise Uşaklıgil’in eserleri, İnkılâp Yayınevi tarafından Şemsettin Kutlu’nun sadeleştirmeleriyle büyük bir kıyıma maruz kalmış. Doç. Dr. Alev Sınar, Halid Ziya’nın son romanı Nesl-i Ahir üzerindeki incelemelerinde; Şemsettin Kutlu’nun, Halid Ziya’nın kullandığı, günümüzde günlük dilde yer etmiş kelimelerin yerine, günlük dilden çok uzak, sözlüklerde geçen kelimeleri kullandığını tetkik etmiş. Bunun yanında Şemsettin Kutlu’nun cümleler atladığını, bazı paragrafları geçtiğini ve yeni cümleler eklediğini de belirtiyor Doç. Dr. Sınar. Bu kıyımlar sadece Nesl-i Ahir’le sınırlı değil üstelik. İnkılâp Yayınevi’nin neşrettiği Halid Ziya’nın bütün eserlerinde benzer durum söz konusu.

Halid Ziya Uşaklıgil üzerine akademik çalışmaları bulunan Prof. Dr. İsmail Çetişli, Halid Ziya’nın daha önce İnkılâp Yayınevi tarafından basılan kitaplarını ‘çok kötü’ buluyor. Genç nesiller anlamıyor diye Süleymaniye’nin, Selimiye’nin sadeleştirilmesinin söz konusu edilemeyeceği gibi, edebi eserde de aynı durumun geçerli olduğunu vurguluyor.

AKŞAM GÜNEŞİ’Nİ ‘BATIRAN’ TAHRİFAT!

Bu dosyanın girişindeki örneklerden de anlaşılacağı üzere, Reşat Nuri Güntekin’in eserleri de tıpkı Halid Ziya Uşaklıgil’inkiler gibi, vefatından sonra metin darbelerine maruz kalmış; sadeleştirmeler bir yana, cümleler, kelimeler çıkartılıp eklenmiş… Akşam Güneşi’nin 1942 Semih Lütfi Kitabevi ve 1959 İnkılâp Kitabevi baskısıyla, İnkılâp’ın bugünkü baskıları arasında muazzam farklar görülüyor. Eserin yazar hayattayken basılan 1942 ve ölümünden sonra Şair Şukufe Nihal’in eski eşi Mithat Sadullah Sander’in deruhte etmesiyle neşredilen 1959 baskısı arasında fark bulunmuyor. Yazarın dostu Mithat Sadullah, Reşat Nuri’nin ölümünden sonra, sadece eserlerin eski baskılarında bulunan tashih ve imla hatalarını düzeltmiş. Akşam Güneşi’nin 1942 ve 1959 baskılarında ilk sayfalarda geçen “Bir an başını kaldırmıştı. Bu kılıkta bir adamdan umulmayacak kadar güzel, zeki bir çehre gördüm.” cümlesi İnkılâp Yayınevi’nin şimdiki baskısında şöyle geçiyor: “Bir an başını kaldırmıştı. Bu kıyafette bir kır adamından umulmayacak kadar güzel, ince çizgili bir çehre, iki munis siyah göz gördüm.”

Yine eski baskılarda I. kısmın 23. bölümünde (1942 baskısında sayfa 77, 1959’da sayfa 83) “…dadısıyla beraber İstanbul’a inecekti” cümlesinden sonra başka bir paragrafa geçiliyor. Fakat İnkılâp Yayınevi’nin bugünkü baskısında aynı cümlenin sonunda fazladan bir cümle bulunuyor: “Zavallı çocuk dağ başında kendi kendine yaşayamazdı ki…” Bu cümle, eski baskıların hiçbir yerinde geçmiyor. Akşam Güneşi’nin hemen her sayfasında bu türden değişiklikler mevcut.

REŞAT NURİ’NİN KIZI DA FAİLLERDEN HABERSİZ

İnkılâp Yayınevi Genel Müdürü Arman Fikri, değişiklikler konusunda hiçbir bilgisinin bulunmadığını, kendisinden önce böyle bir müdahalenin olabileceğini söylüyor. Yayınevi’nin eski müdürü babası Nazar Fikri’ye de bu değişiklikleri sorduğunu; fakat onun da bu konuda bilgisinin olmadığını söylediğini itiraf ediyor. Aksiyon’a konuşan Reşat Nuri’nin kızı Ela Güntekin ise değişiklikler konusunda hiçbir bilgisinin bulunmadığını, eserlerin annesi (Hadiye Güntekin) hayattayken değiştirildiğini; fakat annesinin de kesinlikle böyle bir müdahaleye izin vermeyeceğini söylüyor. Bu meseleye kimsenin sahip çıkamaması en az metin kıyımları kadar abes bir durumu ortaya çıkarıyor aslında.

Reşat Nuri Güntekin’in şu anki baskılarında tespit edilen bir başka hata, yazarın Leyla ile Mecnun, Olağan İşler ve Tanrı Misafiri adlı hikâye kitaplarında bulunan aynı hikâyeler. “Bir Gümrük Kaçakçılığı” hikâyesi hem Tanrı Misafiri’nde hem de Leyla ile Mecnun adlı kitaplarda bulunuyor; ama hikâyeler aynı isimle tekrar basılmasına rağmen metinler kitaptan kitaba değişiyor. Tanrı Misafiri’ndeki Bir Gümrük Kaçakçılığı (sayfa 173) hikâyesinde geçen şu cümle, Leyla ile Mecnun’daki aynı hikâyede geçmiyor: “Sual gayet yerindeydi. Ben önüme baktım. Fakat Artin Efendi, derhal büyük bir saffetle cevap verdi.”

Yine aynı hikâyede, Muallim Naci’nin Kuzu şiirinden bir beyit geçiyor. Fakat her iki kitapta da bu beyit farklı ve üstelik yanlış!... Leyla ile Mecnun’da (sayfa. 92) “Bilsem şu kuzu neden gam almış/ Her nalesi kalbe dağzındır!” şeklinde, Tanrı Misafiri’nde “Bilmem şu kuzu neden gaz almış/ Her nâlesi kalbe dağzendir!” olarak geçiyor. Muallim Naci ise şiiri şu şekilde yazmıştır: “Bilsem şu kuzu neden gam almış/ Her nâlesi kalbe dağzendir.”

‘GENÇLER İÇİN’ GEÇMİŞİ YIKMAK

Tüm bu müdahalelerin yanı sıra bugün Reşat Nuri’nin eserleri üzerindeki oynamaların farklı bir türü daha bulunmakta: İnkılâp Yayınevi tarafından basılan “gençler için” versiyonları… Bu kitaplar öğrencilere yönelik hazırlandığından hacimce sadeleştiriliyor. Yayınevi, Batı’da böyle bir uygulama bulunduğunu, dolayısıyla yapılan işin ‘normal’ olduğunu iddia ediyor. Ama Reşat Nuri üzerine araştırmalar yapmış yazar Ahmet Özalp’e göre bu tür eserler edebiyat zevkinden mahrum, yaban kitaplar.

Bu konuda, Reşat Nuri Güntekin üzerine akademik çalışmaları bulunan Prof. Dr. Abdullah Uçman da tepkili. Prof. Uçman, sadeleştirmelere kesinlikle karşı olduğunu belirterek, Türk edebiyatının en çok okunan romanlarından Çalıkuşu’nun genç nesiler okusun, anlasın diye sadeleştirildiğini; fakat bu şekilde eserin aslını ve özelliğini kaybettiğini düşünüyor. Reşat Nuri’nin kızı Ela Güntekin ise Avrupa’da da bu şekilde hazırlanmış kitapları gördüğünü, bunun eser için herhangi bir sakıncasının olmadığını iddia ediyor.

BUNLAR MAALESEF DEVEDE KULAK

Bu dosyada incelenen eser ve örnekler, Türk edebiyatından sadece bir kesit ortaya koyuyor. Bahsi geçen yazarlar dışında yine MEB’in 100 Temel Eser listesi kapsamında bulunan Sami Paşazade’nin Sergüzeşt’ine, Ahmet Mithat Efendi’nin, Namık Kemal’in kitaplarına, kısacası anonimleşen birçok esere yayınevlerinin gelişigüzel müdahale ettiği görülüyor. Burada verilen misaller ise cımbızla çekilmekten ziyade, eserlerin tamamında rahatça görülebilen cinsten. Edebiyatımızın genel olarak sadeleştirme ve değişim macerasına bakıldığında burada yansıtılanlar ‘devede kulak’ nispetinde kalıyor. Maalesef bugünün genç ve orta yaş kuşağında bu kıyımların tesirleri çoktan görünmeye başladı ve bu daha da belirginleşecek.

Metin darbelerinin ahvalini yansıtmaya çalışırken bu şekildeki sadeleştirmelerin ne manaya geldiğini anlamak için “mutlaka edebiyatçı olmak gerektiğini” de bazı yayınevi editörlerinden “öğrenmiş” olduk! Bizim yapmak istediğimiz, sadece durumu teşhis edip sorunun nerelere vardığını göstermekti. Yazar ve akademisyenlerin kaygıları da bizimkiyle aynı çerçevedeydi. Yayınevlerinin, “dili ve edebiyatı” değil de “ticari kaygıyı” ilk sıraya alan politikaları, dildeki tahribatı daha da büyüterek hem edebiyatımızı vuracak hem de nesiller arasında yeni uçurumlar meydana getirecek. Bir de, böyle giderse belki de klasiklerin ruhuna fatiha okumak gerekecek!...

'Ali Çolak: REFİK HALİD’İN TÜRKÇESİNE YAZIK OLUR

‘Sadeleştirme’ kelimesi beni oldum olası rahatsız eder. Bu iş yapılırken hep bir şeylerin yok olup gideceğinden korkarım. Siz şimdi Refik Halid Karay’ın eserlerinin sadeleştirilmesinden söz ediyorsunuz. Refik Halid, benim en çok sevdiğim yazarlardan biridir. Hatta onu ‘edebiyat öğretmenim’ diyecek kadar severim. Refik Halid, 20. yüzyılın başındaki Türkçenin en güzel, en olgun, en akıcı döneminin en güçlü temsilcilerindendir. Onun eserleri; kronikleri, hatıraları, romanları… hem içerik hem de dil itibariyle bir dönemin aynasıdır. Yazarlar, içinde yetiştikleri dönemin diliyle vardır, onları güçlü kılan, o dildir. Bizim, sadeleştirme adı altında, yazarı çağından, atmosferinden koparmaya hakkımız yoktur. Refik Halid’in bütün büyüsü, hareketli, esprili, kıvrak dilinden gelir. Sadeleştirme bu özelliklerini yok ediyor. Ana dili Türkçe olan ya da Türk edebiyatını okumak isteyen birinin Refik Halid’in o güzelim şırıl şırıl, kıvrım kıvrım akan dilinden habersiz yaşaması çok büyük bir talihsizliktir. Yapılacak şey, belki sadeleştirme yerine kitabın arkasına bir sözlük eklemek olmalıdır (Mesela Cahit Sıtkı’nın öyküleri, Can Yayınları tarafından, bu şekilde yayımlandı). Yahut, her sayfanın altında, o sayfada geçen bazı kelimelerin günümüz Türkçesindeki karşılığı verilebilir. Bunun dışında yapılacak keyfî sadeleştirmelerin edebiyat ve Türkçemiz adına bir kayıp olacağına inanıyorum. Biz, bir yazarın sadeleştirilmiş eserini okurken, aslında onu okumuş, onun hissiyatını bulmuş olmayız. Adeta ‘çeviri’ bir eser okuruz.

Ahmet Turan Alkan: LİSE ÖĞRENCİSİ, HALİD ZİYA’YI ORİJİNAL LİSANIYLA OKUMALI

Edebî eserler, sahibi tarafından kaleme alındığı dil ve üslup özellikleriyle anlam taşırlar; bu cümleden hareketle ben, her türlü sadeleştirmeye karşıyım; fakat gerektiği zaman ve yerde metni anlamaya yarayan küçük haşiyeler konulmasına taraftarım. Batı’da önemli klasiklerin hafifleştirilmiş versiyonları hazırlanarak muhtelif okuyucu kitlesine hitab eder tarzda yayımlandığını biliyoruz. Bizdeki sadeleştirme faaliyeti böyle olmuyor; eserin orijinal lisan ve üslup özelliklerini ortadan kaldırır mahiyette yapılıyor ki buna taraftar olmak mümkün değildir. Bir lise öğrencisi Halid Ziya’yı, orijinal lisanıyla okumalı ve anlamadığı kelimeleri, terkipleri çözmeyi öğrenmelidir. Edebiyat eğitiminin amacı doğrudan dile ve üsluba temas etmektir. Bunun dışında kalan her türlü sadeleştirme faaliyeti, bu işi yapan ne kadar usta olursa olsun “tercüme” anlamını taşır.

(Aksiyon)
 

Enes

İhvan Forum Üye
Katılım
6 Haz 2006
Mesajlar
14,127
Tepkime puanı
1,243
Puanları
113
Konum
bâbil...
Türkçe Yazım Kuralları

Doğrusu bu kurallara ben de çok fazla uymuyorum... Ama bu bilgiler elimizin altında olursa daha kolay ilerleme sağlarız diye düşünüyorum...​

Bu sebeple Türk Dil Kurumu (TDK) resmi internet sayfasında yer alan Türkçe yazım kurallarını bu başlık altında toplamayı düşünüyorum...​

1- Ses, Harf ve Alfabe
spacer.gif
spacer.gif


Akciğerlerden gelen havanın ses yolunda meydana getirdiği titreşime ses denir. Ses, dili oluşturan en küçük birimdir. Harf ise sesin yazıdaki karşılığıdır.

Bir dildeki harflerin belirli bir sıraya dizilmiş bütününe alfabe denir.

Türk alfabesi, Latin harfleri esas alınarak 1.XI.1928 gün ve 1353 sayılı Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun ile kabul edilmiştir. Bu Kanun’a göre, Türk alfabesinde 29 harf bulunmaktadır.*


Türk alfabesindeki harflerin sıra sayıları, adları, kitap ve el yazısı biçimleri ile kodları ** aşağıda belirtilmiştir:


resimgoster.aspx



* Kanun’da önce “i” sonra “ı” belirtilmişse de yaygın ve yerleşmiş olan sıraya göre önce “ı” sonra “i” gelmektedir.
** Türk Kodlama Sistemi, ilgili kurum ve kuruluşların görüşleri alınarak TDK İmla Kılavuzu Çalışma Grubu tarafından 8 Ocak 2004 günü belirlenmiş ve TSE tarafından Nisan 2005/TS 13148 numaralı belge ile ölçünlü (standart) hâle getirilmiştir.

 

Enes

İhvan Forum Üye
Katılım
6 Haz 2006
Mesajlar
14,127
Tepkime puanı
1,243
Puanları
113
Konum
bâbil...
2.Sesler ve Ses Uyumları

Türkçede sesler, ünlüler ve ünsüzler olmak üzere iki ana gruba ayrılır.

Ünlülerin Nitelikleri

Ses yolunda herhangi bir engele çarpmadan çıkan seslere ünlü denir. Türkçede sekiz ünlü vardır: a, e, ı, i, o, ö, u, ü.

Ünlüler şu biçimde sınıflandırılır:

A. Çıkış yeri ve dilin durumuna göre:

1. Kalın ünlüler: a, ı, o, u.
2. İnce ünlüler: e, i, ö, ü.
B. Dudakların durumuna göre:

1. Düz ünlüler: a, e, ı, i.
2. Yuvarlak ünlüler: o, ö, u, ü.
C. Ağzın açıklığına göre:

1. Geniş ünlüler: a, e, o, ö.
2. Dar ünlüler: ı, i, u, ü.


Ünlülerin nitelikleri aşağıdaki çizelgede toplu olarak gösterilmiştir:


tablo1.jpg




Uzun Ünlü

Kökeni Türkçe olan kelimelerde uzun ünlü yoktur. Uzun ünlü, Arapça ve Farsçadan Türkçeye giren kelimelerde görülür: şair (şa:ir), numune (numu:ne), iman (i:man). Bu örneklerde iki noktadan önceki harfin gösterdiği ses uzun ünlüdür ve uzun söylenir. Ancak, birçok kelimede uzun ünlü kısalmıştır: beyaz, hiç, rahat, ruh. Bu örneklerdeki koyu harflerle belirtilen sesler, alındıkları dilde uzun oldukları hâlde Türkçede kısa söylenir.

Uzun ünlülü kapalı hecelerle biten kelimeler ünlüyle başlayan ek aldıklarında veya yardımcı fiillerle kullanıldıklarında, açık duruma dönüşen hecenin ünlüsündeki uzunluk, ayraç içerisindeki söyleyişte gösterildiği gibi çoğunlukla yeniden ortaya çıkar: esas / esasen (esa:sen); hayat / hayatı (haya:tı); kanun / kanuni (ka:nu:ni); ruh / ruhum (ru:hum); usul / usulü (usu:lü); vicdan / vicdanen (vicda:nen); ahbap olmak (ahba:b olmak), hitap etmek (hita:b etmek). Bazı örneklerde bu durumda da kısalma görülür: beyaz / beyazı, can / canım, kitap / kitaba, meydan / meydana.

Uzun ünlüler, genellikle yazıda gösterilmez: adalet (ada:let), badem (ba:dem), beraber (bera:ber), idare (ida:re), ifade (ifa:de), işaret (işa:ret), kaide (ka:ide), numune (numu:ne), rica (rica: ), şair (şa:ir), şive (şi:ve), şube (şu:be), vali (va:li), vefa (vefa: ).

Ünlemlerde ünlemin şiddetini ve hecenin uzunluğunu ifade etmek üzere iki veya üç ünlü yan yana gelebilir: ooh, aaah. Bu tür örneklerde ünlüler ayrı ayrı değil uzun olarak söylenir.
 

Bîçâre

Profesör
Katılım
23 Şub 2008
Mesajlar
951
Tepkime puanı
57
Puanları
0
Konum
Simeranya...
Her an dilden uzaklaşan, dilin nimetlerinden keşmekeş kaçanlara inat; diline sahip çıkan, onun gösterdiği vefaya mukabele etmekten gocunmayan kimseleri görmek mutluluk verici, bu bir tarafgirlik (taraflık, yan tutmak) ise gittikçe birbirinden uzaklaşan iki cephede Türkçesine sahip çıkan kısım, diğer güruha karşı her alanda daha muntesir (yaygın) olacaktır... Dil hususunda biz gibi "alaylı" cahiller, her nazarda mektep ilminin ehemmiyetine vakıftır, hassasiyetiniz için teşekkür ederim. İlgiyle izleyecek, âcîzane destekleyeceğiz inşâallah.
 

Meryem

Komplike
Katılım
6 Tem 2006
Mesajlar
15,309
Tepkime puanı
759
Puanları
0
Yaş
37
Konum
İstanbul
Aslında sana bir parça fırça çekmek lazım aLi'ce, ama yine de samimiyetine inanıyorum... Şu konu hürmetine seni bağışlıyorum... :eek:leyo:

Abartıp saçmalamış gibi yapıp sana iyi niyetle gönderme yapıyorum, kabul buyur... :)

(yorumumda da hiç v harfi geçmedi, tühh, "w" diye değiştirirdim, öyle daha tesirli olurdu...) :)

Allah razı olsun.
:)
 

Enes

İhvan Forum Üye
Katılım
6 Haz 2006
Mesajlar
14,127
Tepkime puanı
1,243
Puanları
113
Konum
bâbil...
3-Düzeltme İşareti

Düzeltme işaretinin kullanılacağı yerler aşağıda gösterilmiştir:

1. Yazılışları bir, anlamları ve okunuşları ayrı olan kelimeleri ayırt etmek için, okunuşları uzun olan ünlülerin üzerine konur: adem (yokluk), âdem (insan); adet (sayı), âdet (gelenek, alışkanlık); alem (bayrak), âlem (dünya, evren); alim (her şeyi bilen), âlim (bilgin); aşık (eklem kemiği), âşık (vurgun, tutkun); hakim (hikmet sahibi), hâkim (yargıç); hal (pazar yeri), hâl (durum, vaziyet); hala (babanın kız kardeşi), hâlâ (henüz); şura (şu yer), şûra (danışma kurulu).

UYARI : Katil (< katl = öldürme) ve kadir (< kadr = değer) kelimeleriyle karışma olasılığı olduğu hâlde katil (ka:til = öldüren) ve kadir (< ka:dir = güçlü) kelimelerinin düzeltme işareti konmadan yazılması yaygınlaşmıştır.

2. Arapça ve Farsçadan dilimize giren birtakım kelime ve eklerle özel adlarda bulunan ince g, k ünsüzlerinden sonra gelen a ve u ünlüleri üzerine konur: dergâh, gâvur, ordugâh, tezgâh, yadigâr, Nigâr; dükkân, hikâye, kâfir, kâğıt, Hakkâri, Kâzım, mahkûm, mekân, mezkûr, sükûn, sükût. Kişi ve yer adlarında ince l ünsüzünden sonra gelen a ve u ünlüleri de düzeltme işareti ile yazılır: Halûk, Lâle, Nalân; Balâ, Elâzığ, İslâhiye, Lâdik, Lâpseki.

3. Nispet i'sinin belirtme durumu ve iyelik ekiyle karışmasını önlemek için kullanılır. Böylece (Türk) askeri ve askerî (okul), (İslam) dini ve dinî (bilgiler), (fizik) ilmi ve ilmî (tartışmalar), (Atatürk'ün) resmi ve resmî (kuruluşlar) gibi anlamları farklı kelimelerin karıştırılması da önlenmiş olur.

Nispet i'si alan kelimelere Türkçe ekler getirildiğinde düzeltme işareti olduğu gibi kalır: millîleştirmek, millîlik, resmîleştirmek, resmîlik
 

Enes

İhvan Forum Üye
Katılım
6 Haz 2006
Mesajlar
14,127
Tepkime puanı
1,243
Puanları
113
Konum
bâbil...
4-Büyük Ünlü Uyumu


Bir kelimenin birinci hecesinde kalın bir ünlü (a, ı, o, u) bulunuyorsa, diğer hecelerdeki ünlüler de kalın; ince bir ünlü (e, i, ö, ü) bulunuyorsa diğer hecelerdeki ünlüler de ince olur: adım, ağız, ayak, boyun, boyunduruk, burun, dalga, dudak, duvak, kırlangıç; beşik, bilezik, gelincik, gözlük, üzengi, vergi, yüzük. Buna büyük ünlü uyumu adı verilir.

Büyük ünlü uyumuna aykırı bazı Türkçe kelimeler de vardır: anne, dahi, elma, hangi, hani, inanmak, kardeş, şişman.

Büyük ünlü uyumu alıntı kelimelerde aranmaz: ahenk, badem, ceylan, çiroz, dükkân, fidan, gazete, hamsi, kestane, limon, model, nişasta, pehlivan, selam, tiyatro, viraj, ziyaret.
Birleşik kelimelerde büyük ünlü uyumu aranmaz: açıkgöz, bilgisayar, çekyat, hanımeli.
-gil, -ken, -leyin, -mtırak, -yor ekleri büyük ünlü uyumuna uymaz: akşam-leyin, bakla-­gil-ler, çalışır-ken, ekşi-mtırak, yürü-yor.
-daş (-taş) eki bazı kelimelerde büyük ünlü uyumuna uymaz: din-daş, gönül-daş, meslek-taş, ülkü-daş.
-ki aitlik eki büyük ünlü uyumuna uymaz: akşamki, yarınki, duvardaki, yoldaki, ondaki, yazıdaki, onunki.

Büyük ünlü uyumuna girmeyen kelimelere gelen ekler, kalınlık incelik bakımından son hecenin ünlüsüne uyar: adalet-li, anne-si, kardeş-lik, meslektaş-ımız, şişman-lık.

Son ünlüleri kalın sıradan olmasına karşın incelik özelliği gösteren bazı alıntı kelimeler ince ünlülü ekler alır: alkol / alkolü, hakikat / hakikati, helak / helakimiz, kabul / kabulü, kontrol / kontrolü, protokol / protokolü, saat / saate, sadakat / sa­dakatten.
 
Üst