Türkiye Yeni Bir 28 Şubat Yaşar mı?

Dua Nur

Kıdemli Üye
Katılım
29 Nis 2007
Mesajlar
37,459
Tepkime puanı
247
Puanları
0
Absürd bir metin, adı iddianame, çağrıştırdığı ise 28 Şubat. Ama büyük bir olasılıkla çağrıştırdığıyla kalacak gibi görünüyor. Çünkü son 11 yılda Türkiye epey değişti. Elbette, ”burası Türkiye, her şey olabilir” ama yine de ufukta yeni bir 28 Şubat pek görünmüyor.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın AK Parti hakkında açtığı kapatma davası malumunuz. Girişim, her kesimde değişik heyecanlara yol açtı. Beklentiler farklı farklı, kahir bir ekseriyet “Yine mi?” derken, sayıca az ama etkili bir kesim de ellerini ovuşturmakla meşgûl. Biz de gelin, Allahu alem ama deyip aklımız erdiğince bakalım bir istikbalimize ol dava bağlamında…
 

Dua Nur

Kıdemli Üye
Katılım
29 Nis 2007
Mesajlar
37,459
Tepkime puanı
247
Puanları
0
BASIN ESKİ BASIN DEĞİL

Ta Meşrutiyet’te bile basın “irtica var” yaygaralarıyla Hareket Ordusu’na zihnî lojistiği sağlamıştı. Süreç içerisinde de bu meşum vazifeyi hakkıyla kotardı matbuat alemi. 27 Mayıs öncesi “Menderes tarafından kıyma makinesinden geçirilen askeri öğrenciler” yalanı gibi, dünya çapında yalan ligine girebilecek rezilliklere imza attı. 12 Mart’ta yaptı, 12 Eylül’de yaptı, 28 Şubat’ta yaptı, 27 Nisan’da yaptı. Son yılların en sonuç alıcı performansını ise hiç kuşkusuz 28 Şubat’ta sergilemişti basın.

Ertuğrul Özkök’ler, Fatih Altaylı’lar, Tufan Türenç’ler, Yılmaz Özdil’ler, Ali Kırca’lar, Sedat Ergin’ler, Fatih Çekirge’ler haber atlatma refleksi bile hissetmeden tek elden çıkma “haber”lerle çıktılar okurlarının karşısına. Yalan dolu, kin doluydu içerikleri. Merak edenlere hemen söylemeli ki, “tek elden çıkma haber” temelsiz bir iddia değil. Yeni Şafak’ın 8 Şubat 1997 tarihli nüshasında bir haberim çıkmıştı. Haberde, gazete ve televizyon yöneticilerinin Ankara’ya, Genelkurmay’a çağrıldığı, o günlerde Refahyol Hükümeti icraatlarından övgüyle bahseden yayınlardan duyulan rahatsızlığın kendilerine iletildiği anlatılıyordu. Askerler, medya leşkerlerine, “Ekonomide bahar rüzgarı’ gibi başlıklara son verin. Düğmeye basıldı, Erbakan’ın işi bitirilecek. Siz de şu desteğinize bir son verin” demişlerdi. Elbette dinlediler askerleri. Haberin çıktığı gün, kartel basınından bir arkadaşım “Haberin doğru, bizim grubun üst düzeyi dün tam kadro Genelkurmay’daydı” demişti. Sonuçta kelimenin tam anlamıyla bıçak gibi kesildi olumlu yayınlar, olumsuzlarsa şimşek hızıyla arttı ve 28 Şubat 1997’de de meşhur MGK toplantısı ile Erbakan Hükümeti’ni devirecek olan süreç “resmen” başladı.

14 Mart’a gelirsek… 15 Mart tarihli Hürriyet, her sivil iradeye linç girişiminde olduğu gibi yine “cibiliyetine uygun bir manşet” atmıştı, “AKP’ye kapatma şoku” diye. Biraz ihtiyat payı bırakmış olmalılar ki, “Olacağı buydu” veya “Sonunda tosladılar”ı uygun görmemişlerdi yine de. Milliyet de, aynı çizgideydi. Eğer 28 Şubat sürecinde olsaydık tarih olarak, bu güruha Sabah ve Star gazeteleri de eklenmiş olacaktı. Bakmayın şimdilerde mesela Sabah’tan Ergun Babahan’ın “ultra demokrat” kesilmesine. 28 Şubat’ta o da “görev”ini yapmıştı. Ama bugün sermaye el değiştirdiği, Sabah’ı bir Anadolu sermayedarı –daha yeni yeni bile olsa- idare ettiği için “militarist basın”ın bir ayağı topal kaldı 15 Mart sabahı. Keza, Yılmaz Özdil’li, Fatih Çekirge’li Star, on sene önce, insanı insanlığından utandıracak manşetlere imza atıyorlardı. Şimdi Star da bambaşka sularda yüzüyor. İçerideki, kimi “Uzan kalıntıları” ise çar naçar yeni sahibe göre “kişniyor.” Eee, bizim matbuat taifesi parayı pek sever, bu yüzden de kimin kayığına binerse onun türküsünü çığırıyor. Ol sebepten deriz ki, yeni bir 28 Şubat biraz zor görünüyor.



 

Dua Nur

Kıdemli Üye
Katılım
29 Nis 2007
Mesajlar
37,459
Tepkime puanı
247
Puanları
0
“BEŞLİ ÇETE” YOKOLDU, HALEFLERSE ÇETECİ DEĞİL

Bayramali Meral Türk-İş’in, Rıdvan Budak DİSK’in, Fuat Miras TOBB’un, Refik Baydur TİSK’in, Derviş Günday TESK’in başkanıydılar. “Sivil” toplum örgütüydüler sözümona. Ama sivil yönetimi devirmek için işçileri sokağa yığmak, sosyal tabanından kopmuş taksicilere, kamyonculara eylem yaptırmak (Allah’tan sayıları çok değildi), fabrikalarına “laiklik yüklü” pankartlar asmak hep bunların işiydi. Ankara’nın binlerce taksisine, sadece oğlunun ürettiği üzerinde “taksi” yazan ışıklı tabelaları satma şartını TESK’te uygulatan Derviş Günday aslında “irticayla mücadele” ediyordu! Sonra ödüller geldi pepeşe. Önce Meclis’in karşısındaki Halkbankası’nın binasına bilâbedel kondu TESK, birkaç sene sonra da CHP’den vekil oldu Derviş Efendi, mezhep oylarının da gücüyle. Meclis’e gelince, 8 bin 500 YTL’lik vekil maaşına ilaveten konfederasyondaki maaşına da el koyduğu anlaşılacak, hükümet bir düzenleme yapıncaya kadar da bir rivayete göre 30 bin YTL olan bu maaşı da almaya devam edecekti. Eh, Türk-İş Başkanı Bayramali Meral de iki dönemdir TBMM’de. Her ne kadar, ufak ve konforsuz bulduğu için Meclis’teki odasını kullanmayıp, Çankaya’daki lüks ofisinden pek çıkmasa da o bir “vekil”.

Yalım Erez’in çömezi Fuat Miras da Anadolu sermayesinin kalesi TOBB’u peşkeş çekmişti darbecilere. Ama ilahi adalet; 28 Şubat’tan üç yıl sonra 2001 Haziran’ında Miras “blöf olsun diye” istifa edecek, birkaç saat sonra “vazgeçtim” diyecek ama genç yardımcısı Rifat Hisarcıklıoğlu istifayı çoktan işleme koyup bir güzel koltuğa oturacaktı. Eh, yakıştı da zahir. Patron olduğu için zaten doğuştan şanslı olan TİSK Başkanı Refik Baydur’u saymazsak ara rejimcilere erketecilik yapan Rıdvan Budak da DSP’den milletvekilliğiyle çerağ buyrulmuştu. Bütün bu örgütler, kimi falsolarına rağmen toplamda 28 Şubat’taki tutumlarıyla kıyaslanmayacak bir makuliyet içerisindeler bugün. Ol sebepten deriz ki, yeni bir 28 Şubat biraz zor görünüyor.
 

Dua Nur

Kıdemli Üye
Katılım
29 Nis 2007
Mesajlar
37,459
Tepkime puanı
247
Puanları
0
SAVCI BİR OTURUŞTA KAÇ MİLYAR DOLAR SAYABİLİR Kİ?

Ekonomi üzerinden gitmeye devam edelim. Kapalı ekonominin bütün hastalıklarını bünyesinde taşıyarak girmişti Türkiye 28 Şubat sürecine. Globalleşemeyen bir sermaye, kapalı kapılar ardında sermaye-siyaset-bürokrasi sarmalında kotarılan fahiş kazançlar. Ama deniz de bitmek üzereydi. Küresel denetim yokluğuyla yerli haramiler iyice coşmuştu. Meselâ, 28 Şubat öncesi uluslararası tahkim yoktu. Düşünsenize; Uzanlar, dünya devi Motorola’yı bile milyar dolar boyutunda kazıklayabilmişlerdi. Ya şimdi? 28 Şubat’ın ardından ülkenin dinamiklerini uluslararası dolar çetelerine açan Kemal Derviş’in politikalarını sektirmeden devam ettiren AK Parti kadroları –ki kendileri Derviş’ten defalarca “aferin” almışlardır- dünya ekonomi kartellerine bir o kadar daha imkân verdiler ki; bu taife, arkaik bir savcının “laiklik babaları tuttu” diye tatlı paracıklarından olmayı asla istemeyecektir. Diyelim ki, her şeye rağmen engel olunamadı yol kazasına. O zaman, ayda 3 bin 500 YTL’ye talim eden savcı ve şurekasının milyar, milyar dolarlık, dolayısıyla hafsalalarının almayacağı ekonomik faturaların tsunamisine çare bulmaları gerekiyor. O uluslararası çeteler ki; birkaç milyar dolar için iç savaş, 50-60 milyar dolar için de savaş çıkartmakla marufturlar. Dergimiz yayına hazırlanırken, ilk “iddianame faturası”nın 30 milyar dolar olduğu konuşuluyordu. Daha fazlasını ise muhtemeldir ki Anayasa Mahkemesi göze alamayabilir. Ol sebepten deriz ki, yeni bir 28 Şubat biraz zor görünüyor.

Hamiş: Tamamen kişisel “veriler” böyle. Böyle de; yine de bu ülke de hamsi o kadar sık kavağa çıktı ki, her an her şey olabilir. Sonuçta “enseyi karartmamak” bir tercih ama kim bilebilir ki, belki de başlıktan bu yana yaptığımız “mezarlıktan geçerken ıslık çalmak”tan ibarettir…
 

Dua Nur

Kıdemli Üye
Katılım
29 Nis 2007
Mesajlar
37,459
Tepkime puanı
247
Puanları
0
AH, NEREDE O ESKİNİN “KOÇ” GİBİ ORGANİZE İŞLERİ!

TÜSİAD’a gelince… Demokratik tepkisini 48 saat gecikmeli verme özürlü olsa da, 28 Şubat’taki “organize” halinden oldukça uzak görünüyor. Ama ne “organizeydi” ya, ne “Koç” gibi bir projeydi ya, ne akçalı, ne “Yılmaz” yıkılmaz bir kumpastı ya! Ankara Sheraton’un önünde nöbete durmuştuk. RP’nin ortağı DYP’den “müsait” isimler otele geliyor, biraz duruyor, sonra elinde bir paketle, çantayla –Vallahi! O derece fütursuzlardı yani- çıkıp gidiyor, kısa bir süre sonra da ajanslara haberi düşüyordu: “Gördüğüm lüzum üzerine DYP üyeliğimden istifa ediyorum.” Hele biri –çantayı götürenin arkadaşı bana anlatmıştı- milletvekili lojmanının alt katında “İstifa etme, hadi Tansu Hanım seni bekliyor, giyin de gel” diyen arkadaşlarına “Tamam” deyip üst kata çıkıyor; orada, aşağıdaki ekipten 15 dakika önce gelen ve baskın olunca yukarı saklanan ANAP’lı vekilin gösterdiği çantayla “ikna” olup, tekrar aşağı iniyordu ve “Darbe olacak, üzerimde çok baskı var. İstifa edeceğim” diyordu. Tansu Hanım, o gün o vekili boşuna bekledi, çünkü o “ikna” olmuştu. Meclis’in ve DYP’nin o dönemdeki tek azınlık vekili ise çok zengin olduğu için parayla değil ama aile efradına uzanan bir demet “netameli fotoğraf” ile “laiklerin safı”na çekilmişti. Bu arada hakkını teslim etmeli, o muhataralı günlerde “İhlas”lı davranan “Enver Abi” de, özel uçağını çengel atılan DYP’li vekillere tahsis etmiş, çetenin elinden kurtarmaya çalışmıştı. Kaç sefer yaptı o günlerde o uçak, bilen biliyor.

Evet, TÜSİAD cephesi böyle. Derneğin ağır topları, hatta bayan başkanın babası bile öyle içli dışlı ki hükümetle ekonomik planda, isteseler de fazla çıkıntılık yapamazlar. Çok çok, Beyaz Türkler’i teskin babında klasik jargonlarını kontrollü bir biçimde piyasaya sürerler / sürüyorlar o kadar. Sermayedar için aslolan kârdır. Eh, AKP onları tatlı kârlarından etmedi ki son altı yılda. Bir anekdot daha. İki yıl öncesi. Ekranlarda her ay, her gün hükümete çatan bir meslek odası başkanı; bir bakanla, kartel basınından bir patron ve genel yayın yönetmeninin önünde karşılaşmıştı. Bakan, “Bize çok vuruyorsun, her şey bu kadar kötü mü ya?” diye takılınca, “Abi vuruyorum ama aslında Allah razı olsun, en iyi parayı ben sizin döneminizde kazandım” demişti.

 

Dua Nur

Kıdemli Üye
Katılım
29 Nis 2007
Mesajlar
37,459
Tepkime puanı
247
Puanları
0
HİÇBİR ŞEY “TESADÜF” DEĞİLDİR

Sizce, bir Başbakan’ın programı, hele hele seyahati kaç gün önceden belli olur? Programı, özel bir zorunluluk yoksa birkaç hafta önceden, seyahatleri ise neredeyse bir iki ay öncesinden. Peki, 15 Şubat’ta Erdoğan’ın programı neydi? Mardin ve Siirt’te açılışlar ve halka hitap. Peki içerik? Doğaldır ki, Türkiye’nin dış basınla duyduğu 12 milyar dolarlık “Güneydoğu Paketi”nin detayları açıklanacaktı, böyle bir bölgede. Haftanın en yoğun gündem maddesi oydu çünkü. Ama ne oldu? 12 milyar dolarlık paketin akıbeti, “kapatma travması” ile güme gitti. Türkiye 12 milyar dolar harcayıp toplumsal barışa katkı sağlayacak ve dolaysıyla ekonomide katma değeri artıracaktı. Cuma akşamı iddianamenin açıklanmasından sadece Salı gününe kadar geçen sürede ise ülkenin 30 milyar doları krizle uçup gitti, dergiyi elinize aldığınız bu Cuma’ya kadar oluşan zararı ise bilemiyoruz. Peki, bir Başsavcı Başbakan’ın programını günler öncesinden bilemez mi? Bu sadece, Özel Kalemi’nin Başbakanlık Özel Kalemi’ne telefon açmasına bakar. Hatta basını da dikkatlice tararsa “Başbakan bölgeye gidecek” yollu haberlerle de haberdar olur. Bir: Kürt soruna dolayımlı da olsa yeni bir kelepçe vuruldu. İki: Bürokratik egemen hiçbir zaman Güneydoğu’ya yapılacak iyileştirmelerden hazetmez. Çünkü “katı milliyetçi ulus devlet” suiistimali elinden gidecektir. Üç: Hem Kürtler’e hem de “şeiratçılar” çakmak bazıları için hazların en büyüğüdür. Dört: “Ergenekon hesaplaşması”nı ise saymıyoruz bile.

GERÇEK HAYAT DERGİSİ
 
Üst