“Ukkaşe kıssası” rivayeti sahih midir?

Ehl-i Sünnet

Kıdemli Üye
Katılım
5 Şub 2011
Mesajlar
3,061
Tepkime puanı
139
Puanları
0
Soru: “Ukkaşe kıssası” rivayeti sahih midir?

Cevap: Ükkâşe (1) hikâyesi'nin konusu kısaca şöyledir:

Hz. Muhammed (SAV) hayatının son günlerinde, hasta haliyle odasından Mescid-i Nebevî'ye çıkar. Artık dünyadan ayrılma zamanının yaklaştığını îmâ ile; kimin kendisi üzerinde bir hakkı var ise gelip hemen istemesini, hesabı ahirete bırakmamasını tekrar tekrar söyler. Bunun üzerine yaşlı Ükkâşe (ra) (2) kalkarak, bir savaş dönüşünde Hz. Peygamber'in, bineğine salladığı (kamçı veya) sopanın kazara kendisine çarptığını bildirir. Bunun üzerine Hz. Peygamber aynı şekilde, kısas yoluyla Ükkâşe tarafından kendisine vurulmasını emreder. Sahabenin ileri gelenleri, Hz. Ebû Bekr, Hz. Ömer, Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (radiyallahu anhum ecmain) kâh yalvararak, kâh tehdid yollu, bu işi yapmamasını Ükkâşe'ye söylerler. Fakat, hem Hz. Peygamber, araya girenlere mânî olur; hem de o kısastan vazgeçmez.

Mescidin içi hüzün ve heyecan dolmuştur: Ükkâşe, nasıl olup da Allah’ın sevgili kulu ve resulüne vuracaktır?!

Hal böyle iken Ükkâşe ikinci bir talep daha ortaya atar ve:

“—Ey Allah'ın elçisi! Sizin bana vurduğunuzda benim sırtım açık ve çıplaktı, binaenaleyh sizin de sırtınızı açmanız gerekir” der.

Kalabalığın heyecan ve kızgınlığı bir kat daha artar, mescidin içi feryat ve hıçkırıklarla dolar. Hz. Peygamber sırtından örtüsünü sıyırır. Ükkâşe elinde kamçı beklemektedir; fakat vurmaz Hz. Peygamber'in sırtına sarılır; yüzünü, gözünü onun, “mühr-i nübüvvet” (3) denilen, keklik yumurtası kadar olan kabartılı ben'ine sürer. Bütün yaptıklarını, bu mübarek işareti görmek için yaptığını söyler. Bunun üzerine kendisinin cennette Rasûlûllâh ile komşu olacağı müjdelenir; o da bahtiyar ve memnun yerine döner...

Görüldüğü gibi hu hikâyede heyecan unsuru boldur; sonuç, okuyucunun karşısına ansızın ve umulmayacak bir tecellî ile çıkmaktadır; vak'alar dokunaklı tasvirlere elverişlidir. Ana fikir olarak, Allah'ın şerefli ve sevgili kulu olmasına rağmen Hz. Peygamber'in, kul hakkını ödemeğe ne denli önem verdiğini ortaya koymakta; ayrıca bütün ashabın Hz. Peygamber'i ne kadar içten sevdiğini sergilemektedir. Bütün bunlar hikâyenin sevilmesini izah edici unsurlar olsa gerek.

Hikâyenin Kaynağı ve Sıhhati:

Ükkâşe hikâyesinin bazı rivayetlerinde, onun, İbn ‘Abbâs (ra)'dan nakledildiği tasrih edilmiştir. Hikâyenin kendisinden de Ükkâşe'nin, ashab-ı kirâmdan maruf ve muteber bir kimse olduğu aşikâr olmaktadır. Ükkâşe adını taşıyan sahabîler ve çeşitli dinî eserlerdeki “vefât-ı Nebi (as)” ve “mühr-i nübüvvet” bahislerinin geçtiği güvenilir kaynaklarda (4), bu hikâyenin anlatıldığı hâdise bulunmamaktadır.

İbn el-Cevzî (h. 510-597 / m. 1116-1200) Mevzû’at’ında (5) bu hikâyeyi tafsilatlı olarak ve Muhammed b. 'Abdi'l-Bâkî b. Ahmed - Ahmed b. Muhammed el-Haddâd - Ebû Na’îm Ahmed b. ‘Abdi'llâh el-Hâfız - Süleyman b. Ahmed - Muhammed b. Ahmed b. el-Berâ - 'Abdü'l-Mün'im b. İdrîs b. Sinan - Onun babası (yani İdrîs) - Vehb b. Münebbih rivayet zinciri ile Câbir b. ‘Abdillah (ra)'dan ve İbn ‘Abbâs (ra)'dan naklederek kaydediyor ve rivayetin sıhhati hakkında şu hükmü veriyor:

“Bu, vukuu imkânsız, uydurma bir hadistir —Allah onu uyduranın cezasını versin ve; böyle soğuk bir halt ile, Rasûlûllâh (SAV) ve sahabe (ra)'a yakışmayan sözler isnad ederek, şerîat-ı İslâm’ı kötüleyen o kimseyi hayırdan mahrum eylesin— Bu rivayeti uydurmakla itham olunan kişi rivayet zincirindeki 'Abdü'l-Mün'im b. İdrîs'tir ki Ahmed, b. Hanbel (rh.a): “Bu kişi Vehb'den yalan haber uydururdu.” der. Yahut: “Yalancı, habis bir kimsedir”; İbn el-Medînî ve Ebû Dâvûd: “Sika (güvenilir) değildir”; İbn Hibbân: “Onunla ihticac (vesika ve delil getirmek) uygun değildir”; ed-Dârakutnî: “Hem o, hem babası âlimler tarafından terk olunmuş kimselerdir” dediler,” (Buhârî’nin de bu kanaatlerde olduğu eş-Şifâ şerhinde belirtilmiştir)“.

Günümüz ilim adamlarından Prof. Dr. Bünyamin ERUL’da yazdığı makalesinde (6) İbnul Cevzi’den rivayeti aktarır ve şunları söyler: “Geçmişte uydurulan ve bir şekilde bazı kitaplara girmeyi başaran oldukça dramatik sahneler, kıssaların günümüzdeki meslektaşları tarafından sadece camii kürsülerinde değil, “asr-ı Saadet” veya “Gözyaşı Geceleri” gibi isimlerle hem tiyatro ve sinema sahnelerinde hem de çeşitli radyo ve televizyon programlarında son derece cazip ses düzeni ve efekt eşliğinde çok daha etkili bir şekilde hayatiyetini sürdürmektedir. Netice; Reyting için şöhret, şöhret için gözyaşı, gözyaşı için de uydurma haberler hâlâ en vazgeçilmez istismar malzemeleri olmaya devam etmektedir. Vaizlerimizin çok(ça) anlattığı ve herkes tarafından “Ukkaşe kıssası” olarak çok iyi bilinen uydurma haber bunun en güzel misalidir.”

İbn el-Cevzî'nin bu hükmüne rağmen, Hz. Peygamber (SAV) hakkında, mevsuk (güvenilir, delilli, vesikalı) rivayetlere dayanılarak yazıldığı için çok beğenilen ve ciddî bir kaynak olan Kitâb eş-Şifâ'da, Kadı 'İyâz, bu rivayetin birkaç cümlesini –Rasûlüllah’ın ince adalet vasfını ispat sadedinde– delil olarak zikretmiştir. Şöyle ki:

Ükkâşe, Hz. Peygamber (SAV)'e şöyle dedi:

“—Beni çomakla vurmuştun; bilmem ki bu vuruş kasden mi idi, yoksa deveye mi vurmak istemiştin?”

Bu söz üzerine Hz. Peygamber (SAV) ona şöyle cevap verdi:

“—Rasûlüllah'ın sana kasden vurduğu zannına sapmak suretiyle büyük bir belaya düşmenden seni Allah'a sığındırırım”

Demek oluyor ki çok ciddî ve müdekik bir âlim olan Kadı 'İyâz Ükkâşe (ra)'a bir çomakla vurulma hadisesini, dolayısıyla bizim üzerinde durduğumuz hikâyenin bazı kısımlarının doğruluğunu ve vukuunu kabul ediyor. (7)

İbn el-Cevzî’nin kaydettiği uzun rivayet (8) dikkatle incelendiğinde, bu parçanın sonu ve Hz. Peygamber'in vefatı ile ilgili kısmı, üslûp bakımından, başı, yani Ükkâşe hikâyesi kısmından çok farklı ve iğreti görünüştedir. Yani zannımızca, haberin bazı kısımları muhtemelen doğrudur. Uydurmacı şahıs, sahîh bazı rivayetleri esas alıp, onu kendi yalan ve ilaveleriyle genişletmiş olabilir. İbn el-Cevzi'nin, rivayeti tenkit ederken kullandığı “bu soğuk halt: et-Talit el-bârid” ifadesi de böyle bir karıştırmayı îma ediyor gibidir.

Bu müşahedelere dayanarak biz rivayetin külliyen yalan ve uydurma olmadığı, bazı kısımlarının bir esasa ve gerçeğe dayandığı ihtimalini varit görmekleyiz (9).

Şüphesiz Allah (cc) en doğruyu bilendir.


Ebu Taha bin Mahmud
24 Cemâziyelâhir 1438
(m. 23 Mart 2017)

Kaynaklar:
(1) Arapça’da (ükkâş, ‘ükkâşe, ‘ükâş ve.'ükaşe şeklinde, şeddeli ve şeddesiz, yuvarlak t'li ve t'siz olarak geçen kelime aslen, “hamle eden, sarmaşan, bağlayan...” demektir; buradan alınarak sarmaşık, dişi örümcek, örümceğin ağı... mânâarına kullanılmıştır, (bk. Mütercim Âsım Ef., el-Ukyanus fi Tercemetil-Kamus, 3 ciltlik 1250 istanbul baskısı II/339). Kelime Arapçada erkek adı olarak da geçer. Türkçe'mizde ötresi, Farsça tesiriyle (ö) gibi okunarak ve müenneslik alâmeti olan t'si atılarak; “Ökkeş” şeklinde ve bilhassa Güneydoğu Anadolu ahalisi tarafından da aynı şekilde erkek adı olarak kullanılmaktadır.

(2) Bahis mevzuu hikâyenin kahramanı Ükkâşe'nin kim olduğu, babasının adı, kabilesi... rivayetin kendi içinde açıkça belirtilmiş değildir. Sadece yaşlı bir kimse (şeyhün kebîr) olduğu tasrih edilmiştir.

Eş-Şifâ’ adlı kitabı şerh eden 'Ali' el-Karî, onun adını 'Ukkâşe b. el-Mıhsan el-Esedî olarak veriyor (el-Kâzı İyâz, Kitâbu'ş-Şifâ' bi-Ta’rifi Hukûki'l-Mustafâ 3. Kısım, 2. bab, 8. fasl sonu; izahı için bk. Alî el-Kâri, Şerh eş-Şifâ' II/363, İstanbul, Matbaa-i Amire, 1308).

Bu Ükkâşe b. el-Mihsan, çok maruf ve önde gelen bir sahâbîdir. Benî Esed kabilesinden ve Medine'ye ilk hicret etmişlerden (el-muhâcirün es-sâbikün) idi. Baştan beri bütün cihadlara (Bedir, Uhud, Hendek, v.s) katılmış, seriyyelere kumandan olarak tayin edilmiş, Rasûlüllah’ın sevgisine ve müjdesine mazhar olmuş, cennete hesaba çekilmeden (bi-ğayri hisâb) girecek 70.000 kişiden birisi olduğu kendisine Hz. Peygamber tarafından söylenmiş bir kimseydi. Yüzü çok güzeldi. Hz. Peygamber'in vefatında 44 yaşlarında olduğu kaynaklarda belirtiliyor. Ebu Bekir (ra) hilafeti zamanında Ridde olaylarında Tulayha b. Huveylid el-Esedî adlı yalancı tarafından şehit edilmiştir.

Ebu Hüreyre ve İbn 'Abbâs, ondan hadîs rivayet etmişlerdir ki bunları üç büyük hadîsçi, koleksiyonlarında kaydetmiştir (Ukkâşe b. el-Mihsan için bk. Üsdü'l-Ğabe IV/2-3; İbn Sa’d, Kitâb et-Tabakât el-Kebtîr, Leiden baskısı II (l. kısım) s.5 (9. satır), 58 (13), 61 (12), 118 (21); III (1. Kısım) 62 (24), (2. Kısım) 36, 37 (2,5); IV (l. Kısım) 77 (17) ve Hayre’d-dîn ez-Zirikli, el-A’lâm V/43; el-İşâbe t.5634 ve Ş. Sami, Kamusu'l-a’lâm V/3166 v.s. Bu sahabî bilhassa “Sebekake ‘Ükkâşetü... hadisi dolayısı ile meşhur olmuştur. Bu hadîs için bk. er-Ravzu'l-Unf II /73, Mısır 1332; Keşfu'l-Hafâ, I/448 Mısır 1351), ismi şeddesiz olarak 'Ükâşe şeklinde de kullanılır.

Ali el-Kâri'nin belirttiği bu 'Ükkaşe b. el-Mihşan'ın bizim hikâyemizin kahramanı olması, hikâyenin anlatım tarzı ve kahramanın tavrı bakımından biraz şüpheli gibidir. Bir kere, ondan meşhur bir kimse olarak değil de, “kendisine Ükkâşe denilen bir adam” tarzında bahsediliyor. Ayrıca kaynaklar tarafından Hz. Peygamber (SAV)'ın vefatında 44 yaşında olduğunun belirtilmesi de “yaşlı, ihtiyar bir adam” tarifine aykırı düşüyor. Acaba bu Ükkâşe, meşhur Ükkâşe b. el-Mihşan'dan daha başka biri olamaz mı? Bu nokta düşünülmeğe değer.

Nitekim biz Farsça yazma bir Kısas-ı Enbiyâ kitabında (İst. Süleymaniye Ktp. Lala İsmail kısmı No. 364, vr. 266a. Eserin istinsah tarihi yoktur) kahramanın adının Ükkâşe b. el-Haris olarak kaydedildiğini bulduk. Yalnız, bu değişik kaydın kaynağı maalesef belli değil. Üstelik bu Kısas-ı Enbiyâ kitabının diğer yazma nüshalarında bu kayda yer verilmemiş. Ayrıca ashab-ı Kirâm'ı anlatan biyografi kaynaklarında bu isimde bir sahabî de göremedik. Böylece, konunun bu yönü karanlıkta kaldı.

(3) Mühr-i nübüvvet denilen bu et beni hakkında pek çok rivayet mevcuttur. Bk. msl. Ebû İsa Muhammed el-Tirmizî, Şemâ'il. 2. babı.

(4) Baktığımız kaynakların bazıları: İbn Sa'd'ın Tabakàt'ı Hidâyetül-Evliyâ, Sahîh el-Buhâri, çeşitli şemail kitapları, el-Bidâyetü ve'n-Nihâye, el-İşâbe, Üstül-Gâbe, Târih et-Taberi v.s.

(5) Bk. îbn el-Cevzî, Kitabu'l-Mevzûât 1/295-301. Burada kamçı yerine, uzun ince çomak (kazib) kelimesi geçiyor ve mühr-i nübüvvetten bahsedilmiyor. Rasûlüllah’ın sırtını değil, karnını açtığı söyleniyor v.s.

(6) Bünyamin Erul. Uydurma Rivayetlerde Peygamber Tasavvuru. İslam’ın Anlaşılmasında Sünnetin Yeri ve Değeri; Kutlu Doğum Sempozyumu – 2001/Ankara. Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları/324. s. 278.

(7) el-Kâzı İyâz, Kitâbu'ş-Şifâ' bi-Ta’rifi Hukûki'l-Mustafâ 3. Kısım, 2. bab, 8. f(as)l sonu; izahı için bk. Alî el-Kâri, Şerh eş-Şifâ' II/364, 365, İstanbul, Matbaa-i Amire, 1308.

(8) Hz. Peygamber Nasr suresi inince, ecelinin geldiğini anlamış, sahabeyi mescide toplayarak onlara bir hutbe irâd etmiş ve Allah adı vererek kendilerine herhangi bir haksızlık yapmış ise derhal kısas yapmalarını istemişti. Kimse kalkmamış, O bunu üç defa tekrar talep etmiş, üçüncüsünde Müslümanlar arasından Ukkaşe adlı yaşlı biri onun huzuruna gelerek bir gazve dönüşü, devesinden inip onun uyluğundan öpmek üzere yanına yaklaşırken elindeki ince uzun çubukla açık olan boş böğrüne vurduğunu söylemiş, kısas uygulamak üzere Hz. Peygamber’e karnını açtırmış, olayı dehşet içinde ağlaşarak seyreden ashabın gözleri önünde, Rasûl-i Ekrem (sav)’in mübarek karnını öpmüş ve “Anam-babam sana feda olsun, sana kim kısas yapabilir ki?!” demiş, Hz. Peygamber ise “Ya vurmasını, yahut affetmesini” rica etmiş, o da “Kıyamet günü Allah’ın da beni affetmesini umarak seni affettim” demiştir. Bunun üzerine Hz. Peygamber: “Cennette benim arkadaşımı görmek isteyenler bu ihtiyara baksınlar” buyurmuş, sahabe de gözleri arasından öperek Ukkaşe’yi tebrik etmişler...” Devamında, Hz. Peygamber’in hastalanışı, Hz. Ebû Bekir’in namaz kıldırışı, Azrail’in gelişi, Cebrail ile görüşmeler, konuşmalar, kendisini kimlerin yıkayacağı, nasıl kefenleyeceği, cenaze namazını nasıl kılacakları, kabre nasıl koyacakları, kızı Fatıma ile konuşmalar, Rasûl-i Ekrem (sav)’in na’şının, vasiyet ettiği gibi yıkanıp kefenlendikten sonra, mescide konulması yer almaktadır. Rivayetin sonunda ise, “İlk önce onun cenaze namazını, arşının üzerinden Rab Teâla ve tekaddes, sonra sırasıyla Cebrail, Mikail, İsrafil ve grup grup diğer melekler kıldı” denilmekte, ardından da sahabenin kıldığı, sonra da kabre konulduğu anlatılmaktadır.

(9) Mahmud Esad Coşan, İslâmî Türk Edebiyatında Ükkâşe Hikâyesi. A.Ü.İ.F. Dergisi, Ankara 1983, c.26, s. 276-8.
 
Üst