YariŞma duyurusu !!!

mustafaceylan

Asistan
Katılım
8 Eyl 2007
Mesajlar
396
Tepkime puanı
15
Puanları
0
Yaş
41
SEYDA MUHAMMED KONYEVİ (K.S) HAYATI
Seyda Hazretleri, 1942 yılında Mardin ilinin merkezine bağlı Konaklı köyünde doğdu. Altı yaşına geldiği zaman o yıl köylerine açılan ilkokula kaydoldu. Öğrenime devam ederken aynı zamanda dayısının yanında Kur’an’ı Kerim öğrendi. Bu esnada dayısı;
“Seni medreseye göndereceğim” dedi. Seyda Hazretleri’ nin okul öğretmenleri O’nu öğretmen okuluna gönderme kararı verdiler. Bu zaman zarfında Seyda Hazretleri, öğretmen okulunda belki namaz- larımı aksatırım endişesiyle, bu karara karşı çıktı. Okulu bitince bir süre kendi keçilerine çobanlık yaptı.Seyda Hazretleri medreseye gitmeden önce, küçük yaşlarında keçileri gütmeye giderdi. Köyleri kuraklık idi, çeşmeler yoktu. Keçileri gütmek için gece yola çıkarken sabah namazını kılmak için abdest suyunu yanında götürürdü.Her hangi bir sebeple suyu zayi olduğu (boşa gittiği) zaman:“Sabah namazının abdestini nasıl alacağım” diye geceyi uyumadan, hep düşünerek geçirirdi. Sabah namazını kılmak için arkadaşlarına, hayvanlarını teslim etmek suretiyle, epey uzaklıktaki köye doğru karanlıkta giderdi. Köye gelirken sabah namazının vaktinin geçmesinden, güneşin doğmasından hep endişe ederdi. Köye vardığında ise henüz sabah namazı vakti girmemiş olurdu.Bunların hepsinin Allah-u Zülcelal’in bir ikramı, O’nun bir nimeti olduğunu ifade ederdi. Bunları; kendi kemalatı olduğunu açıklamak için değil, Allah’ın kendi üzerindeki bir nimeti olduğunu açıklamak için söylerdi.Bazen camiye, cemaata giderdi. Köy halkından o yaştakilerarasında camiye gelen yoktu. Köyünün imamlığını yapan annesinin akrabası onun için, fazla cemaate gelmesin ona nazar değecek derdi.Bunlar medreseye gitmeden önce küçükken yaşadığı olaylardı. Sabahleyin erkenden kalkar, karanlıkta camiye giderdi. Çok küçük yaşta bu kadar çok ibadete düşkün olduğu için, bazı insanlar:“Bunu Yecüc-Mecüc kaldıracak” derlerdi. O, bunları, hiç kimse ona zahiri olarak irşad yapıp, tavsiye etmediği; ona bunları anlatmadığı halde yapıyordu. Bu da gösteriyor ki, bunlar Allah’ın ona bir ikramıydı.Seyda Hazretleri, aradan bir süre geçince yanına bir yatak alarak evden kaçtı. Bir medreseye yerleşti. O günlerden bahsederken;“O günlerin tadı bambaşka idi. İlim ve din aşkı bizi öyle sarmıştı ki, eve geldiğim zaman, akrabalarımız, ilim ve din aşkından deli olacaksın diye üzüldüklerini beyan ederlerdi” diye aktarıyor.Medrese yılları boyunca bütün arkadaşları ile hoş geçinmeye çalışır ve azami dikkat sarfederdi. Hocalarını da memnun etmek için var gücü ile çalışırdı. Hatta hocalarından birisinin şöyle dediği nakledilmiştir:“Yalnız o talebeliğin hakkını veriyordu.” Seyda Hazretleri hocalarını anarken,“Allah onlardan razı olsun” diye dua ediyor.Medrese arkadaşları ile çok iyi geçinmesine rağmen, birgün bir arkadaşı ile ağız kavgası yaptı. Şer’an dahi arkadaşı haksız olmasına rağmen o gece herkesin uyumasını bekleyip, daha sonra gidip arkadaşından özür dilemiş ve helalleşmiştir.Böyle davranmasına neden olarak şu ayet-i celile’yi göstermiştir;“Bir kimse sahibi bilcemden (birlikte olduklarından) sorulacaktır.”Seyda Hazretleri Van’ın Gürpınar İlçesinde okudu. Hocaları Seyda-i Molla Abdülbaki, Şeyh Muhammed Diyauddin’in (k.s.) torunlarından Şeyh Takyed-din’in halifesi idi. Onun yanında okurken elini sırtına vurarak:“Maşaallah! Değil ki ay ay, gün gün ilerliyorsunuz” diye, onu takdir ediyordu.Daha sonra hocalarından biri olan Seyda-i Molla Süleyman Baniki’nin yanına geldi. O, çok yaşlı idi. Hatta Şah-ı Hazne (k.s.)’nin halifesi olan Şeyh Abdürrezzak da ondan ders almıştır. .Seyda Hazretleri bir arkadaşı ile beraber medreseden ayrılmaları icap etti. O zaman Seyda-i Süleyman Baniki onları yanına alıp evine götürdü ve çay ikram etti. Dedi ki;“Bugüne kadar çok talebe okuttum. Ancak hiçbirinin gidişine bu kadar üzülmedim. Siz hem talebe olarak, hem de ahlâk olarak çok başkasınız. Gidişiniz beni üzüyor.” İşte hocalarını böyle memnun ederdi.Daha sonra birkaç hocaya daha gittikten sonra, son olarak kayınpederi Seyda-i Molla Abdüssamed Hazretleri’ nin yanına geldi.Medrese yılları esnasında bütün talebeler harmana çıkarak, zekat toplarlardı. Seyda Hazretleri okumasına devam ederdi. Ramazan ayında civar köy camilerine giderek imamlık yapıp harçlık temin ederdi. Seyda-i Molla Abdüssamed Hazretleri’nin yanında yaklaşık bir sene kaldıktan sonra icazet aldı.Ondan sonra Allah-u Zülcelal nasip ettiğinden, Seyda-i Molla Abdüssamed Hazretleri tarafından, onun güzel ahlakı beğenildiğinden dolayı kızıyla evlendirildi.Seyda-i Molla Abdüssamed Hazretleri’nin yanında iken icazetine iki ay kala rüyasında şöyle gördü: Şah-ı Hazne’nin oğlu Şeyh Alaaddin’in bir elçisi, Şeyh Alaaddin’in ona şöyle dediğini naklediyordu:“Ben filan yerdeyim, bekliyorum, acele olarak gel.” İcazetini aldıktan ve kendi köyüne imam olduktan sonra, bu rüyanın işaretiyle Şah-ı Hazne’nin (k.s.) oğlu Şeyh Alaaddin’in yanına giderek ondan tarikat aldı. Gece sekiz şartı yaptıktan sonra, sabahleyin Şeyh Alaaddin onunla bir görüşme yaparak, şöyle sohbet etti:“Tarikata girildikten sonra sabahleyin teveccüh yapılması uygun olur. Fakat ben hasta olduğum için teveccüh yapamadım. İnşaallahdaha sağ olursam uzun müddet beraber olacağız.”Daha sonra ona beşbin vird verildi. İki-üç gün çektikten sonra Şahı Hazne’nin (k.s.) saliklerine, hocalara şöyle dedi:“Kalbimin; dilimin Allah dediği gibi, dediğini hissetmiyorum.” Bunun üzerine o hoca öbür hoca arkadaşlarına dedi ki:“Hele bir bakın! Biz kaç senedir vird çekiyoruz bizim kalbimiz, dilimiz gibi söylemiyor; o iki-üç gün vird çekti, istiyor ki kalbi dili gibi Allah desin.” Bir hafta kadar orada kaldıktan sonra eve döndü. Kısa bir zaman sonra da Şah-ı Hazne’nin oğlu Seyh Alaaddin vefat etti.Dayısı, Konaklı Köyü’nün imamı idi. O kişi bu görevden ayrılınca köy halkı görevi kendisine teklif ettiler. Seyda Hazretleri kendi köyü olması sebebiyle kabul etmek istemedi. Ancak ısrar üzerine onlara iki şart koştu.Bunlardan biri davul zurnalı düğünlerin terk edilmesi ve kadın erkek bir arada oynamamaları idi.İkincisi ise beraberinde getirdiği talebelerin bakımının üstlenilmesi idi.Köylüler bu şartları kabul ettiler. Orada küçük bir medrese yaparak, üç yıl ikamet etti. O günlerden kalan bir anı şöyledir:Köy halkından birisi başka bir köyden kız istedi. Kız tarafı davul zurnalı düğün isteyince, şu cevabı aldılar:“Kızınızı altınla süsleyip verseniz de, biz imamımıza söz verdik. İsterseniz vermeyin.”Üç yıl sonra kendi tabirlerince oradaki nasibi bitti ve köylülerden birisi düğününü bu şekilde yapınca, oradan ayrıldı. Bazı geceler hayırlı bir yer ve hayırlı bir nasip dileyerek ağladığını anlatırdı.O sıralarda Gavs Hazretleri (k.s.) vefat etmiş ve Şeyh Seyda Muhammed Raşid Hazretleri irşada başlamıştı.Muhammed Raşid Hazretleri, Seyda Hazretleri’ni Menzil’e davet etti. Yanlarında Seyda Molla Abdussamed Hazretleri olduğu halde, Menzil’e geldi. Yirmi küsür sene Seyda Muhammed Raşid Hazretlerininyanında kaldı, hizmetinde bulundu. O günleri anarken de,“Keşke bütün ömrümüz hizmetlerinde geçseydi, Allah (c.c.) onlardan razı olsun” diye anlatırken gözleri doluyor.Bazı insanlar tarafindan şöyle anlatılır:“Şeyh Seyda Muhammed Raşid Hazretleri’ne ricacı olarak gönderilirdi. Çünkü Seyda Hazretleri O’nu çok severdi.” Bazen ona;“Seyda Hazretleri sizi çok seviyor” dendiği zaman;“O benim kemalatımdan değil, Seyda Hazretleri’nin şefkat ve merhametindendir” derdi.Bazı nedenlerle oradan ayrılma söylentisi üzerine, Seyda-i Şeyh Muhammed Raşid (k.s.) şöyle dedi:“Senin Menzil’den ayrılman benim yüz Ölümüme bedeldir. Ben bulunduğum müddetçe burada olacaksın. Benimle geldin, benimle gideceksin.”Bu, Seyda Hazretlerî’nin ona karşı sevgisine çok büyük bir işarettir. İnsan derin olarak düşünürse, Seyda Hazretlerinin bu lafı kullanması hayatta iken onunla beraber yaşamayı ve ondan ayrılmamayı istemesine işarettir.Seyda Muhammed Konyevî Hazretleri, Muhammed Raşid Hazretleri’nin vefatından sonra, bir seneye yakın teberrüken Menzil’de kaldı.Daha sonra Seyda Muhammed Raşid Hazretleri’nin hayatta iken işaret buyurdukları Konya’ya hicret ettiler.Konya’ya (Konya’nın Ankara yolu üzerinde 18. km’sindeki Kayacık Köyü yakınında İkinci Organize Sanayi Karşısında) yerleştikten sonra kısa zamanda Sadatların himmetleriyle bir hizmet halkası kurulmuş ve gidip gelenlere vesile olmak suretiyle, bu hizmet sürdürülmektedir.
 
Katılım
15 Kas 2006
Mesajlar
6,088
Tepkime puanı
637
Puanları
0
@KONYEVİ07 kurban sen burada paylaşıp mübareği hatırlatıyorsun(Allah razı olsun) konyaya gidecez sınav mınav demeyip :)
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Allahrasulü hakkında soru sorsanız, bilene aynı kitabı verseniz nasıl olur?

Bunu da siz yapsanız. Birisi hayırlı bir iş yapıyorken, ona alternatif sunmak yerine, alternatifimizi kendimiz yapsak! Neden olana mani olalım.

ESSELAMÜ ALEYKÜM ,arkadaşlar yarışma ödülü olarak SEYDA hazretlerinin (K.S) hangi kitabını istersiniz ?
47671dfa2cb10d4c6eb6e3b5d64d57f7.jpg

İlmihal
Hanefi ve Şafii Mezhebine Göre İbadetlerin Edep ve Sırları

Seyda Muhammed Konyevi
Reyhani Yayınları 2006
Büyükboy Kitaplar
Fıkıh - İlmihal

c105a2cf7401e2a600ebc363bd59ee67.jpg

Cennet Yolunun Rehberi
Seyda Muhammed Konyevi
Reyhani Yayınları
Büyükboy Kitaplar
Diğer

0aa13a6cbe908620410870771609e97e.jpg

Hanefi ve Şafii Mezhebine Göre Asrımız Meselelerine Fetvalar
Seyda Muhammed Konyevi
Reyhani Yayınları 2007
Büyükboy Kitaplar
Fıkıh - İlmihal

04e9acf6035bb07c100842080023d295.jpg

Kuran ve Sünnet Işığında
Adab

Seyda Muhammed Konyevi
Reyhani Yayınları
Büyükboy Kitaplar
Diğer

07dd0af681319c190fa45c68e83796ce.jpg

Nefse Hitap
Seyda Muhammed Konyevi
Reyhani Yayınları
Romanboy Kitaplar
Tasavvuf ve Tarikatlar

6194a7e4afcf53dfef43b98298777710.jpg

Allah Dostları
Hayatları - Sözleri - Menkıbeleri

Seyda Muhammed Konyevi
Reyhani Yayınları
Romanboy Kitaplar
Tasavvuf ve Tarikatlar

ea7f3e1494f0d9e93a3f31f6e1ff0716.jpg

Dualar
Seyda Muhammed Konyevi
Reyhani Yayınları
Romanboy Kitaplar
Dua Kitapları

eb61bd3bcc886f9a03fcf468186f69fa.jpg

Ayet ve Hadislerde Tasavvuf
Seyda Muhammed Konyevi
Reyhani Yayınları 2005
Cepboy Kitaplar
Tasavvuf ve Tarikatlar

faa9c4e97729774e3f9e8cda23db68a4.jpg

Mümin Kardeşliği (Cep Boy)
Seyda Muhammed Konyevi
Reyhani Yayınları 2005
Cepboy Kitaplar
Diğer

14ef40adffec11517313bf4b31abe007.jpg

Hac ve Umre Rehberi
Seyda Muhammed Konyevi
Reyhani Yayınları
Cepboy Kitaplar
İbadet

c19c01074d713f03c3d7ad08293febb3.jpg

Ebedi Hayatın Huzuru ve Nefis Muhasebesi
Seyda Muhammed Konyevi
Reyhani Yayınları
Küçükboy Kitaplar
Diğer

ead96781ffff1093e9bf17d2c6b103f6.jpg

Muhabbetullah ve Tasavvuf (Cep Boy)
Seyda Muhammed Konyevi
Reyhani Yayınları 2005
Cepboy Kitaplar
Tasavvuf ve Tarikatlar

0a0855865beda203dc83d27672a73b4d.jpg

Tesbihat
Seyda Muhammed Konyevi
Reyhani Yayınları
Cepboy Kitaplar
Dua Kitapları

2ae9e7f164db20662b98f46aa8e9b568.jpg

Üç Büyük Düşman Nefs Şeytan Dünya
Seyda Muhammed Konyevi
Reyhani Yayınları
Cepboy Kitaplar
Diğer

a95812670b2cca24a3ca86742e6d6356.jpg

Sahabeler
Saadeti Nasıl Buldular

Seyda Muhammed Konyevi
Reyhani Yayınları
Romanboy Kitaplar
İslam Tarihi

acef461564a3a81a9124ea75238b3326.jpg

İlim Amel İhlas (Cep Boy)
Seyda Muhammed Konyevi
Reyhani Yayınları 2006
Cepboy Kitaplar
Bilim - Sanat

0e68567eda0d65b1f1dcf6471431f0dd.jpg

Tevbe
Seyda Muhammed Konyevi
Reyhani Yayınları
Cepboy Kitaplar
Genel

00254926c76618636a01317a982c3989.jpg

Gelin Allah İçin Birbirimizi Sevelim
Seyda Muhammed Konyevi
Reyhani Yayınları 2008
Küçükboy Kitaplar
İman - Akaid

fae360d693dbafaa21201b31ef4a137a.jpg

Açıklamalı Hadislerden Seçmeler
Seyda Muhammed Konyevi
Reyhani Yayınları 2008
Romanboy Kitaplar
Hadis - Sünnet





57c4f4238e4c4f3d1fd144a060a54b3b.jpg

Kur'an ve Sünnet Işığında Adap
Seyda Muhammed Konyevi;Ahmet Öz
Reyhani Yayınları 2006
Büyükboy Kitaplar
Diğer

e18e81a13fa9e38d1721424f3088b0dd.jpg

Azaların Afetleri
Seyda Muhammed Konyevi
Reyhani Yayınları 2009
Genel Konular
Diğer

5a114ca4883cf3eff6e6f60cf159177e.jpg

İslam Akaidi
Seyda Muhammed Konyevi
Reyhani Yayınları 2008
Genel Konular
Diğer

28204653ac110d7bccba034b4ecf7438.jpg

Kadın ve Aile İlmihali
Hanefi ve Şafii Mezheblerine Göre

Seyda Muhammed Konyevi
Reyhani Yayınları 2011
Genel Konular
Diğer

Fakire sorarsanız, kazanan belli olduktan sonra kitabı ona sorun. Şimdiden bir kitap belirlenirse, belki zaten kitap o kişide olabilir.

Bir de Konyevi hz.lerine bağlı olanlar yarışmaya girmesinler lütfen. Kitapların hepsi zaten onlar da olmalı :) Tabi maddi durumu farklı herkesin, yoksa girebilir :)
 

mustafaceylan

Asistan
Katılım
8 Eyl 2007
Mesajlar
396
Tepkime puanı
15
Puanları
0
Yaş
41
Önerİlerİnİz İÇİn Allah (c.c) razi olsun..dEĞerlendİreceĞİz İnŞallah
 

mustafaceylan

Asistan
Katılım
8 Eyl 2007
Mesajlar
396
Tepkime puanı
15
Puanları
0
Yaş
41
MÜRŞİD İLE KONUŞMA EDEBİ
Müridin mürşid ile konuşacağı zaman, evvelâ usûlü vechile izin istemesi ve huzurunda hoşa gitmeyecek şeylerden sakınması, sesini gayetle yavaş ve hafif olarak çıkartması, yüksek sesle kat’iyyen konuşmaması gerekir. Hattâ köle ve uşakların efendilerinin huzurunda konuştukları gibi konuşa… Tekellümde edebe riayetle,
(Lâ terfaù esvâteküm)
[Sesinizi yükseltmeyin!] (Hucurat: 2) emr-i celîline riayet eyleye…
Mürşidin sözünü kalb ve lisanıyla tasdik edip, gerek lafzan ve gerek kalben, “Neden? Niçin? Hayır öyle değil, böyledir.” gibi sözlerle mukabele etmeye… Zîrâ erbâb-ı tahkîk, mürşidine bu gibi mukabelede bulunan müridlerin ebediyyen felâh bulamayacağını bildirmişlerdir.Ehlullahta bazı ümûr vardır ki, hassaten kudret-i Hak’tan neş’et eder ve bazı ümur da hikmete mebnîdir. Onun için, mürşidin işlediği işten ve sebeb-i hikmetinden sual etmek edebe muhaliftir.Mürşid ile konuşmak mutlaka caiz değildir, meğer ki bir müşkülünü halle veyahut halini arza mecburiyyet-i kat’iyye ola. Rüyasını ve keşfini söyleyip cevabını beklemeye ve istemeye… Mugayyebattan, yâni gaibden sormaya… İzhara ya me’zundur veya değildir, veya başka bir maslahata mebnî karışmamak lâzımdır.Mürid olan kimsenin mürşidine inanması ve ondan sadır olan ef’alin hepsini tasdik eylemesi vacibdir. Ve dahi keramet efdaliyete sebep değildir. Efdaliyet ancak kuvvet-i yakîn ve irfandadır. Kerametin suduru ekseriya zâhidlerden ve muhiblerdendir. Arifler ise keramete itibar etmeyip, hayz-ı ricalden addederler.Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri buyurur ki:
“-Su üzerinde yürüyen kimseler vardır, amma onlardan çok yüksek ve efdal olan bahtiyarlar, susuzluktan ahirete göçmüşlerdir.”
Bunların hepsi Mebsûtât’ta mufassal yazılıdır.
Ve mürid yapacağı her işte mürşidinden izin isteye… Bunda bereket vardır. Cenaze, yıkayana nasıl teslim olursa, öylece mürşidine teslim olup kendi ihtiyarını ve isteğini terk eyleye ve mürşidinden hiçbir hal va malını saklamaya.
Bir yere gideceği zaman izin isteye ve gittiği yerden dönünce, mürşidinin evinin önünde durup yine onun izniyle evine döne.
Eğer mürşidi onun evine uğramışsa, tâzimde kusur etmeyip tekrar tekrar gelmesini rica ede… Onu teşyîde, yâni uğurlamada, o “Dön!” deyinceye kadar arkası sıra gidip, gözden kayboluncaya kadar orada durmalı, sonra evine dönmeli! Vel-hàsıl mürşidine, sultanlara lâyık bir tâzim ile tâzim eyleye.
Bu edebi bilenlerden sorup öğrenmeli!.
 

mustafaceylan

Asistan
Katılım
8 Eyl 2007
Mesajlar
396
Tepkime puanı
15
Puanları
0
Yaş
41
MÜRŞİDE HİZMET EDEBİ Bu hizmet ya beden veya mal ile olur. Beden ile hizmet odur ki, mürşide hizmet Rasûlüllah SAS’e ve belki Allah Celle ve A’lâ’ya râcî olduğuna itikad edip, o hizmeti kendisine Cenâb-ı Hak’tan bir nimet bilmeli; ve bu tevfîka mazhar ve o hizmete muhtas kılındığına memnun ve müteşekkir olmalı! Kalbinde bu hizmetten nâşi mürşidine, “Ben sana şöyle hizmet ediyorum!” diye imtinân etmemeli, yâni söylememelidir. Çünkü bu başa kakmak gibidir ve zehirdir, ecrini zâyî eder; bunu bilmeli ve inanmalıdır.Hizmet edebi odur ki, mürşidin emrettiği nesneyi aslâ tehir etmeye, velev ki başının kesilmesi bahasına dahi olsa… Yalnız şeriat işleri müstesnâ.Eğer bir şeye söz vermişse, helâk olacak olsa bile sözünden dönmeye… Kendi işleri üzerine mürşidin hizmetini takdim eyleye ve mürşidine hizmeti bir lahza bile tehir etmeye. Bile ki, mürşidin himmet ve mededi o hizmete imdad edip, onunla vücuda gelir. Ve hizmetinden hemen hàdim ve mümtesil, yâni hizmete memur olmaktan başka bir şey kasdı olmaya… Eğer kendisinde bir gönül hoşluğu veya velâyet ve sâire gibi bir garaz olursa, derhal tevbe ve istiğfar eyleye… Ve daha doğrusu bu ki, Hak Teàlâ kendisini sanki mürşidine hizmet için halk ettiğine itikad eyleye… Hattâ nefsini bile mevcud görmeyip, hizmeti ona nisbet eylemeye.Mürşidin meclisinde oturmaya, yanında yeyip içmeye… Huzurunda başını açmaya ve uyumaya… Ve huzurunda namaza durmaya… Eğer mürşid namazda ise veya mescidde ise beis yoktur. Zaruret-i şer’iyye olursa da zararı yoktur. Meselâ; başka namaz kılacak yer yoksa, veyahut namaz vaktinin geçmek korkusu varsa… gibi.Kendisini mürşidin hizmetine lâyık görmeye… Memur olduğu hizmetten nefsini aciz ve noksan bile.
Şeyhin muhtaç olduğu mesàlihi ve işleri, söylemesine hacet bırakmadan ve hatırına gelmeden yapıvermeğe gayret ve sa’y etmelidir. Zîrâ bu suretle şeyhini rahatlandırmış olacağından, mükâfâtı da o nisbette çok olur. Şeyhinin gönlünü fethetmeğe sebep olur ve belki müridin (hàdimin) mürşidinin kalbinin ortasında yer almasını mucib olur. Bu suretle de mürşidin bâtını müridin kalbine aK.S.edip, feyizde ziyade devam hasıl olur. Mürşidin hizmetini gàyet sürur ve beşaretle, sevinçle eda etmelidir.
Hoca Abdullah Herevî’nin K.S., hizmette bu evsaf ile muttasıf olup mürşidine hizmeti sebebiyle, tarifi mümkün olmayacak derecede sevgi ve makbuliyete eriştiği görülmüştür. Bütün halifeler buna gıpta edip, etraf ve civardan herkes emrine mutî ve münkàd olmuşlardır.Mürşide mal ile hizmet edebi oldur ki; Cenâb-ı Hak Sübhànehû ve Teàlâ’nın kendisine verdiği cemî mal ve evlâdın, alem-i ezelde mürşidin ruhaniyeti bereketine olduğuna itikad eyleye… Her ne kadar bu alemde sonradan zuhur etti ise de, bunların hepsi mürşidin olup, kendisi onun memlûkü, kölesi; yediği ve giydiğinin mürşidin kereminden ve zıll-ı inâyetinden olduğunu bilmesi gerektir.Mürşidine bir şey ikram ederken de, ona mahcub olacak yerde vermeye… İkram ve nimetini mürşidine izharı kasd etmeye… ve bizzat mürşidine vermeyip, hàdimi veya posta vasıtasıyla gönderip, kabulünü rica ede… Zàhiren ve bâtınen Cenâb-ı hakk’a tazarru ve istinad ile mürşidine iltica ede.Bir nesneyi mürşidine nezreylese, kabul yönünden akvâ ve riyadan uzak olur. Verilen şey malının ziyade temizinden ola; kabulünü kendisine minnet ve nimet saya, ve Hak Teàlâ’ya şükreyleye.Hikâye olunur ki: Bir mürid bazı ihtiyaçları sebebiyle şeyhine mühim bir ikramda bulunmuş Fakat şeyh efendi bu müridi arkadaşları arasında medhedince, mürid şeyhine:“-Ben o meblağı annemin rızası olmadan size vermiştim, vâlidem şimdi onu geri istiyor; vermenizi rica ederim!” demiş.
Şeyh efendi de getirip vermiş. Müridler de bu işe taaccüb etmişler. Lâkin akşamdan sonra herkes dağılınca, mürid o aldığı bin altını yanına alıp, şeyhine varmış:
“-Efendim, beni arkadaşlarımın arasında medh ve senâ buyurmanızı ve halk arasında bununla memnûniyetinizi bildirmenizi arzu etmedim. Bu sebepten nefsimi horlamak ve arkadaşlarımın arasında arasında kıymetimin olmamasını sağlamak için böyle yaptım. Kusurumun affını ve aynı meblağın kabulünü rica ederim!” demiş.Şeyh de müridin bu halini tahsin edip, çok beğenip, edal-i makbûlînden kılmış.
Nitekim hadis-i şerifte:
(İnnemel-a’mâlü bin-niyyât, ve innemâ liküllimriin mâ nevâ)
[Ameller niyetlere göredir. Muhakkak her kişi niyetlendiğini bulacaktır.] buyrulmuştur.
 

mustafaceylan

Asistan
Katılım
8 Eyl 2007
Mesajlar
396
Tepkime puanı
15
Puanları
0
Yaş
41
HLÂS, FEYZ ALMAK İÇİN KALBİ HAZIRLAMA İhlâs-ı mürid şol keyfiyette olmalıdır: Mürşidi Rasûlüllah SAS’in nâibi, vekili, halifesi ve zıllullah fil-àlem olduğunu bilip; mürşid kendisini reddederse, Allah-u Teàlâ ve Rasûlünün de reddeylemesine; ve kabul eylerse, Allah ve Rasûlünün de kabul buyurmasına vesile olacağı itikadında olması gerektir. Bir müridi eğer şeyhi reddecek olsa, şeyhinin şeyhi dahi kabul etmeyip, ta Rasûlüllah’a kadar hiçbiri kabul etmez.Mürşidde bir ruhaniyet vardır ki, hiçbir halde müridden ayrılmaz. Bazı müridler bu ruhaniyeti üzerlerinde gördükleri için, uyku zamanlarında bile ayaklarını uzatmağa cesaret edemezlermiş. Bu hali her müridin görmesi mümkün olmasa dahi, görür gibi itikad etmelidir. Bu itikad sayesinde, görmüş olan mürid ile feyzde müsâvi olur.Ruhaniyyet-i mürşid hâlet-i nezi’de, yâni can verirken ve kabirdeki süâl zamanında, müridin yanında hazır olup, sual meleklerinin cevaplarına yardım ederek teselli verir ve korkusunu teskîn eder. Şeytan ise mürşid-i kâmili görünce hemen kaçar, Hazret-i Ömer RA’dan kaçtığı gibi.Ruhaniyyette hicâb ve perde gibi mânî olacak şey, madde ve müddet yoktur. Ve dahi ihvanlarımızdan bazıları bu hâli müşâhade ettiklerini de beyan etmişlerdir. Bu hâl kudret-i ilâhiyyeye râcîdir. Ve kudret-i Hakk’a iman etmek gerektir ki, erkân-ı imandandır. Bu gibi şeylerde aklın tasarrufu yoktur. Hemen böylece itikad lâzımdır. Hak Teàlâ mürşidlere, gıyablarında yâni hazır olmadıkları zamanda vâkî olan işleri görecek göz ve işitecek kulak verdiğine itikad eyleye… Her ne kadar mürşid kendisine bildirmezse de, öylece itikad etmek gerektir. Şu hadîs-i kudsîde:(Lâ yezâlül-abdü yetekarrebü ileyye bi’n-nevâfili hattâ uhibbehû, fe izâ ahbebtühû küntü sem’ahüllezî yesmeu bihî ve basarahüllezî yebsuru bihî)[Kul nâfilelerle bana durmadan yaklaşır, nihayet onu severim. Bir kere de onu sevdim mi, artık o kulumun işiteceği kulağı olurum, göreceği gözü olurum.] buyruldu. Başka bir rivâyette; (Febî yesmeu ve bî yebsuru ve bî yebtışu ve bî yemşî ve bî yentıku) vârid oldu.Hak Teàlâ’nın;
(Ve mâ rameyte iz rameyte ve lâkinnallàhe ramâ)
[Attığın zaman da sen atmadın, Allah attı.] (Enfal: 17)
kavl-i şerifi bu mânâya işarettir. Eğer böyle itikad ederse, mürşidin feyzi şarktan garba, (doğudan batıya) kadar her tarafı doldurur. Güneşin ziyâsının her tarafı doldurduğu gibi.
Mürîd her nerede olursa olsun, feyz dalgalarına dahil olduğunu bilmesi gerektir. Çünkü feyz alabilmenin anahtarı bu inanca bağlıdır. Ve dahî ehl-i keşf olan mürid, mürşidin nurunun şark ve garbı ihâta ettiğini görür. Eğer mürid bundan noksan görürse, noksanlık ve zaaf mürşidin nisbetinde değil, onun keşfindedir. Kezâ mürşidinin uykusunun, kendisinin gece sabaha kadar ibadetinden, yemesinin ise kendi orucundan efdal olduğuna inanmalıdır. Ve mürşidinin bir nefeste terakkisi, kendisinin bütün ömründe, riyâzat ve sülûkündeki terâkkîsi kadar olduğunu kabul etmelidir.Mürşidi kendinde olan kudret-i kudsiyye ile bir kimseye nazar etse, Cüneyd-i Bağdâdî ve Bâyezid-i Bistâmî (kuddise sirruhümâ) makamına îsâl eder. Bu nazara uğrayan veya nâil olan kimse, ne kadar kötü ve fâsık dahî olsa, makàm-ı âlîye vâsıl olur, ancak bu nazarı aramak ve gözlemek lâımdır.(El-mü’minü yenzuru binûrillâhi)
[Mü'min Allah'ın nuruyla bakar.] buyrulmuştur.
(Vallàhu alâ külli şey’in kadîr.)
[Allah her şeye kàdirdir.] (Bakara: 284)Feyzi taleb şöyle olmalıdır ki; Mevlâyı tâ içinden samimi olarak istemelidir, ve bu istek hakîkî muhabbetle olmalıdır. Öyle ki, o taleb onu, mâl, câh, mansıb, ehl ü iyâl ve bütün mâli oluğu şeylere, hattâ vücudana dahî iltifattan fânî kıla. Çünkü Allâh-ü Teàlâ, hizmetleri âli ve yüksek olan kimseleri sever. ve talebine, ameline güvenmeyip ancak allah’ın fazlına güvene, çünü ameli güzel dahî olsa, fazl-ı ilâhi ile bir olamaz. Ve kezâ, ebediyyen bir lahza ve bir an dahî Hak Teàlâ’yı talebden gàfil olmaya. Ve talebinde Hakk’ın rızasından başka bir şey istemeye ki Hak’tan uzaklaşmış olmasın. Zîrâ Hak Teàlâ hiç bir şeyde ortaklı kabul etmez. (Risâle-i Halidiyye Tercümesi, sayfa 27)Talebinde kat’iyyen duraklama yapmaya. Çünkü bunda tehlike vardır. Bu hususta;
(Men istevâ yevmâhü fehüve mağbûnün)
buyrulmuştur. Yâni, “Bir kimsenin iki günlük ameli birbirine müsâvî olursa, yâni ikinci günkü ameli evvelki günden ziyade olmazsa, o kimse ehl-i hüsrandır, zarar ve ziyandadır.”
Yine Efendimiz SAS:
(Allàhümme innî eûzü bike minel-hûri ba’del-kûr) [Ey Allahım, ziyadelikten sonra noksanlıktan sana sığınırım!] buyurmuştur. Buradaki hûr noksan, kûr de ziyade demektir. Hakkı talebde duraklama iki sebepten hâlî olmaz: Biri, kişi bilmeden gönlünün başka şeylere teveccüh etmesidir. Biri de günah işlemesidir. Bunun için derhal tevbe ve istiğfara devam etmeli ve yanlış yolları ve günahları terk etmelidir. Çünkü günahlar terk edilmedikçe, istiğfar fayda vermez.
Ammâ (li-eclil-istifâze) kalbi hazırlama keyfiyyeti şöyle olmalıdır: Hayal ve havâssını dünya ve ahiretten ve cemi’ ahvâl-i bâtıneden, belki kendi varlğından kat’ edip cümle mâsivâyı unutur gibi ola… Ve mürşidin kalbinden feyz-i ilâhîyi talib olduğu halde, nazarını, basîretini iç gözünü kalbinin derinliğine eriştirip, kalbini mürşidin kalbine muttal ve feyzin gönlüne akışını mülâhaza kıla. Bir vechile ki, Zât-ı Mukaddes Celle Şânühû’dan hiç bir vechile gàfil olmayarak ve gâyet içi yanarak tazarrû, niyaz ve muhabbetle muntazır ola ve şöyle itikad ede ki: Kalb feth oldukta feyz-i ilâhî denizler misâli kalbe tevccüh eyledi; ve kendisini her ne kadar idrâk etmese de yine öylece itikad eyleye; çünkü idrâk vüsûle şart değildir; belki şartı istemek, hemen vüsûle inanmamaktır.
 

mustafaceylan

Asistan
Katılım
8 Eyl 2007
Mesajlar
396
Tepkime puanı
15
Puanları
0
Yaş
41
Mezhep imamları, bir mürşide intisap edip, onlarla sohbet etmiş midir?Dört büyük mezhebin imamlarının hepsi de bir mürşide intisap etmişler ve onlardan manen feyz almışlardır. Hanefi âlimlerinden Sahibid-dûr Haskefi şöyle nakletmiştir: “Ebu Aliyyid Dekkak bu tarikati Ebu-l-Kasım Nesrabazi’den, o Şibli’den, o Sirri Sakati’den, o Maruf-u- Kerhi’den, o Davud et-Tai’den, o da ilmi ve tarikatın her ikisi de İmam-ı Azam Ebu Hanife’den almıştır. Böyle olduğu haldesaadat-ı kiramlara iktida etmek güzel bir şey ve dahi gerekli değil midir?” (İmam-ı Zerkani, Haşiyetül Allame Alel Adevi Ala Şerhi, Allametil izziyeti fi-Fıkhıl Maliki; 3/195)İmam Malik şöyle buyurmuştur: “Kim ilim okur da tasavvuf ehli olmazsa fasık, kim de tasavvuf ehli olup da ilim okumazsa zındık olur. Kim ikisinin arasında, yani âlim hem de mutasavvıf olursa hakikat sahibi olur.” (Keşfu’l-Hafa; 1/341)İmam-ı Şafii ise, aslen ümmi, fakat gönlü ilm-i ledünni ile dolu Şeyban-i Rai gibi bir zatın önünde, mütevazi bir tavır içinde bulunur ve teveccüh için beklerdi.Hatta İmam-ı Hanbeli:
— Ey İmam-ı Şafii! Şeyban-i Rai gibi bir ümmiye karşı neden bu kadar tevazu gösteriyorsunuz? Diye sorduğunda, İmam-ı Şafii:
— Ey İmam! Bizim ilim ve iman konusundaki sözlerimiz bu zatta fiilen yaşanılan bir hal ve davranış şeklinde tezahür etmiştir, diye cevap vermiştir.
Hatta İmam-ı Hanbeli, imtihan etmek ve ilmi seviyesini ölçmek maksadıyla, Şeyban-i Rai’ye, fıkhi meselelerden birkaç soru sormuş, aldığı ince cevaplar karşısında hayret etmekten kendini alamamış ve düşüp bayılmıştır.Bu hadiseden sonra da İmam-ı Şafii ile birlikte Şeyban-i Rai’nin zikir ve sohbet meclislerine katılmışlar ve diğer âlimleri bu meclise devam etmelerini tavsiye buyurmuşlardır.İmam-ı Şa’rani Tabakat’ında İmam-ı Şafii ile İmam-ı Hanbelî’nin bu meclislere devam etme, onların zikir ve sohbetlerinde bulunma konusunda itina gösterdikleri, kendilerine zikir sohbetten başka meşgaleleri bulunmayan sufilerle neden beraber oturup kalkıyorsunuz? Denildiğinde de: “Takva, zikir, muhabbet ve ma’rifetten meydana gelen dini hayatın ana sermayesi, sufiler nezdinde bulunmaktadır” cevabını verdiklerini nakletmektedir.Kaynak: Seyda Muhammed Konyevî; Günümüz Meselelerine Fetvalar, Reyhanî Yayınları, 2004, İstanbul.
 

mustafaceylan

Asistan
Katılım
8 Eyl 2007
Mesajlar
396
Tepkime puanı
15
Puanları
0
Yaş
41
TASAVVUFUN İSLAMİ DELİLLERİ NELERDİR?
RX34602.jpg
Kur’an ve Hadislerde tasavvuf

Tasavvuftaki uygulamaların Kitap ve Sünnet’teki delilleri nelerdir?

“Tasavvufun ısrarla üzerinde durduğu bâtınî amellerle ilgili ayet-i kerime var mıdır?” diye bir soru gelebilir akla. Evet, açıkça bâtınî niyet ve amellere işaret eden ayet-i kerimeler vardır. Bir kaç örnek vermek gerekirse Allah-u Zülcelâl şöyle buyurmuştur: “Deki, ancak bizim Rabbimiz, bâtınî ve zâhirî olan fevahiş (kötü) davranışları haram kılmıştır.”( Araf/ 33 ) Diğer bir âyet-i kerimede de: “Zahiri ve bâtınî olan kötülüklere yaklaşmayın.” (En'am, 151)buyurmuştur.

Allah-u Zülcelâl nasıl zâhirî azalarımızla yaptığımız kötü hareketleri haram kılmışsa bâtınî olan; kin tutmak, riya (gösteriş), hased etmek gibi kötü hareketleri de haram kılmıştır.

Her insan manevi olarak kötü olan; gurur, kibir, riya, hased, gıybet gibi hastalıklara müpteladır. Bunların temizlenmesi için de bir mürşid-i kâmilin manevi terbiyesine girmek şarttır.

Bazı insanlar, bu tür hastalıklara müptela oldukları halde, kendilerinin hastalıklarını bilmezler ve tedavi etmek için de herhangi bir çaba göstermezler. Bunlar cehl-i mükerrep (kendilerini âlim olarak gören cahiller) içindedir.

Allah-u Zülcelâl bu cehl-i mükerrep içinde olanlar hakkında şöyle buyurmuştur: “De ki ‘Size, amelleri en çok hüsrana gidenleri haber vereyim mi? Kendilerinin gerçekten sanat yaptıklarını sandıkları halde, dünya hayatında çabaları boşa gitmiş olanları.” (Kehf; 103-104)

Mürşide intisab

Mürşid-i kâmile intisabın gerekliliği konusuna işaret bir ayet-i kerime şöyledir: “Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve sadıklarla beraber olun.” (Tevbe, 119)

“Sadıklarla beraber olmak” nefsin temizlenmesi ve güzel sıfatlarla bezenmesi demektir. Zira ancak bu sayede takvada muvaffak olmak mümkündür. Bunu başarabilmek için de bir mürşid-i kâmile intisab etmek ve onların sohbetlerinde bulunmak şarttır. Çünkü sadıklarla beraberlik cismani olarak sohbetle, ruhani (manevi) beraberlik ise rabıta ile olur.

Sadıklarla beraber olmanın ve bir mürşid-i kâmile intisab etmenin faydası ve tesiri; hem ameli olarak zahire iktida etmesiyle, ameliyle mürşide uymasıyla hem de ruhi olarak mürşidin kişiye tesir etmesiyle meydana gelmektedir.

Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem ashabını bu usul üzere adablandırmıştır. Manevi eğitimlerini bu şekilde tamamlamıştır. Mürşid-i kâmiller de Efendimize dayanan bir silsile yoluyla günümüze kadar gelmişlerdir. Yani, ondan bu eğitimi alan sahabeler de kendilerinden sonrakileri yetiştirmiş ve olgunluğu bir önceki Üstad tarafından tasdik olunan zat da sonraki gelenleri eğitmiştir.

İşte bu sebeple, Peygamber Efendimiz (s.a.v)'in gerçek manada varisleri olan mürşid-i kâmillere intisab etmek ve onlardan istifade etmeye çalışmak, son derece faydalı ve gereklidir.

İyilerle beraber olmak

Peygamber Efendimiz (s.a.v) hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur: “İyi kişilerle ve kötü kişilerle oturup kalkmanın misali, misk kokusu satan kimse ve demircilerin misali gibidir. Bir kimse misk satan birisi ile beraber olduğu zaman, misk satan kişi cömertlik yaparak miskinden bir miktar arkadaşına verecektir, ya da arkadaşı bir miktar satın alacaktır. Almasa dahi o miskin kokusu üstüne siner. Demircilik yapanla arkadaş olduğu zamansa ya elbisesi onun ateşinden yanacak veya üstü kirlenecek yada onun pis kokusu üzerine sinecektir.” (Sahihi Buhari; Zebh)

İşte, iyi kişilerle oturmak, misk satan kimsenin yanında oturmak gibidir. İyi kişilerle oturduğun zaman ya sana sohbet eder yada sen ondan sorup öğrenirsin. Yahut onlarla beraber olduğun için Allah-u Zülcelâl'in rahmeti, senin üzerine de gelir ve muhakkak menfaat sağlarsın.

Kötü kişilerle beraber olduğun zaman ise ya sana kötü bir amel yaptırır ya ondan kötü bir âhlak öğrenirsin. Yahut Allah-u Zülcelâl'in gazabı onların üzerine geldiği için sana da gazap ilişir ve dünya ve ahiretine zarar verir. Kumarcının yanında bulunan kumarcı olur, hırsızın yanında bulunan hırsız.

Hz. Ömer (r.a.)'den rivayet edilen bir hadis-i serifte de Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Allah-u Zülcelâl'in bazı kulları vardır. Onlar ne peygamberdir ne de şehittirler. Fakat peygamberler ve şehitler onlara verilen makam dolayısıyla gıpta edip imrenirler.”

Ashab-ı Kiram: “Ya Resulallah! Onlar kimdir” diye sordular? Hz. Peygamber (s.a.v) buyurdu ki: “Onlar (aralarında) neseb ve akrabalık olmadığı, mal alış-verişi olmadığı halde, birbirlerini Allah için sevenlerdir. Onların yüzü nurdur, nur üzerindedirler. İnsanların korktukları günde onlara korku yoktur. İnsanların hüzünlü oldukları günde onlar mahzun da olmazlar.” (Ebu Davut,) Daha sonra şu âyet-i kerimeyi okudu: “Dikkat edin! Allah'ın veli kulları için korku yoktur. Mahzun da olmazlar.” (Yunus, 62)

Yine bu konuda, Allah-u Zülcelâl bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “Muhakkak size; Allah'a ve son güne ümit besleyip de Allah'ı çokça ananlar için Allah'ın Rasulünde pek güzel bir örnek vardır.”(Ahzap; 2l )

RX34601.jpg


Bu âyet-i kerimede Allah-u Zülcelâl, Peygamber Efendimiz (s.a.v)'e tabi olmayı ve ona ittiba etmeyi Ashab-ı Kiram'a öğretmektedir. Nasıl Asr-ı Saadet'te Peygamber Efendimize (s.a.v) iktida edip tabi olunmuş ise aynı şekilde O'nun varislerinin yanında olup onlara uymak suretiyle, Allah-u Zülcelâl'e yönelmek icab etmektedir. Allah-u Zülcelâl'in işareti ve emri bu yöndedir.

Bundan dolayı hakiki varislerle beraber olmak, sohbetlerine devam etmek ve irşadları altına girmek şarttır. Böylelikle imanımız kuvvetlendiği gibi, emraz-i kalbiye (kalbi hastalıklar) ve nefsimizin kusurları kaybolmaya yüz tutarak, güzel sıfatlarla bezenmeye başlarız.

Okumakla olmaz

Bütün bunlardan sonra ortaya çıkan şudur. Nefsi tezkiye etmek ayrı bir şeydir, Kur'an okumak ayrı bir şeydir. Nasıl bir kimse tıp kitaplarını okuyup öğrenmekle kendi hastalığını tedavi edemiyor da mutlaka bir doktora ihtiyaç duyuyor ve de o doktorun vereceği ilaç ve perhizleri uygulaması gerekiyorsa; kalbî hastalıklar da bir manevî dokturun vereceği ilaç ve perhizleri uygulayarak, yapmış olduğu tavsiyeleri tutarak, kendini tedavi edip hastalıklardan temizlenebilir.

Yine, bir başka ayet-i kerimede: “Kıyamet gününde, dostlar birbirine düşmandır. Ancak muttaki (Allah dostları, onların dostları) kullar müstesnadır.” (Zuhruf, 67) Buyurulmuştur. Demek ki onların dostlukları, kıyamette de devam etmektedir.

Aklı olan herkes, şuurlu bir şekilde düşündüğü zaman, Allah-u Zülcelâl'in dostları ile beraber olmayı, onlarla sohbet etmeyi ve mü'min kardeşleriyle yardımlaşmanın faydalı olduğunu itiraf edip bunun Allah-u Zülcelâl'e ulaşmak ve rızasına nail olmak için şart olduğunu kabul edecektir.

Ashabın manevi tedavisi

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Ashab-ı Kiram’ı sadece zâhirî bilgi vermek yoluyla değil, aynı zamanda onların manevi hastalıklarıyla bizzat ilgilenerek, çeşitli tavsiyelerde bulunarak ve manevi tedavi usulünü kullanarak yetiştirmiştir. Bu duruma bir kaç örnek verebiliriz.

Ubeyb bin Ka'b şöyle buyurmuştur: “Bir gün camide bulunduğum bir sırada adamın biri geldi ve Kur'an okudu. Ben onun okumasını beğenmedim. Başka bir adam gelerek, yine Kur'an okudu. Onun kıraatı önceki adamın kıraatı gibi değildi. Namazlarımızı bitirdikten sonra, hepimiz Peygamber Efendimiz'in(s.a.v) yanına gittik.

Ben dedim ki: “Ya Resûlallah! Bu Kur'an okudu, ben onun okumasını beğenmedim. Bu da okudu daha çok beğendim. Peygamber Efendimiz (s.a.v) ikisine de Kur'an okuyun buyurdu. Onlar Kur'an okudular, ikisinin kıraatını da güzel buldu. O zaman nefsime, önce okuyan kişinin okuması yanlış geldi. Cahiliye buğzu kalbime geldi. Peygamber Efendimiz (s.a.v) (eliyle) kalbime vurdu ve bende şiddetli bir terleme oldu. Sanki Allah-u Zülcelâl'in tecelliyatını görüyor gibi oldum ve o düşünce benden gitti.” ( Muslim; fi Beyan'il Kur'an.)

Görüldüğü gibi Ashab-ı Kiram zâhiri ilimle kendilerini tedavi edemiyorlardı. Peygamber Efendimiz(s.a.v) doktorluğundan istifade etmek, eczanesinden ilaç alıp kullanmak suretiyle kendilerini tedavi edebiliyorlardı. Peygamber Efendimiz (s.a.v)'in ashabının kalbine vurması, O'nun manevi tasarrufudur. Allah-u Zülcelâl âyet-i kerimede: “O'dur, ümmiler içinde kendilerinden olup onlara ayetlerini okuyan, onları temize çıkarıp parlatan, onlara kitap ve hikmet öğreten...” (Cuma; 2) buyurmuştur.

Kalbî Ameller

Allah-u Zülcelâl nasıl zâhirî azalarımızla yaptığımız kötü hareketleri haram kılmışsa bâtınî olan; kin tutmak, riya (gösteriş) da bulunmak, hased etmek gibi kötü hareketleri de haram kılmıştır. Öyle ise bu bâtınî olan kötü sıfatları da izale etme çabasına girmemiz gerekir. Bunun yegâne yolu da şânı büyük olan tasavvuf yoluna girmektir.

Tarih ve fıkıh âlimi, İbn-i Haldun (r.aleyh) şöyle demiştir: “İhlâs ilmini okumak; ucub, riya, hased gibi manevi hastalıkları bilmek ve bunlardan muhafaza olmaya çalışmak, farz-ı ayndır (her müslümana farzdır). İnsanın nefsi için her birisi birer afet olan kibir, gazap, cimrilik, ihanet gibi hastalıkları bilmek ve kendini bunlardan muhafaza etmek de farz-ı ayndır.”

Peygamber Efendimiz (s.a.v): “Kalbinde zerre kadar kibir bulunan, cennete giremez.” (Muslim; Kitab'ul İman ) buyurmuştur.

Tüm bunlardan sonra, bizim için en önemli görev, kendimizi bu kabih (çirkin) hastalıklardan temizleyip halis bir kalble Allah-u Zülcelâl’e yönelmektir. Bu da ancak tasavvuf ile mümkündür.

Sonuç olarak, tasavvufun aslı; Kur'an ve Sünnet yolunda yürümektir. Tasavvuf üstadlarının tarif ettiği yoldan, ne olursa olsun ayrılmamaktır. Bidatleri, boş arzuları, nefsanî istekleri terk etmektir. Hürmet gösterilmesi gereken mübarek zatlara ve diğer mahlûkata karşı saygıda kusur etmemektir.

Kaynak: Seyda Muhammed Konyevî; “Hanefi ve Şafii Mezheplerine Göre Günümüz Meselelerine Fetvalar”, “Adab” ve “Tasavvuf” adlı eserler, Reyhanî Yayınları.

 

mustafaceylan

Asistan
Katılım
8 Eyl 2007
Mesajlar
396
Tepkime puanı
15
Puanları
0
Yaş
41
Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu bilmek, birbirinden ayırt etmek için bizden önceki seleflerin, Ashab-ı Kiram'ın hal ve hareketlerini öğrenmemiz lazımdır. Bunları öğrendiğimiz zaman, hem kendi noksanlığımız, hem de diğer mü’min kardeşlerimizin noksanları meydana çıkar. seyda muhammed konyevi (k.s)
 

mustafaceylan

Asistan
Katılım
8 Eyl 2007
Mesajlar
396
Tepkime puanı
15
Puanları
0
Yaş
41
Esselamü aleyküm yarışmaya 2 gün kaldı arkadaşlar başarılar şimdiden herkese ....
 

mustafaceylan

Asistan
Katılım
8 Eyl 2007
Mesajlar
396
Tepkime puanı
15
Puanları
0
Yaş
41
Esselamü aleyküm yarışmaya 1 gün kaldı arkadaşlar başarılar şimdiden herkese ....bütün forumdaki arkadaşlarımız davetlidir ....
 

mustafaceylan

Asistan
Katılım
8 Eyl 2007
Mesajlar
396
Tepkime puanı
15
Puanları
0
Yaş
41
osman,10 gün sonra şu saatte diye saati de belirt.arkadaşlar o saatte hazır olsunlar inşallah.yoksa sabahtan akşama kadar beklemek kolay olmaz:)
mesela 19 nisan cuma akşamı saat 21:00 da olabilir.akşam ile yatsı namazı arasında.

saati daha önce belirtmiştik.inşallah o saatte hazır olalım.
 
Katılım
15 Kas 2006
Mesajlar
6,088
Tepkime puanı
637
Puanları
0
saati daha önce belirtmiştik.inşallah o saatte hazır olalım.

Bizim dernek toplantımız oluyor ulusta 9da muhtemelen orada olurum neyse kısmet,zaten haksızlık olurdu seyda'mızın zahiri özelliklerini elhamdülillah çok dinlemişimdir vekillerimizden hemen bilirdim belki =))
 

mustafaceylan

Asistan
Katılım
8 Eyl 2007
Mesajlar
396
Tepkime puanı
15
Puanları
0
Yaş
41
zaten kazansan da sana kitap yok kurban:D
amacımız Seyda hazretlerini tanımayanlara tanıtmak inşallah.
 

mustafaceylan

Asistan
Katılım
8 Eyl 2007
Mesajlar
396
Tepkime puanı
15
Puanları
0
Yaş
41
Bir gün Muhammed Raşid Hz.leri ve zamanın Mollası şimdiki Seyda Muhammed Konyevi Hz.leri ile otururken bir köyden vatandaşın biri gelir.

Mübareğe köyünde sohbet etmesi için

"Bize bir mürşit gönderinde sohbet etsin" diye mürşit ister. Muhammed Raşid Hz.leri;

"şu gördüklerinden istediğini al onların hepsi mürşittir" der.

Köylü içlerinden bir zatı aldıktan sonra Muhammed Raşit Hz.leri Molla Muhammed(Seyda Muhammed Konyevi Hz.)'e döner ve

"İyi ki mürşit istedi eğer sofi isteseydi ya sen gidecektin yada ben gidecektim" der.

Görüyorsunuz ya asıl sofiler kimlermiş. Bizler ise sadece sofi olmaya çalışıyoruz.

Yine bir gün Muhammed Raşid Hz.leri der ki; "Bizim altı tane sofimiz vardı ve hepsine hilafet verdik" der. Bunların içinde Seyda Muhammed Konyevi Hz.leri ve seyyid Abdulbaki Hz.leri de vardır...
 
Üst