“Allah gökte” demek küfürmüdür?

lafons7275

Kıdemli Üye
Katılım
19 Şub 2013
Mesajlar
21,533
Tepkime puanı
342
Puanları
0
Konum
İzmir
müteşekkür kardeşime katılıyorum. Bu konu kilitlenmeli.
 

muadh

Yasaklı
Katılım
1 Ara 2012
Mesajlar
434
Tepkime puanı
9
Puanları
0
ben de bu yazıyı ekliyorum ama.bu iş okumakla olmaz.Birinin anlatması gerekir



İlâhî Sıfatlar Allah'ın Aynı Mıdır, Gayrı Mıdır?

Cehmiyye
, Allah'a âit olup O'nunla kâim bir vasfın, ilmin, kudretin, irâdenin veya kelâmın bulunmasını reddedince -ki müslümanlar bütün bu vasıfların mevcudiyetini kabul ederler- şöyle demeye başladılar:

"Bu adamlar, zât üzerine yüklenen birtakım sıfatların mevcudiyetini kabul ediyorlar".
Bunlarla münazaraya girişen Sıfâtiyye'den bir grub da, bu son düşüncede onlara muvafakat edip:
"Sıfatlar, onların vasıflandırdıkları zât üzerine zâidtirler - ki zâtın sıfatları ve vasıfları vardır-" dediler.
Böylece bunlar, ortada sıfatlardan ayrı bir zât ve bu zât'tan ayrı olarak ona âit birtakım sıfatların olduğunu insanlara ihsas ettirdiler. Sıfatları reddedenler, daha birtakım şenâatlar işlediler. Ancak bunları sayıp dökmenin yeri burası değildir. Biz, bunların fasidliğini bir başka yerde açıkladık.
İşin gerçeği şu ki, birtakım niteliklerle nitelenmiş zât, asla sıfatlardan ayırılamaz; sıfatlardan uzak bir zâtın varlığı da mümkün değildir.
Bir kişinin kalkıp da hayat, ilim, kudret, basar olmaksızın bir hayy, alîm, kadir, basîr'in varlığını iddia etmesi, tıpkı mevsûfunun hayy, alîm, kadîr olmadığı bir kudret, ilim ve hayat iddiasında bulunması gibidir. Hattâ bütün sıfatlardan uzak, kadîm ya da muhdes kendi kendisine kâim bir mevcudun olabileceğini iddia etmek, sarîh akla göre imkânsızdır.
Fakat Mu'tezilî, Cehmiyye ve diğerleri, sıfatlardan soyutlanmış bir Zât'ın varlığını kabul edince bunlarla münazara içinde olan zümre şöyle demeye başladı:
"Ben, sizin varlığını kabul ettiğiniz zât üzerine yüklenmiş sıfatları kabul ediyorum". Yâni:
"Sıfatları olmaksızın, sırf zâtın varlığını kabulle kalmıyorum" demek istiyordu. Bunu söylerken ne hariçte kendi kendisine sabit bir zâtın olduğunu, ne bu zâtın tamamen ayrı ve bu zât üzerinde yüklenmiş olan birtakım sıfatların bulunduğunu söylemek istemiyordu. Bu farklı düşünüşler sebebiyle insanlardan bir kısmı çıkıp:
"Sıfatlar Allah'ın Zât'ından başka şeydir" demişti; Mu'tezile ve Kerrâmiyye gibi. Daha sonra Mu'tezile, sıfatları reddetti; Kerrâmiyye ise kabul etti.
Diğer bir kısmı ise: "Sıfat, mevsûf'un aynı değildir; onun gayrı da değildir" diyordu; Sıfâtiyye'den bazı grublar, bu görüşe sahipti ki Ebû'l-Hasan el-Eş'arî ve diğerleri bunlardandır.
İmamların da söyledikleri gibi bir başka grub şöyle düşünüyordu: Ne sıfat, r,ıevsûfun aynıdır, ne de gayrıdır, demeyiz. Çünkü biz ne sıfatlar, Allah'tır; ne de gayrıdır, demiyoruz. Üstelik "gayr" kelimesinde mücmellik vardır. Bazan bu kelimeyle bir şeye zıd olan başka bir şey veya biri diğeriyle beraber olan ve vücud, zaman ya da mekân açısından ona yakın olan bir şey kastedilir, iki gayr ile de, iki husustan birisini bilmemekle beraber diğerini bilmenin caiz olduğu şey kastedilebilir.
Şimdi birinciye göre sıfat, mevsûftan başkası değildir; bir bütünün bir kısmı da onun dışında değildir.
İkinciye göre ise sıfat, mevsûftan başkadır; bir bütünün bir kısmı da onun dışındadır.
Sıfatlar mes'elesinde selef ve imamlar, kabul veya red bakımından "gayr" lâfzını kullanmaktan kaçınmışlardır; çünkü bu kelimede mücmellik ve karışıklık vardır. Şöyle ki: Cehmiyye ye mensup birisi kalkıp:
"Kur'an, Allah'tır" veya "Allah'ın gayrıdır" diyebilir. Bir başka zaman Allah'ı ilmi ile karşı karşıya getirip:
"Allah'ın ilmi, Allah'tır" veya "Allah'ın gayrıdır" der; o da eğer ilim sıfatının varlığını kabul ediyorsa veya reddi imkân dahilinde olmamışsa...
Bu adamlar bazan da şüpheyi helâl görüp mes'elede bir karışıklık olduğu için her iki kullanışın da, yâni sıfatları kabulün de, reddin de yanlış olduğunu ileri sürerler.
Halbuki soru sahibinden tafsilât istenerek ona denir ki:
Şayet sen "gayr" ile, mevsûfa zıd olan bir şeyi kastediyorsan sıfat, mevsûfa zıd olamaz; bu bakımdan da sıfatlar zât-ı ilâhînin gayrı değildir. Ama sen "gayr" derken, tam bir şekilde olmasa bile mücmel bir halde mevsûfun anlaşılmasını mümkün kılan şeyi kastediyorsan bu durumda sıfatlar, Bârî'nin gayrıdır.
Doğruyu bilen yalnız Allah'tır. O'nun salât ve selâmı Peygamber Efendimizin üzerine olsun.(mecmuul fetava -3 -İbn Teymiyye )

Allah'ın Sıfatlan, Zâtı Üzerinde Bir Fazlalık mıdır?

O'nun sıfatlarının, zâtı üzerinde bir fazlalık olup olmadığını soran kimseye şu cevap verilir: Eğer «zât» ile, sıfatı reddedenlerin kabul ettikleri sıfatlardan soyutlanmış zâtı kasd ediyorsanız, evet sıfatlar zâtın üzerine bir ziyadedir. Fakat «zât» ile, dışarda varolan zât anlatılmak isteniyorsa, o zaman bu ancak kendisi için gerekli olan sıfatlarla varolabilir. Bu anlamda sıfatlar, bu sıfatlarla nitelenen zâtın üzerine - sıfatlardan soyutlanmış kabul edilen zâta zaid olsalar bile- zaid değildirler.
Birisinin kalkıp: «Vücudî sıfatlar onunla kâim olursa, onun bu sıfatlara ihtiyacı olacaktır; tabiî ki bu sıfatların da ona. O takdirde Rab da başkasına muhtaç olur, dese bu soru da bir önceki soru türündendir.


Önce ona şöyle denilir: «Onunla birtakım vücudî sıfatların kâim olması halinde onlara muhtaç olur» şeklindeki söz, kendisiyle birtakım sıfatların kâim olacağı bir cevherin varlığının mümkün olmasını ve aynı şekilde kendisiyle hiçbir sıfatın kâim olamayacağı bir zâtın mümkün olmasını gerektirir. Bunlardan bir tanesi imkânsız ise, o zaman bu iddia da çürütülmüş olur. Hele ikisi imkânsız olursa, haydi haydi çürür. Çünkü bütün sıfatlardan soyutlanmış bir zâtın var sayılması, dışarda değil ancak zihinde mümkün olabilir. Hariçte asla varolamayan mutlak bir varlığın var sayılması gibi.


«Zât» lâfzı «zü» lâfzının müennesidir. Bu lâfız ancak başkasına
muzaf olması halinde kullanılır. Araplar: فلان ذو علم و قدرة kişi ilim ve kudret sahibidir» derler. Aynı şekilde; نفس ذات علم وقدرة Filân
yani «ilim ve kudret sahibi bir kişi» derler. Kur'ân-ı Kerim'de, yahut Arapçada «zû* ve «zât» lâfızlarının kullanıldığı her yerde bu lâfız, muhakkak izafet halinde kullanılmıştır. Yüce Allah'ın şu buyruklarında olduğu gibi:
«Allah'tan korkunuz ve aranızı ذات بيكم ıslâh ediniz.»
«O göğüslerin özünü (zât) çok iyi bilendir.»


Hz. Hubeyb (r.a.)'in (müşrikler tarafından idam edilmek istenirken söylemiş olduğu) *Ve bu ilâhımın zâtında...»(17) sözü de buna örnektir.
Fakat kelâmcılar bu konuda yanlış olarak: «O, ilim ve kudret sahibidir» dediler. Daha sonra bu lâfızdaki izafet halini kaldırarak O'nu lâm-ı tarif ile tarif etmeye ve *ez-zât* demeye başladılar. Bu lâfız ise eski Arapların kullandığı sözlerden olmayıp, sonradan ortaya çıkartılmış (müvelled) lâfızlardandır. Bu bakımdan ilim adamlarının bir kısmı bunu kabul etmediler. Ebû'1-Feth b. Burhan ve Îbnu'd-Dehhân gibi âlimleri bu arada sayabiliriz. Kadı İbn Akil ve onlar gibi düşünen başka kimseler ise bu görüşte olanların sözlerini reddettiler.


Konu ile ilgili doğru hüküm şudur: «ez-zât. lâfzı eski Arapların kullandığı Arapçada yoktur. Bu, sonradan türetilmiş müvelled bir lâfızdır. Mevcüd, mâhiyet, keyfiyet ve buna benzer diğer kelimeler gibi. Bu lâfız «zât-ın kendilerine izafe edileceği birtakım sıfatların
varlığını gerektirir. Bu bakımdan, ذات علم yani "ilim sahibi,
ذات قدرت kudret sahibi, ذات كلام kelâm sahibi» denir. Anlam da
aynı şekildedir. Fakat kesinlikle sübûti hiçbir sıfatla nitelendirilmeyen ve dışarıda kendi nefsi ile kaim herhangi bir şeyin mümkün
değildir. Hattâ böyle bir şeyin hariçte (zihnin dışında» varolduğunu varsaymak, başkası ile değil, kendi kendisine kâim olan bir arazın varlığını varsaymak gibidir.


lığını kabul etmek, başkası ile kâim olmayan bir sıfatın varlığını kabul etmek gibidir. Bunların her ikisi ise imkânsızdır. Çünkü kendi nefsi ile kâim olanın birtakım sıfatlara sahip olması kaçınılmazdır. Sıfat olan herhangi bir şeyin de bu sıfatla nitelenen ve kendi nefsiyle kâim bir kimsesinin bulunması aynı şekilde kaçınılmazdır.


Bu bakımdan karşı görüşü savunanlar şunu kabul etmişlerdir: Kendileri ister cevher, ister cisim veya isterse başka bir isimle adlandırsınlar, hiçbir sıfatı bulunmayan ve kendi nefsiyle kâim bir varlık bilmiyorlar. Onlar şöyle der: Bütün arazlardan soyutlanmış bir cevherin varlığı imkânsızdır. Hiçbir sıfatı bulunmaksızın kendi nefsiyle kâim bir varlığın mümkün olduğunu kabul eden bir kimse, hem zihnin dışında varlığı bilinmeyen, hem de varlığının olabileceği bilinmeyen bir şeyi var saymış olur. Ya zihnin dışında varlığı imkânsız olduğu bilinirse durum ne olur?


Sıfatlan nefyedenlerin bütün sözleri, onun sübûtunun imkânsız olmasını, onu ancak akılda (zihinde) varsaymanın mümkün olmasını gerektiriyor. Akıl, diğer mümteni' (varlığı imkânsız olan) şeyler gibi onu da kendi kendine varsayar. Varlıkta onların varolduklarım veya imkânsızlıklarını akletmez.

Aynı şekilde yüce Rabbin eğer kemâl sıfatları ile nitelendirilmesi mümkün ise; «onun için mümkün olan, vâcib demektir ve kemâl sıfatlarına sahip olmaması imkânsızdır. O halde onun zâtını kendisi için gerekli ve vâcib olan sıfatlar olmaksızın varsaymak, imkânı olmayan bir varsayımdır. Genel ve özel durumuyla, onun zâtını vâcib olan sıfatlara sahip olmaksızın kabul etmek imkânsız olduğuna göre; «onun o sıfatlara ihtiyacı olur, o sıfatların da ona ihtiyacı olur» şeklindeki bir sözde iki husus hatıra gelir: Bunların her birisi diğerinden ayrı olarak varolabilir. Eğer bu imkânsız ise; o zaman böyle bir iddia ve varsayım da geçersiz olur.

Sonra ona şöyle sorulur: «İhtiyaç duymak» tan maksadın nedir? Sen zâtın, sıfatların faili, onların yoktan varedicisi olduğunu veya bunun tam aksini mi kasdediyorsun? Yoksa bunların birlikte olmasını, yani ikisinden birisinin ancak öbürüyle beraber bulunmasını mı anlatmak istiyorsun? Şayet sen mef'ûlün (sıfatların) faile (zâta) muhtaç olduğunu söylemek istiyorsan, bu söz bâtıldır. Çünkü Rab, hiçbir zaman kendisi için gerekli olan sıfatların faili değildir. Hattâ O'nun için ne fillerinden ne de fiillerinin edilgenlerinden muayyen hiçbir şeyi yapması gerekli değildir. O halde, nasıl O'nun sıfatlarını, O'nun edilgenleri olarak kabul edebilirsiniz? Halbuki O'nun sıfatları zâtından ayrı olmadığı gibi, fiilinin edilgenlerinden de değildir. Eğer bunlar biribirlerinden ayrı olmayan şeyler olduğunu kasdediyorsamz, bu söylediğiniz doğrudur.


Bu şöyle demeye benzer: O ancak kadim, kendi zâtıyla vâcib olduğu takdirde mevcut olur. Ancak hayat sahibi olduğu takdirde alîm ve kadir olur. Eğer onun sıfatları zâtından ayrılmaz ve gerekli şeyler ise, o zaman bu, bunları biribirlerinden ayırmanın düşünülebilmesi halinden daha büyük ve ileri bir kemâlin ifadesidir. Çünkü varlığı, kemâl sıfatları olmaksızın caiz olduğu takdirde, onun için kemâl vâcib değil, mümkün olur. Bu durumda da bu sıfatların kendisi hakkında sabit olması için başkasına muhtaç olur. Oysa bu, daha Önce açıklandığı üzere, kendisi hakkında imkânsız olan bir eksikliktir. Zâtı ile kemâl sıfatlan arasındaki mülâzemetin yani ayrılmazlığın, kemâlin kemâli olduğu böylece öğrenilmiş oluyor.
(mecmuul fetava 6 -İbn Teymiyye )

 

Ercan Tekin

Kıdemli Üye
Katılım
25 Eyl 2010
Mesajlar
5,631
Tepkime puanı
266
Puanları
0
Konunun açılış gayesi ehl-i sünnet ve'l cemaat mensuplarıyla sapıkların ayırt edilmesi içindir.
Gaye anlaşıldı.
Konu şimdi kapatılabilinir.
 

MÜTEŞEKKÜR

Kıdemli Üye
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
6,938
Tepkime puanı
198
Puanları
0
Konunun açılış gayesi ehl-i sünnet ve'l cemaat mensuplarıyla sapıkların ayırt edilmesi içindir.
Gaye anlaşıldı.
Konu şimdi kapatılabilinir.

Muhterem Ercan kardeşim bu konuyu ehil kişilerce tartışılır.Konu elzemdir ama hususi olarak tartışılırsa halledilir.Ancak bu sitede bu konuya vakıf olmayan hatta Kur'an okumasını bile bilmeyenlerimiz varken böyle derin konulara varılmasını sakıncalı buluyorum.
 

lafons7275

Kıdemli Üye
Katılım
19 Şub 2013
Mesajlar
21,533
Tepkime puanı
342
Puanları
0
Konum
İzmir
ercan ve müteşekkür Allah için ikinizi de seviyorum. Aman dikkattttt. Şeytanı sevindirmeyelim. Birlik olalım.
 

Murat Yazıcı

Ordinaryus
Katılım
10 Nis 2007
Mesajlar
2,230
Tepkime puanı
40
Puanları
0
Hanefî fıkıh alimlerinden, İmam Ebû C'afer et-Tahâvî'nin (vefatı m.933) rahimehullah yazdığı ve mezhebin üç büyük imamının itikadî çizgisini yansıtan "Akîde"de şöyle denmektedir:

هذا ذكر بيان عقيدة أهل السنة والجماعة…. ومن وصف الله بمعنى من معاني البشر فقد كفر…. وتعالى الله عن الحدود والغايات والأركان والأعضاء والأدوات…. لا تحويه الجهات الست كسائر المبتدعات…. ولا نخوض في الله

"Bu Ehl-i sünnet vel cemaat akaidinin zikrinin beyanıdır... Kim Allahü teâlâyı beşer sıfatlarından biriyle vasıflandırırsa muhakkak kâfir olur... Allah, varlığı için birtakım sınır ve son noktalar bulunmasından, erkân, aza ve edevattan yüce ve beridir. Mahlukatı ihata eden altı yön O'nu ihata edemez...Allah'ın zatı hakkında derine dalıp düşünmeyiz/konuşmayız."

Molla Aliyyülkârî rahimehullah diyor ki:

"Allahü Teâlâ'nın cisim olduğunu, mekânı bulunduğunu, Allahü Teâlâ üzerine zaman geçtiğini söyleyen kimse de kâfirdir. Böyle bir kimse için iman hakikati sabit olmamıştır.... Allah bir mekânda değildir. Yukarıda değildir, aşağıda değildir, başka cihetlerde değildir. Allahü Teâlâ üzerinden zaman geçmez. Allah bir şeyin içine girmiş değildir, bir şeyin mahalli de değildir." (Fıkh-ı Ekber Şerhi)

Daha fazla bilgi için, blogumdaki "Allahü teâlâ için mekân veya yön söylemek caiz değildir" başlıklı makaleme bakınız.
 

lafons7275

Kıdemli Üye
Katılım
19 Şub 2013
Mesajlar
21,533
Tepkime puanı
342
Puanları
0
Konum
İzmir
438. MEKTUP
MEVZUU: Sübhan Hakkın sıfatları beyanındadır.
NOT: İmam-ı Rabbani Hz. bu mektubu, Seyyid Muhammed Nu'man'a yazmıştır.
***
Allah'a hamd olsun.
Onun seçmiş olduğu kullarına da selâm...
***
Sübhan Hak, vücudun kendisinde, mukaddes zatı ile yeterlidir. Sair kemalât ve tevabiinde de böyledir. Bunlar hayat, ilim, kudret, semi, basar, irade, kelâm ve tekvindir. (Dirilik, bilmek, güçlü olmak, duymak, görmek, dilemek, konuşmak ve yaratmaktır.) Bu kemalâtın husule gelmesinde, sair zaid sıfatlara muhtaç değildir; isterse onun zaid kâmil sıfatlan bulunsun. O yüce Allah, vücudla değil, pek mukaddes zatı ile mevcud olduğu gibi; kendisinin sıfatı olan hayatla değil, zatı ile diridir. Sonra o:
Zatı ile alimdir; ilim sıfatı ile değil...
Zatı ile basirdir; basar sıfatı ile değil...
Zatı ile duyar; semi sıfatı ile değil...
Zatı ile kadirdir; kudret sıfatı ile değil...
Zatı ile diler; irade ile değil..
Zatı ile konuşur; kelâm sıfatı ile değil...
Kâinatın vücuda getirilme mebdei ise, yine zatı ile olup, tekvin sıfatı ile değildir. İsterse alemin vücuda getirilmesi tekvin ve sair sıfatlar vasıtası ile olsun. Nitekim bu mananın tahkiki ileride gelecektir.
Bu tekvin, kudretin ilerisindedir. Çünkü kudrette, fiilin ve terkin sıhhati vardır. Tekvinde ise, fiil tarafı taayyün etmiştir. Kudretin dahi, iradeye tekaddümü vardır. Tekvin ve iradeden sonradır.
Bu tekvin, kulun gücüne benzer. Bu manada ehl-i hak ulema söyle dedi:
-O fiile mekrun olup, kudretin ve iradenin ilerisindedir.
Kudret, her iki tarafı da, yani terki ve fiili sağlar.
İrade, iki taraftan birini tercihe yarar. İcad ise, iradenin tercihinden sonra, tekvine taalluk eder.
İki tarafı sağlama çıkaran kudret isbat edilemez ise, icab gerekir. Tekvinin isbatı olmadığı takdirde, İcad mesnetsiz olur.
İcadı sağlama çıkaran kudret olup, tekvin dahi icadın mübaşiridir. Bu manadan olarak, tekvinin isbatı gerekli oldu. Matüridiye uleması bu yolu bulmuşlardır.
Eş'arilere gelince, tekvinin eşyaya izafetini ve taallukunu daha çok bulduklarından ötürü; izafi sıfatlardan zannetmişlerdir.
Hakkı hak eyleyen Allah'tır. Yolu gösteren de odur.
Tahlik, terzik, ihya, imate (yaratmak, rızıklandırmak, diriltmek, öldürmek) ve bunların benzerlerini tekvin sıfatına döndürmek; onlardan her birinin kendi başına kadim olduklarına kail olmaktan daha iyidir. Ta ki, hiçbir zaruret olmadan, birçok kadimlerin isbatı gerekmesin.
Üstte anlatılan beyandan anlaşıldı ki, Sübhan Hakkın gayrına, Sübhan Hakkın icadı sıfatlar vasıtası ile müyesser olan şey; Sübhan Hakka zatı ile sıfatların tavassutu olmadan hâsıl olmaktadır. Zira, Sübhan Hakkın zatı, herhangi bir işi ve itibarı mülâhaza olmadan, bütün kemalâtı camidir. Hatta o, her kemalin aynıdır. Zira yüce Hakkın zatında parçalanma ve bölünme yoktur.
Zira, Sübhan Hak, zatının tamamı ile alim, tamamı ile duyan, tamamı ile görendir. Sair sıfatlan da buna kıyas etmek vardır.
Durum, üstte anlatıldığı gibi olmasına rağmen, Sübhan Hakkın yedi, hatta sekiz sıfatı vardır. Nitekim ehl-i hak ulema dahi buna kaildir.
Allah onların çalışmalarını şükrana lâyık eylesin.
Bu kâmil kadim sıfatlar, o zati sıfatların zılâli ve mazharlarıdır. Hatta şöyle demek dahi mümkündür:
-Bunlar, o kemalâtın nikabı, saklı nurlarının hicaplarıdır.
***
Burada şöyle bir soru sorulabilir:
-Sübhan Hakkın zatı ki, bütün kemalâtın husulünde yeterlidir. Ne şey için, sıfatların isbatı olsun? Kadimlerin vücuduna niçin kail olunsun? Bu manadan olarak; felsefeciler, mutezile zatla yetindiler. Kadimlerin taaddüdüne kail olmaktan kaçıp sıfatların nefyine kail oldular.
Bunun için şu cevabı veririm:
-Yüce mukaddes Hazret-i Zat, her ne kadar kemalâtın husulünde yeterle ise de; eşyanın tekvininde ve tahlikında sıfat-ı zaideler lâzımdır. Zira, yüce Hakkın zatı tenezzüh ve takaddüsün nihayetinde, azametin ve kibriya şanının gayetindedir. Gına kemalinde dahi öyledir. O yüce Zatın eşya ile münasebeti yoktur. Hikmet iktizası ve âdet iktizasına göre; faydada ve feyizde istifade edip feyiz almak isteyenlerle münasebet de gereklidir. Umumi manada olsa dahi, sıfatlar bir derece tenezzül edip zıllıyet ve eşya ile münasebet hasıl olmuştur. Bu durumda, sıfatların tavassutu olmadan, eşyadan hiçbir şeyin husulü tasavvur edilemez. Zira, yüce mukaddes Hazret-i Zat'ın nur şaşaası satvetinde eşyaya helak, fena, mahiv ve yok olmaktan başka nasip yoktur.
Eşyanın icadını, sıfatların isbatı olmadan, zat-ı bahte bağlayanlarda fikir yoktur. İlk sudur nedir ki, yüce Hakkın veçhi azametlerinde muzmahil ve mütelaşi olmaya...
***
Burada şöyle bir soru çıkabilir:
-Felsefeciler ve mutezile, her ne kadar hariçte sıfat isbat etseler de; ilmi itibarlara kail olup ilimde mütemayyiz olan zati kemalâtı isbat etmektedirler. Böyle olunca, eşyanın icadı zat-ı bahte bağlanmayıp itibarların tavassutu ile olmaktadır.
Bu suale cevabım şudur:
-Alemin icadı hariçtedir; alem dahi hariçte mevcuttur. Harici hicaplar da mutlak gereklidir ki; hariçte eşyanın vücuduna vesile olup ve onları koruya. Yani mahvolup helake gitmekten...
İlmi itibarlar, harici vücudlarda bulunmaz. Harici mevcudatın muhafazasında dahi, ilmi hicap yeterli değildir.
Sofiyeden bazıları var ki, alemin vücuduna ilim dışında kail olmazlar.
İlmi itibarlar bunlar için faydalı olabilir. İlmi vücutlara vesile olması da mümkün olur. Lâkin, alem hariçte mevcuttur; isterse bu hariç; o haricin zilli olsun. Bu vücud dahi, o vücudun zilli olsun. Mutlaka, harici hicaplar gereklidir ki, hariçte alemin vücuduna vesile ola...
Şu da yerinde olur ki, hakiki sıfatlar hariçte mevcut olarak eşyayı terbiye edip alem aynalarında kendi vasıtası ile zati kemalâtı tecelli ettirip zuhur makamına vardıralar.
Sıfatlar, her ne kadar yüce Zat'a hicap makamında olsalar da, zati ke-malâtın zuhuru, onların varlığına bağlıdır. Sıfatların hicabiyet durumu, göstermeye sebep olan manzaranın hicabiyet durumu gibidir. Her ne kadar zilli ise de, ne yapalım ki, vücudumuz, zılla merbut kılındı. Tahakkukumuz dahi hicaba bırakıldı.
O ki zatladır; zattan ayrılmaz.
Bir mısra:
Siyahlık Habeşi'den nasıl gider, kendi rengidir.
Bir şiir:
Bundan ötesinin beyanı ince;
Gizlemek pek hoş pek de güzel bence...
***
Kul, Sübhan Hak olamaz. Ne var ki, Sübhan Hakkın fazlı ile şanı yüce Hak'tan da aynlamaz. Zira: "İnsan sevdiği ile beraberdir..." manası doğrudur. Sübhan Hakkın eşya ile maiyet nisbeti var ise de; lâkin menşei mahabbet olan bu maiyet, o mahiyetten başkadır. Bir kimsenin mahabbeti yok ise, bu maiyeti de bilemez.
Dereceler, mahabbette nasıl değişik ise, mahabbetin değişik olduğu kadar maiyette dahi değişiklik hasıl olmaktadır.
O maiyet, zıllıyetten halâs olmaya sebeptir; tamamı ile izmihlale vasıtadır. Yine o maiyet, köleliği izale edip kulluğun aynında hürriyeti ispat etmektedir. Yine o maiyet, enaniyeti iskat etmektedir; hatta enaniyeti kemaliyet derecesine çıkarmaktadır. Şunun da bilinmesi yerinde olur ki, Sübhan Hak, umumi maiyet manasında şöyle buyurdu: "O sizinle beraberdir."(57/4)
Böylece, Sübhan Hak tarafındaki maiyeti isbat eyledi. Hususi maiyette ise:
"İnsan sevdiği ile beraberdir" hükmüne göre, bu tarafta, mahabbet iktizasına göre maiyet sabit oldu. İkisi arasında çok fark vardır.
Çünkü has maiyette, her iki tarafın isbatı vardır. Bunun için de, vicdan içinde de mahrumiyet lâzım gelir. (Yani varlık içinde yokluk) O ne hasrettir ki, yüce Hakkın huzurunda duyulur! Alem, her ne kadar sıfatların zılâli olup sıfatlar vasıtası ile kendisine vü-cud ve beka arız olmuş ise de; lâkin yüce mukaddes Zat'ı seven, zati mahabbet tavassutu ile, kendi asılları olan sıfatlardan lâkeyfi (şekli belli olmayan) bir yükselme ile terakki etmiştir. Asılları geçerek, asılların aslı ile de ittisal etmiştir. Ne var ki, onun bu ittisali dahi lâkeyfi bir şekildedir. Yani keyfiyeti, şekli belli olmayan bir şekilde.
Şayet aslından terakki edip yükselmez ise, gelişinden, yani vücudundan ne fayda gelir? Ve mahabbete ne hacet... Zira, kendisinin bütün vakitlerde aslı ile ittisali vardır. Zilli vuslat, her zaman için kendisine müyesser olmaktadır. Asıl iş odur ki, asıl, zil gibi basamak yapılan; mahabbet kanatları ile de daha üstüne terakki edile... Bu yükselişi anlamak, herkesin fehminde hasıl olacak cinsten değildir. Nefsini terk ederek, nefsinden terakki etmek, nazar ve fikir erbabının akıl edeceği bir iş değildir.
Sofiyeye gelince, onlardan dahi bu kuvvetle müşerref olanlar, binde birdir. Ki o binde bire, bu muammanın sırrı inkişaf eder. Bir şiir:
Binlerce nükte vardır bunda kıldan ince; Her tıraşlı baş bilmez kalenderlik nice...
***
Burada şöyle bir soru sorulabilir:
-Bu seyir afaki midir, yoksa enfüsi mi?
Bunun için şu cevabı veririm: -
-O, ne enfüsidir, ne de afaki. Zira, enfüs ve afaktan murad, dahil ve hariç olandır. Halbuki bu muamele, duhulün ve hurucun ötesindedir. İsterse, nazar erbabına göre, muhal olsun. Şöyle ki:
Matlub olan, duhul ve huruçtan yana, pek mukaddes olunca, onunla olan nisbet dahi, zaruri olarak, duhul ve huruçtan münezzehtir.
iş bu seyir; böyle müşkil ve böyle incelik taşıyan bir şey olmasına rağmen; erbabı katında malum olup ayırd edilebilmektedir, ilim erbabından olunca da, Denli ve Ekre seyri gibidir.
Zira, diğer menzile göre; her menzilin mümtaz bir durumu vardır.
***
BİR TENBİH
Alem, her ne kadar sıfatların zılâli, sıfatlar dahi Hazret-i Zat'ın zılâli olsa da, lâkin zıllıyetin kendine göre mertebeleri ve dereceleri vardır. Bunların her birinden de Matlub Zat'a hicab vardır.
Çünkü şöyle bir haber vardır:
"Allah'ın nurdan ve zulmetten yetmiş bin hicabı vardır."
Bu hicaplar, tamamı ile açılmadıkça; zıllıyetten halâs olmaz. Burada, hicapların açılmasından murad; şühudi olandır.
Hicapların açılmasının men'i üzerine gelen haber ise, o da vücudi açılmadır. Böyle bir açılma mümteni olup kadim sıfatların kaldırılmasını gerektirir. Böyle bir şeyin olması muhaldir. Lakin, keyfiyeti olmayan bir şekilde maiyet hasıl olur ise, bunun hükmü vücudi manada bir açılma olur ki, hicaplarla olduğu halde hicapsız gibidir. Zira, maiyetin bir inceliği vardır ki, ona hail dayanamaz.
Bir ayet-i kerime meali:
"Rabbimiz, nurumuzu tamamla; bizi bağışla... Çünkü sen, her şeye kadirsin..."(66/8)
Alemlerin Rabbi Allah'a hamd olsun. Salât ve selâm Resullerin efendisine, sen resullere ve onun pak âlinin tümüne...

Muadh işte ben yukardaki yazılanların altına imzamı atarım. Senin (Teymiyye) itikadına göre problem var mı bu yazıda?
 

lafons7275

Kıdemli Üye
Katılım
19 Şub 2013
Mesajlar
21,533
Tepkime puanı
342
Puanları
0
Konum
İzmir
Hanefî fıkıh alimlerinden, İmam Ebû C'afer et-Tahâvî'nin (vefatı m.933) rahimehullah yazdığı ve mezhebin üç büyük imamının itikadî çizgisini yansıtan "Akîde"de şöyle denmektedir:

هذا ذكر بيان عقيدة أهل السنة والجماعة…. ومن وصف الله بمعنى من معاني البشر فقد كفر…. وتعالى الله عن الحدود والغايات والأركان والأعضاء والأدوات…. لا تحويه الجهات الست كسائر المبتدعات…. ولا نخوض في الله

"Bu Ehl-i sünnet vel cemaat akaidinin zikrinin beyanıdır... Kim Allahü teâlâyı beşer sıfatlarından biriyle vasıflandırırsa muhakkak kâfir olur... Allah, varlığı için birtakım sınır ve son noktalar bulunmasından, erkân, aza ve edevattan yüce ve beridir. Mahlukatı ihata eden altı yön O'nu ihata edemez...Allah'ın zatı hakkında derine dalıp düşünmeyiz/konuşmayız."

Molla Aliyyülkârî rahimehullah diyor ki:

"Allahü Teâlâ'nın cisim olduğunu, mekânı bulunduğunu, Allahü Teâlâ üzerine zaman geçtiğini söyleyen kimse de kâfirdir. Böyle bir kimse için iman hakikati sabit olmamıştır.... Allah bir mekânda değildir. Yukarıda değildir, aşağıda değildir, başka cihetlerde değildir. Allahü Teâlâ üzerinden zaman geçmez. Allah bir şeyin içine girmiş değildir, bir şeyin mahalli de değildir." (Fıkh-ı Ekber Şerhi)

Daha fazla bilgi için, blogumdaki "Allahü teâlâ için mekân veya yön söylemek caiz değildir" başlıklı makaleme bakınız.

Rabbim seni çok hayırlarla mükafatlandırsın. Amin.
 

Murat Yazıcı

Ordinaryus
Katılım
10 Nis 2007
Mesajlar
2,230
Tepkime puanı
40
Puanları
0
Muadh işte ben yukardaki yazılanların altına imzamı atarım. Senin (Teymiyye) itikadına göre problem var mı bu yazıda?

İbni Teymiyye'nin gerçekten tuhaf sözleri vardır.

Ebu Hamid bin Merzuk rahimehullah İbni Teymiyye'nin bozuk sözlerini geniş olarak ele almış ve reddetmiştir. Bera'atü'l-Eş'ariyyin isimli eserinden ufak bir kısmı burada vermekde fayda görüyorum:

İBN TEYMİYYE'NİN ALLAHÜ TEÂLÂ'YA SINIR VE MEKÂNINA DA SINIR OLDUĞUNUN İSBATI HAKKINDA BÂTIL SÖZÜ

[İbni Teymiyye] Yine mezkur kitabın [Minhacu's-Sünne'nin] c. 2, s. 29'da (min muvafati sarihi'l makul li sahih el-menkul) bahsinde der ki:

“Allahü teâlâya bir had (ölçü) olup, ondan başkası miktarını bilmiyor. Haddinin sonu tasav­vur edilmesi hiçbir kimseye caiz değildir. Ama haddi olduğuna ina­nacak ve hakkındaki bilgiyi Allahü teâlâya havale edecektir. Allah'ın mekanı için de had vardır. Allah Arş'ının üzerinde, göklerin üstündedir. İşte bu iki durum, O'nun iki haddidir (sınırıdır).”

İbn Teymiyye'nin bu sözleri hakkında derim ki: "Allah için had vardır, mekanı için de bir had vardır?" dediği bu iki sözünde, Rab­bi için cisim isnad ettiğinde, acaba akıllı kimse tereddüt eder mi? Allahü teâlâ ve tekaddes onun dediği bu yalanından uzaktır. Yine akıllı kimse, İbn Teymiyye'nin, "Onun bir haddi olup kendisinden başka kimse bilmez", kavlinden taa "Onun mekanı için de bir had vardır" kavline kadar dediği bu tabirinin arasında hata ve çelişki olduğunda tereddüt eder mi? Bu söz, "Allah'ın cismi vardır, ondan başka hiç kimse cismini bilmiyor" tabirinin benzeridir. Allah'a had isbatlamak, O'na mekan olduğunu söylemek, ancak şeytandan gelebilecek bir kuruntudan başka bir şey değildir.

Allah'ın Kitabı, Peygamberinin sünneti, salih selef ile bütün Müslümanlar, İbn Teymiyye'nin bu hezeyanından uzaktırlar. Alla­hü teâlânın miktarı için (onun dediğine göre) bir had vardır ve mekânı olan Arş için de, bir had olunca, kendisi Arş'ın üzerindedir. Yalnız dört parmak kadar üzerinde kıyamet günü Muhammed sallallahü teâlâ aleyhi ve sellemi oturtacak bir yer boşluğu bırakır de­miş ve Teymiyyeci hocalar da Kur'an-ı Kerim'in bir ayet-i celilesinde geçen Makam-ı Mahmud'un bundan ibaret olduğuna itikad ediyor­lar, denilince, Allah'ın haddini O'ndan başka kimse bilmez diye na­sıl iddia ediyor? Allah alt taraftan Arş'ın sathına temas ediyormuş ve kendisi dört parmak kadar Arş'tan küçükmüş! Allah'ın sağ ve sol yanları olduğunu iddia ediyorlar. Allahü teâlâya olan haddin­den ancak yukarı cihetini bilmemişler ki, işte İbn Teymiyye'nin Allahü teâlâdan başka hiç kimse onu bilmez dediği had budur. Dille­rin hata söylemesinden, kalblerin yanlış düşünmesinden Allah'a sı­ğınıyoruz.

“Allah, Arş'ın üzerindedir (üzerinde oturmuştur)”, diye yukarı­da geçen sözü, yine yukarıda geçen “Allah, yaratıklarından ayrıdır”, dediği sözünü nakz etmektedir. Çünkü Arş da mahlukattandır. İddiasına göre, Allah Arş'ın üzerindeki oturması, ondan ayrı olma­sına muhalif olur.

“Göklerinin üstündedir”in iki manası vardır. Şöyle ki: Bundan maksadı, Allah'ın Arş'ı göklerin üstündedir ise, bu açık bir haber­dir. Zira Arş'ın göklerin üstünde olduğunu Müslümanlar da bilir. Bundan bahsetmesine lüzum yoktur. Şayet maksadı Allahü teâlâ Se­maların üstündedir demek ise, Allahü teâlâ, Arş'ın üzerinde otur­muş değil, Arş'ın altında olması lazım gelir. Çünkü Arş semaların üstündedir. İşte bu kavli hem yanlış hem de mana itibariyle çeliş­kilidir.

“İşte bu durum onun iki haddidir” kavli, fasiddir. Zira bu batıl tabirine göre, Allahü teâlânın beş ciheti (yönü) lazım gelir. Birisi, mekânı için, dört cihet de: alt, sağ, sol cihet ile, kendisinden başka kimsenin bilmediği üst cihetidir. Dillerin hatalı söylemesinden, akılların yanlış düşüncesinden Allah'a sığınıyoruz.

İBN TEYMİYYE'NİN HERKES, ALLAH'IN ZÂTINI VE MEKÂNINI CEHMİYE TAİFESİNDEN DAHA İYİ BİLİR, DİYE BÂTIL İTİKADI VE ALLAHÜ TEÂLÂNIN ONUN BU YALANINDAN MÜNEZZEH OLDUĞU

Mezkur kitabının 30'uncu sahifesinde,

“Herkes, Allah'ı ve Allah'ın mekânını Cehmiye taifesinden daha iyi bilir”

tabiri nedeniyle, İslam ümmetinin cumhuruna karşı çok iftiracı ve cânidir. Zi­ra, Cehmiye taifesinden maksadı, Eş'arilerdir. Bu da onlar hakkın­da ikinci bir iftirasıdır ki, çok bilgili olan İslam âlimlerinden müteşekkil büyük bir cemaate Cehm b. Safvan'ın re'yini isnad ederek onları Cehmiyecilikle lakaplandırmıştır. Halbuki, Cehm b. Safvan, H. 128'de ölmüş ve onun çürük itikadı da beraberinde mezara gitmiş, hiçbir tabii de yoktur. Ve ona mutabeat edilmesine de layık de­ğildir. İbn Teymiyye ile İbn Kayyım'ın tabirlerinde çok geçen bu Cehmiye lakabından maksatlan, Eş'ariyye taifesidir. Çünkü Eş'ariler, Dimaşk'ta onunla yaptıkları münazarada kendisini susturmuş ve Kahire'de toplanan meclislerine de katılmamıştır. Nerede kaldı ki, onlarla münazara edebilsin. Bu sebepten İbn Teymiyye, onları tekfir etmek, Cehmiyelikle lakaplandırmak, çeşitli kötü sövmelerle onlara sövmek, kendini ibadete verip zamanın emirlerinin sevgisini kendine doğru çekmek üslübu cihetine giderek bu çeşit yollarla yüksek dağlara benzeyen o âlimleri·zayıflatacağını zannetmişti. Halbuki takip ettiği bu üslublar, ancak geri kafalı insanlar ve benzerlerinin pazarlarında değerlendirilmektedirler. İbn Teymiyyeci hocalardan başka bütün İslam âlimleri, Allahü tebareke ve teâlâyı ölçülmekten ve mekândan tenzih edip, Allah'ın hakikatini bilmekten hasıl olan aczi müdriktirler. Ve zâtının hakikatı hususunda, derin düşünmek de, Allah'a şerik koşmaktır, diyorlar.

KUR'AN-I KERİM, MEŞHUR VE MÜTEVATİR HADİSLER, İLK ULEMA VE TABİİN İLE 3'üncü ASRIN BÜTÜN ÂLİMLERİNİN KELÂMLARI, ALLAHÜ TEÂLÂNIN ARŞ'IN ÜZERİNDE OLDUĞUNA DAİR TABİRLE DOLUDUR DİYE İBN TEYMİYYE'NİN BÂTIL İTİKADI

İbn Teymiyye yazdığı risalenin 194'üncü sahifesinde Allah'ın yaratıkların üstünde olduğu bahsinde der ki:

“Şüphesiz Kur'an ve yaygın mütevatir hadisler, ilk âlimlerin ve tabiin'in ve hatta üçüncü asrın bütün âlimlerinin kelâmları, Allah'ın yüksekte Arş'ının üzerinde olduğunun isbatı hususunda çeşitli delillerle doludur.”

Derim ki: İbn Teyıniyye'nin bu tabirinde, korkutucu, şaşırtıcı ve itiraz edilir şeyler var. Avam tabakasıyla benzerleri için korkutucudur. Zira onlar, Kur'an ve meşhur hadisler ... diyerek İbn Teymiyye'nin bahsettiği şeyi işittikleri zaman korkar ve etkilenirler. Halbuki bu sözler, tahkik mihengine arz edilirse, ilk bakışta İbn Teymiyye'nin itikad ettiği gibi Kur'an'ın bazı ayetlerinin izahından, Allah'a üst cihet olduğu çabuk akla gelmekte ve bazı ayetlerde de zahire göre üst cihetin aksi anlaşılmaktadır. Peygamber'in (aleyhisselam) meşhur hadislerinin durumları da böyledir. Meşhur olan hadis, bazen sahih, bazen de zayıf olur. Sünnette mütevatir hadisler pek azdır. İbn Teymiyye'nin, tahmini olarak söylediği ve Kur'an ile hadisle, ashaba, tabiine ve bütün üçüncü asrın alimlerine isnad eylediği bu sözlerle miskin avam tabakasını şaşırtıp inançlarını ifsad etmesi, bu izahtan zahir oldu. Şayet doğru ve muhakkik bir zat olsaydı, Allahü teâlânın Arş'ın üzerinde olduğuna dair Kur'an-ı Kerim'den istihrac ederek, delaletin üç nev'i olan mutabakat, tazammun ve iltizami nev'ilerden hiç olmazsa üç misal getirecekti. Ve iddiasına dair yine sahabeden (Allahü teâlâ onlardan razı olsun) ve tabiinden sahih senedler nakledecekti. Keza tabiinin tabilerinden de naklederdi. Ta ki, o delil ve nakillere bakılıp düşünülsün. Lakin kendisi, Allahü teâlânın Kitabına, Resulü'nün sünnetine, salih selefler ile diğer asırlann ulemasına karşı iftiracı ve şaşırtıcı bir tavır almaktadır. “Delaletin nev'ileriyle” kavlindeki tenakuz (çelişki) de açıktır. Çünkü, delaletin üç nev'i de, mantık ilminin mukaddimesindendirler. Halbuki kendisi mantık ilminin okumasını, öğrenmesini haram kılmıştır.

Yine yukarıda adı geçen risalesinde (sahife 200), Allahü teâlânın Arş'ın üzerinde oturması hususunda, aklın açıkça düşünmesi, o hususta varid olan nakillere uygundur, diyor.

Yine mezkur risalenin 202'nci sahifesinde batıl olarak demiş ki: “Gece ve gündüz, kalbleriyle Allah'a teveccüh edip O'na gizli olarak yalvaran sahabe ve tabiin sınıflarının, Allah'ın yaratıkların üzerinde olduğuna dair sorulacak sualden yüz çevirmeleri tasavvur edilemez”.

Aynı risalede kendi hevasına göre, istiva kelimesini tefsir ederken, Malikilere, bilhassa ilk zamandaki âlimlerine, "Onlar, Allahü tebareke ve teâlânın bizatihi Arş'ının üzerinde bulunduğuna dair Ehl-i sünnet ve'l-cemaatin icmaı olduğunu hikayet ediyorlar” diye iftira etmiştir.

Aynı risalenin 213'üncü sahifesinde, “Bu hususta Ehl-i sünnet ittifak etmişlerdir”, diyor.

Yine o risalenin 209'uncu sahifesinde, “Allahü teâlânın haddi (ölçüsü) olduğu hikayesi Abdullah b. el-Mubarek'e isnad edilmiştir.” diyor. Bu, İmam İbnü'l-Mubarek hakkında bir bühtandır. Yine diyor ki: “Bu sahih bir görüş olup Ahmed b. Hanbel, İshak b. Rahuye ile bir değil, birçok imamlardan sabit olmuştur.”

"Bu sahih bir görüştür" dediği şey, yalnız onun ve mücessime fırkasından olan hocaların görüşüdür. “Ahmed b. Hanbel ve İbn Rahuye'den sabittir ...” kavli, bu iki imam hakkındaki ikinci bühtandır. Yukarıda geçen, üç imama yaptığı yalanı kafi gelmemiş gibi, “bir değil, birçok imamlardan ...” diye adeti üzere genel tabirle bahsetmekte, başkalarını şaşırtmak için, “imamlardan yalnız bir değil” gibi bir cümle kullanmaktadır.

Ebu Hamid bin Merzuk, Bera'atü'l-Eş'ariyyin, Bedir Yayınevi, 1994; s.449-452.
 

bi husben

Kıdemli Üye
Katılım
7 Mar 2007
Mesajlar
5,664
Tepkime puanı
322
Puanları
83
Hanefî fıkıh alimlerinden, İmam Ebû C'afer et-Tahâvî'nin (vefatı m.933) rahimehullah yazdığı ve mezhebin üç büyük imamının itikadî çizgisini yansıtan "Akîde"de şöyle denmektedir:

هذا ذكر بيان عقيدة أهل السنة والجماعة…. ومن وصف الله بمعنى من معاني البشر فقد كفر…. وتعالى الله عن الحدود والغايات والأركان والأعضاء والأدوات…. لا تحويه الجهات الست كسائر المبتدعات…. ولا نخوض في الله

"Bu Ehl-i sünnet vel cemaat akaidinin zikrinin beyanıdır... Kim Allahü teâlâyı beşer sıfatlarından biriyle vasıflandırırsa muhakkak kâfir olur... Allah, varlığı için birtakım sınır ve son noktalar bulunmasından, erkân, aza ve edevattan yüce ve beridir. Mahlukatı ihata eden altı yön O'nu ihata edemez...Allah'ın zatı hakkında derine dalıp düşünmeyiz/konuşmayız."

Molla Aliyyülkârî rahimehullah diyor ki:

"Allahü Teâlâ'nın cisim olduğunu, mekânı bulunduğunu, Allahü Teâlâ üzerine zaman geçtiğini söyleyen kimse de kâfirdir. Böyle bir kimse için iman hakikati sabit olmamıştır.... Allah bir mekânda değildir. Yukarıda değildir, aşağıda değildir, başka cihetlerde değildir. Allahü Teâlâ üzerinden zaman geçmez. Allah bir şeyin içine girmiş değildir, bir şeyin mahalli de değildir." (Fıkh-ı Ekber Şerhi)

Daha fazla bilgi için, blogumdaki "Allahü teâlâ için mekân veya yön söylemek caiz değildir" başlıklı makaleme bakınız.


murat yazıcı size bişey sorucam
Neden sadece bu tür konular acıldığı zaman forumda oluyorsunuz ne zaman bu tur konu acılsa balıklama dalıyorsun neden acaba başka konularda senı goremıyoruz yanı bu tur konuları işemekten hazmı alıyorsun
sıze bıze ne faydası var.
 

Murat Yazıcı

Ordinaryus
Katılım
10 Nis 2007
Mesajlar
2,230
Tepkime puanı
40
Puanları
0
murat yazıcı size bişey sorucam
Neden sadece bu tür konular acıldığı zaman forumda oluyorsunuz ne zaman bu tur konu acılsa balıklama dalıyorsun neden acaba başka konularda senı goremıyoruz yanı bu tur konuları işemekten hazmı alıyorsun
sıze bıze ne faydası var.

Samimî sorduğunu düşünerek cevap vereyim: Hayır, bu konuların konuşulmasından haz almıyorum. Bilakis, din kardeşlerimin yanlış inançlara sapabileceği, küfre düşebileceği düşüncesiyle endişe ediyorum. Doğru bilgileri duyurabilmek maksadıyla, sadece Ehl-i sünnet âlimlerinin sözlerini naklediyor, kendim şahsî görüş beyan etmiyorum.

Bu ve başka forumlarda çok değişik konularda yazılar yazdım. Mesela, "tarih" kısmında -eğer silinmediyse- çok sayıda mesajım mevcut idi. Herhalde gözden kaçmış.
 

lafons7275

Kıdemli Üye
Katılım
19 Şub 2013
Mesajlar
21,533
Tepkime puanı
342
Puanları
0
Konum
İzmir
murat yazıcı size bişey sorucam
Neden sadece bu tür konular acıldığı zaman forumda oluyorsunuz ne zaman bu tur konu acılsa balıklama dalıyorsun neden acaba başka konularda senı goremıyoruz yanı bu tur konuları işemekten hazmı alıyorsun
sıze bıze ne faydası var.

bi husben kardeşim murat kardeşimizin yazısında işeme nerde var? Sorumu sakın yanlış anlama ben gözden birşey mi kaçırdım acaba diye sordum. Hakkını helal et, seni Allah için seviyorum.
 

muadh

Yasaklı
Katılım
1 Ara 2012
Mesajlar
434
Tepkime puanı
9
Puanları
0
Bu konuda bir reddiye kitabı yazılmış.Kitadaha okumadım.Okuyup bilgilenelim


IBNI TEYMIYYE’NIN ALLAH’A SINIR KOYDU IFTIRASI

Allah’in Arş’ının uzerinde olmasının bir sınırı varmıdır?
HAMD ALEMLERIN RABBI OLAN ALLAH ICINDIR
Meselenin özü: Had kelimesi arapcada sınır manasina gelmektedir. Bu konudaki Ehli Sünnetin tutumu; Kuran’da ve Sunnet’te Allah’in sifatlarinda bu kelime hakkinda bir bilgi gelmedigi icin susmaktir. Ama bazi sapik firkalar cikip “Allah heryerdedir” dediklerinde, buna delil olarak “Allah’in Zati’nin sinirli olmadigini” soylemislerdir. Bunun üzerine bazi seleften olan ulema, bunlarin bu şüphelerini ve bidatlarını ve küfürlerini yok etmek icin; “Allah’in siniri oldugunu” soylemislerdir.
İbni Teymiyye ise; bu konudaki tutumu kalan konulardan farkli olmayip yine selefe uyumlu olmustur. Yani Kuran’da ve Sunnet’te Allah c.c. sifatlari ile kendini nasil tanitti ise ibni Teymiyye’de oyle tanitmistir. Ama Selef’ten gelen bu konuda rivayetler oldugu için, kitaplarinin bazi yerlerinde, yine sapik firkalara reddiye vermek amaci ile, seleften gelen Had ile alakalı rivayetleri oldugu gibi aktarmis ve uzerinde cok fazla durmamistir.
Elbettekı bizler Allah’in ilminin ve kudretinin ve bilgisinin vb. bir sınırı oldugunu iddia etmiyoruz. Bu şekilde Allah’in sınırı oldugunu iddia eden kiside Kafir’dir. Ama bizim kasd ettigimiz; Allah’in yüce Zat’ının Arş’ının uzerinde olmasinin bir Haddi olup olmamasini konuyuşuyoruz. Bu risalemizin bu bolumunde de bu meseleden bahsedecegiz insallah.

IBNI TEYMIYYE’NIN ALLAH’A SINIR KOYDU IFTIRASI VE BU KONUDAKI SELEF’IN GORUSU
HAD KELIMESINDEN ALIMLER NEYI KASD ETMISTIRLER VE HAD KELIMESININ MANALARI VE IBNI TEYMIYYE’NIN HAD KELIMESINDEN KASD ETTIGI MANA
Nahivcilerde ve Lugatciarda ve Usulculerde, Had kelimesi, bir seyi baska bir seyden ayiran seydir.
Kelamcilarda ise; oyle bir sey dir ki, o vasfı almak icin hak ettigi seydir.
Mantikcilarda ise; bir seyin mahiyetine delalet eden seydir.
Bu konuda imam Gazali’nin Miyaru el-ilim adli eserini, imam Ez-zerkeşi’nin El-bahru el-muhit adli eserini, Şeyh Dimeskiyye’nin El-mekalatu ed-dimeskiyye adli eserini muracaat edebilirsiniz.
Had kelimesinin farklı farklı manalari oldugunu ogrendikten sonra, simdide Şeyhulislam ibni Teymiyye’nin had derken neyi kasd ettigini ogrenelim.
Nakdu Et-tesis adli eserinde soyle demistir: Had, her hangi bir varligin sifatlari ve miktari ile baska bir seyden ayrilmasidir.
HAD KELIMESI ILE ALAKALI SELEF’TEN GELEN BAZI RIVAYETLER VE ULEMANIN IBNI TEYMIYYE’DEN ONCEKI TUTUMU
“Allah’a had kelimesi isnad edilirmi edilmezmi” bu konuda Kuran’dan ve Sunnet’ten gelen her hangi bir rivayet yoktur. Ama selefi salihinden gelen bazi rivayetler vardir.
Selef’ten olan bazi Ulema’nin bu kelimeyi Kuran’da ve Sünnet’te olmamasina ragmen kullanma sebepleri ise; sapik Cehmiyye’ler ciktiginda, Allah’in heryerde oldugunu soylemislerdir. Ulema onlara karsi; hayir, Allah Alem’in ustundedir. Yanimizda zatı ile degildir. Bu sekilde Zati’nin yanimizda olmadigi icin, bir sınırı vardir emislerdir.
Nasil ki Cehmiyye fırkası “Allah zatı ile her yerdedir” dediklerinde, selef soyle demistir: hayir, suphesiz ki Allah zati ile Alem’in ustundedir, ama ilmi ile heryerdedir.
Ayni sekilde Cehmiyye’ler; “Allah’in siniri yoktur, boylelikle heryerdedir” dedikleri zaman, selef soyle demsitir: hayır, halbuki onun zatinin siniri vardir. Cunku Alem’in disindadir (eger zatının siniri olmazsa herşey Allah’in icindedir manasi oluşmus olur. Buda hulul ittihadidir. İste selef bunlari durdurmak adına haddi var demistirler).
Imam Beyhaki’nin rivayet ettigi bir haberde, Ali bin hasen soyle demistir:
Abdullah bin Mubarek‘e sordum, Rabbimizi nasil bilmeliyiz?
Dediki: Yedi kat gogun ustunde Arş‘ına istiva etmis bir sekilde bilmeliyiz.
Dedim ki: Ama Cehmiyye’ler diyorki, bu boyledir (yani; Allah oradadir. Ama ayni sekilde heryerdedir).
Bunun uzerine soyle dedi: Bizler Cehmiyye’nin dedigini demiyoruz. Bizler diyoruz ki: O odur. (yani; Allah Allah’tir ve heryerde degildir).
Dedimki: Had ilemi? (Had’di varmidir).
Dediki: Evet, Vallahi Had ile.
Imam Ed-dişti el-hanbeli “isbatu el-had lillah” adli eserinde, Abdullah bin Mubarek’in eserini rivayet ettikten sonra soyle demistir:
Ve imam Ahmed’den Allah hakkinda Had’din oldugunu isbat etmesi sahih bir sekilde zikredilmistir. Imam Ebu bekir El-hallal sahih senedler ile rivayet etmistir.
Imam Hallah dediki; Bize Ebu bekir el-mervezi haber Verdi, dediki: Ebu Abdullah’ı(yani Ahmed bin Hanbel’i) soyle derken isittim:
Ali bin Hasen’den soyle rivayet olunduki, o da ibni Mubarek’ten ona soyle soruldu …(ve biraz onceki ibni Mubrek’in sozunu naklediyor ardindan soyle devam ediyor: )
dediki(yani Ahmed bin hanbel) ; Bu sozu bana ulasti.
Ravi dediki: ve bu sozu begendi(yani imam Ahmed begendi).
Sonrada Ebu Abdullah Ahmed bin Hanbel şu ayetleri okudu:
210 - Onlar sadece gözetiyorlar ki, Allah, buluttan gölgelikler içinde meleklerle birlikte geliversin de iş bitiriliversin. Halbuki bütün işler Allah’a döndürülüp götürülür.(Bakara suresi).
22 – Rabbinin geldiği ve melekler saf saf dizildiği zaman(Fecr suresi).
Derim ki: Yine imam Ed-dişti, bu konudaki imam Ahmed’den gelen baska rivayetleride zikreder. İmam’in zikrettigi senedlerin cogu sahihtir. Bu sekilde iki rivayetinde sahiholdugunu anlariz.
Imam Beyhaki ibni Mubarek’in sozunu zikrettikten sonra; kendince imam’in kasdini aciklamistir. Imam’in bundan kasd ettigi; aslinda Cehmiyye’ye reddiye yaparak, onun yerde olmadigini ve yarattiklarindan ayri oldugunu kasd etmistir, demistir (aciklamasina uzunca bakmak icin kitabi muracaat edilebilir).
Yinede ibni Mubarek, Had derken kendi maksadini elbette aciklamamis olsada, bu konuda imam’in sozu elbetteki farkli sekillerde de anlasilabilir. Ama imam Beyhaki’den zikrettigimiz söz; dogrudan uzak bir soz degildir elbette (El-esma ve es-sifat, adli eserini muracaat et).
Yinede sunuda belirtmek gerekir ki; Şeyhulislam ibni Teymiyye, imam Ahmed’den gelen baska bir rivayette, “Allah’ın Had’siz(sınırsız), Arş’a istiva etti” dediginide nakletmistir.
Ama ardindan Şeyhulislam, imam Ahmed’in burada kasd ettigi seyin; “Allah’in ilminin ve duymasinin ve gormesinin bir siniri olmamasidir” manasinda oldugunu aciklamistir. yani Allah’inn Ars’in uzerinde olmasi, Allah’in bilgiisniz ve gormesinin ve duymasinin bir siniri oldugu manasina gelememektedir. Onun bilgisi sinirsizdir. Boylelikle, imam Ahmed’in gecmis iki sozu arasinda uyusmazsizlik olmadigini anlamis oluruz. Her bir sozunde farkli bir mana kasd etmistir. (imam ibni Teymiyye’nin Muvafakatu Sarihi el-makul li sahihi el-menkul adli eserine bak).
Baska bir rivayet:
Şeyhulislam El-heravi “Delailu Et-tevhid” adli eserinde soyle demistir:
Allah’in Had’dinin olmasinin isbati.
Derimki: Bu bolumde bu zikrettigi basligin isbatinda şu hadisi delil getirmistir: “Sen, Zahir’sin, senden üstte hiçbir şey yoktur. Sen Bâtın’sın, senden öte hiçbir şey yoktur.
Derim ki: Iste bu şekilde Selef’in bir kısmının Allah’in sınırı oldugunu kabul ettiklerini gormekteyiz. Ama elbetteki sınırının ne kadar oldugunu bildiklerini hic kimse soylememistir. Bunu demek ise hak yoldan sapmaktir. Goruldugu gibi buyuk ihtimalle Allah’in sınırının oldugunu soylemelerinin nedeni; zamanlarindaki “Allah’in siniri yoktur ve bu nedenlede heryerdedir” diyen Cehmiyye’nin karşısında onlarin bu gorusunun batil oldugunu isbatlamak icin olmustur. Bizler eger Selefin bu maksatlarini iyi anlarsak ne demek istediklerini ve neden dediklerini anlamis oluruz, Allah bizleri hak yoldan ayirmasin.
Derim ki: Bu gerideki yaptigim calismadan sonra imam ibni Teymiyye’nin Der-i te-arudu El-akli ve En-nakl adli eserinin 2.clt. 34.s. soyle dedigini gordum:
Hallah (Es-sunne’de) soyle demistir:
Bize Muhammed bin Ali El-verrak haber verdi ve soyle dedi:
Bize Ebu bekir El-esram haber verdi ve soyle dedi: Bize Muhammed bin Ibrahim El-Kaysi haber verdi ve soyle dedi:
Ahmed bin Hanbel’e soyle dedim: ibni Mubarek’ten soyle bir sey zikredilir: Ona soyle sorulmus: Allah’ı nasil bilecegiz? Demis ki: yedinci katin ustunde, Ars’inin uzerinde, sınırlı bir şekilde.
Derim ki: Simdi bu Senedi kısaca inceleyelim:
Muhammed bin Ali: Guvenilir bir ravi’dir. Guvenilir olmadigini sadece Kevseri soylemistir. Kevseri’de Cerh ve Tadl ulemasi tarafindna kabul goren birisi degildir. Aslinda bizler Kevseri’ye cerh va tadil yonundne bakarak hukmunu versek; “Halik”(helak olmus), “Munkerulhadis”(Hadisleri cok kotudur), “La yuhteccu bihi”(onun sozleri ile delil getirilmez) gibi sozleri soylememis gerekir.
Kevseri’nin bu fasid iddiasinin cevabinida imam el-Mu-allimi Et-tenkil adli eserinde veristir. Kevseri’nin sadece bir Cehmi oldugunuda isbat etmistir.
Ebu bekir: imam ibni hacer ve imam Zehebi onun hakkinda “guvenilir” demislerdir (Ruvatu Et-tehizibin‘e bak).
Muhammed bin Ibrahim: Hanbeli imamlarindan imam Ahmed’den rivayet edenler arasinda bilinen bir ravi’dir. Ama kendisi hakkinda tecrih ve tadil bulamadim. Ama imamlar arasinda bu ravi’nin sozu makbul’dur. Mesela imam Ibrahim bin Muflih El-mekadisi’nin El-maksadu El-irşad‘ine bak. Veya Muhammed ibni ebi yala El-ferra’nin Tabakatu El-hanabile’sine bak. Ayrica imam Zehebi islam tarih’inde imam Ahmed’den bu zikrettigimiz sozunu zikretmistir. Bilindigi gibi Mezheb’in buyuk imamlarinin makbul gordugu ravi’lerin rivayetleri kabul edilir. Tabiki: O ravi hakkinda buyuk ulemalarin tecrih’leri yok olmasi şartı ile.
Ama bazi ilim talebeleri ise bu ravi’nin Muhammed bin Ibrahim bin Saad El-kaysi En-naysaburi oldugunu soylemislerdir. Bu ravi hakkinda munker sozleri oldugunu imam Zehebi zikretmistir. Ama ben bu oldugunu sanmiyorum. Yinede en dogrusunu Allah bilir.
Ayrica eger imam Zehebi bu ravi hakkinda munker sozler rivayet ettigini soylerken, yine ayni kitapta bu ravi’nin sozu ile imam Ahmed’den gelen rivayetler arasinda zikretmesi pekte makul degildir.
Eger bu ravi ilim talebelerinin zikrettigi gibi olsaydi, ayni kitapta bu Ravi’nin sozu ile ihticac etmezdi. Ama belkide bu sozunu munker gormeyerekte zikretmis olma ihtimali vardir.
Cunku imam Zehebi (ilim talebelerinin zikrettigi ravi hakkinda) soyle demistir: Onun bazi munker sozleri vardir. Yinede birakilmamistir.
Derim ki: Yinede birakilmamistir sozu. Bu ravi’nin her sozunun zayif oldugu anlamina gelmedigini gostermektedir…
Imam ibni Teymiyye eserinde imam Hallal’dan rivayetleri zikretmeye soyle devam etmistir:
Bana Harb bin Ismail soyle haber verdi: Ishak’a yani Ibni Rahuyeh’e sordum ve dedimki:
O (yani Allah) Arş‘ının uzerinde sinirilemidir?
Dediki: Evet.
Derim ki: imam Harb’in guvenilir bir ravi oldugu ilim talebleri arasinda bile malumdur. Boylelikle imam Rahuyeh’in bu sozunun senedi Sahih’tir.
Sonra imam ibni teymiyye soyle demistir:
Abdullah bin Mubarek’ten soyle dedigini zikretti: o (Allah) Arş‘ının uzerinde, sınır ile yaratiklarindan ayrıdır.
Derim ki: İste bundan sonra Selefin bu konu hakkinda bir cogunun Allah’in Arş’ının uzerinde sınırlı bir sekilde (yani; bizden ayri olarak) oldugunu soylediklerini gormus oluyoruz. Kim boyle dyeni tekfir ederse, veya Bidatci olarak gorurse, Selefi Salihinden olan bir cok imama dil uzatmis olur.
ABDULLAH BIN MUBAREK’TEN GELEN SAHIH RIVAYETI, KEVSERI’NIN HEVA VE HEVESINE UYMADIGI ICIN ZAYIFLAMAYA CALISMASI VE CEVABI
Son zamanlarda cikan yeni tureme olan Alimlere dil uzatan kisilerin buyuk başı olan “Muhammed Zahid El-kevseri”, imam Beyhaki’nin Esma ve sifat adli eserini (sözde) tahkik ederken, Abdullah bin Mubarek’in sozune ulasinca, Şeytanı geliyor ve yine zevkine uyarak, bu sahih senedle gelen rivayeti zayiflamaya kalkışıyor. Aslinda Esma ve sifat kitabini tahkik etmeside ayri bir sorundur. Cunku o kitap, cogu zaman selefin gorusune uyan bir kitaptir. Kevseri ise bu kitabi tahkik yaparak; “bakin bu kitap aslında bizim akide de olan bir kitaptir” demeye calışmıstır. Ama Elhamdulillah, ulema(alimler) bu adami cok defa rezil ettiler. Kevseri’nin itikadi ile Beyhaki’nin eserinin hic bir alakasi olmadigini isbat ettiler.
Kevseri bu Haber’I(imam ibni Mubarek’ten gelen rivayeti) zayiflamak icin, üç tane illet(senedi zayiflama adina, zayiflatici üç tane hastalık) zikretmistir. Aslinda zikrettigi seylerin hepside boş sozlerden ibarettir.
1- Senedinde geçen El-hasen bin Es-sabbah El-bezzar olan ravi’yi zayif gostermeye calisarak, Nesai’nin “cok guclu birisi degil” sözünü nakletmesi.
2- Senedinde geçen ibni Şakik‘in irca ile itham olunmasi öne sürmüştür.
3- Gelen rivayetler arasinda mana olarak ihtilaf olmasi öne sürmüştür.
Derim ki: Belki Hadis ilminde cok derinlesmeyen birisi Kevseri’nin bu şüphelerini dogru sanabilir. Ama asla urum boyle degildir. Şimdide üç suphesine tek tek cevap verecegiz insallah.
1- Bu Haberin butun senedlerinde Hasan bin sabbah yoktur. Sika(guvenilir) olan raviler Hasan bin Sabbah’a mutabba ederek rivayet etmislerdir. Boylelikle butun senedlerinde olmayan ravi hakkinda konusmanin bir degeri yoktur.
Ayrica Hasan bin Sabbah’in zayif ravi olmadigida bilinmektedir. Cunku imam Nesai’nin “Hasan bin Sabbah” hakkindaki sözü Cerh ve tadil ulemasi tarafindan makbul gorulmeyip, başka başka alimler bu ravi’yi zayif gormemislerdir (bu konuda ibni Hacer’in Hedyu es-sari adli eserini muracaat edebilirsin).
2- Ravi’nin irca ile ittiham olmasi. Hadis ulemasinda bilindigi gibi, ravi’nin irca ile itham olmasi onun Hadis’inin alinmamasini asla gerektirmez (ulemadaki sahih olan gorus budur). Heleki rivayet ettigi Hadisler’in eger irca’lık fikrini guclendirici degilse, nasilki bu hadiste oldugu gibi, bu durumda ravi sika(guvenilir) olarak kalır. Ayrica Hadis ravilerinde bidatçılık ile itham edilen dolu ravilerde vardir. Eger hepsini cikarticak olursak, bir suru Hadis’i zayif gormemiz gerekir. Buda hadis ulemasinin yaptigina terstir.
Ayirca, imam Ibni Şekik’i irca’lik ile itham etmeside elbetteki dogru degildir. Cunku Ravinin kendisi basta olmak uzere bu itham’in dogru olmadigini soylemistir. Ayrica bazi ulemalar irca fikrinden dondugunu zikretmislerdir.
Ayrica bununla birlikte alimler, ibni Şakik’ten gelen rivayetleri makbul gormusturler.
Ayrica ulema(alimler) bu Zat’ın “Abdullah bin Mubarek”ten kitaplari defalarca dinledigini ve ibni Mubarek’in sozleri hakkinda cok bilgili birisi oldugunu zikretmislerdir. Hatta bazilari, ibni Mubarek’in sozleri hakkinda ibni Şakik’ten daha bilgilisinin olmadigini bile zikretmistir (Hatip Bagdadi’nin Tarihu el-bagdad adli eserini muracaat et).
Ayrica eski imamlar, iman meselesinde imamin “itikad ve soz ve amel” olugunda icma etmislerdir. Bu iurala muhalefet edenleride irca’ya nisbet etmislerdir. bu nedenle imam Ebu Hanife’yide Irca’ya nisbet eden bir cok alim vardir.
Iste eger Kevseri irca ile itham olan herkesin sozunu makbul gormuyorsa, o zaman neden imam Ebu Hanife’nin hadislerini aliyor acaba?
Halbuki Kevseri kendi zikrettigi bu kurali takip etseydi, Imam Ebu hanife’nin Musned’ini terk etmesi gerekirdi.
Sabah aksam bir suru eserlerinde imam Ebu Hanife’yi savundugunu iddia eden Kevseri, neden acaba ayni ithami yemis olan imam Sakiki’de savunamdiki?
Iste bu, Kevseri’nin ilmi emanete uymadigini ve zevkine gore istedigi şeyi zayiflayip istedigi şeyide Sahih gostermeye calistiginin gostergesidir.
3- Rivayetler arasinda mana olarak ihtilaf olmasini soylemesi. Bu dedigide asla dogru degildir. Bilmiyorum Kevseri hangi hitilafi kasd etmis acaba…
Bizler hiç bir rivayette bir ihtilaf oldugunu gormedik. Ayrica eger Kevseri ibni Mubarek’ten gelen “Allah’in gokte olduguna” dair baska rivayetleri ele alarak, orada “had” kelimesi geçmedigi için, raviler arasinda ihtilaf oldugunu soylemek istiyorsa, bu dedigi gercekten onun cehaletini gosteririr. Cunku her ikiside ayri sozlerdir. Bir alim bir konu hakkinda defalarca farkli sozler soyleyebilir.
Sadece ayni konu hakkinda konustugu icin, sonradan ayni konudaki gelen butun rivayetleri toplayarak, ravilere suçu atmak ve gelen rivayetlerin mana ile zikredildigini veya iztirap icinde oldugunu iddia etmek dogru olmayip Hadis ilmi kriterlerine muhaliftir.
Ayrica ibni Mubarek’in hic bir sozunde Allah hakkinda Had’din olmadigini soylemesi rivayet olunmamistir. Nede bunu hissettiren bir sozu soylemesi bile rivayet olmamistir. Bundan sonra acaba hangi ihtilaf hakkinda konusuyor bu Kevseri…
Yoksa sadece heva ve hevesinemi uyuyor?
Allah Kevseri’ye islam ulemasi yaptigi hiyanet karsiliginda hak ettigini versin inşallah.
BU KONUDAKI ŞEYHULISLAM IBNI TEYMIYYE’NIN GÖRÜŞÜ
Imam ibni Teymiyye Beyan telbisu el-ceymiyye adli eserinde, Had kelimesinin iki tan emanasi oldugunu zikretmistir. Biricisinin: Bir seyin kendi icindeki hakikati manasinda oludugnu, ikincisinin ise; Goz ile veya akıl ile bir seyin olmasi (el-vucudu el-ayni) oldugunu zikretmistir.
İmam Ahmed’in Allah’in had’di olmadan Arş‘ının uzerinde oldugunu soylemesini zikretmistir. Sonrada ibni Teymiyye kesinlikle, Had’din iki manasininda Allah hakkinda imkansiz oldugunu belirtmistir. Allah’in Had diye bir sifatinin olmadigini zikretmistir. Ama Had’den kasıd; Allah’in kalan şeylerden ve yarattiklarindan sifatlari ve kemali ile birslesik degil ayrik olmasini ve Arş’ının ustunde oluşunu belirten bir söz oldugunu zikretmistir.
Iste imam ibni Teyemiyye burada Had’den kasd olunan şeyin; aslinde Cehmiyye’lere reddiye babindan kullanilan bir kelime oldugunu ve Allah’in yaratiklari ile hulul etmedigini(birlesik olmadigi) aciklamak babindan soylendigini ve Allah’in kesinlikle Had diye bir sifati olmadigini ne guzel bir sekilde aciklamistir. Burada ibni Teymiyye’nin sozu onceden zikrettigimiz Beyhaki’nin sozune benzemekte oldugunu unutmamak lazim.
Yine ayni kitapta soyle demistir:
Ayrica Sunnet ve Hadis imamlarindan bir çogu; Allah’in Goklerinin ustunde Arş‘ının ustunde oldugunu ve yarattiklarindan (zatı ile) bir Had(sınır) ile ayri oldugunu, soylemislerdir. Bazilarida Had(sınır) kelimesini Allah hakkinda kullanmamislardir. Bazilarida had’di inkar etmislerdir.
Derim ki: Sonrada imam ibni Teymiyye, imam Eşari’nin sifatlar hakkindaki guzel bir sozunu nakletmistir.
Yine ayni kitapta, had kelimesinin lugattaki manasi hakkinda uzunca konustuktan sonra soyle demistir:
iste ibni Mubarek onlara Allah’in Arş‘ının uzerinde oldugunu ve yarattiklarindan ayri oldugunu belirtmistir. Had kelimesinide kullanmistir.
Bu kelimeyi kullanmasinin sebebi ise; Cehmiyye’lerin “Allah’in haddi yoktur, haddi olmayanda her yerdedir ve herseyin icindedir” demelerine karsilik kullanmistir. Ayrica “Allah goklerin ustunde degildir, cunku eger oyle olsaydi onun bir siniri olmasi gerekirdi” demislerdir. İste bu yüzden herseydeki Müminlerin emiri olan Abdullah bin Mubarek’e “Rab’bimizi nasil taniyalim?” diye sorduklari zaman: “goklerinin ustunde, Arş‘ının ustunde, yaratiklarindan (zati ile) ayridir” diye cevap vermistir.
Bundan sonra … (ibni Mubareke) Sorarlar: “Had ilemi?”
Derki: “Had ile”.
Iste bunu Mulhidler ve Cehmiyyeler ile Müminlerden olan Ehli sunnet velcemaat arasinda olan ihtilafi bilen herkez anlar(derim ki: imam Hattabi r.h. Allah hakkina Had kelimesinin kullanilmamasi gerektitigini zikredip, ibni Mubarek’e reddiye vermistir. Ibni Teymiyye’de ibni Mubarek’i savunarak Hattabi’nin dediginin yanlis olsugunu zikretmistir. Yukarida tercuem ettigim sozude, imam Hattabi’ye verilen reddiyenin bir kismidir).
Yine soyle demistir:
Allah hakkinda Had kelimesini kullanmyanlardan ve dogru gormeyenlerden biriside imam Ebu nasr Es-siczi’dir, derki… ve derki: bizim Allah’in Arş‘ının uzerinde olmasini soylememiz, ona Had vermemiz anlamina gelmez. Cunku had(sınır) yaratiklar icin gecerlidir. Allah c.c. ise yaratiklarinin ustundedir. Boylelikle Allah icin ne mekan nede had vardir. Cunku ittifak etmisizdir ki; Allah onceden vardi ve mekanda yoktu, sonrada mekani yaratti ve o onceden nasil ise simdide oyledir…(sonrada imam Es-siczi had meselesinin Allah hakkinda olmadigini aciklamistir).
Ibni teymiyye yine soyle demistir:
ve bazilarida Had kelimesini Allah hakkinda kullanmamislardir. Osman bin Said’in zikrettigi gibi; Sunnet’teki imamlik ile meşhur olanlar, had kelimesini Allah hakkinda kullandiklarini soylemislerdir.
Şeyhulislam Ebu ismail El-ensari El-heravi Zemmu El-kelam adli eserinde, senedi ile Ahmed bin Hanbel’in arkadaslarindan olan Harb bin ismail El-kermani ile Ishak bin Ibrahim ile kendi aralarinda gecen bir konusmada, Harb, ishak’a soyle demistir:
Nerede olsanız, O sizinle beraberdir(Hadid suresi 4.ayet’in bir kismi) ayeti hakkinda ne dersin?
Oda dediki: Sen nerede olursan ol, o(Allah) sana (ilmi ile) şah damarindan daha yakindir. O yaratiklarindan (zatı ile) ayridir.
ishak’a Dedimki: Arş‘ının uzerinde had ilemidir?
Dediki: Evet Had iledir…
Derim ki: Sonrada ibni Teymiyye, ibni mubarek’in gibi bu konuda bazi nakiller yapar. Ulema’nin bir kişinin Allah’in siniri oldugunu inkar ettigi icin Sicistan’dan surgun edildigini, Seyhulislam El-heravi’den zikreder.
Yine Seyhulislam Der-i Te-arudu el-Akli ve en-Nakl adli eserinde, Harb bin ismail El-kermani’nin bir kitabindan bazi nakiller yapmistir ve soyle dedigini naklemistir:
… ve onun bir haddi (siniri) vardir. Sinirini Allah’tan baska kimse bilemez…
Derim ki: imam El-kermani’nin burada haddi ya Allah’a nisbet etmis veya Allah’in Arş’ına nisbet etmistir.
Hangisine Had kelimesini atfettigindeki sorunun cikma nedeni; cumledeki zamirin tam olarak neye dondugunu anlamadigimdan kaynaklaniyor. Ama cumlenin siyaki ve gelisi Allah’ı kasd ettigini gosteriyor gibi. Ama Arş’ıda kasd etmiş olabilir. En dogrusunu Allah bilir.
BAZI SAPIKLARIN IBNI TEYMIYYE’YI BU SOZLERINDEN DOLAYI TEKFIR ETMELERI VE
GETIRDIKLERI DELILLERIN ILMI MUNAKAŞASINI YAPARAK CAHILLIKLERINI ORTAYA KOYALIM
Diyorlar ki: Seyulislam ibni teymiyye Muvafakat adli kitabinda soyle demis: Allâh’ın bir sınırı var ancak bu sınırı Allâh’tan başka kimse bilemez.
Deriz ki: Aslinda Muhaliflerimizin zikrettigi bu tercumede, imam ibni Teymiyye’ye karşı yapilan bir hile vardir. Muhaliflerimiz, Seyhulislamin Muvafakat Sarihil Ma’kul Lisahihil Menkul adli eserinde, Darulkutubu elilmiyye baskisi ile 1.clt. 325.sayfasindaki bir sozunu naklettiklerini goruyoruz.
Ama ibni Teymiyye’nin sozunun boyle oldugunu goremiyoruz. Halbuki selefi salihinden Allah hakkindaki Had (sınır) kelimesi hakkinda bazi nakiller yaparak “Had” kelimesinden neyi kasd ettiklerini zikrettikten sonra soyle dedigini goruyoruz:
Nasil ki bu bölüm dışında bundan daha fazlasini zikrettiysemde, burada Imamlardan (seleften) zikrettigim nakillerde, bu imamlar Allah’in bir had’di(sınırı) oldugunu ve onun Had’dinide ondan baskasinin bilemeyecegini aciklamislardir.
Derim ki: Sonrada imam Malikten ve baskalarindan farkli farkli sifatlar hakkinda rivayetler yapar.
Kesinlikle imam ibni Teymiyye’nin bu sozunun, yukaridaki sozu ile alakasi yoktur. Cunku imam ibni Teymiyye burada “Had” kelimesini selef’e nisbet etmiştir.
Halbuki aksine muhaliflerimizin naklettigi söz ise, sanki kendisi bu deigini kafasindna soylemis imaji vermektedir.
Allahim, ancak eger muhaliflerimiz kitabın icinde farkli bir yerden benim goremedigim bir nakili yapti iseler o zaman baska. Muhaliflerimizin bu nakili hangi yerden tam olarak yaptiginizi aciklamaniz gerekiyor.
muhaliflerimizin kasd ettigi, ayni kitab’in 1.clt. 336. sayfasindaki imamin sözü ise, derim ki: o söz ibni Teymiyye’nin sozu degil, bilakis imam Osman bin Said Ed-darimi’nin Bisr el-merisi’ye yazdigi reddiyeden bir alintidir. Boylelikle eger sizin kasd ettiginiz bu söz ise, yaptiginiz hile dahada buyuk olmuş olur. İbni teymiyye’nin baskasindan yaptigi bir nakili ona nisbet etmis olursunuz. Ayrica imam Darimi’nin sozu ise sizin zikrettiginiz ve ceviriginiz sozun aynisidir.
Ayrica burada sunuda zikretmek isterim: Eger ilimden haberi olmayan bazi cahiller, imam Darimi’yi mucessimelik ile suclamaya kalkisirlarsa, derim ki: Sizin bu yaptiginiz sadece cahilliginizden kaynaklaniyor. Cehmiyye’nin alametinin Ehli sunnet’e mucessime demeleri oldugunu unutmayin.
Imam Ebu el-fadl El-carudi soyle demistir: Osman bin Said yasarkende olu ikende takip edilecek birisi idi.
Imam Osman soyle demistir: Bizler(yani ehli sunnet) Allah’in sifatlari hakkinda nasil demeyiz ve yalanlamayiz ve tefsirinide yapmayiz.
Imam Zehebi onun hakkinda soyle demistir: imam, Allame, Hafiz, nakid, kendi sehrinin imami… imam Darimi bidatcilarin gozunde bir ok gibidir…(bu nakillere bakmak icin, Hafiz Zehebi’nin siyeri alami en-nubela adli eseri muracaat edilebilir).
Imam Darimi hakkinda bu sozleri nakletmemin sebebi; Turkiye’deki bazi sapik yazarlarin kitapalarinda bu imam hakkinda cok agir ve kotu sozleri oldugu icindir. İnsanlarin bu sapik yazarlarin kitaplarini okurken etkilenmelerinden korktugum icin bunu yazdim. Simdi muhaliflerimizin zikrettigi seylere cevap vermeye devam edelim:
Diyorlar ki: seyulislam ibni teymiyye Muvafakat adli kitabinda soyle demis: “Her kim Allâh hakkında sınırlı olduğunu itiraf etmezse küfre girmiş olur ve Allâh’ın ayetlerini inkâr etmiş olur.
Deriz ki: Buda ayri bir hiledir. (Allah’ım, sadece eger benim goremedigim baska bir yerden nakil yaptilar ise hile yapmamis olurlar. Eger boyle ise aciklamak durumundadirlar) Cunku yine bu sozun aynisini, biraz once adi gecen kitab’in 337. Sayfasinda imam Darimi’nin sozu ile buluyoruz. Bu sozun manasinida yukaridaki naklettigimiz sozlerde imam ibni Teymiyye aciklamistir.
Yani; kim eger “Allah’in bir siniri yoktur” deyip boylelikle “o heryerdedir ve herseyin icindedir” derse, yani hulul ittihadini soylerse kafir olur manasindadir.
Nasil ki imam Ebu hanife’nin dedigi gibi: Kim Allah goktemi yerdemi bilmiyorum derse kafil olur. Baska bir rivayette: Allah’in gokte oldugunu inkar eden kafir olur(imam Zehebi’nin El-uluv adli eserine bak).
Diyorlarki: seyulislam ibni teymiyye Muvafakat adli kitabind soyle demis: Müslümanlar ve kâfirler Allâh’ın göklerde ve sınırlı olduğuna ittifak etmişlerdir.
Deriz ki: Yine eger hata yapmiyorsam buda bir hiledir. Bu sozde imam Darimi’nin bir sozudur. 337. Sayfasinda bu sozu ibni Teymiyye imam Darimi’den nakletmistir.
Ama burada ikinci bir hile daha vardir. O da imam Darimi’nin sozunu tamamlamamislardir. Sozun tamami ise soyledir:
Müslümanlar ve kâfirler Allâh’ın göklerde oldugunda ittifak etmislerdir. Bununla onu sınırladılar. Sadece dalalete düşen “Mirrisi” ve onunla ayni görüşte olanlar hariç.
Hatta küçücük çocuklar bile bunu bilirler. Eger ona bir şey olursa elini havaya dogru kaldirip göge dogru dua eder, baska bir yere dogru degil.
Herkes Allah’in ve onun mekani hakkinda Cehmiyye’lerden daha bilgililerdir.
Iste sozun tamamini eger zikretselerdi, mana cok guzel bir sekilde aciklanacakti. Ama hile yapmaya calisanlar boyle yapmadilar ve hakki batil gibi gostermeye calistilar. Ama eger onlarin bir tuzagi varsa, bilsinler ki Allah’inda bir tuzagi var.
Ayrica tercumeyide kendi kafalarina gore yaptiklari icin manayida degistirmisler. Onlarin tercemesi su sekildedir:
Müslümanlar ve kâfirler Allâh’ın göklerde ve sınırlı olduğuna ittifak etmişlerdir.
Asil mana ise yukarida cevirdigimiz gibi soyledir:
Müslümanlar ve kâfirler Allâh’ın göklerde oldugunda ittifak etmislerdir, ve bununla onu sinirladilar.
Imamin su sozu: ve bununla onu sinirladilar, yani Cehmiyyelere reddiye yaparak “Allah goktedir ve bununlada sinirlidir” demistir. Yani; “Ey Cehmiyye’ler, sizin dediginiz gibi Allah hem yerde hemde gokte degildir, halbuki Allah sadece gokte olup yerde degildir” demek istemistir.
Abdullah bin mubarek’in sozu gibi: Biz Allah goklerin uzerinde Ars’inin ustundedir deriz ve cehmiyyelerin dedigi gibi Allah yerdedir demeyiz(imam Zehebi’nin el-uluv adli eseri).
Ayrica bu konuyu ibni teymiyye guzel bir sekilde aciklamistir. Onun sozunu bu risalede zikretmistik. Muracaat edilebilir. Iste bu zikrettigimiz şüpheler, imam ibni Teymiyye’nin eserlerinden yapilan hilelerin acklanmasi icindir. Bir ilerki konuda da muhaliflerin baska alimlerden getirdikleri deliller uzerinde konusacagiz insallah.
BAZI BIDATCI’LARIN DELIL OLARAK GETIRDIGI SUPHELERININ MUNAKAŞASI VE CEVAPLARI
1- Diyorlar ki: İmam Ebu Mansuri Bağdadi, El Farkul Beynel Firak adlı kitabında diyor ki: Ehlisünnet ve cemaattekiler dediler ki; Allâh, sınırlı olmaktan, sonu olmaktan münezzehtir.
Derizki: İlk once, imam’in bu sozunu tamamlayalim ki mana daha acik olsun:
… Allâh, sınırlı olmaktan, sonu olmaktan münezzehtir, bunun tersine Hisam bin Hakem Er-rafizi Allah’in yedi aciklik uzunlugunda oldugunu soylemistir. Bazi Kerramiyye’lerde Allah’in beş cihetten sonunun olmadigi ve bir cihetten sonunun oldugunu, sonu olan cihette Arş ile birleşik olan cihetidir demislerdir. Bu iki goruste Ehli sunnet’in disindaki goruslerdendir.
Derim ki: Sanirim sozunun tamamini zikrettigimizde mana daha fazla anlaşılıyor.
Imam Bagdadi’nin Allah’in Had’di (siniri) yoktur derken, Cehmiyye’lerin dedigi gibi heryerdedir manasini degil, bu Alem’in disinda Allah’in bir siniri yoktur demek istedigi cok aciktir. Imam’in bu sozude Allah hakkinda Had’din oldugunu soyleyen rivayetler arasinda bir ihtilaf soz konusu degildir. Aslinda ihtilaf sadece lafzi bir ihtilaftir. Yani hakikatte ikiside ayni seyi demek istemislerdir. Boylelikle mana anlasilmis olur.
Ayrica imam Bagdadi, dikkat edilirse kendi zikrettigi bu goruse ters olan gorusleri zikrederken, imam ibni Mubarek’in ve Ahmed bin Hanbel’in sozlerini zikretmemistir. Aksine, Kerramiyye gibi firkalara muhalefet ettigini zikretmistir. Eger bu sozunde kasd ettigi; reddiye verdigimiz kisilerin anladigi sekilde olsaydi, o zaman imam ibni Mubarek gibilerinide kendisine muhalefet eden Kerramiyye’ler arasinda zikrederdi.
Ayrica Şeyh ibni Teymiyye’ye mucessime diyenler icin, yukarida zikredilen: İmam Ebu Mansuri Bağdadi, El Farkul Beynel Firak adlı kitabin Mucessime hakkindaki bolumunu okumalari gerekir ki mucessimelerin kim oldugunu anlasinlar ve ibni Teymiyye ile hic bir alakasi olmaidignida ogrensinler.
2- Diyorlar ki: El İmam Ebu Fadl Temimi, İtikadi İmam Ahmed adlı kitabında diyor ki: İmam Ahmed; Allâh-u Teâlâ kesinlikle değişliğe uğramaz, Arş’ı yaratmadan önce ve yaratıktan sonra da sınırlandırılamaz diyordu ve her kim Allâh, zatıyla her yerdedir’ diyen kimseye karşı geliyordu. Çünkü bu mekânların hepsi sınırlıdır.
Derizki: İlk once bu kitap hakkinda Seyhulislam ibni Teymiyye’nin bir sozunu zikretmeyi uygun gorduk. Imam soyle demistir:
Onun(yani imam El İmam Ebu Fadl Temimi’nin) bu konuda bir kitabi vardir. O kitapta imam Ahmed’in itikadını kendi anladigi sekilde zikretmistir. İmam Ahmed’in sozlerini zikretmemiş, halbuki genel ve micmel(öz) olarak imam’in itikadini kendi sozleri ile aciklamaya calismitir.
Kitapta soyle demsitir: ve Ebu Abdullah(yani imam Ahmed bin hanbel) soyle derdi(sonrada ne diyecekse kendi dili ile acikliyor).
Bu kitap nasil ki bir imam’in mezhebi hakkinda baska birisi kendi agzi ile, baskasi o imam’im mezhebi hakkinda daha bilgili bile olsa, o imam’in mezhebini aciklayici bir kitap yazarsa, iste bu kitapta oyledir(Mecmu El-Fetava 4.clt. 167.s. / imam Temimi’nin kitabinin Darul kubul ilmiyye bsk. 7.s. bak).
Derim ki: Eger sizler bu kitaptaki bazi meseleleri delil olarak getiriyorsaniz, bu imamin bu kitapta zikrettigi butun herseyi kabul etmeniz gerekir. Kafaniza gre işinize geleni alip işinize geleni birakirsaniz, bu kitabi delil olarak almamaniz gerekir.
Bu kitapta Allah’in yüz’ü oldugunu ve yüz’üde Allahin bir sifati oldugunu ve yüz’ün Allah icin mecaz omayip hakiki bir sifat oldugunu ve yüz sifatini Allah’in zatı diye tevil etmenin caiz olmadigini zikretmistir. (nasil ki şimdiki kelamci Es-ari’lerin ve Maturidilerin yaptigi gibi. Onlar yüz sifatini Allah’in zatı diye tevil ederler)
Bununla birlikte Allah’in iki “El”i oldugunu ve iki El’in Zat’ındaki bir sifati oldugunu, ama elbetteki yaratiklarina benzemedigini aciklamistir.
Ayrica “El” sifati’nin şimdiki Eş-ari’lerin ve Maturidi’lerin yaptigi gibi manasinin kuvvet ve kudret ve nimet olmasinin fasid oldugunuda deliller ile aciklamistir.
Allah’in Ars’ina istiva ettiginide soylemistir.
Allah’in istiva’sinin manasinin yukseklik oldugunuda aciklamistir.
Iste imam Temimi, Allah’in yuksekte olugunu isbat ettikten sonra muhaliflerimizin yukarida zikrettikleri sozu soylemistir.
Simdi imam Temimi’nin sozunun zikredilmeyen kismini zikredelim: Allah’in Arş‘a istivasi hakkinda, birlesmek veya dokunmak ile oldu denmesi caiz degildir. Allâh-u Teâlâ kesinlikle değişliğe uğramaz, Arş’ı yaratmadan önce ve yarattıktan sonra da sınırlandırılamaz…
Derim ki: İste imam Temimi’nin burada kasd ettigi, mücessimelere reddiye yapmaktir. Cunku onlar(biraz oncede acikladigimiz gibi) -haşa- Allah’i Arş’ın icinde bir cisim halinde tasavvur ediyorlardi. Imam Temimi’de bunlara reddiye vererek Allah’in Arş’a istiva etmesinden sonra Arş ile sinirlanamayacagini ve Allah’in bu manada bir siniri olmadigini belirtti. Elbetteki “sınırı yoktur” derken zatı ile heryerdedir manasini vermemek icinde, direkmen bundan sonra Cehmiyye’lerin bu gorusune saldirdirarak dogru olmadini acikladi.
Boylelikle selften gelen Allah’a had verenler ile bu ulemanin sozu arasinda bir tanekuz ve uyumsuzluk olmadigi ortaya cikiyor.
Ayrica sizin nakletmenizde baska bir hile daha var. O da; “imam Ahmed dedi” diye cumle baslamiyor. Halbuki bundan uc cumle once “ve soyle derdi” sozu vardir. Ardinda nda uc tane cumle zikretmistir. Bu her cumlenin basinda da “imam ahmed soyle derdi” dememistir. Zaten eger muhaliflerimiz zkrettikleri cumlenin bir ustunu zikretseler kendi goruslerinin fasid bir gorus olduug ortaya cikacaktir. Cunku bunu demeden hemen once Allah’in yukseklerde oldugunu zikrettigini goruyoruz. Muhaliflerimiz ise bunu zikretmemsilerdir. Iste bu sinsice yaptiklari şey; ilmi emanete hic uymayan bir insafsizlik ve manayi degistirmektir(38.s. darul kutubul ilmiyye bsk. imam Temimi’nin itikad kitabi).
Boylelikle, heleki zaten mana ile rivayet ettigi icin, Allah icin Had(sinir) kelimesi hakkindaki sozleri ve mucessimeler hakkindaki sozleri imam Ahmed’in itikadini aciklamak babindan kendi sozlerinden olma ihtimali cok buyuktur. Ama iki halde de bu cumlede sizler icin alacak bir delil yoktur. Aksine bu dedikleri bizler icin bir delildir.
Eger birisi imam Ahmed’in itikadini Senedler ile ve kendi agzindan cikan cumleler ile ogrenmek istiyorsa, imam El-hallal’in Es-sunne adli eserini muracaat edebilir. Orada nasil ibni Teymiyye’nin imam Ahmed’e itikadda muvafakat ettigini her aklı çalışan anlayacaktir inşallah.
Cok onemli bir soru: Muhaliflerimiz; Allah’in sozlerinin harf ve ses ile oldugunu soyleyenlerin kafir oldugunu zikretmislerdir. Bizlerde imam Temimi’nin itikad eserinde, imam Ahmed’in Allah’in sozleri hakkindaki itikadinin; “Allah’in harfler ve sesler ile konusuyor” oldugunu zikretmistir(33.s.).
Yine imam Temimi, Mutekellimlerin gorusu olan “Kuran, Allah’in kelaminin kendisi olmayip onun hikayesidir” sozunu imam Ahmed’in begenmedigini ve kotu gorduugnude zikretmistir. Hatta boyle diyenin dalalet uzere oldugunu imam Ahmed’in dedigini zikretmistir. Imam Temimi’nin kendiside, boyle diyenin islamda yeni bir bidat cikardiigni ve boyle bir seyi Muslumanlarin imamlarinin demedigini zikretmistir(36.s.).
İste bu durumda, muhaliflerimizin hem imam Ahmed’i ve hemde imam Temimi’yi tekfir etmeleri luzum olur. Cunku onlar, Allah’in konusmasinin ses ve harf ile oldugunu soyleyenleri tekfir etmislerdir.
3- Diyorlar ki: İmam Ebu Hanife, El Fıkhıl Ekber adlı kitabında diyor ki: “Allâh’ın sınırı yok ve zıttı da yoktur.
Derim ki: Sizler bir denizde, imam Ebu hanife başka bir denizde…
Ama bununla birlikte yinede Ebu hanife’yi kendinizden gostermeye calisyorsunuz. Hile ustune hile… Allah sizleri ıslah etsin.
Imam Ebu hanife selefi salihin ulemasindan olup ve itikadi selef itikadidir, ya sizler?
Imam Ebu hanife, kim Allah goktemidir yoksa yerdemidir bilmiyorum derse kafir olur demistir. Yine Allah’in gokte oldugunu soylemistir( imam Zehebi’nin El-uluv adli serine bak). Ya sizler?
Sizler ise, tam olarak Ebu hanife’nin dediginin tersini demekten baska bir sey demiyorsunuz. Yaptiginiz şey Allah’in goklern ustunde oldugunu inkar etmektir.
Imam Ebu Hanife’nin, sizlerin parmaginizla üstünü kapatarak okudugunuz o fikhul ekber adli eserinde Allah’in “El” sifati oldugunu soyluyor. Ya sizler? Inkar ediyorsunuz.
Ayni kitapta, Yüz sifati oldugunu soyluyor. Ya sizler? Inkar ediyorsunuz.
Imam Ebu hanife, Allah’tan baskasinin adi ile Allah’a dua etmeyi(mesela: ey Allah’im, fulanca’nin hakki icin bana sunu ver), mekruh gormustur(ibni teymiyye’nin Et’tevessul ve el-vesile adli eseri). Ya sizler? Tam tersine mustehab(guzel ve dogru bir sey) gormussunuz (bu mesele ulema arasinda ihtilafli olsada, amacimiz bunlarin Ebu Hanife’ye muhalefet ettigi seyleri saymaktir).
Imam Ebu hanife, sizler gibi Allah’in “El” sifatini inkar edenlere soyle demistir:
“Allah’in El’i hakkinda manasi Kudret’idir veya nimet’idir denilmez, cunku boyle demek El sifatini inkar etmektir. Bu söz(yani şimdiki Es-arilerin ve Maturidilerin sozleri) kader ve İtizal Ehlinin gorusleridir.
Simdi kendinizin hangi firkaya daha yakin oldugunu kendiniz soyleyin.
Imam Ebu hanife’nin kelamcilara karsi olan sertligi bilinmektedir. Kelam’in kotu bir sey olduguna dair cok fazla sozleri vardir (mesela: Seyhulislam El-heravi’nin Zemmu El-kelam adli eserini ve imam Zehebi’nin El-uluv adli eserini muracaat edebilirsiniz). Peki sizler? Sizler zaten Ebu hanife’nin kizdigi ve o kisilerden sakindirdigi kelamcilarin ta kendilerisiniz.
Bundan sonrada hala imam Ebu hanife’yi r.h. imam’iniz olarak insanlara gostermekten ve bunu iddia etmekten utanmıyormusunuz?
Imam Ebu hanife’nin “Allah’in siniri yoktur” sozune gelince; bunu biraz once zikrettigimiz gibi anlamamiz gerekir. Yani Allah c.c. kesinlikle yaratiklarina benzeyen bir siniri yoktur. Arş’a istivasi veya (imam’in kendisinin dedigi gibi) goklerin ustunde olmasi, onun bir sınırı olmasini gerektirmez.
Ayrica bu söz ile sınırı vardir diyenler arasinda da bir tenakuz ve uyumsuzluk olamdigi cok nettir.
Çünkü sınırı vardir diyenler hulul ittihadinda olan Cehmiyye’lerin şüphelerini yok etmek için derlerdi.
Sınırı yoktur diyenler ise; Allah’i insan’a benzetenlere(mucessimeye) cevaben derlerdi. Boylelikle Allah’in izni ile işkal ortadan kalkar ve imam Ebu hanife’nin muradi anlasilir.
Eger birisi derseki, imam Ebu hanife’nin zamaninda Mucessime diye bir taife tam olarak bilinmiyordu. Derim ki: Bu sozu fikhulekberi rivayet eden bazi ravilerde eklemis olabilir. Veya mucessimeler olmasa bile, imam Ebu hanife’nin kasd ettigi; insanlarin aklinda Allah’ı insanlara benzetmemesi icin, bu sozu soylemis olabilir.
Ayrica Fikhu El-ekber’in sened yonunden sahih olmadigini onceden aciklamistik.
Bu zikrettigimiz reddiyenin hepsi, sadece fikhul ekber’in sened bakimindna dogru olugunu farzedersek gecerlidir. Halbuki sened bakimindan Sahih degildir. Boyleliklezaten bu kitaptan delil getirmek dogru olmaz.
4- Diyorlar ki: İmam El Hafız Muhammed Murtada Ez Zebidi, Şerh İhya Ulumuddin adlı kitabında İmam Zeynel Abîdin (Hz. Hüseyin’in oğlu Hz.Ali)’den şöyle naklediyor: “(Ey Allâh’ım’) Sen sınırlandırılamayan Allâh’sın; bundan dolayı sınırlı değilsin” Aynı zat diyor ki: “Ey Allâh’ım, senin sınırların yoktur.” Yani Allâh sınırlardan münezzehtir.
Deriz ki: İlk once bu sozlerin senedi yoktur. Senedsiz bir söz asla makbul degildir. Ama mana olarak bu sozun manasini yukarilarda aciklamistik. Boylelikle tekrara gerek yok.
Ayrica burada yaptiginiz ayri bir hile daha vardir. Sizler bu sozu zikrederek imam Zebidi’nin sanki ibni Teymiyye’ye kotu baktigini gostermeye calisyorsunuz. Ama aslinda durum oyle degildir. Imam Zebidi, ibni Temiyye’ye “Şeyhulislam” diyen birisidir. Zikrettiginiz kitapta defalarca “Şeyhulislam ibni teymiyye”den ve talebesi imam Ibnulkayyim’den nakiller yapmistir. hatta bir seferinde: “İşte ibni teymiyye’nin cok guzel bir sozu burada bitti” demistir.
Boylelikle ibni Teymiyye’yi muteber bir alim olarak gordugu acikca ortadadir. ve Hamd Allah’adir (bu konuda imam Zebidi’nin Ihya serhi, arapca baskisi ile: 4clt. 537.s. – 1clt. 67-170.s. vb. bakilabilir).
5- Diyorlar ki: İmam Ebul Kasım Şerhil İrşad adlı kitabında diyor ki: Allâh kesinlikle yön ve mekânlarla vasıflandırılmaz.
Deriz ki: “yön” (yani cihet) veya mekan hakkinda Kuran’da ve Sunnet’te ve seleften gelen bir rivayet olmadigi icin, en dogrusu susmaktir elbette(ibni Teymiyye’nin dedigi gibi).
Bu konudaki imam Abdulkadir Geylani’nin şu sozunu unutmamak lazim: ve Allah uluv cihetindedir(el-gunye). Elbetteki bu ayri bir konu oldugu icin yeri gelince uzun uzun aciklayacagiz insallah.
 

Havas

Kısıtlı Erişim
Katılım
19 Ocak 2012
Mesajlar
4,432
Tepkime puanı
71
Puanları
0
Hanefî fıkıh alimlerinden, İmam Ebû C'afer et-Tahâvî'nin (vefatı m.933) rahimehullah yazdığı ve mezhebin üç büyük imamının itikadî çizgisini yansıtan "Akîde"de şöyle denmektedir:

هذا ذكر بيان عقيدة أهل السنة والجماعة…. ومن وصف الله بمعنى من معاني البشر فقد كفر…. وتعالى الله عن الحدود والغايات والأركان والأعضاء والأدوات…. لا تحويه الجهات الست كسائر المبتدعات…. ولا نخوض في الله

"Bu Ehl-i sünnet vel cemaat akaidinin zikrinin beyanıdır... Kim Allahü teâlâyı beşer sıfatlarından biriyle vasıflandırırsa muhakkak kâfir olur... Allah, varlığı için birtakım sınır ve son noktalar bulunmasından, erkân, aza ve edevattan yüce ve beridir. Mahlukatı ihata eden altı yön O'nu ihata edemez...Allah'ın zatı hakkında derine dalıp düşünmeyiz/konuşmayız."

Molla Aliyyülkârî rahimehullah diyor ki:

"Allahü Teâlâ'nın cisim olduğunu, mekânı bulunduğunu, Allahü Teâlâ üzerine zaman geçtiğini söyleyen kimse de kâfirdir. Böyle bir kimse için iman hakikati sabit olmamıştır.... Allah bir mekânda değildir. Yukarıda değildir, aşağıda değildir, başka cihetlerde değildir. Allahü Teâlâ üzerinden zaman geçmez. Allah bir şeyin içine girmiş değildir, bir şeyin mahalli de değildir." (Fıkh-ı Ekber Şerhi)

Daha fazla bilgi için, blogumdaki "Allahü teâlâ için mekân veya yön söylemek caiz değildir" başlıklı makaleme bakınız.

Bir insan allah göğsumu yardı şeytanımı çıkardı demesi küfür değilmi?
bir insanın kuranın şu ayeti bana işaret ediyor demesi küfür değilmi?
rabıtaya inanmak ,muhemmet eşiddir allah demek!,enel hak demek !allah cübbemin altında demek?
küfür değilmi?
yoksa bu mümtaz şahıslar derse küfür değilde biz dersek küfürmü oluyor?

çok tartışıldı..açıklarsanız seviniriz
 

Havas

Kısıtlı Erişim
Katılım
19 Ocak 2012
Mesajlar
4,432
Tepkime puanı
71
Puanları
0
EHLİ SUNNET, ALLAH ZAMANDAN MEKADAN MUNEZZEH DEMİYOR.ALLAH GÖKLERDEDİR DİYOR..



Allah zamandan ve mekandan münezzehtir sözü ilk defa Cehm bin Safvan adlı mel'un tarafından ortaya atılmış ve bu sözün bedelini idam edilerek ödemiştir. Daha önce bu sözü kullanan sahabe, tabiundan kimse yoktur. Ebu Hanife, Malik, Ahmed bin Hanbel, Şafii gibi alimler “istiva ve arş” konusunda; Allah nerededir bilmiyorum, arşta ancak arş nerede bilmiyorum diyenleri tekfir etmişlerdir. (Sadece İmam Şafi: “Bilmiyorsa mazur olabilir” demiştir.)

Ayetteki “istivayı” “istevla” olarak tarif edenler sufizme mensup kişilerdir. Zaten; fıkıhta Hanefi gibi alimleri takip edip akaidde başkalarına uymaları bu tür çelişkili görüşleri gizlemek içindir.



Şimdi konu ile ilgili kaynaklara geçelim.



AYETLER


1) Allah, O'dur ki, gökleri, yeri ve arasındakileri altı günde yarattı. Sonra “ARŞA İSTİVA ETTİ.” Sizin, ondan başka hiç bir yardımcınız yok, hiç bir şefaatçiniz de yoktur. Artık nasihat almıyormusunuz. ALLAH SEMADA BÜTÜN DÜNYA İŞLERİNİ İDARE EDER. Sonra ameller, bir günde O'na yükselir ki, miktarı, sizin saydıklarınızdan bin yıldır.

Secde 4/5

2) RAHMAN ARŞIN ÜZERİNE İSTİVA ETTİ.

Ta'ha 5

3) GÖKTE OLANIN (ALLAH'IN) , sizi yerin dibine batırıvermeyeceğinden emin mi oldunuz? O zaman yer arsıldıkça sarsılır.

Mülk 16

4)Yoksa “SEMADA OLANIN (ALLAH) üzerinize taş yağdıran bir rüzgar göndermesinden emin mi oldunuz? O zaman bu tehditin ne demek olduğunu anlarsınız.

Mülk 17

5) Göklerde ve yerde olan canlılarla melekler, kibirlenmeden hep Allah'a secde ederler. “ÜSTLERİNDE Kİ RABLERİNDEN KORKARLAR” ve emrolundukları her şeyi yaparlar.

Nahl 49/50

6) Firavn veziri olan Hâman'a söyle dedi Ey Hâman Bana yüksek bir kule yap, belki bazı yollara muttali olurum. Göklerin yollarına muttai olurum da, Musa'nın ilahını görürüm. Çünkü ben Musa'nın söylediğinin yani, davet ettiği “SEMÂDA Kİ İLAH” iddiasının yalan olduğunu zannediyorum. Böylece Firavun'a, yaptığı kötü iş süslü gösterildi ve yoldan saptırıldı. Firavun'un tuzağı tamamen boşa çıktı.

Mü'min 36/37

7) Her kim izzet isterse bilsinki bütün izzet Allah'ındır. Güzel kelimeler ancak “O'NA YÜKSELİR” salih amelide güzel kelimeleride yükseltir .

Fatir 10

8 ) O vakit Allah'u Azze ve Celle şöyle buyurdu: Ey İsa şüphe yok ki seni ecelin bitince öldüreceğim ve “SENİ BANA YÜKSELTECEĞİM.”

Ali İmran 55

9) Doğrusu “ALLAH, ONU (Yani Hz.İsa (as)’ı) KENDiSiNE YÜKSELTMİŞTİR” Allah Aziz ve Hakim'dir

Nisa 158



MEZHEP İMAMLARI



Bu mevzuda Ebu Hanife (ra)’dan, naklolunan kavil:

Ebu Hanife (ra)'a: “RABBİMİN SEMADA MI YERDE Mİ OLDUĞUNU BİLMİYORUM” diyen bir adamın hükmünü sordum. “ŞÜPHESİZ O KAFİR OLMUŞTUR... ” Çünkü Allahu Azze ve Celle şöyle buyuruyor: “RAHMAN ARŞIN ÜZERİNE İSTİVA ETMİŞTİR”

“ARŞIDA YEDİ KAT SEMANIN ÜSTÜNDEDİR” dedi. Bende dedim ki: O adam diyor ki tamam “ARŞIN ÜZERİNE İSTİVA ETMİŞTİR” diyorum lakin “ARŞIN SEMÂDA MI YERDE Mİ OLDUĞUNU” bilmiyorum, tekrar Ebu Hanife (ra) cevaben şöyle dedi. “ARŞIN SEMADA OLDUĞUNU İNKAR ETTİMİ ŞÜPHESİZ Kİ O KÂFİR OLMUŞTUR.”

Bu mevzuda İmam Malik(ra)' dan, varid olan kavil:

Abdullah ibnu Ahmed ibnu Hanbel(ra)'dan, er-Reddu ale'l -Cehmiyyeti isimli kitabında, babası Ahmed'den oda Abdullah ibnu Nafl'den o da Malik ibnu E-nes (ra) dan şöyle dediğini rivayet ediyor.

İmam Malik (RA) şöyle dedi:

“ALLAH'U AZZE VE CELLE SEMÂDADIR , İLMİ İSE HER YERDEDİR, İLMİNDEN DE HİÇ BİR ŞEY GİZLİ KALAMAZ.”

Bu Eseri Ebu Davud Mesail'de (263) Abdullah er -Reddu A-le'l -Cehmiyye de (5) ve Aciri Seria da (289) rivayet etmişlerdir.

Ca'fer ibnu Meytmun’dan, şöyle dedi Mâlik ibnu Enes (ra)’a “RAHMAN OLAN ALLAH ARŞA İSTİVA ETTİ” Ayet-i Kerimesinde ki “İSTİVA” kelimesinde, “İSTİVA” nasıldır diye soruldu. Mâlik ibnu enes (ra) şöyle cevab verdi “İSTİVA” malumdur. Nasıl demek ise ma'kul değildir. “ALLAH'U AZZE VE CELLE'NİN ARŞIN ÜZERİNE İSTİVA ETTİĞİNE İNANMAK İSE VACİBTİR.”

Seni ise dalâlette olan birisi olarak görüyorum der ve o kişinin meclisinden çıkarılmasını emreder .

(Beyhaki esma/48; ebu said ed darimi er-reddu al'el cehmiye 28)

Bu mevzuda Ahmed ibnu Hanbel (ra)’dan, naklolunan kavil:

1) Ebu Bekr el -Hallâl'in şeyhi, Yusuf ibnu Musa'l-Kattan şöyle dedi:

Ebu Abdullah'a (Yani Ahmed ibnu Hanbel) denildi ki:



“(Ne diyorsun ?) Allah'u Azze ve Celle, yarattıklarından ayrı olarak KUDRETİ VE İLMİ İLE HER YERDE OLDUĞU HALDE YEDİ KAT SEMANIN ÜSTÜNDE ARŞININ ÜZERİNDE MİDİR?”

Ahmed ibnu Hanbel de cevaben şöyle dedi: “Evet, ALLAH'U AZZE VE CELLE ARŞININ ÜZERİNDEDİR HİÇ BİR ŞEY DE İLMİNDEN GİZLİ DEĞİLDİR.”

Bu Eseri Hallal es-Sünen'de rivayet etmiŞtir.

2) Ebu Talib Ahmed ibnu Humeyd Şöyle dedi: Ahmed ibnu Hanbel'e “ALLAH BİZİMLEDİR” deyip şu ayeti: “Herhangi bir üç sırdaşın, bir fısıltısı oluyor mu, mutlak ALLAH DÖRDÜNCÜLERİDİR” okuyan bir adamdan sordum. Dedi ki: “Muhakkak o CEHMİ olmuştur. Ayetin evvelini bırakarak sonunu alıyorlar.” dedi. Ben de ayeti evveliyle beraber okudum: “BİLMİYORMUSUN ALLAH HEM GÖKLERDEKİNİ HEM YERDEKİNİ HEP BİLİR. HERHANGİ BİR ÜÇ SIRDAŞIN, BİR FISILTISI OLUYORMU, MUTLAK ALLAH DÖRDÜNCÜLERİDİR. BEŞ KİŞİNİN OLUYOR MU, MUTLAK ALLAH ALTINCILARIDIR BUNLARDAN DAHA AZ, DAHA ÇOK OLUYOR MU, MUHAKKAK ALLAH, HER NEREDE OLSALAR, ONLARLA BERABERDİR SONRA BÜTÜN YAPTIKLARINI, KIYAMET GÜNÜ, KENDİLERİNE HABER VERİR. HABERİNİZ OLSUN Kİ, ALLAH, HER ŞEYİ BİLİR.”



Ayetin nihayetinde Ahmed ibnu Hanbel şöyle dedi : “(ZATI DEĞİL), İLMİ ONLARLA BERABERDİR.” Ve sonra KAF suresinden şu ayeti okudu: “NEFSİNİN ONA NE VESVESELER VERDİĞİNİ DE BİLİRİZ. BİZ ONA ŞAH DAMARINDAN DAHA YAKINIZ” (Kaf Suresi, 16) Ve sonra “İLMİ ONLARLA BERABERDİR” dedi.

(Bu Eseri Hallal es-Sünen'de (199) rivayet etmistir.)

3) Mervezi (ra) şöyle haber verdi:



Ebu Abdullah'a (Yani Ahmed ibnu Hanbel'e) dedim ki: “Bir insan ki, ben Allah'ın Kur'an da dediği gibi diyorum. Allah da diyor ki: HER HANGİ BİR ÜÇ SIRDAŞIN, BİR FISILTISI OLUYOR MU, MUTLAK ALLAH DÖRDÜNCÜLERİDİR.” (Mücadele 7 ) Bunu derim bundan başka birşey demem diyor. (Ne dersiniz bu adama?) Dedi ki: CEHMİYYELERİN sözüdür. Bilakis ALLAH'IN İLMİ ONLARLA BERABERDİR. ”

(Bu Eseri Ibnu Buta Inabe'de rivayet edip Zehebi'de Uluv'da (22) tahric etmiştir.)



SAHABELER


Abdullah ibnu Mes'ud (ra)’dan, şöyle dedi: “Dünya semâsı ile ondan sonraki gelen semânın arası beşyüz senedir. Her iki semânın arası böylece beşyüz senedir. Kürsi ile suyun arası da beşyüz senedir Arş ise suyun üstündedir. “ARŞIN ÜSTÜNDE DE ALLAH'U TEBAREKE VE TEALA VARDIR. SİZİN MEŞKUL OLDUĞUNUZ AMELLERİ ORADAN BİLİR.”

(Bu eseri Ebu Said ed-Dârimi Reddu alel-Cehmiyye nam kitabında (275) Ibnu Huzeyme Tevhid de (105/106) ve Beyhaki Esma da(401) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)

Abdullah ibnu Abbas (ra)’dan, vârid olan rivayet:

Aişe (ra)’nin kapıcısı Zekvan’dan,

(Şöyle dedi Abdullah ibnu Abbas (ra) Âişe (ra) vefat edeceğinde yanına geldi. Aişe(ra)'ye hitaben şöyle dedi: Sen Resûlullah (sav)’in kadınlarından kendisine en sevgili olanı idin. Allah Resulü (sav) ise temiz olandan başka bir şeyi de sevmez. HEM SUBHANEHU VE TEALA YEDİ KAT SEMÂNIN ÜSTÜNDEN SENiN BERAATINI İNDİRDİ ve Allah'u Azze ve Celle'nin zikredildiği hiçbir mescid yok ki senin beraatini bildiren Ayet gece ve gündüz orada okunmasin.”

(Bu eseri Ebu Said ed-Darimi er-Reddu Alel-Cehmiyyeti'de (275) sahih bir senedle rivayet etmiştir.)

Abdullah ibnu Umer (ra)’dan, vârid olan rivayet:

Zeyd ibnu Eslem (ra)’dan, şöyle dedi: Abdullah ibnu Umer bir çobanın yanına uğradı ve çobana kesilmeye elverişli bir şeyi olup olmadığını sordu. Çobanda sahibi burada yoktur dedi. Ibnu Umer (ra) da, ne olacak sahibine birini kurt kaptı dersin dedi. Bu söz üzerine çoban “BAŞINI SEMÂYA KALDIRIP ŞÖYLE DEDİ PEKİYİ ALLAH NEREDE YA?” Bu cevabı işiten ibnu Umer (ra) da, Vallahi Allah'ın nerede olduğunu sormaya ben daha layıkım dedi. Ve sonra çobanı ve koyunları sahibinden satın alıp, çobanı azad ederek koyunları da ona verdi.

Ebu Bekr (ra)’dan, vârid olan rivayet:

Abdullah ibnu Umer (ra)’dan, şöyle dedi:Resulullah (sav) vefat ettiğinde,münafıklardan bazıları müslümanların aralarını karıştırmak için nasıl olur böyle bir Resul ölürmü diye laflar konuşmaya baslamışlardı.Binâenaleyh Ebu Bekr (ra) Müslümanlara hitaben bir hutbe irad ederek şöyle dedi:

“EY İNSANLAR EĞER İBÂDET ETTİĞİNİZ İLAH MUHAMMED İDİYSE O ÖLDÜ. EĞER İBADET ETTİĞİNİZ İLAH SEMÂDA Kİ ALLAH İDİYSE O ÖLMEMİŞTİR.”

Ve sonra şu Ayet-i Kerimeyi sonuna kadar okudu: (Muhammed (sav) ancak bir Resuldür. Ondan önce bir çok Resuller gelip geçmiştir. Şimdi o ölür veya öldürülürse siz dininizi terk mi edeceksiniz? (Ali imran 144)

Bu eserden istifade edilen meseleler şunlardır:

a) Ebu Bekr (ra)’in, hitâb ettiği insanların cemi'sinin ashabı kiram olduğu.

b) Hitâb ettiği kişilerin sahâbe olmaları dolayısıyla sâhib olduklari ilimle, Ebu Bekr(ra)in, eğer ibâdet ettiğiniz ilah “SEMÂDA Ki ALLAH” ise, sözüne sukût ederek kabul edişleri söylenen sözün hak olduğuna delâlet etmesi.

c) Hayatta iken Cennetle müjdelenen, Resûlullah'ın arkadaşı olarak Kur'anda zikredilen, Resulü ekremin Halifesi olan Ebu Bekr sıddık (ra), “ALLAH'U AZZE VE CELLE'NİN SEMADA” olduğuna itikad ettiğini beyan eder.

Eğer Ebu Bekr Sıddık (ra) Kitab ve Sünnet'e muhalif olarak bir konuşma yapmış olsaydı bu kadar sahabenin böyle bir hataya sükût edeceklerini ne akıl kabul eder ve nede nakil.

Ebu Zer (ra)’ dan, şöyle dedi: Bir gün tam güneşin batacağı esnada Resulullah ile beraber mescidde bulunuyordum. Bana hitaben biliyormusun güneş nereden batıyor, Ya Eba Zer dedi de Allah ve Resulü en iyi bilendir Ya Resûlellah dedim: Devam ederek, “MUHAKKAK Kİ O ARŞIN ALTINDA RABBİNİN ÖNÜNDE SECDE ETMEĞE GİDİYOR” dedi.

Bu Hadis'i Buhâri (48O2 Ahmed (5/152) ve Ibnu Mendeh (1012) rivayet etmişlerdir.

Câbir ibnu Abdullah (ra)’dan, şöyle dedi: Resulullah (sav) Veda haccında Arefe günü vermiş olduğu hutbede şöyle buyurdu: Ben vazifem olan tebliği yaptımmı ne diyorsunuz? Sahabelerde; Evet Ya Resulellah hakkı ile yaptın diye cevab yerdiler. Resülullah (sav) de şehâdet parmağını SEMAYA DOĞRU KALDIRIP İNSANLARA KARŞI İNDİREREK ALLAH'IM ŞAHİD OL DİYE ÜÇ KERE TEKRAR ETTi.

(Bu Hadis'i Buhâri (1739) Muslim (121 Ebu Davud (1905) ve Ahmed (1/447) rivayet etmişlerdir.)



Bu konu söylenebilecek daha birçok hadis-i şerfi, sahabe sözü ve ulema sözü vardır. Görüldüğü gibi selefin itikadı Arşa istiva ve benzeri konularda tevile gitmemek ve Kur’an ve sünnet ne diyorsa olduğu gibi alıp onun nasılını düşünmemektir.



Yazının sonunda İbn Temiyye’ye atılan bir iftirayı da cevaplamak istiyorum. İbn Teymiyye (ra) da “Arşa istiva” mevzusunu aynen böyle anlar ve anlatır. Onun birgün minberden inerken “İşte Allah da benim gibi böyle iner (haşa)” sözünün hiçbir kaynağı yoktur. Bu söz ona iftira eden zındıklara aittir. Yoksa İbn Teymiyye(ra) de der ki “ALLAH ARŞA İSTİVA ETMİTİR, AMA NASIL SORUSUNU SORMAK BİD’ATTİR.”
 

Murat Yazıcı

Ordinaryus
Katılım
10 Nis 2007
Mesajlar
2,230
Tepkime puanı
40
Puanları
0
EHLİ SUNNET, ALLAH ZAMANDAN MEKADAN MUNEZZEH DEMİYOR.ALLAH GÖKLERDEDİR DİYOR..

Bunu yazan, ya ne dediğini bilmiyor, ya da kimsenin anlamadığı bir şekilde konuşuyor. Hem "Arş'ın üstünde" hem de "göklerde" nasıl olur? Göklerde olan bir şey, Arş'ın altında olur.

Verdiğim bağlantılarda yeterli sayıda vesikalar vardır. Bir misal daha verelim: Molla Aliyyülkârî Mirkat-ul-Mefatih'de (1892 baskısı, 2:137 = 1994 baskısı, 3:300) der ki:

"Seleften bir cemaatın tamamı ve ayrıca daha sonra gelen âlimler de dediler ki: Allahü teâlânın belli bir fizikî yönde olduğuna inanan kâfirdir. Bunu açıkça ifade eden el-Irakî, Ebu Hanife'nin, Malik'in, Şafiî'nin, Eşarî'nin ve [İbni] Bakıllanî'nin ortak görüşünün bu olduğunu söylemiştir."

Aliyyülkârî bu fetvayı Fıkh-ı Ekber Şerhi'nde (1984 İlmiyye baskısı, s. 57) ve Şerhi Aynul İlim'de (1989 baskısı, 1:34) tekrar etmiştir. (Dr. G. F. Haddad'dan naklen)

Allah zamandan ve mekandan münezzehtir sözü ilk defa Cehm bin Safvan adlı mel'un tarafından ortaya atılmış ve bu sözün bedelini idam edilerek ödemiştir. Daha önce bu sözü kullanan sahabe, tabiundan kimse yoktur. Ebu Hanife, Malik, Ahmed bin Hanbel, Şafii gibi alimler “istiva ve arş” konusunda; Allah nerededir bilmiyorum, arşta ancak arş nerede bilmiyorum diyenleri tekfir etmişlerdir. (Sadece İmam Şafi: “Bilmiyorsa mazur olabilir” demiştir.)

Cehm bin Safvan'ın böyle söylediğinin ve bunu ilk söyleyenin Cehm olduğunun ispatı hani nerede?

Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercümesi'nde şöyle yazılı:

"Cumhûr-ı ulemâ, Zât-ı Bâri için cihet kabulünü çirkin görmüşlerdir." (Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercümesi ve Şerhi, 7. Baskı, DİB Yayınları, Ankara, 1982; 4. cilt, s. 114).

Âlimlerin kahir ekseriyeti Allahü teâlânın bir mekânda veya cihette bulunmaktan münezzeh olduğunu bildirmişlerdir. İbni Hazm-ı Zâhirî bile (vefatı m. 1064) böyle yazmaktadır:

"Allahü teâlâ asla mekânlı veya zamanlı değildir. Cumhûr-ı ulemânın ve bizim de duruşumuz budur ve buna aykırı bir görüş câiz değildir, çünkü bundan başkası yanlıştır." (el-Fısal fi'l-Milel, 2:125)

Yazının sonunda İbn Temiyye’ye atılan bir iftirayı da cevaplamak istiyorum. İbn Teymiyye (ra) da “Arşa istiva” mevzusunu aynen böyle anlar ve anlatır. Onun birgün minberden inerken “İşte Allah da benim gibi böyle iner (haşa)” sözünün hiçbir kaynağı yoktur. Bu söz ona iftira eden zındıklara aittir. Yoksa İbn Teymiyye(ra) de der ki “ALLAH ARŞA İSTİVA ETMİTİR, AMA NASIL SORUSUNU SORMAK BİD’ATTİR.”

İbni Teymiyye'ye iftira atılması söz konusu değildir. Kaldı ki, onun matbu eserlerinde -bir kısmı web'de online bulunabiliyor- yeterince çirkin ifadeler vardır. Darımi ve İbni Teymiyye kendileri için "bir sineğin üzerine yerleşebilecek" bir "tanrı" tahayyül etmişlerdir. Allahü teâlâ bizi muhafaza buyursun.
 

muadh

Yasaklı
Katılım
1 Ara 2012
Mesajlar
434
Tepkime puanı
9
Puanları
0



Allah'in goklerin ustunde olduguna dair 14 tane ehli sunnet icma'si



Allah'in izni ile bu bolumde Ehli Sunnet'in Allah'in goklerin ustunde olduguna dair icmalarini zikredecegiz.


Icma: Ummetin hepsinin bir konuda ayni gorus uzerinde olmalarina denmektedir. Bu nedenle Icma'ya
muhalefet etmek ise cok tehlikelidir.

Bir Icma, eger Allah Rasulunun s.a.v. zamanindan itibaren baslamis ise, iste o Icma'ya muhalefet etmek asla caiz degildir. Ama eger bir Icma, asri saadetten sonraki bir donemde gerceklesmis ise, iste sahih olan goruse gore bu icma ile amel etmek veya itikad etmek mecbur degildir. Cunku o Icma'dan once ihtilaf olmustur(daha fazla bilgi icin imam Sirazi'nin "Elluma Fi Usuli El-fikih" adli eserine vb. bak).

Bizim uzerinde konustugumuz "Allah'in goklerin ustunde oldugu" meselesi ise, Peygambermizin s.a.v.
zamanindan itibaren "Icma" edilmis bir meseledir. Bu nedenle bu Icma'ya muhalefet etmek cok tehlikelidir. Hatta eski Es-ari ulemasi bile Allah'in goklerin ustunde oldugunda ihtilaf etmemislerdir. Sadece sonradan gelenlerin bir kismi eskilerine muhalefet ederek, Allah'in goklerin ustunde oldugunu inkar ederek Mutezileye uymuslardir. Benim burada zikredecegim alimlerin sozleri, yaklasik olarak sadece besinci yuz yila kadar olacaktir. Cunku kisi her ne kadar asri saadete yakin olursa onun itikadi o kadar daha temiz ve saf olur. Bu nedenle ilk yuz yillardaki muteber alimlerin sozlerinin pesinden gitmek dogru yoldan gitmek demektir. Ben bu risalede, Allah'in goklerin ustunde oldugunu soyleyen alimlerin sozlerini degil, sadece Icma'yi zikreden alimlerin sozlerini zikredecegim. Veya icma ve ittifak sozu gecmesede icma oldugunu aciklayan sozleri nakledecegim insallah.

Umarim Rabbim bu ameli sadece kendi rizasi icin halis eglesin insallah.

Sunuda unutmamak lazim: Bizler "Allah gokte" veya "Goklerin ustunde" derken, Allah'i bir seyin icine
sikistirma gibi bir manayi asla kasd etmiyoruz. Bizim kasd ettigim sey, Kuran'da ve Sunnet'te ve Icma'da geldigi gibi, Allah'in goklerin ustunde olduguna iman etmektir.

Yine, Arapcada gök "Sema" demektir. Araplar "Sema" kelimesini, yerden yuksek olan her seye soylerler. Yani bize gore yukarida olan hersey "Sema'dir". Bu yonden "Allah Semadadir" derken, yani yarattigi herseyin ustundedir demek istiyoruz. Gokler ve goklerden sonra Ars, onun ustunde ise Allah c.c. idir. Iste iman edilmesi gereken sey budur.

Sanirim bu aciklama yeterlidir. Bu aciklamayi yapmamin nedenide, bazi Maturidi'lerin, bizim Allah'in
bulutlarin yaninda kucuk bir sey gibi inancimiz oldugunu gostermeye calistiklarindandir. Veya "Vehhabiler Allah'in goklerin icinde ufak bir sey oldugunu soyluyorlar" gibi sozler soylerler. Boyle yapan bir surusunu gordum. Allah onlari islah etsin. Simdi ehli sunnet'i ayakta tutan imamlarin sozlerini aktaralim:

1- Imam Ishak bin Rahuyeh (hicri 238.yilda vefat etmistir) soyle demistir:


ALLAH SOYLE BUYURMUSTUR: (RAHMAN ARS'A ISTIVAS ETTI)(Taha 5.ayet). ISTE ILIM EHLI ONUN ARS'ININ UZERINE ISTIVA ETTIGINDE ICMA ETMISLERDIR. VE O YEDI KAT YERIN DIBINDEKI HERSEYI DAHI
BILMEKTEDIR.

Derim ki: Bunu imam Zehebi El-uluv adli eserinde zikretmistir. Senedi ise sahihtir. Bu sozde icma oldugunu zikretmistir.

2- Imam Kuteybe bin Said (hicri 240.yilda vefat etmistir) soyle demistir:


BU EHLI SUNNET VE EL-CEMAAT'IN IMAMLARININ SOZLERIDIR: BIZLER RABBIMIZI YEDINCI KAT GOGUN USTUNDE ARS'ININ UZERINDE OLARAK BILIRIZ. ALLAH'IN SOYLE BUYURDUGU GIBI: (RAHMAN ARS'A ISTIVA
ETMISTIR).

Derim ki: Imam Zehebi bu sozu El-uluv adli eserinde zikrettikten sonra soyle demistir: Iste imam Kuteybe dogru sozlu ve imam olmasi ile birlikte bu meselde Icma'yi zikretmistir. Bu kisi, Malik'i ve Leys'i ve Hammad
bin Zeyd'i ve buyuk imamlari gormustur. Ve uzun muddet yasamistir. Ve hadis hafizlari bu imamin
kapisinda (hadis dinlemek icin) izdiham etmislerdir(El-uluv).

Eger bu imam imam Malik gibi alimleri gormus ise, demekki onlarinda bu sozu soylediklerini duymuski bu icma'yi zikretmistir.

3- Imam Evza-i (Selefi salihin'in buyuk imamlarindandir. Hicri 157. Yilda vefat etmistir) soyle demistir:


Bizler ve tabiinler her tarafta idik. Ve soyle derdik:

SUPHESIZ KI ALLAH C.C. ARS'ININ UZERINDEDIR. VE ALLAH'IN SIFATLARI HAKKINDA SUNNET'TEN RIVAYET OLUNANLARADA IMAN EDERDIK.

Derim ki: Bunu imam Beyhaki Esma ve Sifat adli eserinde sahih bir senedle rivayet etmistir. Imam Zehebi ise El-uluv adli serinde ve imam ibni teymiyye El-hameviyye'de zikretmislerdir.

4- Imam Ibni Ebi hatim, babasi Ebu hatim'e (hicri 277.yilda vefat etmistir) ve hocasi Ebu Zur-a Er-razi'ye (hicri 264.yilda vefat etmistir) "Ehli Sunnet'in dininin usulu (akide) konusundaki goruslerini ve bu kondaki kendi bulustuklari alimlerin sozlerinin ve goruslerinin ne oldugunu sormustur, ikiside soyle cevap vermislerdir:


BULUSTUGUMUZ "HICAZ'DAKI" VE "IRAK'TAKI" VE "SAM'DAKI" VE "YEMEN'DEKI" VE HER YERDEKI
ALIMLERIN GORUSLERI SU SEKILDE IDI: "IMAN SOZ VE AMEL'DIR" "AZALIR VE COGALIR" … VE "ALLAH
ARS'ININ UZERINDEDIR". VE "YARATIKLARINDAN AYRIDIR". VE "O KENDINI BIZLERE KENDI KITABINDA VE
PEYGAMBERININ S.A.V. DILINDE NASIL VASFETTI ISE O SEKILDEDIR". VE "NASIL DENILMEMELIDIR". VE "ILMI
HERSEYI KUSATMISTIR". (ONUN BIR BENZERI YOKTUR, VE O DUYANDIR VE GORENDIR)(Sura 11.ayet).

Derimki: Bunu imam Lalekai itikad kitabinda zikretmistir.

Yine imam ibni Ebi hatim'in babasindan duydugu bir sozdeki su sozunu zikretmekte fayda goruyorum:
Cehmiyye'nin alameti ise (yani bir kisi Cehmiyye'den olup olmadigini anlamak istersen) Ehli Sunnet'i
Musebbihe diye isimlendirmeleridir.

Derim ki: Bunu zikretmemin sebebi, zamanimizin Cehmiyye'leri bu zikrettigim alimlerin coguna
"musebbihe" ve "mucessime" derken (ikisinide ayni anlamda kullanirlar), kendilerinide Ehli sunnet'ten
olduklarini iddia ederlerken, aslinda onlarin Cehmiyye olduklarini isbat etmek icin zikrettim.

5- Imam Osman bin Said Ed-darimi (hicri 280.yilda vefat etmistir) soyle demistir:


… Ve Muslumanlarin hepsi ALLAH'IN ARS'ININ UZERINDE VE GOKLERIN UZERINDE OLDUGUNDA ITTIFAK
ETMISLERDIR.
Derim ki: Bunu imam kendisi En-nakd ala bisr el-merrisi adli eserinde zikretmistir.

6- Imam Zekeriyya Es-saci (hicri 307.yilda vefat etmistir) soyle demistir:

HADIS EHLINDEN OLAN (Ehli sunnet'i kasd etmektedir. Eski zamanlarda ehli sunnete hadis ehli denilirdi) KARSILASTIGIMIZ ARKADASLARIMIZIN UZERINDE OLDUKLARI ITIKAD ISE, "ALLAH'IN ARS'ININ UZERINDE OLDUGU" VE GOKLERIN USTUNDE OLDUGU" VE "ISTEDIGI SEKILDE YARATIKLARINA YAKLASMAKTA OLDUGUDUR".

Derim ki: Imam Es-ari Mutezili'likten tovbe ettikten sonra bu imamdan ders almis ve dizinin dibinde
oturmustur(bunu, imam Zehebi El-uluv adli eserinde zikretmistir). Bu nedenle imam Es-ari'nin sozununde El-ibane adli eserinde buna uymasini hatirlatmak gerekir.

Bu sozu imam Zehebi El-uluv adli eserinde ve ibnulkayyim Ictimai El-cuyus adli eserinde zikretmislerdir.

7- Imam ibni Huzeyme (hicri 311.yilda vefat etmistir) soyle demistir:


KIM KI "ALLAH'IN GOKLERIN USTUNDE OLDUGUNU" VE "ARS'ININDA UZERINDE OLDUGUNU" VE "YARATIKLARINDAN AYRI OLDUGUNU" SOYLEMESSE, O KISININ TOVBE ETTIRILMESI GEREKIR. EGER TOVBE
EDERSE BIRAKILIR. AMA EGER TOVBE ETMEZSE BOYNU VURULUR. SONRADA KOKUSUNDAN KIBLE EHLI'NIN(MUSLUMANLARIN) VE KITAB EHLININ(KAFIRLERDEN OLAN HRISTIYANLARIN) ZARAR GORMEMELERI ICIN COPLUGE ATILIR.

Derim ki: Bu sozunu Seyhulislam ibni teymiyye Der-i Et-tearudu El-akli ve En-nakl adli eserinde zikretmistir.

Imam ibni Huzeyme yine soyle demistir:

KIM KI ALLAH'IN ARS'ININ UZERINE ISTIVA ETTIGINI VE GOKLERIN USTUNDE OLDUGUNU INKAR EDERSE, ISTE O KISI KAFIR'DIR VE KANI HELALDIR…

Derim ki: Bu sozunu imam Zehebi Siyeri Alami Ennubela zikretmistir.

8- Imam ibni ebi Zeyd El-kayravani (hicri 386.yilda vefat etmistir. Kendisi zamanindaki Maliki alimlerin en buyugudur) soyle demistir:


… ISTE UMMETIN ICMA ETTIGI DINI KONULARDAN BAZILARI VE BU KONULARIN MUHALEFETi BIDAT OLAN MESELELERDEN BAZILARIC ISE SNLARDIR: … VE ONUN "GOKLERIN USTUNDE OLDUGU" VE "ARS'ININ
UZERINDE OLDUGU" VE "YERDE OLMADIGI" VE "ONUN HER YERDE DE OLMADIGIDIR"…

Derim ki: bunu kendisi El-cami fi Es-sunen ve El-edab adli eserinde zikretmistir. Bunun benzerlerini imam
Zehebi El-uluv adli eserinde imamdan nakletmistir.

9- Imam Ibni Betta El-akberi (hicri 387.yilda vefat etmistir) kendi yazdigi El-ibane adli eserinde (bu eser imam Es-ari'nin El-ibane'sinden farklidir) soyle demistir:


SAHABE VA TABIIN ZAMANINDAN ITIBAREN VE MUMINLERDEN OLAN BUTUN ALIMLER VE BUTUN MUSLUMAN'LAR: "ALLAH'IN GOKLERIN USTUNDE OLUP", ARS'ININ UZERINDE OLDUGUNDA" VE YARATTIKLARINDAN AYRI OLDUGUNDA" VE "ILMI ISE YARATTIKLARININ HER SEYINI KUSATMIS OLDUGUNDA" ICMA ETMISLERDIR…(sozunun tamamina kendi eserinde bak).

Derim ki: Zamanimizin bazi sapiklari bu imamin mucessime oldugunu iddia etmislerdir. Ama bu imam
aslinda onlardan son derece beri ve uzaktir. Bunu daha iyi anlamak icin imam Zehebi'nin El-uluv adli
eserindeki ve baska eserlerindeki bu imama yaptigi ovguleri gormek yeterlidir. Imam Zehebi'nin bu imamin sozleri ile kendine delil getirmesi bile bu imamin mucessime olmadigina dair en onemli delildir.

10- Imam Ebu Omer Et-talemenki (hicri 429.yilda vefat etmistir) soyle demistir:


EHLI SUNNETTEN OLAN MUSLUMANLAR (VE SIZ NEREDE OLURSANIZ OLUN O SIZIN ILE BERABERDIR)(Hadis 4.ayet) AYETININ VE BUNA BENZER OLAN EYETLERIN MANASININ "ONUN ILMI ILE OLDUGUNDA" VE ALLAH'IN "ZATI ILE GOKLERIN USTUNDE OLDUGUNDA" VE "ISTEDIGI SEKILDE ARS'ININ UZERINE ISTIVA ETTIGINDE" ICMA ETMISLERDIR…

EHLI SUNNET (RAHMAN ARS'A ISTIVA ETTI)(Taha 5.ayet) AYETININ TEFSIRINDE SOYLE DEMISLERDIR: .MECAZEN DEGILDIRVE RINE ISTIVA'SI GERCEK MANADADIR.UZE INKI ALLAH'IN ARS'IN SUPHESIZ

Derim ki: Imam Zehebi bu imamin bu sozunu El-uluv adli eserinde zikrettikten sonra ovmustur.

Bu sozu imamin kendisi "El-vusul ila marifetilusul" adli eserinde zikretmistir.

11- Imam Ebu Nuaym El-asbahani (hicri 430.yilda vefat etmistir) soyle demistir:

Bizim uzerinde gittigimiz yolumuz Kitab ve Sunnet ve Ummetin Icma'si uzerinde giden Selef'in yoludur.
Onlarin itikad ettigi seylerden bazilari ise:

… VE "ARS'IN OLDUGUNU SOYLEYEN HADISLERIN SAHIH OLDUGU" VE "ONUN UZERINE ALLAH'IN ISTIVA ETTIGINI SOYLERLER". ISTIVA'NIN SABIT OLDUGUNU, BENZETMEDEN VE NASIL DEMEDEN KABUL EDIP ITIKAD EDERLER. VE ALLAH'IN YARATIKLARINDAN AYRI OLDUGUNU VE YARATIKLARINDA ONDAN AYRI OLDUGUNU VE ONUNLA KARISMADIGINI (imam burada Allah'in herseyin icinde oldugunu soyleyenlere
reddiye vermektedir) VE ONUN(ALLAH'IN) ARS'ININ UZERINE ISTIVA ETTIGINI VE GOKLERIN USTUNDE OLDUGUNU VE YERDE OLMADIGINI SOYLERLER.

Derim ki: imam Ebu Nuaym buyuk alimlerdendir. El-hulye adli muhtesem bir eseri vardir. Bu sozunu imam Zehebi El-uluv adli eserinde bu imamin bir risalesinden nakletmistir.

12- Imam Ebu Nasr Es-siczi (hicri 444.yilda vefat etmistir) soyle demistir:


BIZIM IMAMLARIMIZDAN OLAN "SUFYAN" VE "SEVRI" VE "MALIK" VE "SUFYAN BIN UYEYNE" VE "HAMMAD BIN SELEME" VE "HAMMAD BIN ZEYD" VE "ABDULLAH BIN MUBAREK" VE "FUDAYL BIN IYAD" VE "AHMED ALLAH'IN ZATI ILE ARS'ININ UZERINDE GIBILERI: "HANZALI-ISHAK BIN IBRAHIM EL"VE "HANBEL BINRAZI GELDIGINDE VE KIZDIGINDAVE (istedigi zaman) ONUN DUNYA SEMASINA INDIGINDEVE OLDUGUNDAVE ISTEDIGI ZAMAN KONUSTUGUNDA ITTIFAK ETMISLERDIR.

ISTE KIM BU SEYLERDEN HER HANGI BIRISINE MUHALEFET EDERSE, ISTE O KISI BU IMAMLARDAN BERI'DIR VE BU IMAMLARDA O KISIDEN BERI'DIR (yani eger bir kisi muhalefet ederse o kisi ehli sunnete muhaefet etmis olup bu alimlerin sozu disinda bir soz soylemis olur. Iste burada Es-ari'lerin ve Maturidi'lerin vb. bu imamlara demediklerini nisbet ederek "onlarda bizim ile ayni itikad uzerinde idiler" diyerek, bu imamlardan beri olmus olurlar. Bununla birlikte bu imamlara ister istemez yalan soylemis
olurlar. Bunun benzerleri kendi eserlerinde cok fazladir.).

Derim ki: Bu sozu imam Zehebi Siyeri Alami En-nubela'da zikrederken, Seyhulislam ibni teymiyye ise Der-u Et-tearu El-akli ve En-nakl adli eserinde zikretmistir. Bu imami cok fazla alimin ovdugunude unutmamak gerekir.
13- Seyhulislam Ebu Osman Ismail Es-sabuni (hicri 449.yilda vefat etmistir) soyle demistir:


HADIS EHLI, ALLAH'IN KITABI'NIN VE UMMETIN ALIMLERININ VE SELEFIN IMAMLARININ ZIKRETTIKLERI GIBI
IC BIRI H". VE "ALLAH GOKLERIN UZERINDE ARS'ININ UZERINDEDIR"KI: ITIKAD EDIP SEHADET EDERLER."ALLAH'IN GOKLERIN USTUNDE VE ARS'ININ UZERINDE OLMASINDA IHTILAF ETMEMISLERDIR

Derim ki: Bu imamin derslerine cikarken imam Es-ari'nin El-ibane adli eseri yaninda olmadan cikmadigi
hakkinda bazi rivayetler vardir. eger sabit olsa idi guzel olurdu, ama senedinde "Mechul" vardir, bu nednele sendi zayiftir. Bu rivayeti imam ibni Asakir Tebyinu Kezibi El-mufteri adli eserinde zikretmistir.


Imam Sabuni'nin bu sozunu, imam Zahebi El-uluv adli eserinde zikretmistir. Ayrica imamin bu sozu, kendi yazdigi bir risalede gecmistir. "Akidetu Es-selef ve Ashabu El-hadis" basligi altinda Arapca basilmistir.


14- Imam ibni Abdilber (463.yilda vefat etmistir) soyle demistir:

… Ve bunda da "ALLAH'IN GOKLERIN VE ARS'ININ USTUNDE OLDUGUNA DAIR BIR DELIL VARDIR. NASIL KI (ehli sunnet vel) CEMAAT BUNU DEMISTIR. VE ONLARIN BU SOZU MUTEZILE'YE VE CEHMIYYE'YE KARSI ONLARIN ALLAH'IN HER YERDE OLDUGUNU VE ARS'ININ UZERINDE OLMADIGINI IDDIA ETMELERININ KARSISINDA GETIRDIKLERI DELILLERDEN BIRISIDIR.

Derim ki: Imam bunu Et-temhid adli eserinde zikretmistir(7.clt 129.s.).

Son olarak: Allah'in izni ile bu kadar aciklama hakki arayan ve bulmak isteyen kisi icin yeterli ve kafidir. Salat ve selam Muahammed'in s.a.v. uzerine olsun, ve Hamd Allah'a olsun.
 

Murat Yazıcı

Ordinaryus
Katılım
10 Nis 2007
Mesajlar
2,230
Tepkime puanı
40
Puanları
0



Allah'in goklerin ustunde olduguna dair 14 tane ehli sunnet icma'si



Allah'in izni ile bu bolumde Ehli Sunnet'in Allah'in goklerin ustunde olduguna dair icmalarini zikredecegiz.

Icma: Ummetin hepsinin bir konuda ayni gorus uzerinde olmalarina denmektedir. Bu nedenle Icma'ya
muhalefet etmek ise cok tehlikelidir.

Acaba yazılanlar okunuyor mu?

Molla Aliyyülkârî Mirkat-ul-Mefatih'de (1892 baskısı, 2:137 = 1994 baskısı, 3:300) der ki:

"Seleften bir cemaatın tamamı ve ayrıca daha sonra gelen âlimler de dediler ki: Allahü teâlânın belli bir fizikî yönde olduğuna inanan kâfirdir. Bunu açıkça ifade eden el-Irakî, Ebu Hanife'nin, Malik'in, Şafiî'nin, Eşarî'nin ve [İbni] Bakıllanî'nin ortak görüşünün bu olduğunu söylemiştir."

Aliyyülkârî bu fetvayı Fıkh-ı Ekber Şerhi'nde (1984 İlmiyye baskısı, s. 57) ve Şerhi Aynul İlim'de (1989 baskısı, 1:34) tekrar etmiştir.

Birkaç misal daha verelim. Meşhur Mızraklı İlmihal'de diyor ki:

"Bir kimse Allahdan hâli [boş] yer yok dese veyâ Allahü teâlâ gökdedir dese, kâfir olur demişler." (Miftahu'l-Cenne-Mızraklı İlmihal, Bedir Yay., s.116)

İmam-ı Birgivî rahimehullah diyor ki:

"Bir kimse (Allahü Teâlâ gökte benim şahidimdir) dese kâfir olur. Zira [Allahü teâlâya mekân isnad etmiş olur] Allahü Teâlâ mekândan berîdir." (Birgivi Vasiyetnamesi, Bedir Yay., s.52)

Büyük alim Ahmed Ziyâüddîn Gümüşhânevî (vefatı m. 1893) diyor ki:

“Bir kimse, Allah kullarını muhakeme için oturur, kalkar derse, O’na yukarıda olmak veya aşağıda bulunmak gibi şeyler izafe ederse kâfir olur.” (Camiu’l-Mütun tercümesi, s. 118) “Allahü teâlâ zaman ve mekândan münezzehdir.” (a.g.e., s.43)

Âlimler hep böyle söylüyor. Buna muhalefet eden yalnız İbni Teymiyye'nin takipçileri ve Vehhabîlerdir.
 

Murat Yazıcı

Ordinaryus
Katılım
10 Nis 2007
Mesajlar
2,230
Tepkime puanı
40
Puanları
0


Simdi ehli sunnet'i ayakta tutan imamlarin sozlerini aktaralim:

5- Imam Osman bin Said Ed-darimi (hicri 280.yilda vefat etmistir) soyle demistir:


… Ve Muslumanlarin hepsi ALLAH'IN ARS'ININ UZERINDE VE GOKLERIN UZERINDE OLDUGUNDA ITTIFAK
ETMISLERDIR.
Derim ki: Bunu imam kendisi En-nakd ala bisr el-merrisi adli eserinde zikretmistir.

Halbuki bu Darimi'nin bozuk sözlerini yukarıda nakletmiştim. Meselâ diyor ki:

"Dağın başı, aşağısına göre Allahü Tealâ'ya daha yakın değildir diye sana kim haber verdi? Çünkü Allahü Tealâ'nın, göklerin üzerinde arşının üstünde olduğuna iman eden kimse, dağın başının da, aşağısına göre Allah'a daha yakın olduğuna yakîn derecesinde iman eder."

Muhammed Zâhidü’l Kevserî rahimehullah buna şöyle cevap vermektedir:

Bu sözü, O’nun dağların başından, minârelerden ve gözetleme yerlerinden ma’bûdunu gözlediğini göstermektedir. Nitekim bu ecrâm-i ulviyyeye[13] ibâdet eden Harrân Sâbiîlerinin yaptığı bir iştir. Müslümânlara gelince.. Onlar, Allah sübhânehû ve teâlâ’nın mekândan münezzeh olduğuna, mekânların O’na nisbetinin bir/ayni olduğuna, O’na yakınlığın mesâfe ile olmadığına ve O’na uzaklığın da yine mesâfe ile olmadığına inanırlar. Allah teâlâ, ‘secde et ve yaklaş’[14] buyurmuştur. Resûl salavâtüllâhi aleyhi de ‘kulun Rabbine en yakın olduğu an, secde ettiği ândır’ buyurmuştur. Bu hadîsi, Nesâî ve başkaları rivâyet etmiştir.

Halbuki bu hüsrâna uğrayan adam ve taraftarları, ‘aksine, dağ başına çık, gözetleme kulesinin üstüne yüksel ve ma’bûda yaklaş’ diyorlar. Bundan öte bir küfür mü olur?!.. Miskîn bir yerde de, metin ve sened bakımından muztarib olmasına rağmen ‘eynellâh’/‘Allah nerededir?’ hadîsinden söz ediyor. Bununla beraber, ‘eyne’/‘nerede?’ kelimesi bazen ‘mekân’, bazen de ‘mekânet’/‘rütbe’ için bir suâl olur. Buna göre hadîsin ma’nâsı ‘sence Allah'ın makam ve rütbesi nedir?’ demek olur. Nitekim bunun tafsîlâtını Ebû Bekr İbnü’l-Arabî’nin Ârıdatü’l-Ahvezî’sinde bulacaksın. Arablar arasında ‘fülânın mekânı semâdadır’ sözü bilinen bir sözdür. (Bununla), aslâ ne semâyı ve ne de orada yer tutmayı düşünmeden, o kişinin şânının yüceliğini kasd ederler. Benî Ca’d’ın Nâbiğa’sı radıyellâhu anhu’nun (aşağıdaki) sözü bu kabîldendir:

Semâya ulaştık, büyüklüğümüz, şerefimiz ve tâlihlerimiz… (göklere vardı)…
Şübhe yoktur ki biz, elbette, bunun üstünde bir mazhar istiyoruz..[15]

Ben, şu (zihinleri) iğfâl edilen kimselere, -dağ başında bulunanın Allah'a yakın olması hakkındaki- sözlerini medreselerdeki küçük talebelere işittirmemelerini tavsiye ediyorum. Yoksa onları ağızlarının dolusunca bu söze ve onu söyleyenlere güldüreceklerdir.[16] Çünki aralarında yeryüzünün yuvarlak olduğunu bilmeyen bulunmayacaktır. Bu kıt’adaki dağın tepesinde bulunan adamın başının tarafı, meselâ Amerika’daki dağın tepesinde duran adamın başının tarafına ters düşecektir. Yeryüzünün yuvarlak oluşu, -münâkaşa kabûl etmeyen bir fennî sâbit oluşu bir yana- İbnü Hazm’ın, el-Fısal’de de anlattığı gibi, Kitâb ve Sünnet ile sâbittir.

[13] Yükseklerdeki gök cisimlerine
[14] Sûre-i Alak:19
[17] Acâiz: Kocakarılar

***

İşte İbni Teymiyye'nin fikirlerine kaynak teşkil eden Darimi böyle bir şahıstır! Dünyanın yuvarlak olduğunu anlayıp biraz zekâ sahibi olan bir kimse, Darimi'nin ve takipçisi olan Vehhabîlerin şu inançlarının ne kadar saçma olduğunu hemen anlar.

Şunu da söyleyelim ki, bazı kitaplarda mevcut "Allahü teâlâ Arşın üstündedir" ifadesi asla mekân, yön veya fizikî olarak üstünde olmak ma'nâsında değildir. Nitekim, Gümüşhânevî rahimehullah şöyle nakleder: "Bu üzerinde olmak, O'nu Arş ve semâ üzerine yaklaştırıp, yerden uzaklaştırmak manâsına değildir." (Câmiu'l-Mütûn tercümesi, s. 48).
 
Üst