abdullah birisi
Kıdemli Üye
İslam dinine mensup olmayanların asıl biz cennete gideceğiz demeleri ne kadar boşsa Vehhabilerin ehli sünnetiz demeleri o kadar boştur...
Derim ki: Bunu imam Zehebi El-uluv adli eserinde zikretmistir.
Imam Zehebi bu sozu El-uluv adli eserinde zikrettikten sonra soyle demistir:
Imam Zehebi ise El-uluv adli serinde ve imam ibni teymiyye El-hameviyye'de zikretmislerdir.
bunu, imam Zehebi El-uluv adli eserinde zikretmistir).
Bu sozu imam Zehebi El-uluv adli eserinde ve ibnulkayyim Ictimai El-cuyus adli eserinde zikretmislerdir.
Bunu daha iyi anlamak icin imam Zehebi'nin El-uluv adli
eserindeki ve baska eserlerindeki bu imama yaptigi ovguleri gormek yeterlidir.
Imam Zehebi bu imamin bu sozunu El-uluv adli eserinde zikrettikten sonra ovmustur.
Bu sozunu imam Zehebi El-uluv adli eserinde bu imamin bir risalesinden nakletmistir.
Imam Sabuni'nin bu sozunu, imam Zahebi El-uluv adli eserinde zikretmistir.
Halbuki bu Darimi'nin bozuk sözlerini yukarıda nakletmiştim. Meselâ diyor ki:
"Dağın başı, aşağısına göre Allahü Tealâ'ya daha yakın değildir diye sana kim haber verdi? Çünkü Allahü Tealâ'nın, göklerin üzerinde arşının üstünde olduğuna iman eden kimse, dağın başının da, aşağısına göre Allah'a daha yakın olduğuna yakîn derecesinde iman eder."
Muadh sizde böylemi inanıyorsunuz...
bir müslüman darimi ye ait olduğu söylenen bu sözün küfür olduğunu bilir ve red eder... velevki bu söz darimiye ait olmasın... kimin söylediğide önemli değil... hikaye anlatmıyorsun din anlatıyorsun bunun dil sürçmesi olurmu... Şunu samimiyet ile söylüyorum al bir gerçek ehli sünnet alimin itikad risalesini bir oku.. yoksa ben hediye edeyim.. birde ordan öğren.. Allah ın sıfatlarını...bir insan daha burda takılırsa hali ne olur.. Allah ı caiz olmayacak şekilde sıfatlandırıp Allah korusun böyle inanmak.... dünya ahiret buna bağlı.. ameli bozukluk affa uğrayabilir amma itikade ait yanlış bir inanışın kesin affı yoktur.... Murat Yazıcı kardeş Allah razı olsun bilgisi olan araştırmacı bir kardeş..bak sana delillerini ve dahi sayfa numaralarına kadarda vermiş... itimadın yoksa bahsettiği kitabları bulur kendinde okuyabilirsin...
Allah a olmayacak sıfatlar atfediyorsunuz diyorlar.
Allahü teâlânın sıfatları
Sual: Allah’ın sıfatları hangileridir?
CEVAP
Allahü teâlânın Sıfat-ı zatiyye’si altıdır:
1- Vücûd: Allahü teâlâ vardır. Varlığı ezelidir. Vacib-ül vücûddür, yani varlığı lazımdır.
2- Kıdem: Allahü teâlânın varlığının evveli, başlangıcı yoktur.
3- Bekâ: Allahü teâlânın varlığının âhiri, sonu yoktur. Hiç yok olmaz. Ortağı olmak muhal olduğu gibi, zat ve sıfatları için de yokluk muhaldir.
4- Vahdaniyyet: Allahü teâlânın zatında, sıfatlarında ve işlerinde ortağı, benzeri yoktur.
5- Muhalefetün-lilhavadis: Allahü teâlâ, zatında ve sıfatlarında hiçbir mahlûkun zat ve sıfatlarına benzemez.
6- Kıyâm bi-nefsihi: Allahü teâlâ zatı ile kâimdir. Mekana muhtaç değildir. Madde ve mekan yok iken O var idi. Zira her ihtiyaçtan münezzehtir. Bu kâinatı yokluktan varlığa getirmeden önce, zatı nasıl idi ise, sonsuz olarak, hep öyledir.
Allahü teâlânın Sıfat-ı sübûtiyye’si sekizdir.
1- Hayat: Allahü teâlâ diridir. Hayatı, mahlûkların hayatına benzemeyip, zatına layık ve mahsus olan hayat, ezeli ve ebedidir.
2- İlm: Allahü teâlâ her şeyi bilir. Bilmesi mahlûkatın bilmesi gibi değildir. Karanlık gecede, karıncanın, kara taş üzerinde yürüdüğünü görür ve bilir. İnsanların kalbinden geçen düşüncelerini, niyetlerini bilir. Bilmesinde değişiklik olmaz. Ezeli ve ebedidir.
3- Sem’: Allahü teâlâ işitir. Vasıtasız, cihetsiz işitir. İşitmesi, kulların işitmesine benzemez. Bu sıfatı da, her sıfatı gibi ezeli ve ebedidir.
4- Basar: Allahü teâlâ görür. Âletsiz ve şartsız görür. Görmesi göz ile değildir.
5- İrade: Allahü teâlânın dilemesi vardır. Dilediğini yaratır. Her şey Onun dilemesi ile var olur. İradesine engel olacak hiçbir kuvvet yoktur.
6- Kudret: Allahü teâlâ, her şeye gücü yeticidir. Hiçbir şey Ona güç gelmez.
7- Kelam: Allahü teâlâ söyleyicidir. Söylemesi alet, harfler, sesler ve dil ile değildir.
8- Tekvîn: Allahü teâlâ yaratıcıdır. Ondan başka yaratıcı yoktur. Her şeyi O yaratır. Allahü teâlâdan başkası için yaratıcı dememelidir.
Allahü teâlânın sıfat-ı sübûtiyyesi de, sıfat-ı zatiyyesi gibi kadimdir. Bu sıfatları da, zatından ayrılmazlar. Yani sıfatları zatının, kendinin aynı da değildirler, gayrı da değildirler.
Allahü teâlânın sıfatlarının hakikatlerini anlamak da muhaldir. Hiçbir kimse ve hiçbir şey Allahü teâlânın sıfatlarına ortak ve benzer olamaz.
Sual: Allah’ın zati ve sübuti sıfatları arasındaki fark nedir?
CEVAP
Zati sıfatları, Allahü teâlânın zatına mahsus olan sıfatlardır. Bu sıfatlar, mahlûkların hiçbirinde yoktur. Bunların mahlûklara, hiçbir şekilde bağlantıları da yoktur.
Sübuti sıfatları ise, mahlûklarla bağlantılı olan sıfatlardır. Bunlardan, yaratmak sıfatı hariç, diğerlerinden kullarına da sınırlı olarak ihsan etmiştir. Bu sıfatlarında da, hiç değişiklik olmaz. Bunlar da, zati sıfatlar gibi kadim yani ezelidirler. Mahlûklar sonradan yaratıldığı için, mahlûklara olan bağlantıları ise hâdistir, yani ezeli değildir. Onun diri olması, bilmesi, işitmesi, görmesi, kudreti, dilemesi ve söylemesi kullarınkine hiç benzemez, bunların sadece isimleri benzer. Onun zatını ve sıfatlarının hakikatini anlamak mümkün değildir.
Hiç bir mahlûk, asla yaratıcısını anlayamaz, kavrayamaz. Peygamber efendimiz, (Allahü teâlânın yarattıklarını düşününüz, Onun zatını düşünmeyiniz. Çünkü siz Onun kadrini takdir edemez, Onu anlamaya güç yetiremezsiniz) buyuruyor. Bir başka hadis-i şerifte de buyuruldu ki, (Allahü teâlâ, hatıra gelen her şeyden uzaktır.) [C.Veremedi]
Aynı da, gayrı da değildir
Sual: Sıfatları Allah’ın aynı da, gayrı da değildir ne demektir?
CEVAP
Allahü teâlânın sıfatları, kendisi gibi ezeli ve ebedidir, yani zatından ayrılmazlar. Eğer sıfatlar, Allahü teâlânın gayrıdır, yani kendisinden ayrıdır, başkadır denirse; sonradan oldukları söylenmiş yani ezeli oldukları inkâr edilmiş olur. Allahü teâlânın aynıdır, yani kendisidir denirse de, sıfatların varlığı inkâr edilmiş olur.
Sıfatları saymak
Sual: Allah’ın sıfatlarını teker teker saymasını bilmeyene kâfir denir mi?
CEVAP
Sıfatları sayamayıp ama anlamlarını bilirse kâfir olmaz. Mesela Allahü teâlânın her şeyi yarattığını, her şeyi bildiğini, işittiğini, gördüğünü v.s. bilen kimse Allah’ın sıfatlarını biliyor demektir.
Tekvin sıfatı
Sual: "Basar, sem' ..." gibi insanlarda da sınırlı olarak bulunan sıfatları insanlar için kullanmak elbette caizdir. İnsanın görmesi, Allah’ın ki gibi sınırsız değildir diye, hiç kimse "insanlar görebilir, demek caiz değildir" diyemez. "Tekvin" de bu tür sıfatlardan biridir. Tekvin, yaratmak demektir. Görmek sıfatını insanlar için kullanabildiğimiz gibi, yaratmak kelimesini de "yeni bir şey, fikir oluşturmak, keşfetmek, ortaya çıkarmak" manalarında insanlar için kullanmak caiz midir?
CEVAP
Caiz değildir. Benzetme yanlıştır. Allahü teâlâ diridir, bilir, işitir, görür, diler, güçlüdür, konuşur. Bu sıfatlarda insan sınırlı da olsa ortaktır. Yani sınırlı da olsa, insan da diridir, bilir, işitir, görür, diler, gücü vardır, konuşur. Fakat yaratma sıfatında ortaklık yoktur. Allah her şeyi yaratır, fakat insan bir karıncayı, bir hücreyi bile yaratamaz. Yaratmak, yoktan var etmektir. Maddeyi, elemanı yok iken var etmektir. Yaratıcı, yalnız Allahü teâlâdır. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Yaratmak Allah’a mahsustur.) [Araf 54]
(Her şeyi yaratan ancak Allah’tır.) [Rad 16]
Beka sıfatı
Sual: Öldükten sonra dirileceğimiz, imanımız var ise Cennete gireceğimiz ve ebedi hayata geçeceğimiz Kur'anda bildirilmiştir. Bu durumda Allah’ın Beka sıfatını taşıyor olmayacağız mı?
CEVAP
Ezeli ve ebedi olan yalnız Allah’tır. Diğer her şey fanidir, yani ölümlüdür yani yok olucudur. Yok olucu olan bir şey, ezeli ve ebedi olan Allah ile mukayese olur mu? O sıfatı insanlar nasıl taşır? Ama Allah’ın kudretiyle bu iş devam edecektir. Ahiret beka yurdudur. Yoksa Allah’ın sıfatını kazanmış olmuyoruz. Bizi ayakta tutacak olan Odur. Yine kendiliğimizden durmayacağız. Devamlı sonsuza kadar yaşamamız da yine Allahü teâlâya bağlıdır.
Kıyas edilemez
Sual: Hâlık mahlûk ile kıyas edilir mi? Mesela, (Allah, insanlardan daha kuvvetli) denir mi?
CEVAP
Allahü teâlânın sıfat-ı zatiyyesi altı olup birisi de, muhalefetün lil havadistir. Yani hiç bir şeyde, hiç bir bakımdan, hiç bir mahlûka benzemez demektir. Allahü teâlânın insanlardan daha şefkatli, daha kudretli olduğunu bildirmekte mahzur yoktur. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Allah’ın eli, onların ellerinin fevkindedir.) [Fetih 10]
Yani, (Allahü teâlâ, hepinizden daha çok kudret ve kuvvet sahibidir) demektir. Halbuki bütün insanların kuvveti, Cenab-ı Hakkın kudreti yanında nedir ki? Allahü teâlâ, hiç bir mahlûkla kıyas edilemeyen, sonsuz kudret sahibidir.
Buna benzer âyet-i kerimeler çoktur. Hazret-i Ömer’in rivayet ettiği hadis-i şerif şöyle:
Esirler içinde, çocuğunu arayan bir kadın, onu bulunca, hemen bağrına basıp emzirmeye başladı. Resulullah efendimiz bize buyurdu ki:
- Şu kadın, çocuğunu hiç ateşe atar mı?
Eshab-ı kiram asla atmayacağını söyleyince, Peygamber efendimiz buyurdu ki:
(Allahü teâlâ da, kullarına, bu kadının çocuğuna olan şefkatinden elbette daha şefkatli, daha merhametlidir.) [Buhari]
diyorlar ediyorlar bırakalım o zaman... Allah u telaya nasıl inandığımızı yazalım...
evet burda katılmadığın bir yer varmı..
Ayet ve hadislerdeki "Allah'ın eli" ifadesi nasıl anlaşılmalıdır? Bu ifadeden dolayı Allah'a bir şekil vererek düşünmek uygun mudur?
Cevap:
Değerli Kardeşimiz;
“Müteşâbihâtta (ma‘nâsı açık olmayıp, îzâha muhtaç beyanlarda), ma‘nâ-yı mecâzînin (dolaylı olan ma‘nânın) ma‘nâ-yı hakikinin (gerçek ma‘nânın) lâfzıyla, üslûbuyla gösterilmesindeki hikmet, insanların me’lûf (alıştıkları) ve ma‘lûmları olmayan ma‘nâları ve hakikatleri zihinlerine yakınlaştırıp kabûl ettirmekten ibârettir. Meselâ ‘yed’ (el)’in ma‘nâ-yı mecâzîsi insanlara me’nûs (tanıdık) olmadığından, ma‘nâ-yı hakikinin şekliyle, lâfzıyla gösterilmesi zarûreti vardır.” (İşârâtü’l-İ‘câz, 13)
Müteşabihat denilen Kur'ân-ı Kerim'in üslûbları, hem hakikatlere geçmek, hem de en derin incelikleri göstermek için, ilmi olmayan halkın gözlerine birer dürbün, birer gözlüktürler.
Hem halkın anlayışlarını saygı ile koruyup gözetme, hissiyatına hürmet etme, fikirlerine ve akıllarına göre konuşmak gerekmektedir.
Bu sırdan dolayıdır ki; edipler ve belagat ilminin üstadları büyük bir ölçüde ince hakikatleri tasavvur etmek ve dağınık manaları tasvir ve ifade etmek için istiare ve teşbihlere müracaat etmişlerdir. Müteşabihat dahi ince ve zor istiarelerin bir kısmıdır. Zira müteşabihat, ince hakikatlara suretlerdir.
Hem halk, alıştıkları üslûblardan ve ifadelerin çeşitlerinden ve daima hayallerinde bulunan kelimelerden, anlamlardan ve ibarelerden bağımsız düşünemediklerinden, çıplak hakikatleri ve aklî meseleleri idrakte zorlanırlar. Anlayamazlar. Ancak o yüksek hakikatlerin, onların alışık olduğu ifadelerle anlatılması gerekmektedir. Fakat Kur'ânın böyle ifadelerinin hakikat olduğunu itikad etmemelidirler ki; Allah’ı cisim olarak algılama ve O’nun belli bir şekle ve vücuda sahip olduğunu iddia etmek gibi imkansız ve batıl şeylere kapılmasınlar. Ancak o gibi ifadelere, hakikatlere geçmek için bir vesile nazarıyla bakılmalıdır.
"Allah'a "el" nisbet eden birçok âyet ve hadis vardır ki, bunların bazısı, sayı beyan olunmaksızın "Allah’ın (kudret) eli onların (sana bîat eden) ellerinin üzerindedir."(Feth, 10 ), âyeti ve "Allah'ın eli toplumla beraberdir.", hadisi gibi mutlaktır. Bu âyet, aynı şekilde "(Allah “Ey İblis! İki elimle (kudretimle) yarattığıma secde etmekten seni men‘ eden nedir?" (Sâd, 75) âyeti "Allah'ın iki eli de sağdır." hadisi gibi bazısında "iki yed" (iki el) zikredilmiştir. Bazısında da çoğul gelmiştir "Ellerimizin yaptıklarından kendilerine nice hayvanlar yarattık" (Yasîn, 71) âyeti gibi. Bunlardan ise bir akaid (inanç) meselesi hasıl olmuştur. Selef âlimleri demişlerdir ki, "Kur'ân'da Allah'a yed (el) isnat edilmiş olduğu ve "O’nun misli gibi hiçbir şey yoktur." (Şûrâ, 11) gereğince yedullahın (Allah'ın eli) bizim bildiğimiz özel cisim olamayacağı da akıl ve nakil gereğince bilindiği için, biz 'Allah'ın yedi (eli) vardır' diye iman eder ve hakikatini Allah'ın ilmine bırakırız, yorumuna kalkışmayız...". Yani bunu müteşabihlerden tanımışlar ve "O (Kur'ân)ın tevilini ancak Allah bilir" (Âli İmrân, 7) demişlerdir. Fakat sonradan bazı Mücessime mezhebinde olanlar ortaya çıktığı için, Kelam âlimleri bunların muhkem âyetlere göre her birini makamına uygun bir mânâ ile yorum ve izahını caiz görmüşlerdir.
Arap dilinde (el) kelimesi çeşitli şekillerde kullanılagelmiştir:
1. Bilinen özel uzvun ismi ki kâh bileğe ve kâh koltuğa kadar söylenir.
2. Nimet mânâsınadır ki çoğulunda kullanılır. "Yanımda filanın nimeti çoğaldı." "Filanın bende bir nimeti var ki onun üzerine kendisine teşekkür ediyorum." denilir. Dilimizde bu mânâ pek bilinmemektedir. Fakat "efendim elinizin altında yaşıyayım" denildiği zaman da nimetiniz ve yardımınız sayesinde demek olur.
3. Kuvvet ve kudret mânâsınadır. Nitekim "kuvvetlerin ve akılların sahibi" diye tefsir edilmiştir. Sîbeveyh'in naklettiği üzere araplar derler ki, maksat tam kudreti inkâr etmektir. Yani "Senin buna pek kudretin yoktur" demektir. Dilimizde de bu mânâ çok bilinir. Mesela "El, elden üstündür arşa varıncaya kadar" denilir ki, "Kudret, kudretten üstündür, ancak Allah'ın kudretinin üstünde hiçbir kudret yoktur" demektir. Aynı şekilde, "Filanın bunda eli var, yahut parmağı var" denildiği zaman da tesiri, etkisi var demektir ki, bu da kudret mânâsına aynı köktendir. Bu cümleden olmak üzere dilimizde "el", âlet ve iş yapma aracı mânâsına da kullanılır, "Bu işte filanın eli filandır; filan, filanın eli ayağıdır" denildiği zaman bu mânâ kastedilir. Bu kullanma şekli, Arapça'da da yok değildir.
4. "Mülk" mânâsınadır. "Şu arazi filanın yedindedir" denilir ki, mülkiyeti altında veya tasarrufundadır, demek olur. Nitekim "Nikah bağı elinde bulunan erkek" (Bakara, 237) demek, nikahı akdetmek selahiyetine sahip olan demektir.
5. Yardımın ve özelleştirmenin şiddeti mânâsınadır ki, "Ben bunu elimle yaptım" demek, "kendim yaptım" demek olduğu gibi, "İtina ettim, çok özel şekilde önem verdim, şu halde bence büyük bir kıymeti vardır" demek de olur. Âdem hakkında "Kendi iki elimle yarattığım" (Sâd, 75) buyurulması bu cihetle bir özel şerefi beyandır.
İşte Allah Teâlâ'ya nisbet edilen "yed" de birincideki mânâdan başka hepsi için düşünülmesi mümkündür. Ebu'l- Hasen el-Eş'arî (ra) bazı sözlerinde demiştir ki, "Yedullah (Allah'ın eli), zâtullah (Allah'ın zâtı) ile kâim bir sıfattır ki kudretten başkadır. Ve ıstıfa (seçme) yoluyla tekvin (yaratma) bunun şanındandır". Fakat Eş'arî'nin, tekvîn sıfatını kudret sıfatına dönüştürdüğüne göre böyle demesi, yed (el) mutlak kudret değil, bir özel kudrettir mânâsına kabul edilebilir. Âlimlerin çoğu da Allah Teâlâ hakkında yed (el)in, kudretten veya nimetten ibaret olduğunu söylemişlerdir." (Elmalılı Hamdi Yazır-Hak Dini Kuran Dili)
Allah'a (cc) bir şekil isnad etmek haramdır
Onun zatını idrak etmek aklen mümkün değildir. Çünkü Allah'ın hiçbir benzeri yoktur. Hiçbir şey O'na denk değildir. (İhlâs, 1-5). Gözler Onu idrak edemez, (el-En'âm, 103). Çünkü aklın ulaşabildiği ve kavrayabildiği şeyler ancak madde cinsinden olan şeylerdir. Allah ise madde değildir. Duyu organlarımızla tespitini yaptığımız ve hâlen yapamadığımız eşyanın tümü noksanlıklardan uzak olan bir yaratıcı tarafından yaratılmıştır. Yaratılan ise yaratıcısının ne parçası, ne de benzeridir.
Allah (cc) kâinattaki hiçbir mahlûka benzemediği için insan aklı dünyada O’nu (cc) tasavvur edemez
Bir masa onu yapan marangoza benzemediği gibi Allah (cc) da yarattıklarına benzemez. Maddeden mücerrettir. Dolayısıyla yer edinme, zamana mahkûm olma, büyüme, gelişme, bütünleşme veya parçalanmadan uzaktır. Başlangıcı ve sonu yoktur.
İnsana, hiç görmediği bir şey anlatıldığı zaman o kişi anlatana “Yani nasıl, neye benziyor?” gibi sorular yönelterek, anlatılan şeyin mahiyeti hakkında ipuçları elde etmeye çalışır.
Bunlar gösteriyor ki, insanların eşyayı tanıyabilmesinin iki yolu vardır. Bunlardan birincisi, bilmediği ve görmediği bir şeyi benzerlerinden hareketle tanımaya çalışmak; diğeri ise zıddından hareket etmek suretiyle anlamaya çalışmaktır.
İşte bunun içindir ki insanların Allah’ın (cc) vücudunu tam manasıyla kavrayabilmesi mümkün değildir. Çünkü O’nun benzeri ve zıddı yoktur.
Allah (cc) kullarına cemalini cennette gösterecektir
“Nice yüzler vardır ki, o gün (ahirette) parlaktırlar! Rablerine nazar edicidirler! (Allah’ın cemalini görmeye mazhar olurlar!)” (Kıyame, 22-23)
Hz. Cabir İbn-u Abdillah (ra) anlatıyor:
Resulullah (asm) buyurdular ki:
“ Cennet ehli nimetler arasında yaşarken onlar için bir nur parlar. Onlar derhal başlarını kaldırırlar. Rab Teala’yı başlarının üzerinde kendilerine yaklaşmış ve: “Ey cennet ehli sizlere selam olsun!” dediğini görürler.”
Resulullah devamla dedi ki:
“İşte bu hal Kuran’da zikri geçen ‘Rahmet sahibi Rab’lerinden onlara selam vardır.’ ayetinin haber verdiği durumdur. Rab Teala onlara onlar da Rab Teala’ya bakarlar. O’na baktıkları müddetçe etraflarındaki cennet nimetlerinden iltifat etmezler. Bu hal onların nazarında Rab Teala hicaba bürününceye kadar devam eder. Rab Teala hicaba bürünür, fakat Allah’ın nuru ve bereketi cennet ehlinin üzerinde ve makamlarında baki kalır.”
Bu ayet ve hadisten açıkça anlaşıldığı üzere kadın-erkek cennet ehli olan bütün müminler ahirette Allah’ı görecektir.
Allah'a emanet olunuz.
örneklendirmen gerekmezmi...bak olan şey şu.ehli sünnet uzun süre mutezile ile kavga ediyor kapışıyor.sonra mutezileden ayrılan eşariler kimi yerlerde mutezileyi taklit etmesine rağmen üzerine ehli sünnet etiketi yapıştırılıp (müslümanlara mutezileden dönme bir inanç biçimi) ehli sünnet olarak satılıyor.İnsanlar böyle yetişiyor böyle alimler çıkıyor senin gibi kişiler böyle alimlerin peşinden gidiyor.Sonra bir bakıyoruz bize sahte bir mal etiketlenip satılmış.
Ebu hanifenin mutezilelik deddiği şeye sen ehli sünnet diyorsun ve ben bunu reddeddince de bana vahhabi diyorsun.İşte bu benim kanıma dokunuyor.Yani düşünsene 500 yıl sonra diyanetin din anlayışına ehli sünnet dediklerini.Çıldırmaz mısın?
Ebu Hanife :
"Yüce Allah'ın Kur'ân-ı Kerim'de de belirttiği gibi eli, yüzü ve nefsi vardır. Yüce Allah'ın Kur'ân-ı Kerim'de söz konusu ettiği yüz, el ve nefis ona ait nasıllığı bizce bilinemeyen sıfatlardır. Onun eli, kudreti ya da nimetidir denilmez. Çünkü o takdirde bu sıfatın iptali söz konusudur . Bu ise (sıfatların iptali) kaderiyyecilerin ve mutezile mensuplarının görüşüdür." (el-Fıkhu'l-Ekber, s. 302)
eşariler mutezileye diyor ki siz sıfatları reddediyorsunuz.ebu hanife de size diyor ki sıfatları iptal ediyorsunuz.
Peygamber miraca nereye yükselmiştir.
özellikle murat yazıcının cevap vermesini beklıyorum
Hafız İbn-i Hacer el-Askalanî "Ed-Durerul Kamin…" isimli bir eser yazmıştır. Eserin konusu saklı hazinelerdir. İbn-i Hacer gerçekten değer addettiği bir çok alimin hayatını, eserlerini bu kitabın da ele almıştır. Haklarında uzun uzun bilgiler kaydetmiştir. Ve bu alimler içerisinde Şeyhul İslam İbn-i Teymiye'de vardır.
Dikkat ederseniz kitabın ismi ile beraber İbn-i Hacer'in kitabında İbn-i Teymiye'den uzun uzun bahsetmesi bir arada düşünürseniz yukarıda bahsetmiş olduğumuz yazının sahibinin ne derece bir yüzsüzlük yaptığı açığa çıkmaktadır. Aslen İbn-i Hacer el-Askalani "Saklı Hazineler" şeklinde yazdığı kitapta İbn-i Teymiye hakkında uzun uzun bilgiler verirken, hakkında oldukça övücü sözler sarfederken bu cahiller bunu tersine çevirmiş, apaçık aydınlığı kendi karanlıklarıyla örtmeye çalışmıştır.
Halbuki bakınız İbn-i Hacer, Şeyhul İslam hakkında ne demektedir:
“En hayret edilecek hususlardan birisi de şudur: Bu adam Rafızî, Hulûlcüler, İttihatçılar gibi bid’at ehline karşı bütün insanlar arasında en ileri derecede duran bir kimse idi. Bu husustaki eserleri pekçok ve ünlüdür. Onlara dair verdiği fetvaların sınırı yoktur.”
“Şeyhu’l-İslam İbn-i Teymiye kanaatlerini kabul edenin de, etmeyenin de çokça istifade ettiği bir kimsedir. Dört bir yana yayılmış eserlerin müellifi ünlü öğrencisi Şemsuddin İbn Kayyim el-Cevziyye dışında şayet İbn-i Teymiye'nin hiçbir eseri bulunmasaydı dahi, bu bile İbn Teymiyye’nin ne kadar yüksek bir konuma sahip olduğunu en ileri derecede ortaya koyardı. Durum böyle iken bir de gerek akli, gerek nakli ilimlerde Hanbeli mezhebine mensup ilim adamları şöyle dursun, çağdaşı olan Şafîi ve diğer mezheblere mensup ilim adamları akli ve nakli ilimlerde oldukça ileri ve benzersiz olduğuna da tanıklık etmişlerdir.”
Bu hususlar klasik kaynaklarda anlatılmıştır. Meselâ, Molla Aliyyülkârî'nin Fıkh-ı Ekber Şerhi, "Miraç ve Allah'a Mekân İsnadı" kısmına bakılabilir. Sanıyorum Türkçe tercümesi web'de bulunabiliyor. (Bahis konusu tercümenin çok iyi olmadığını ilave edeyim). Başka kaynaklardan birkaç iktibas yapayım:
İmam-ı Kastalâni (vefatı m. 1517) rahimehullah Mirac'ı anlatırken diyor ki:
"Cenâb-ı Hakkın huzuru, ilim, irade ve kudretiyledir. Başkalarının huzuru gibi değildir. Zâtına özel mekân yoktur, O mekândan münezzehdir.... Allahü teâlâ mekândan münezzeh iken o Hazreti göklere çıkarması sırf kendisini ululamakla bazı acayip (görülmemiş) mülk ve melekutunu gezdirip göstermek içindir." (Mevahibu Ledunniye, Hisar Yayınevi, İst., c.2, s. 22)
Büyük Maliki fıkıh ve hadis alimi Kâdî Ebu'l-Fadl İyaz (vefatı m. 1150) rahimehullah, Peygamberimizin (aleyhisselam) İsra gecesi Allahü teâlâya yaklaşmasını anlatırken diyor ki:
"Dünüv ve kurb kelimelerinin Allah'a izafeti, hiç bir zaman mekân izafeti veya mesafe yaklaşması değildir. Çünkü Allahü teâlâ, Ca'ferü's-Sadık'ın dediği gibi, mekân ve mesafe gibi mefhumlardan münezzeh ve müberradır. Onun için, Resulullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) Rabbine yaklaşması demek, O'nun yüksek menzilinin izharı, rütbesinin büyüklüğünün belirtilmesi demektir. O bu sayede Esrar-ı İlahiyeyi müşahede etmiştir. Kudretinin yüceliğini, marifet nurlarını ayne'l-yakin görmüş ve kalbi nurla parıl parıl parlamıştır. Çünkü, bu kendisine Allah'ın bir ikramı, lutfü ve ihsanıdır ki, dünya kurulduğundan bu yana hiçbir kula hatta Peygambere müyesser olmamıştır. "Rabbimiz dünya semasına nazil olur" sözü de böylece te'vil edilir. Yani, O'nun fadlı, ihsanı ve hüsnü kabulü dünyaya nazil olur, demektir." (Şifa-i Şerif, Bedir Yayınevi, s.203-204.)
Büyük tefsîr âlimi İmam-ı Razî (vefatı m. 1209) rahimehullah Bakara suresi tefsirinde diyor ki:
"Allah'ın yüceliği, mekân ve cihet bakımından yücelik değildir... Allahü teâlâ, yüceliğinin mekân itibariyle olmasından son derece münezzeh ve berîdir." (Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 5/422-423)
Büyük alim Zâhid el-Kevserî rahimehullah diyor ki:
"Buradaki [Mirac hadisesindeki] "urûc" (yükselme) Allahü teâlâya mekân olarak yaklaşma ifade etmez. Çünkü O'na yaklaşmak mesafe katetmekle olmaz. Zira Allahü teâlâ meâlen (Secde et ve yaklaş) [el-Alak, 19] ve Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem (Kulun Allah'a en yakın olduğu an, secde anıdır) buyurmuşlardır." (Makâlât, 518; bkz. Ehl-i Sünneti Müdafaa ve Bid'atleri Tenkid, Bedir Yayınevi, İst., 2005, s. 123)