bendenizde daha önceleri bu sözü duydum ama tahkik etmemiştim.Gülenin sitesinde de görünce artık emin oldum..
Önce Gülenin sitesindeki Reha Muhtarın yazısını okuyalım:
''
Fethullah Gülen'le yaptığım canlı yayında yaşadığım olaylarla ilgili Samanyolu TV'den Akif Akyüz isimli bir muhabir kardeşim arayıp benle röportaj yapmak istediğini söyledi...
Ona
"yazıdan alsan olmaz mı" dedim,
"10-15 dakikalık röportaj... Yapsak çok iyi olur Reha Bey..." dedi...
İstanbul kar, kış, kıyamet, yine de tarihi bir dönemin tanıklığını istediğinden kıramadım Akif'i...
Geldi, öyle akıllı ve derin sorular soruyor ki, röportaj uzadıkça uzadı, bir ara "tamam artık" dedim,
"10 dakikalık röportaj benim Fethullah Hoca'yla yaptığım canlı yayının süresine ulaştı..."
Röportajın önemli bir bölümü 28 Şubat sürecinde Fethullah Gülen'le ilgili güç ve iktidarı elinde tutanların ne düşündüğü sorusuydu...
Akif'e şöyle cevap verdim:
"O günlerde Cumhuriyetçi, laik, sivil, asker, bürokrat çevrelerde iki ana görüş vardı...
Bir kısım komutanlar ve sivil bürokrasi Fethullah Gülen hareketini 'sorumlu ve suçlu' görüyorlardı...
Milli Güvenlik Kurulu, Cumhurbaşkanı'nın başkanlığında sivil ve askeri yetkililerden oluşuyordu...
Dolayısıyla MGK içinde bu görüşün önemli bir taraftar kitlesi vardı...
Bence Fethullah Hoca olayının hayati derecede önemli anahtar rolünü Bülent Ecevit oynadı...
Ecevit, bazı sivil ve askeri bürokrasinin düşüncelerinin aksine, Gülen cemaatinin okullarının çağdaş bir eğitim yuvası olduğunu ve Gülen hareketinin Türkiye için öne sürülen tehlikeyi oluşturmadığını söylüyordu...
* * *
Ecevit Türkiye'de laikliği ve Cumhuriyet'çiliği tartışılmayacak bir liderdi...
Üstelik Başbakanlık yapmış, devletin en gizli bilgilerine sahip olan bir devlet adamıydı...
Ecevit'in o günlerdeki tavrı, Cumhuriyetçi, laik birçok insan için gizli bir referans oldu Fethullah Hoca, okulları ve cemaatiyle ilgili...
Ecevit söylüyorsa
'bir bildiği vardır' düşüncesi hakim oldu...
Kimse Ecevit'in laikliğini ve Cumhuriyet'çiliğini sorgulamazdı çünkü...
* * *
Ben o röportajı yaparken, bugün de farklı biçimde varolan tek yönlü ideolojik bombardımanın etkisi altında kalmamak için kendi kendimle yarım saatlik bir konuşma seansı yaptım...
Kimseye kumpas kurmazdım fakat, tek taraflı ideolojik bombardımanın etkisiyle bir hata yapabilirdim...
O seansla bunun önüne geçmeye çalıştım..."
Röportajı yayınlarken,
"Reha Muhtar kara propagandaya karşı yaptığı röportajı anlattı..." gibi bir başlık kullanmış Samanyolu'ndaki arkadaşlar...
Onlar 28 Şubat sürecindeki siyasi bombardımana 'kara propaganda' diyecekler, çünkü onlara karşıydı bu süreç...
Fakat o
"kara propaganda" tanımı benim ifadem değil...
"Tek taraflı bir bombardıman" benim tanımlamam...
"Kara propaganda" benim tanımlamam olamaz...
Çünkü ben tek taraflı ideolojik bombardımanlara karşı çıkan, mümkün olduğunca her tarafı dinlemeye çalışıp, bir haberci olarak bir sıfat kullanmadan çıplak kelimelerle işimi yapan birisiyim...
Geçmişte kullanmadığım sıfatları bugün kullanırsam, insanlar karşısında
"güvenilir haberci ve gazeteci" kimliğimi kaybederim...
Geçmişte söylemediğimi, bugün şartlar değişti diye söylemem...
Tıpkı geçmişte şartlar farklıyken, çıplak kelimelerin ötesinde sıfatları Fethullah Hoca için kullanmadığım gibi...
Adil olmak böyle bir şey benim için...
Fethullah Hoca'nın Amerika'ya Gidişinde Bülent Ecevit'in Rolü...
Ecevit'in o dönemde Fethullah Hoca'yla ilişkisinin, Amerika'ya gitmesinde ne derece hayati bir rol oynadığını dün Faruk Mercan'ın Fethullah Gülen'in hayatını anlattığı kitabından detayıyla öğreniyorum...
Şöyle yazıyor Faruk Mercan:
"Fethullah Gülen için 22 Şubat 1999 tarihi için randevu ayarlandı...
Ancak ABD'den arayan Profesör Tarhan
'Burada havalar çok soğuk... Randevuyu biraz erteleyelim...' dedi...
Mart ayına gelindiğinde ilginç bir şey oldu...
Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi savcısı Nuh Mete Yüksel'in, Gülen hakkında soruşturma açtığına dair bazı haberler İstanbul'a ulaşmaya başladı...
Gülen bu şartlarda ABD'ye gitmeyi doğru bulmuyordu...
Eğer savcı böyle bir soruşturma açmışsa, ABD'ye gitmesi ifade vermekten kaçınmak anlamında algılanabilirdi...
* * *
Gülen'e telefon açan Bülent Ecevit;
"Sağlığınız çok önemli... Sizinle ilgili böyle bir soruşturma olsa haberimiz olurdu... Lütfen tedavinizi aksatmayın ve Amerika'ya gidin..." dedi...
Gülen'in Amerika'ya gitmesinde en etkili nedenlerden biri Ecevit'in telefonuydu..."
Fethullah Gülen 2007 yılında Amerika'da kaldığı evdeki bir öğlen yemeğinde Bülent Ecevit'i şöyle andı:
"Ecevit hayatı boyunca oruç tutmadı... Namaz kılmadı ama inancı sağlamdı...
Sosyal demokrat bir zeminde doğdu ve İsmet İnönü'ye ortanın solu dedirtti...
Okullara çok sahip çıktı...
İşin büyüklüğünü sezmişti...
Önüne bir dosya getirildiğinde elinin tersiyle itti...
Eğer ahirette Allah bana şefaat etme imkanı verirse, bunu ilk önce Ecevit için kullanırım..."/
Bu yazıda bazı sözlerin kısa bir tahlili elzemdir..Şöyleki, evveliyetle hoca diyorki ecevit namaz kılmaz, oruç tutmaz ama inancı sağlamdı diyor...Merkum Ecevit 'in inancının sağlamlığına maattessüf biz şahid olamadık ama hoca olmuş...Acaba aralarındaki gizli görüşmelerinde mi buna şahid olmuşlar.? Bilemiyoruz..Merkum Ecevitin Şeriat deyince tüylerinin ürperdiğini ve Merve Kavakçı olayı başta olmak üzere, siyasi hayatındaki konuşmalarından Şeriattan(İslam Şeriatı) hoşnud olmadığını, iyi bir Kemalist olduğunu biliyoruz...Sadece Merve Kavakçı'ya Başörtüsü konusunda Meclisteki ''Bu hanıma haddini bildirin, burası Devlete meydan okunacak yer değildir'' çığırtkanlığı bile merKum Ecewvit için ''inacının sağlamlığı'' konusunda bizleri aydınlatıyor...Demek başörtüsüne saldırmak bile hoca için ''inancı sağlamdı'' şahidliğine bir halel getirmiyor...!!
Saniyen hocanın ''
Eğer ahirette Allah bana şefaat etme imkanı verirse, bunu ilk önce Ecevit için kullanırım..." sözüde bir kaç noktadan izaha muhtaçdır.Şöyleki; herhalde hoca Cennete girmeyi ''çantada keklik'' mesabesinde görüyorki, ''Şefaat beklentisi içerisine girmiş..
Halbuki biliyoruzki, birmüslümanın Cennete girmeyi garanti görmesi, İmanın 4. şartına göre hatalıdır..Zira 4. şarta göre ''Allah Tealanın emrlerininin gereği yerine getirilse bile azabından korkmak'' gerekmektedir..Bundan dolayı ölen bir müslüman için Cennetlik diyemiyoruz...sadece hüsnüzan ederiz..(Aşeri Mübeşşere müstesna)
Ayrıca Hocanın ilk şefaat etmede 1. sırayı merkum Ecevite vermesi de biraz garib değilmi? Ömrü boyunca alnı secdeye gelmemiş (hocada öyle söylüyor) ve İslam şeriatına karşıgelmiş birisine bu lütuf veya aşk nedir acaba?
insan hiç olmazsa yakın akrabalarını gözetir değil mi?!