Bu cevap bana biraz garip geldi.
Promosyon alan kişi kimin parasını gasp etmiş oluyor.
Emeklilere bankalar hesaplarının o bankada durması için her sene promosyon veriyor.
Emekli zaten kıt kanaat geçiniyor. Para yatar yatmaz parayı çekiyor. Bu durumda banka emekliden nasıl istifade ediyor bunuda anlayabilmiş değilim.
Bu para bir şekilde ulaştı, bu parayı almamak yada alıp yakmak çözüm değil.
En kötü ihtimalle Ehven-i Şer bir yöntemle bu parayı uygun bir yere sarf etmek lazım.
Selam ve dua ile
Promosyon alana başkasının parasını gasp etmiş demiyoruz.! Nasılki çalınan paradan hayır olmazssa,faizdendende hayır olmaz demek için o örneği verdik..!
Çakma(iyileri istisnai) diyanet imamlarına uyarsanız ,bırakın promosyonu bankadan alınan veya ödenen faizinde haram olmadığı fetvasını böyle alırsınız..!
Altın borç alınırsa üç katını ödüyormuşta,bankadan alınca az ödüyormuş..!
Şu mantığa bir bak..!
Çıkmış borç edebiyatı yapıyor birde..!
Şimdi ihtiyacı doğrultusunda borç isteyen kaç kişi var..!
Adam arabasının modelini yükseltecekmiş borç ister,balkonu darmış,geniş balkonlu eve geçecekmiş borç ister..! Oğluna,kızına çalgılı,çengili düğün yapacakmış borç ister..!
Sonrada bu borcu verecek kimse bulamayınca mecburen kredi çekip faize bulaşırmış,bunun müessibide ona Altın olarak borç vermek isteyen müslümanmış..!
Zavallı aklınca Faize kılıf uydurmak için ne cukkalar hazırlamış ama artık müslümanlar! bu teraneleri yutmuyor..!
Şeytanın yapmadığını imamlık, hocalık adı altında yapanlara tevessül ederseniz,hem dünyanızı hem ahiretinizi heba edersiniz bizden hatırlatması..!
Bakın...!
Allah öyle bir Allah’tır ki dilekler çoğaldıkça ihsan ve keremi de çoğalıyor, hâcetler artıkça inam ve ikramı da artıyor, iyilik ve güzellikleri bitmez ve tükenmez. Güzelden gelen güzelliklerin devam etmesi, kullarının dünya ve ukbada mutluluklarını temin için hükümler koyan, hudutlar çizen, niyaz ve dileklerini işitip muratlarını veren Zât-ı Ecell-ü Âl’a’dır. Üstün sıfatlarla mükerrem olarak yarattığı insanların dünya saâdetine, ahiret selâmetine kavuşabilmeleri için, hayatlarını tanzim edecek hükümler, emir ve yasaklar koyma hakkı yalnız Hazret-i Allah’a âittir. Bunun içindir ki ilk insanı ilk peygamber kılmış, insanların irade ve terbiyesini peygamberleri vasıtası ile gönderdiği ilâhi hükümlerle bizzat üzerine almıştır.
Âyet-i kerime’sinde:
“Yolun doğrusunu göstermek Allah’a âittir.” buyuruyor. (Nahl: 9)
Hazret-i Allah’ın bütün hükümlerinde, emir ve yasaklarında birer hikmet, insanlar için birer menfaat vardır. Bu hikmet ya bir zararı gidermek veya bir menfaat sağlamak içindir.
Bir diğer Âyet-i kerime’sinde:
“Bu hükümler Allah’ın hudutlarıdır, kim Allah’ın hudutlarını aşarsa, kendine yazık etmiş olur.” buyuruyor. (Talâk: 1)
Binaenaleyh neyi emretmişse seve seve yapmak, neleri yasaklamışsa onlardan uzak durmak üzerimize farzdır.
İslâm dini fâiz ile fâizin girdiği bütün kazanç yollarını kesin olarak haram kılmıştır. Haram oluşu hem Âyet-i kerime ile hem de Hadis-i şerif’ler ile sabittir. Cahiliye adetlerinden en yaygın olanlarından birisi de fâizdir. Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz Vedâ Hacc’ında cahiliye adeti olan fâizi ayakları altına aldığını ve kaldırdığını beyan etmişti. Kaldırdığı ilk fâiz de amcası Hazret-i Abbas -radiyallahu anh-ın fâizi idi. İnsanlar arasındaki sevgi, saygı ve yardımlaşma duygusunu yok eden, mal hırsını artırıp Allah’a karşı kulluk ve infak vazifesini unutturan, fâiz ile fâizin girdiği bütün kazanç yollarıdır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde:
“Fâizi yemeyiniz.” (Âl-i imran: 130)
“Allah alışverişi helâl, fâizi haram kılmıştır.” buyurmuştur. (Bakara: 275)
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:
“Allah fâizi yiyeni, yedireni, şahitlerini ve kâtibini lânetlemiştir.” (Tirmizi)
“Fâizde alan veren eşittir. (Günaha ortaklar)” buyurmaktadır. (Müslim)
Daha da ağırı Allah ve Resul’üne harp ilân etmektir ki Âyet-i kerime’de:
“Yok eğer fâizi terketmezseniz, bunun Allah’a ve peygamberine açılmış bir savaş olduğunu bilin. Eğer fâiz almaktan tevbe ederseniz, ana paranız yine sizindir. Böylece ne kimseye haksızlık etmiş ne de haksızlığa uğramış olursunuz.” buyuruyor. (Bakara: 279)
“Ben müslümanım, inandım, iman ettim” diyen bir insan fâizin zerresinden bile kaçar. Fâiz almak Hazret-i Allah’a ve peygamberine açılmış savaş sayılır.
Şu anda içinde bulunduğumuz ekonomik durum ortada. Ne kadar acıklı bir halimiz var bunun cezasını çok ağır bir şekilde ödüyoruz. Dünya yaratıldığından beri bütün yarattıklarını belli bir vakite kadar yaşatıp vadesi gelince takdir ettiği saniyede nice peygamberleri, kralları, padişahları, nice nice makam ve mevki sahibini, zenginini fakirini yerlere sermedi mi?Hani nerede onlar?
Ribâ (fâiz), cahiliye devri Arapları arasında bilinen bir şeydi. Hatta zenginlerinin genellikle yediği, içtiği hep ribâ idi. Biri öbürüne altın, gümüş veya belli bir para borç verirdi. Aralarında kararlaştırdıkları vâdeye göre, geçen süre için belli bir miktar da fazladan ödeme yapılacağını önceden şart koşarlardı. Bu fâiz Âyet-i kerime’si indiği zaman aralarında en yaygın ribâ bu idi. Herhangi bir borçta vade geldiği zaman borçlu borcunu ödeyemiyecekse alacaklısına,
“veremeyeceğim, ribâ et.” yani artır derdi. Yine bir miktar ribâ eklenir ve böylece her vade yenilendikçe borcun miktarı da artardı ve arta arta ana paranın birkaç mislini bulurdu. Borcun aslına ana para anlamına gelen
“Re’sü’l-mal” ve ona eklenen fazlalıklara da,
“Ribâ” adı verilirdi.
Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- Efendimiz şöyle buyurmaktadır:
“Bu Âyet Kur’an’ın en son nazil olan âyetlerindendir. Hazret-i Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-bunu bize bütün yönleriyle açıklamadan göçtü, bundan dolayı ribâyı ve rîbeyi bırakınız.” (İbn-i Mace)
Yani mevcut açıklamalara göre ribâ olduğu iyice bilinen şeyleri bıraktığınız gibi, ribâ şüphesi bulunanları da bırakınız. Bundan dolayıdır ki İslâm’da
“Helâl olan şeyler apaçık, haram olan şeyler de apaçıktır ve ikisinin arasında birtakım şüpheli şeyler de vardır, iyice şüpheden kurtuluncaya kadar, sana şüpheli gelenleri de bırak.” (Buhari-Tirmizi-Ebu Davud)
Hadis-i şerif’i gereğince, genel olarak şüpheli şeylerden uzaklaşmak mendup olduğu ve takvâ sayıldığı halde, özellikle ribâ şüphesi bulunan şeylerden kaçınmak vacip cinsinden bir görev olmuştur. Bundan dolayı fıkıh ilminde
“Ribâ şüphesi ribâdır. Zira ribâ konusunda şüphe geçerlidir.” diye bir kural vardır.
Ribâ ile ilgili hükümler peygamberlik yıllarının sonuna doğru ve Mekke’nin fethi sıralarında nâzil olmuştur ve hatta halka duyurulması ile ilk uygulaması da Vedâ Hacc’ına rastlamıştır. Nâzil olan Âyet-i kerime’ler fâiz yiyenlerin dünya ve ahiretteki zelil durumlarını Allah’a ve Resul’üne açılan savaşın sonucunu, hüsranını ve acıklı durumunu bize bildiriyor.
Âyet-i kerime’lerde:
“Fâiz yiyenler: “Fâiz ticaret gibidir.” dedikleri için kıyamet günü kabirlerinden şeytan çarpmış gibi (ihtiyaçlar içinde) kalkacaklardır. Oysa Allah alış-verişi helâl, fâizi haram kılmıştır. Bundan böyle kime Rabbinden bir öğüt gelir ve fâizcilikten vazgeçerse, geçmiş (günahları, daha önce aldığı) kendisine ve hakkındaki hüküm de Allah’a âittir. Kim de tekrar fâize dönerse onlar cehennemliktirler. Orada ebedî olarak kalacaklardır.
Allah fâizle kazanılanı eksiltir, bereketini tamamen giderir. Sadakası verilen malları ise artırır. Allah küfrân-ı nimette bulunan günahkâr hiç kimseyi sevmez.
İman edip sâlih amel işleyenlerin, namaz kılıp zekât verenlerin, Rableri katında mükâfatları vardır. Onlar için hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklar.
Ey iman edenler! Allah’tan korkun! Eğer imanınızda gerçek iseniz, fâizden arta kalanı bırakın almayın.
Yok eğer fâizi terketmezseniz, bunun Allah’a ve Peygamber’ine açılmış bir savaş olduğunu bilin. Eğer fâiz almaktan tevbe ederseniz, ana paranız yine sizindir. Böylece ne kimseye haksızlık etmiş ne de haksızlığa uğramış olursunuz.
Eğer borçlu darlık içinde bulunuyorsa, eli genişleyinceye kadar ona mühlet verin. Eğer bilirseniz sadaka olarak bağışlamanız sizin için daha hayırlıdır.
Öyle bir günden korkun ki, o günde hepiniz Allah’a döndürülürsünüz. Sonra herkese kazandıkları noksansız verilir ve hiç kimse haksızlığa uğratılmaz.” buyuruluyor. (Bakara: 275-281)
Hüküm budur, dileyen buna uyar..!
Dileyen "ver ben yiyeyim" diyenin sapıklığına...!
Vesselam..!