http://www.kerbela.be/7/2.html
Ebu Talipin iman edip-etmediği üzerine çeşitli mülahazalar söz konusudur. bazılar Ebu Talipin “Abdülmuttalib’in dini üzerine” sözüyle vefat ettiğini delil getirerek ahirete imansız olarak gittiğini söylerken, bazıları da onun, Allah Resulüne olan cibili bağlılığı ve onu koruma uğrunda yaptığı fedakarlıkları nazara alarak, şefaat-i Muhammediye ile kurtulacağını ifade der
Rivayetler açısından meseleye baktığımız zaman Ebu Talipin şehadet getirmeden öldüğü kesindir. Bu rivayetleri şu şekilde sıralaya biliriz
"Ebû Talib'in ölüm anı gelince, Resûlullah sav. yanına geldi. Başucunda Ebû Cehil ile Abdullah İbnu Ebi Umeyye İbni'l-Muğîre'yi buldu."Ey Amcacığım! bir kelimelik Lailahe illallah de! Onunla Allah indinde senin lehine şehadette bulunayım!" dedi.
Ebû Cehil ve Abdullah atılarak (Ebû Talib'e):"Sen Abdulmuttalib'in dininden yüz mü çevireceksin?" diye müdahale ettiler. Resulullah sav kelime-i şehadeti ona arzetmeye devam etti. Onlar da kendi sözlerini aynen tekrara devam ettiler. Öyle ki bu hal Ebû Talib'in son söz olarak, onlara:"Ben Abdulmuttalib'in dini üzereyim!" demesine kadar devam etti. Ebû Talib Lâilahe illallah demekten kaçınmıştı. Resûlullah sav.:"Yasaklanmadığı müddetçe senin için istiğfar edeceğim!" dedi.
Bunun üzerine aziz ve celil olan Allah şu vahyi indirdi. : "Akraba bile olsalar, onların cehennemlik oldukları ortaya çıktıktan sonra müşrikler hakkında Allah'tan af dilemek ne Peygmaber'e ve ne de iman edenlere uygun düşmez"[1] .Cenab-ı Hak şu ayeti de Ebû Talib hakkında indirmiştir. Mealen: "Sen, sevdiğin kimseyi hidayete erdiremezsin. Ancak Allah dilediğine hidayet verir. Doğru yolda olanları en iyi bilen de O'dur[2]" .[3]
Diğer bir hadiste ise: Ebû Sa'id ra. anlatıyor: "Ebû Talib Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın yanında zikredilmişti."Umulur ki, Kıyamet günü şefaatim ona fayda eder de, böylece ateşten, topuklarına kadar yükselen sığ bir yere konur, yine de beyni kaynar."[4]
Başka bir hadiste ise: Hz. Abbas ra. anlatıyor: "Ey Allah'ın Resulü dedim, amcana (istiğfarla yardım)dan seni alıkoyan nedir? O seni koruyor, senin için kafirlere kızıyordu.""Evet! dedi, olacak. O ateşin sığ bir yerindedir. Eğer ben olmasaydım cehenemin en derin yerinde olacaktı."[5] Denmektedir bu ve bunun gibi hadisler bunun delilidir. Bunun yanında II. Dünya savaşında ölen Hristiyanların hakkında bile çok yumuşak düşünen ve bir fetret dönemi yaşandığından ötürü mazlum olarak ölen o insanların kurtulabileceğini ihsas eden Bediüzzaman bile Ebu Talibin iman etmediği ve cehennemde en az azaba düçar olacağını belirtmektedir.
Ebû Talib, Resûlullah'ın sav. cedd-i emcedleridir. Künyesi ile meşhur olmuştur. Adı Abdu Menaf'tır. Caferiler اِنَّاللّهَ اصْطَفَى آدَمَ وَنُوحاً وَآلَ اِبْرَاهِيمَ رَآلَ عِمْرَانَ mealen: Şüphe yok ki, Allah Teâlâ Âdem'i, Nûh'u, İbrahim'in âlini ve İmrân'ın âlini âlemler üzerine mümtaz kıldı[6]. ayetindeki Âl-i imran tabiriyle Âl-i Ebi Talib'in kastedildiğini iddia edebilmek için pek fahiş bir teville Ebû Talib'in adının İmran olduğunu iddia etmiştir. Halbuki ulema onun Abdu Menaf olduğunda hiç ihtilaf etmemiştir.
Başka bir ise olayı açıklığa kavuşturmaktadır: "(Ey Muhammed) Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin, ama Allah dilediğine hidayet verir"[7] âyeti hakkında şunu söylemiştir: "Bu âyet Resûlullah'ın sav., amcası Ebu Talib'in İslâm'a girmesini ısrarla istemesi üzerine nazil oldu."[8]
Bu ayetin, Hz.Peygamber'in sav. amcası ile alakalı olarak nazil olduğunda müfessirler icma ederler.Hz. Peygamber sav., amcası Ebu Tâlib'i çok seviyordu ve bunun da sebepleri vardı. Şöyle ki: Ebu Talib, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'i daha dedesi Abdulmuttalib'i kaybettiği günden beri koruyup himaye etmiş idi. Yani sekiz yaşında, yetim iken onun müşfik ve samimi himayesinden istifadeye başlamıştı. Amcasına gönlünde müstesna bir sevgi ve hürmet ayırması için bu yeterli bir sebepti. Halbuki, onun esas himayesi, risalet hayatından sonra başlayacaktır. Ebu Talib, Kureyş'in ileri gelen itibarlı büyüklerinden biri olarak Mekke'de herkesten saygı görüyordu ve hatırı sayılıyordu. Onun an'ane icabı âlî olan hatırına hürmeten müşrikler, Hz. Peygamber'in sav. irşadî faaliyetlerinden son derece rahatsız olsalar da fazla ses çıkaramıyorlardı. En ziyade feveran ettikleri anlarda gelip Ebu Talib'e şikâyet ediyorlardı.Hamisi olmayan ilk Müslümanlara en ağır hakaret ve işkenceler uygulanırken Hz. Peygamber sav., Ebu Talib'in himayesi sayesinde bu safhayı daha hafif atlatıyordu.
Mekkeli müşriklerin, "Hz. Peygamber'i sav. kendilerine teslim edinceye kadar devam etmek üzere aldıkları boykot kararına Ebû Talib'in boyun eğmeyip direnmesi ayrı bir civanmertlik örneğidir ve Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) tarafından samimiyetle sevilmesine bir başka ciddi sebeptir. Hiçbir başka şey olmasa bile bu başlı başına yeterli bir sebepti. Yıllarca süren alışveriş, evlenme, konuşma, gidip gelme gibi her çeşit beşerî münasebetleri yasaklayan bu boykot fevkalade büyük sıkıntılara sebep olmuştu. Meselâ maruz kalınan kıtlık öylesine had bir safhaya ulaşmıştı ki, insanlar yolda buldukları kurumuş deri parçalarını tavlayıp, kaynatıp yiyorlardı.İşte Hz. Peygamber sav. bu, himayecisi olan amcasının Müslüman olmasını istiyordu.O, İslâm'a yanaşmıyordu. Onun himayesi dinî hamiyetten değil, akrabalık gayretinden geliyordu. Sonunda hastalandı ve ölüm döşeğine düştü. Hz. Peygamber sav. başucundan ayrılmıyor ve her fırsatta: "Ey amcacığım, Lâilahe illallah de, ben onunla, kıyamet günü senin için şehâdet edeyim" diye tekrar etti. Ancak, Ebu Tâlib'in başından ayrılmayan Ebu Cehil ve Abdullah İbnu Ebi Umeyye de arkadan:"- Ey Ebû Talib, Abdulmuttalib'in dininden dönmek mi istiyorsun?" diye müdahale edip ayıplıyorlardı.Ebu Talib: "Kureyş beni ayıplayarak, Ebu Talib'i buna korku sevketti demeseler, seni mutlaka memnun ederdim" dedi.Fakat imanı ikrar etmedi, sahih rivayetler onun; Abdulmuttalib'in dini üzere olduğunu söyleyerek öldüğünü belirtir. Hz. Peygamber'in sav. bu durum karşısında ızdırabı, üzüntüsü büyük olmuş ve şöyle demiştir: "İyi bil, vallahi, yasaklanmadığım müddetçe senin kurtuluşun için istiğfardan geri kalmayacağım".Resûlullah'ın sav. bu sözü üzerine Cenab-ı Hakk: "Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin, Allah dilediğine hidayet verir" meâlindeki âyeti inzal buyurur. Bir başka rivayette Hz. Peygamber sav. amcasına şöyle hitab etmiştir:"Ey amcacığım! Şurası muhakkak ki, üzerimde en ziyade hakkı bulunan insan sensin. Ben en son senden nimet gördüm. Senin, üzerimdeki hakların, babamınkinden daha çoktur. Öyle ise bir kelime söyle ki, kıyamet gününde onun vesilesiyle şefaatim sana vacib olsun.
Bu rivayetler, Ebu Talib'in küfür üzerine öldüğü hususunda kesin nassdır. Ancak bazı farklı rivayetlere dayanan âlimler, mesele üzerinde ihtilaf etmişlerdir. Zira İbnu İshak'ın rivayetinde Hz. Abbas ra., Resûlullah'a sav.: "Ey kardeşim oğlu! Senin babama arzettiğin kelimeyi onun gerçekten söylediğini işittim" demiş, Hz. Peygamberde sav.: "Ben işitmedim!" cevabını vermiştir. Süheylî diyor ki: "Abbas'ın sözünün kabul edilmemesi, onun Müslüman olmazdan önce söylemiş olduğundandır. Şayet o sözü Müslüman olduktan sonra da söylemiş olsaydı kabul edilirdi. Nitekim Cübeyr İbnu Mut'im'in kâfirken dinleyip Müslüman olduktan sonra eda ettiği hadisi kabul edilmiştir. Şurası muhakak ki, İslâm'ın kurulmasında bu kadar hizmeti sebkat eden ve Resûlullah efendimiz'in sav. sevgisine mazhar olmuş bulunan Ebu Tâlib'in imanla kabre girmesinden gönüllerimiz son derece mesrur olur, saadet duyardı. Mü'min gönüller hep böyle düşünmüş ve Ebu Talib'in kurtuluş imkânına emâreler aramış, o konuda sükutu tercih etmiştir.
Resûlullah'ın sav. gönlünü ızdıraba sevkeden bir meselede duyulan ızdırabı hafifletici bir yorumu Bediüzzaman'dan kaydedeceğiz.Açıklama, Ebu Tâlib'in imânı hakkında sorulan bir soru üzerine yapılır:"Elcevab: Ehl-i Teşeyyü (Şiîler), imanına kâil, Ehl-i Sünnet'in ekserisi, imanına kail değiller. Fakat benim kalbime gelen budur ki: Ebu Talib, Resûlü Ekrem'in sav. risaletini değil, şahsını, zâtını gayet ciddi severdi. Onun -o gayet ciddi- o şahsî şefkati ve muhabbeti elbette zâyie gitmeyecektir. Evet ciddi bir surette Cenab-ı Hakk'ın Habib-i Ekrem'ini sevmiş ve himaye etmiş ve taraftarlık göstermiş olan Ebu Tâlib'in; inkâra ve inada değil, belki hicab ve asabiyyet-i kavmiyye gibi hissiyata binaen, makbul bir iman getirmemesi üzerine cehenneme gitse de, yine cehennem içinde bir nevi hususi cenneti, onun hasenatına mükâfaaten halkedilebilir. Kışta bazı yerde baharı halkettiği ve zindanda –uyku vasıtasıyla- bazı adamlarına zindanı saraya çevirdiği gibi, hususi cehennemi, hususi bir nevi cennete çevirebilir."[9]
Burada meselenin temeli Ebu Talibin Allah Resulüne sav. Yakınlığı yada yaptıkları değil, O’nun Allah ile olan irtibatıdır.
[3] Buharî, Menâkıbu'l-Ensar 40, Cenaiz 81, Tefsir, Beraet 16, Kasas 1, Eyman 19; Müslim, İman 39, (34); Nesâî, Cenaiz 102, (4, 90, 91).
[4] Buharî, Menakıbu'l-Ensar 40, Rikak 51; Müslim, İman 360, (210)
[5] Buhârî, Menakıbu'l-Ensar 40, Edeb 115, Rikak 51; Müslim, İman 357, (209)
[8] Müslim, İman 41 42, (25); Tirmizî, Tefsir, Kasas
[9] Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, 405-406