Farklı bakış açısından İbni Teymiyye

Uzak Yollar

Doçent
Katılım
15 Eki 2009
Mesajlar
569
Tepkime puanı
14
Puanları
0
Yaş
54
Nesebi ve doğumu:
Adı Ahmed olan İbn Teymiyye’nin babasından itibaren geriye doğru atalarının adı şöyledir:
Abdu’l-Halim, Abdu’s-Selâm, Abdullah, el-Hıdır, Muhammed, el-Hıdır, Ali, Abdullah, Teymiyye el-Harrânî.
"Teymiyye" lakabı ile ilgili olarak şöyle denilmiştir: Onun beşinci dedesi olan Muhammed b. el-Hıdır, Teyma yolu üzerinden hacca gitmişti. Orada küçük bir kız çocuğu görmüştü. Geri döndüğünde ise hanımının bir kız doğurmuş olduğunu da görünce, Tebûk yakınlarındaki bir belde olan Teyma’ya nisbetle ey Teymiyye; Ey Teymiyye diye seslenince, ona bu lakab verilmiş oldu.
İbnu’n-Neccar dedi ki:
"Bize nakledildiğine göre dedelerinden Muhammed’i, annesi Teymiyye diye adlandırırdı. Teymiyye ise vaize bir kadın olup, daha sonra ona nisbet edildi ve onun adıyla tanınır oldu." (Bk. İbn Abdu'l-Hadî, el-Ukûdu'd-Durriyye, s. 4)
İbn Teymiyye 661 Rebiulevvel ayının onuna rastlayan bir pazartesi günü Şam topraklarından sayılan Harran’da dünyaya geldi. Şeyhu’l-İslam Takuyu’d-Din lakabı ile anıldı, künyesi Ebu’l-Abbas’dır.
Şeyhu’l-İslam lakabının anlamı ile ilgili olarak çeşitli açıklamalar yapılmıştır:
Bu açıklamaların en güzeli, müslüman olarak yaşlanmış (şeyh, ihtiyar olmuş) kişi demektir. O bu lakabı ile daha önce geçmiş benzerlerinden farklı bir özelliğe sahip ve bu hususta esenliğe kavuşacağı belirtilen müjde vaadini elde etmiş gibidir:
"Her kimin müslüman olarak bir saçı ağarırsa, bu onun için kıyamet gününde bir nur olacaktır." (Sahih bir hadis olup, Ahmed, Tirmizî ve Nesaî bunu, Amr b. Abse'den rivayet etmiştir. İbn Kesir Tefsirde (VIII, 429) hadisin çeşitli senedlerini kaydettikten sonra: "Bunlar ceyyid ve kavî isnadlardır" demektedir. Ayrıca bk. Sahihu'l-Camî, 6183.)
Diğer bir açıklamaya göre şeyh, avamın örfünde dayanak ve destek olan kişi yani yüce Allah’tan sonra her türlü sıkıntıda başvurdukları kişi demektir.
Bir diğer açıklamaya göre o kendi yakınlarının yolundan gitmekle Şeyhu’l-İslam’dır. Yani gençlerin kötü ve cahilce davranışlarından kurtulmuş kimsedir. O farz ve nafile bütün amellerinde sünnete uygun hareket eden bir kişi demektir. (Bu husustaki çeşitli açıklamalar için bk. er-Reddu'l-Vâfir, s. 50)
Bu isimlendirme eskiden beri kullanılmıştır. Bunu İmam Şafîi, İmam Ahmed b. Hanbel ve başkaları da kullanmıştır. (Bk. er-Reddu'l-Vafir, s. 55. dipnot.)

Hocaları:
Öğrencisi İbn Abdu’l-Hadî şöyle demektedir:
"Kendilerinden ilim dinleyip, bellediği hocaları ikiyüzden daha fazladır." (el-Ukudu'd-Durriyye, s. 4)
Bunların en ünlülerinden:
1 - Şemsu’d-Din Ebu Muhammed Abdu’r-Rahman b. Kudame el-Makdisî. 682 h. yılında vefat etmiştir.
2 - Eminu’d-Din Ebu’l-Yemen Abdu’s-Samed b. Asâkir ed-Dımeşkî eş-Şafîi. 686 h. yılında vefat etmiştir.
3 - Şemsu’d-Din Ebu Abdillah Muhammed b. Abdi’l-Kavi b. Bedran el-Merdavî. 703 h. yılında vefat etmiştir.
 

Uzak Yollar

Doçent
Katılım
15 Eki 2009
Mesajlar
569
Tepkime puanı
14
Puanları
0
Yaş
54
Mezhebi:
Hanbeli mezhebine mensub bir kişi olarak yetişti. Daha sonra hakkında ez-Zehebî’nin sözünü ettiği şu noktaya ulaştı:
"Şu ana kadar pek çok yıldan bu yana muayyen bir mezhebe bağlı olmaksızın, aksine delile dayalı olan görüşe göre fetva vermektedir.
Katıksız sünnetin ve selef yolunun zaferi için çalışmıştır. Bu yolun lehine birçok delil, önerme ve daha önce başkasının göstermediği hususları delil olarak kendisi ortaya koymuş, öncekilerin ve sonrakilerin kullanmaktan çekindikleri ifade ve sözleri kendisi cesaretle dile getirmiştir." (Bk. er-Reddu'l-Vâfir, s. 7)

Akidesi:
Akidesinin ne olduğu hakkında bizzat kendisinin yazmış olduğu şu kaside ile bize şöylece cevab vermektedir:
"Ey mezhebimi ve akidemi soran kişi! Doğru yolu bulmak için soru sorana, doğru yolda gitmek ihsan edilsin.
Sözünü tahkik ederek söyleyen, bundan yan çizmeyen ve değiştirmeyenin sözüne kulak ver.
Bütün ashabı sevmek benim yolumdur, bu sevgiyle onlara yakın olmayı, Allah’a yakın olmaya bir vesile (yol) sayarım.
Herbirisinin pek açık-seçik kadri ve fazileti vardır, fakat aralarından es-Sıddiyk daha da faziletlidir.
Kur’an hakkında âyetlerinde geçenleri söylerim, o kadimdir, Allah tarafından indirilmiştir.
İlahi sıfata dair bütün âyetleri ilk tarzda nakledildiği şekilde hak olarak kabul ederim.
Bunun mesuliyetini de bu nakli yapanlara havale ederim ve bu hususta hertürlü tahayyüle karşı onu korurum.
Kur’ân’ı bir kenara itip de söylediği söze: el-Ahtal dedi ki... diye delil getiren ne çirkin iş yapmış olur!
Mü’minler Rablerini hak olarak göreceklerdir. Ve keyfiyetsiz olarak (hadiste belirtildiği üzere) semaya iner.
Mizanı ve kendisinden içip, susuzluğumu gidereceğimi ümit ettiğim Havzı ikrar ve kabul ederim.
Aynı şekilde cehennemin üstünde uzatılacak sıratı da. Muvahhid olanları kurtulacak, diğerleri ise terkedileceklerdir.
Cehennem ateşine bedbaht olan bir kimse ilahi hikmet gereği girecektir, takva sahibi olan kişi de aynı şekilde cennete girecektir.
Canlı ve aklı başında herkesin kabrinde ameli kendisiyle birlikte olacak ve ona kabirde soru sorulacaktır.
İşte Şafîi’nin de, Malik’in de, Ebu Hanife’nin de sonra da Ahmed’in de nakledilegelen akidesi budur.
Eğer onların izledikleri yola uyarsan, ilahi tevfike mazhar olursun. Eğer bid’at bir yol ortaya koyarsan, kimse senin bu yolunu dayanak kabul etmez." (Bk. Cilâu'l-Ayneyn fi Muhakemeti'l-Ahmedeyn, s. 58)

Cihadı:
Allah ona rahmet etsin hem diliyle, hem kalemi ile hem de eliyle cihad etmiş, tatarlara karşı savaşmış, müslümanları onlara karşı harekete getirmeye çalışmıştır.
702 h. yılında Şekhab vakasında ön saflarda çarpışmış, Merc es-Suffer günü diye bilinen çarpışmada onlara karşı sebat göstererek, yerinden ayrılmamıştı.
Tatarların hükümdarı Kazan’ın huzuruna girip, onunla cesareti dolayısıyla hazır bulunanları dehşete düşürecek şekilde konuşmuştur.
Aynı şekilde müslüman toprakları Tatarlara teslim etmek noktasına gelen Mısır Sultanını da tehdit etmiştir.

 

Uzak Yollar

Doçent
Katılım
15 Eki 2009
Mesajlar
569
Tepkime puanı
14
Puanları
0
Yaş
54
İlim Adamlarının Onun Hakkındaki Sözleri:

Arkadaş ve öğrencilerinden çok, onun düşmanları ve onun seviyesinde olan ilim adamları Şeyhu’l-İslam’dan övgüyle söz etmişlerdir. Hatta İbn Nâsıru’d-Din ed-Dımeşkî ondan övgüyle söz eden çağdaşlarından seksen ilim adamından daha fazlasını saymış ve bu hususa dair ünlü kitabı "er-Râddu’l-Vâfir” adlı eserini yazmıştır. Bu eserde 841 yılında vefat eden ve İbn Teymiyye hakkında "Şeyhu’l-İslam" diyen bir kimsenin kâfir olacağını iddia eden el-Alâ el-Buharî diye ün salmış, Muhammed b. Muhammed el-Acemî’nin görüşlerini red etmektedir.
İşte ben sözü geçen bu eserden gerek İbn Teymiyye’nin çağdaşı, gerek müellif İbn Nasiru’d-Din’in çağdaşı olan en ünlü ilim adamlarının birtakım sözlerini seçtim. Bizzat ona öğrencilik etmiş bulunan İbnu’l-Kayyim, İbn Kesir ve İbn Abdi’l-Hadî gibi öğrencilerinin ona dair övgü dolu sözlerini ayrıca kaydetmedim. Çünkü bunlar pekçok ve bilinen şeylerdir.
Ondan hayırla söz edip, onu öven ve müslümanlar arasındaki konumunu açıklığa çıkartanların bazıları:
1 - "Uyûnu’l-Eser fi’l-Meğâzîl ve’ş-Şemaili ve’s-Siyer" adlı eserin müellifi olan İbn Seyyidi’n-Nas (v. 734 h.) hakkında şunları söylemektedir:
"Ben onu bütün ilimlerde pay sahibi gördüm. Nerdeyse sünnete dair bütün rivayetleri ezberlemişti. Tefsire dair söz söyledi mi bu işin sancağını yüklenmiş olduğu görülürdü. Fıkha dair fetva verdi mi en ileri noktaya ulaşmış olduğu, hadise dair konuştu mu hadis ilim ve rivayetinde oldukça ehil olduğu, mezheb ve fırkalar hakkında konuştu mu bu hususta ondan daha etraflı bilgi sahibi kimsenin görülemediği, onun ilerisinde bu hususların kimse tarafından idrâk edilemediği anlaşılırdı. Kısacası bütün ilim dallarında akranlarından ileri idi. Onu gören hiçbir göz onun benzerini görmemiştir. Hatta kendisi bile kendisi gibisini görmüş değildir."
2 - "Siyer-u A'lami’n-Nubelâ"nın müellifi Şemsu’d-Din ez-Zehebî (v. 748) dedi ki:
"Benim gibi bir kimsenin onun niteliklerine dair söz söylemesinden çok daha büyüktür. Eğer Kâbe’de Hacer-i Esved’in bulunduğu rükün ile Makam-ı İbrahim arasında bana yemin ettirilecek olsa, hiç şüphesiz benim gözüm onun gibisini görmemiştir, diye yemin ederim. Allah’a yemin ederim bizzat kendisi bile ilim bakımından kendi benzerini görmüş değildir."
Bir başka yerde de şunları söylemektedir:
"Henüz buluğa ermeden Kur’an ve fıkıhı okudu, tartıştı, delilleriyle, görüşlerini ortaya koydu. Yirmi yaşlarında iken ilim ve tefsirde oldukça ileri dereceye ulaştı, fetva verdi ve ders okuttu. Pek çok eserler yazdı, daha hocaları hayatta iken büyük ilim adamları arasında sayılır oldu. Develere yük teşkil edecek kadar pek büyük eserler yazdı. Bu sırada onun yazdığı eserler belki dörtbin defter, belki de daha fazla tutar. Cuma günlerinde seneler boyunca herhangi bir kitaba başvurmaya gerek görmeksizin yüce Allah’ın kitabını tefsir etti. Fışkıran bir zeka idi, pekçok hadis dinlemiştir. Kendilerinden ilim bellediği hocalarının sayısı ikiyüzü aşkındır. Tefsire dair bilgisi en ileri noktadadır. Hadis, hadis ravileri (Ricâli), hadisin sahih olup olmamasına dair bilgisine hiçbir kimse ulaşamaz. Fıkhı, nakli -dört mezheb imamının da ötesinde- ashab ve tabîin’in görüşleri eşsizdi. Mezheb ve fırkalara dair, usul ve kelâma dair bilgisine gelince, bu hususta onun seviyesinde bir kimse bilmiyorum. Dile dair geniş bir bilgisi vardı, Arapçası oldukça güçlü idi. Tarih ve siyere dair bilgisi şaşırtıcı idi. Kahramanlık, cihad ve atılganlığı ise nitelendirilemeyecek kadar, anlatılamayacak kadar ileri idi. Örnek gösterilecek derecede çok cömert idi. Yemekte ve içmekte az ile yetinir, zühd ve kanaat sahibi bir kimse idi."
3 - "Tabakatu'ş Şafîiyye el-Kübrâ" adlı eserin müellifi Tacu’d-Din’in babası Takıyu’d-Din es-Subkî -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- şunları söylemektedir:
"Aklî ve şer’î ilimlerdeki geniş bilgisi, üstün kadri ve kaynayıp coşan denizi andıran hali ile ileri zekası, içtihadı ile bütün bu alanlarda anlatılamayacak ileri dereceye ulaşmıştı..." dedikten sonra şunları söylemektedir:
"Bana göre o bütün bunlardan daha büyük, daha üstündür. Bununla birlikte yüce Allah ona zühd, vera, dindarlık, hakka yardımcı olmak, hakkı yerine getirmek gibi özellikleri vermişti; bütün bunları da yalnızca Allah için yapardı. Bu hususta selef-i salihin izlediği yolu izlerdi. Bu konuda çok büyük bir pay sahibi idi. Bu dönemde hatta uzun dönemlerden beri onun benzeri görülmüş değildir."
4 - Muhammed b. Abdi’l-Berr eş-Şafîi es-Sübkî (v. 777)’de şunları söylemektedir:
"İbni Teymiyye’ye cahil bir kimse ile yanlış kanaat ve görüşlere sahib bir kimseden başkası buğzetmez. Cahil bir kimse ne söylediğini bilmez, yanlış kanaat sahibi kimseyi ise sahib olduğu yanlış kanaat onu bilip tanıdıktan sonra hakkı söylemekten alıkoyar."
5 - Hasımlarından birisi olan Kemalu’d-Din b. ez-Zemelkanî eş-Şafîi (v. 727) Şeyhu’l-İslam İbn Teymiyye hakkında şunları söylemektedir:
"Herhangi bir ilim dalına dair kendisine soru sorulacak olursa, onu gören ve onu dinleyen bir kimse, onun bu ilim dalından başka bir şey bilmediğini zanneder ve bu seviyede kimsenin o ilmi bilmediğine hükmederdi. Diğer mezheblere mensub fukaha onunla birlikte oturduklarında kendi mezhebleri ile ilgili olarak daha önceden bilmedikleri şeyleri ondan öğrenirlerdi. Herhangi bir kimse ile tartışıp da hasmı tarafından susturulduğu bilinmemektedir. İster şer’î ilimler olsun, ister başkaları olsun herhangi bir ilim hakkında söz söyledi mi mutlaka o ilim dalının uzmanlarından ve o ilmi bilmekle tanınanlardan üstün olduğu ortaya çıkardı. Beşyüz yıldan bu yana ondan daha ileri derecede hadis hıfzetmiş kimse görülmüş değildir."
6 - Mâlikî ve (sonraları) Şafîi mezhebine mensub İbn Dakîk el-Iyd (v. 702 h.) onun hakkında şöyle demektedir:
"İbn Teymiyye ile biraraya geldiğimde bütün ilimlerin onun gözü önünde bulunduğunu, bu ilimlerden istediğini alıp, istediğini bırakan bir kişi olduğunu gördüm."
7 - Aslen İşbilyeli, Dımaşk’lı (v. 738 h.) el-Birzâlî Ebu Muhammed el-Kasım b. Muhammed, İbn Teymiyye hakkında şunları söylemektedir:
"Hiçbir hususta arkasından yetişilemeyecek bir imamdı. İçtihad mertebesine ulaşmış ve müçtehidlerin şartları kendisinde toplanmıştı. Tefsirden söz etti mi aşırı derecedeki ezberleri dolayısıyla, güzel sunması ile herbir görüşe tercih zayıflık ve çürütmek gibi layık olduğu hükmü vermesiyle ve herbir ilme dalabildiğine dalması ile insanları hayrete düşürürdü. Huzurunda bulunanlar onun bu haline şaşırırlardı. Bununla birlikte o zühd, ibadet, yüce Allah’a yönelmek, dünya esbabından uzak kalıp, insanları yüce Allah’a davet etmeye de kendisini büsbütün vermiş bir kimse idi."
8 - Şafîi mezhebine mensub Dımaşk’lı ve Tehzibu’l-Kemâl adlı eserin sahibi Ebu Haccac el-Mizzî de (v. 742 h.) Şeyhu’l-İslam İbn Teymiyye hakkında şunları söylemektedir:
"Onun benzerini görmedim, kendisi de kendi benzerini görmüş değildir. Allah’ın kitabı ve Rasûlünün sünneti hakkında ondan daha bilgilisini, her ikisine ondan daha çok tabi olanı görmüş değilim."
Bir seferinde de şöyle demiştir:
"Dörtyüz yıldan bu yana onun benzeri görülmemiştir."
9 - Fethu’l-Barî adlı eserin müellifi İbn Hacer el-Askalânî (v. 852 h.) onun hakkında şunları söylemektedir:
"En hayret edilecek hususlardan birisi de şudur: Bu adam Rafızî, Hulûlcüler, İttihatçılar gibi bid’at ehline karşı bütün insanlar arasında en ileri derecede duran bir kimse idi. Bu husustaki eserleri pekçok ve ünlüdür. Onlara dair verdiği fetvaların sınırı yoktur."
Yine onun hakkında şunları söylemektedir:
"Şeyhu’l-İslam Takıyu’d-Din’in, kanaatlerini kabul edenin de, etmeyenin de çokça istifade ettiği ve herbir yana dağılmış eserlerin müellifi ünlü öğrencisi Şemsuddin İbn Kayyim el-Cevziyye dışında eğer, hiçbir eseri bulunmasaydı dahi, bu bile İbn Teymiyye’nin ne kadar yüksek bir konuma sahib olduğunu en ileri derecede ortaya koyardı. Durum böyle iken bir de gerek akli, gerek nakli ilimlerde Hanbeli mezhebine mensup ilim adamları şöyle dursun, çağdaşı olan Şafîi ve diğer mezheblere mensup en ilerideki önder ilim adamları akli ve nakli ilimlerde oldukça ileri ve benzersiz olduğuna da tanıklık etmişlerdir."
10 - "Umdetu’l-Karî Şerhu Sahihi’l-Buharî" adlı eserin müellifi Halefî Bedru’d-Din el-Aynî (v. 855 h.) Şeyhu’l-İslam hakkında şunları söylemektedir:
"O, faziletli, maharetli, takvâlı, tertemiz, vera’ sahibi, hadis ve tefsir ilimlerinin süvarisi, fıkıh ve hadis usulü ve fıkıh usulü ilimlerinde gerek anlatımı ve gerek yazımı itibariyle ileri derecede idi. Bid’atçilere karşı çekilmiş yalın kılıçtı. Dinin emirlerini uygulayan büyük ilim adamı, marufu çokça emreden, münkerden çokça alıkoyandı. Son derece gayretli, kahraman ve korku ve dehşete düşüren yerlerde atılgan, çokça zikreden, oruç tutan, namaz kılan, ibadet eden bir kimse idi. Geçiminde kanaatkarlığı seçmiş, fazlasını istemeyen bir kimse idi. Oldukça güzel ve üstün şekilde sözlerine bağlı kalır, çok güzel ve değerli işleriyle vaktini değerlendirirdi. Bununla birlikte aşağılık dünyalıktan da uzak kalırdı. Meşhur, kabul görmüş ve tenkid edilebilecek bir kusuru bulunmayan, nihaî sözü kestirip atan fetvaları vardır."
Onun şan ve şerefine dil uzatan kimselere karşı savunarak ve bu gibi kimseleri yeren bir üslubla da şunları söylemektedir:
"Ona dil uzatan kimse ancak gülleri koklamakla birlikte hemen ölen pislik böceği gibidir. Gözünün zayıflığı dolayısıyla ışık parıltısından rahatsız olan yarasaya benzer. Ona dil uzatanların tenkid edebilme özellikleri de yoktur, ışık saçıcı, dikkate değer düşünceleri de yoktur. Bunlar önemsiz şahsiyetlerdir. Bunlar arasından onu tekfir edenlerin ise ilim adamı olarak kimlikleri belirsizdir, adları, sanları yoktur.
En yaygın bilinen hususlardan birisi de şeyh, imam, büyük ilim adamı Takıyu’d-Din İbn Teymiyye’nin en faziletli ve üstün şahsiyetlerden, eşsiz ve pek kapsamlı belge ve delillerden birisi olduğudur. Onun sahib olduğu edep ve terbiye, ruhları besleyen bir ziyafeti andırırdı. Onun seçkin sözleri adeta duyguları harekete getiren hoş bir içkiyi andırırdı. Oldukça ileri derecede düşünürlerin olgun meyveleri gibi idi. Onun bu alandaki tabiatı çiğlikten ve çirkinlikten son derece uzaktı. Üzerleri örtülü pekçok hususun örtüsünü açan kişi idi ve böylelikle kapalılıkları gideren zındıkların, inkârcıların dine dil uzatmalarına karşı dinin savunucusu, peygamberlerin efendisinden gelen rivayetleri ilmi tenkide tabi tutan ashab ve tabîinden gelen rivayetleri de tenkid süzgeçinden geçiren bir şahsiyet idi."
 

Uzak Yollar

Doçent
Katılım
15 Eki 2009
Mesajlar
569
Tepkime puanı
14
Puanları
0
Yaş
54
Ona Yapılan İftiralar:

Şeyhu’l-İslam İbn Teymiyye’ye çağdaşı, mutasavvıf, kelamcı ve bid’atçi düşmanlarından çokça iftiralarda bulunulduğu gibi, çağından sonra günümüze kadar da (bu durum)devam etmiştir. Ancak bu iftiralar arasında en şaşırtıcı olup hasım bid’atçilerin dayanak kabul ettikleri iftira ise gezgin İbn Batuta’nın, "Rihletu İbn Batuta (İbn Batuta Seyehatnamesi)" diye tanınıp meşhur olmuş "Tuhfetu’l-Enzar..." adını taşıyan eserinde -Allah’tan layıkı ile muamele görmesini dileriz- söylediği şu sözlerdir:
"726 yılı muazzam ramazan ayı 9’una tesadüf eden perşembe günü Şam’ın Dımaşk şehrine vardım... Dımaşk’ta Hanbeli fukahasının büyüklerinden Şam’ın büyüğü ve çeşitli ilim dalları hakkında söz söyleyen Takıyu’d-Din İbn Teymiyye vardı. Ancak aklı pek yerinde değildi. Dımaşk’lılar onu çokça ta’zim eder, o da minbere çıkıp, onlara vaazlar verirdi..." diye sözlerini sürdürür ve daha sonra şunları söyler:
"Caminin minberinde insanlara vaaz ederken cuma gününde huzurunda bulundum. Onlara öğüt veriyordu, söylediği sözler arasında şu da vardı:
Allah dünya semasına benim şu inişim gibi iner, dedi ve minberin basamaklarından bir basamak indi. İbnu’z-Zehra diye bilinen Malikî mezhebine mensup bir fakih ona karşı çıktı ve onun söylediği bu sözü reddetti. Fakat herkes bu fakihe karşı çıktı, elleriyle, ayakkabılarıyla onu alabildiğine vurdular ve nihayet sarığı da düştü..." Ve daha başka yalan ve iftiraları bunların akabinde sıralamaya devam etmektedir. (bk. er-Rıhle, I, 102, 109, 110, Tahkik: Dr. Ali el-Muntasır el-Kettanî, Müessesetu'r-Risale baskısı. )
İbn Batuta’nın sözleri bunlar, iftirası bu. Bundan dolayı Şeyh Ahmed b. İbrahim b. İsa "el-Kasidetu’l-Nüniyye"(Bk. Şerhu'l-Kasidetü'n-Nüniyye,1, 497. ye yazdığı şerhinde şu sözleri söylemektedir:
"Böyle bir yalandan Allah’a sığınırız. Bu yalanı söyleyen Allah’tan korkmaz, bu iftirada bulunan utanmaz mı?
Nitekim hadis-i şerif’te: "Eğer utanmazsan dilediğini yapabilirsin" diye buyurulmuştur. (Sahihtir. Buharî, Edeb Babu iza lem testehi... da rivayet etmiştir. Fethu'l-Barî, X, 523. Hadisin baştarafları da şöyledir: "Nubuvvet kelâmından insanlara erişenlerden birisi de şudur...")
Bu yalan o kadar açıktır ki ayrıca bunu uzun boylu reddetmeye gerek yoktur. Bu iftiracı ve yalancıya karşı Allah yeter. Çünkü bu şahıs Dımaşk’a 726 yılı 9 Ramazan tarihinde girdiğini söylemekte. Şeyhu’l-İslam İbn Teymiyye ise o sırada el-Kal’a’da hapsedilmiş bulunmakta idi. Nitekim onun öğrencisi Hafız Muhammed b. Ahmed b. Abdu’l-Hadi "Tabakatu’l-Hanâbile" adlı eserinde ile Hafız Ebu’l-Ferac Abdu’r-Rahman b. Ahmed b. Receb'in belirttikleri gibi güvenilir ilim adamları bunu böylece zikretmişlerdir. Hafız Ebu’l-Ferac sözü geçen "Tabakat"ında İbn Teymiyye’nin biyografisini yazarken şunları söylemektedir:
"Şeyh (İbn Teymiyye) 726 yılı, Şa’ban ayından, Zü’lkade’nin 28. gününe kadar el-Kal’a’da (hapis) kaldı." (Bk. ez-Zeyl alâ Tabakati'l-Hanâbile, II, 405.)
İbn Abdi’l-Hadî ayrıca onun oraya altı Şa’ban’da girdiğini de ekler. (Bk. İbn Abdi'l-Hadî, el-Ukudu'd-Dürriyye, s. 218.)
Şimdi bu iftiraya bir bakalım. Bu şahıs onun huzurunda bulunduğundan ve bu sırada minberde insanlara vaz-u nasihatte bulunduğundan sözetmektedir. Bunun gerçekle ilgisini bir bilebilseydik! Acaba caminin minberi Dımaşk Kal’asının içlerine mi intikal etti?
Halbuki İbn Teymiyye belirtilen tarihte sözü edilen kaleye girdiğinde ancak naşı üzerinde dışarı çıkmıştı. Hafız İmadu’d-Din İbn Kesir "Tarihinde bunu böylece kaydetmektedir. (Bk. el-Bidaye, XIV, 123.)
İbn Kesir'in el-Birzalî'den naklen zikrettiğine göre İbn Teymiyye'nin ikindi sonrası 16 Şaban Pazartesi günü girdiği şeklindedir. Durum ne olursa olsun, bu Mağrib'li yalancının Şam'a girişinden önce onun hapse girdiği muhakkaktır. O ise 9 Ramazan'da Şam'a girmiştir. el-Birzalî ile İbn Kesir'in ondan naklen zikrettiğine göre İbn Teymiyye'nin Kal'a hapsine girişi ile İbn Batuta'nın Dımaşk'a girişi arasında yirmiüç gün, İbn Abdu'l-Hadî'nin zikrettiğine göre ise ikisinin girişi arasında otuzüçgünlük bir fark vardır.)

Böylelikle bu hususta yapılacak açıklamalar nihaî maksadına ulaşmış bulunuyor.
İbn Batuta’nın çokça yalan söylediğinin delillerinden birisi de onun bu seyahatnamesinde naklettiği çok acaib hikâyeleridir. O kadar ki İbn Haldun bu seyahatnameden bir miktar nakillerde bulunduktan sonra şunları söylemektedir:
"...Onun anlattığı şeylerin çoğunluğu Hint ülkesinin hükümdarı ile ilgili olup onu dinleyenlerin çokça garib karşılayacağı halleri ile ilgili anlattıklarıdır... Nihayet o bu kabilden hikayeler anlattı, bu sefer insanlar kendi aralarında onun yalancı olduğunu söylemeye koyuldular. O günlerde Sultan Faris b. Vardar’ın veziri ile karşılaştım. Bu hususta onunla konuştum ve ben bu adamın insanlar tarafından yaygın bir şekilde yalanlanmış olması dolayısıyla vermiş olduğu haberleri kabul etmediğini gördüm." (İbn Haldun, Mukaddime, II, 565, Tahkik: Ali Abdu'l-Vahid Vafi)
O halde İbn Haldun rivayet ettiği haberlerin çokça garib oluşları sebebiyle İbn Batuta’nın doğruluğunda şüphe etmektedir. İbn Teymiyye’ye dair naklettiği rivayetten daha garibi de yoktur.
Diğer taraftan İbn Batuta’nın Hindistan’ı ziyareti esnasında naklettiği garib hadiselerden birisi de şu sözleriyle anlattıklarıdır:
"Nihayet Beşay dağına vardık, orada salih Şeyh Ata Evliya'nın zaviyesi de vardır. "Ata" türkçede baba demektir, "evliya"da Arapça bir kelimedir. Anlamı evliyaların babası demek olur. Aynı şekilde ona "si sad sale" de denilir. Farsça’da "si sad" üçyüz "sale" de yıl anlamındadır. Onların belirttiklerine göre o üçyüzelli yaşında imiş. Onlar bu kişi hakkında güzel inançlara sahibtirler..."
Daha sonra şunları söyleyinceye kadar sözlerini sürdürür:
"Yanına girdik, ona selam verdim, boynuma sarıldı. Cismi nemli idi, ondan daha yumuşak bir cisim görmedim. Onu gören kişi ise elli yaşında olduğunu zanneder. Bana naklettiğine göre herbir yüz yaşında saçları ve dişleri (yeniden) çıkar..." (Rihle, 1, 466.)
Bu seyahatnamede ne kadar uydurma, yalan ve iftira bulunduğunu ancak Allah bilir.
Allah, İbn Teymiyye’ye geniş geniş rahmetini ihsan etsin, zalimlerin tuzakları ise mutlaka boşa çıkar.
 

Uzak Yollar

Doçent
Katılım
15 Eki 2009
Mesajlar
569
Tepkime puanı
14
Puanları
0
Yaş
54
Mihneti ve Vefatı:
İbn Teymiyye’nin hasımları onun birçok mihnetlere düşmesine sebeb teşkil etmişlerdir ki; bunlar fetvalarına ve görüşlerine muhalefet etmesi kendilerine çokça ağır gelen fukaha, mutasavvıf ve kelamcılar arasındandır.
Defalarca hapse atıldı. Bunlardan birisi de 26 Ramazan cuma gününe tesadüf eden 705 h. yılındadır. Bayram gecesi el-Cub'de bir başka yere nakledildi ve tam bir yıl orada mahpus kaldı. Daha sonra 23 Rebiulevvel 707 hicri yılında hapisten çıktı.
Arkasından bir başka sefer sufilerden birisinin davası dolayısıyla bir daha hapse atıldı ve ramazan bayramı günü 709 yılında çıktı. 726 yılında bir defa daha mihnete uğradı, fetva vermesi yasaklandı ve tutuklandı. Bu da 10 Şaban Cuma gününe tesadüf ediyordu. İki yıl ve birkaç ay hapiste kaldı. Pazartesi gecesi de 20 Zülkade 728 yılında vefat etti. Cenazesine gelenlerin haddi hesabı yoktu.
İmam Ahmed’in şu sözlerine canlı bir örnekti.
"Bid’at ehline deyiniz ki: Bizim ve sizin aranızda fark cenazelerde bulunmalar olsun."
İşte bu şekilde davet, cihad, ders vermek, fetva, te’lif, tartışma, selef’in metodunu savunmakla dopdolu bir hayattan sonra vefat etti. Ne evlendi, ne cariye edindi, ne de geriye mal mülk bıraktı.
Yüce Allah ona bol bol rahmetini ihsan etsin, cennetin geniş yerleri makamı olsun. Bize, İslam’a ve müslümanlara yaptığı hizmetlerin karşılığında Allah onu en hayırlı şekilde mükâfatlandırsın.
 

Murat Yazıcı

Ordinaryus
Katılım
10 Nis 2007
Mesajlar
2,230
Tepkime puanı
40
Puanları
0
2 - "Siyer-u A'lami’n-Nubelâ"nın müellifi Şemsu’d-Din ez-Zehebî (v. 748) dedi ki:
"Benim gibi bir kimsenin onun niteliklerine dair söz söylemesinden çok daha büyüktür. Eğer Kâbe’de Hacer-i Esved’in bulunduğu rükün ile Makam-ı İbrahim arasında bana yemin ettirilecek olsa, hiç şüphesiz benim gözüm onun gibisini görmemiştir, diye yemin ederim. Allah’a yemin ederim bizzat kendisi bile ilim bakımından kendi benzerini görmüş değildir."
Bir başka yerde de şunları söylemektedir:
"Henüz buluğa ermeden Kur’an ve fıkıhı okudu, tartıştı, delilleriyle, görüşlerini ortaya koydu. Yirmi yaşlarında iken ilim ve tefsirde oldukça ileri dereceye ulaştı, fetva verdi ve ders okuttu. Pek çok eserler yazdı, daha hocaları hayatta iken büyük ilim adamları arasında sayılır oldu. Develere yük teşkil edecek kadar pek büyük eserler yazdı. Bu sırada onun yazdığı eserler belki dörtbin defter, belki de daha fazla tutar. Cuma günlerinde seneler boyunca herhangi bir kitaba başvurmaya gerek görmeksizin yüce Allah’ın kitabını tefsir etti. Fışkıran bir zeka idi, pekçok hadis dinlemiştir. Kendilerinden ilim bellediği hocalarının sayısı ikiyüzü aşkındır. Tefsire dair bilgisi en ileri noktadadır. Hadis, hadis ravileri (Ricâli), hadisin sahih olup olmamasına dair bilgisine hiçbir kimse ulaşamaz. Fıkhı, nakli -dört mezheb imamının da ötesinde- ashab ve tabîin’in görüşleri eşsizdi. Mezheb ve fırkalara dair, usul ve kelâma dair bilgisine gelince, bu hususta onun seviyesinde bir kimse bilmiyorum. Dile dair geniş bir bilgisi vardı, Arapçası oldukça güçlü idi. Tarih ve siyere dair bilgisi şaşırtıcı idi. Kahramanlık, cihad ve atılganlığı ise nitelendirilemeyecek kadar, anlatılamayacak kadar ileri idi. Örnek gösterilecek derecede çok cömert idi. Yemekte ve içmekte az ile yetinir, zühd ve kanaat sahibi bir kimse idi."​

Zehebi, İbni Teymiyye'nin talebesi ve arkadaşı idi. Hocasını çok ve abartılı övdüğü doğrudur. Ama, hocasını tenkid eden, zaaflarını ifade eden sözleri de mevcuttur. Teymiyyeciler Zehebi'nin övgülerini naklediyorlar da, tenkidlerini niye yazmıyorlar?

Zehebi'nin Hocası İbni Teymiyye'ye Nasihatı

En-Nasihatü’z-Zehebiyye li İbn Teymiyye

Bütün hamdler Allah’a olsun. Ey Rabbim! Bana merhamet et, suçumu bağışla, benim imanımı koru! Günahıma karşı az kaygı gösterdiğime kaygılanıyorum. Yazıklar olsun! Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in sünnetinin ve ehlinin ortadan kaybolmalarına da teessüf ederim. Bu nedenle, ağlamakta bana yardım edecek mümin kardeşlerime iştiyakımı bildiriyorum. İlmin çıraları (ışıkları), takva ehli, hayırların hazineleri olan insanların ortadan yok olmalarına dair vay kaygılı halime! Helal para ile kafa dengi bir kardeşin bulunmasına ah çekerim. Kendi ayıpları, onu başkasının ayıplarıyla uğraşmaktan alıkoyana ne mutlu! Helak o kimseyedir ki, başkasının ayıplarıyla uğraşması, onu kendi ayıplarını görmekten alıkoymuştur. Ne zamana kadar, kardeşinin gözünde çöpü görüp de gözündeki merteği unutacaksın. Ne zamana kadar kendini cakalı tabirlerle övüp, alimleri kınayıp halkın gizli hallerin, araştırmaya çalışacaksın?

Evet kendini haklı göstermek için bana şunu diyeceğini biliyorum: “Ben ancak İslamiyet kokusunu almayan ve Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)’in getirdiği dini bilmeyenlerin aleyhinde konuşuyorum. Bu ise İslamiyet’te bir cihaddır”

Evet Vallahi gıybet ettiği o kimseler, öyle birçok iyi şeyler bilmişlerdir ki, kul onlarla amel ederse zafere ulaşır. Onları ilgilendirmeyen meselelerden çoğunu bilmemişlerdir. Kendisine önemli olmayan şeyi terk etmesi, kişinin İslamiyet’in güzelliğindendir. (diye hadis-i şerif varid olmuştur)

Ey adam (İbn Teymiyye), Allah hakkı için bizden vazgeç. Zira sen gerçekten çok mücadelecisin. Dilinle bilginsin. Rahat duramazsın. Dinde yanlış etmekten kendinizi koruyunuz. Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) çok soru sormayı hoş görmemiş ve bu durumu ayıplamıştır. “Ümmetimin akıbeti hussunda en çok korktuğum şey, dili ile bilgili münafıklardır”, (Ahmed; Ömer b. El-Hattab) diye buyurdu. Haram ve helal meseleleri hakkında bile olsa, çok söz söylemek, kalbi katılaştırır. Hele gözü ve kalpleri körleştiren filozofların küfür tabirlerinin durumu nasıldır? Artık sen düşün!

Vallahi kâinatta gülünç olduk. Sen, ne zamana kadar felsefi küfrün ince ibarelerini meydana çıkaracaksın ki, sonunda biz onları akli delillerle reddetmeye devam edeceğiz. Ey Adam! Sen filozofların zehirli tabirlerini ve eserlerini defaatle yutmuşsun. Beden, zehirleri çok kullanmayla zehir almaya alışır. Allah’a yemin ederim ki, böylece o zehir gizli olarak bedende yerleşiyor. Onda düşünceye, Allah’ı yâd edip O’ndan korkmaya, tefekkür edip sukut etmeye ve Kur’an-ı Kerim tilavet edilen meclise hasret çekerim. Ah o meclise ki, onda iyi zatlardan bahsediliyor. Salih zatların yad edilmesiyle rahmet nazil olur ama, salih zatları ayıplamak ve onlara lanet etmekle, rahmet nazil olmaz. Haccac’ın kılıcı ile İbn Hazm’ın dili öz iki kardeş idiler. Sen de (İbn Teymiyye), bunlardan her ikisini beğendin. Sen, bizi Hıristiyanlarla bir tutuyorsun. Allah’a yemin ederim ki, Müslümanların kalbinde, size dair şüpheler vardır. Kelime-i Şahadet’e dayalı imanın, sağlam olarak kurtulursa sen mutlusun. Sana tabi olan kimse, zındıklığa doğru giden yolunda gittiğinden vay onun haline! Hele o adam, bir de ilmi ve dini de az olup, hakikati iptal ederek nefsani arzusuna uyan birisi olunca, hali daha beterdir. Lakin o kimse zahiren sana yarar sağlar. Eliyle, diliyle cihad edip sana zahirde yardım eder görünse de, batınında, kalbiyle düşmanındır. Çünkü tabilerinin çoğu yanında oturur, sana bağlıların akılları hafiftirler. Avamdan olup çok yalancı, korkusundan dolayı söz söylemekten aciz, kör düşünceli, güçlü hile sahibi veya saf ve salih zekasız kimselerdir onlar. Bu hususta bana inanmıyorsan, adalet ölçüsüyle onların durumlarını araştır.

Behey Müslüman (İbn Teymiyye) ! Eşeğinkine benzer arzunla sen, seni methetmek için mi dünyaya geldin? Ne zamana kadar dediğini doğrulayıp da, iyi zatlara düşmanlık edeceksin; ne zamana benliğine inanıp da iyi kişileri ayıplayacaksın? Ne vakte kadar, arzunu yüceltip kulları küçük düşüreceksin? Ne vakte kadar onunla dostluk yapıp da, zahidlerden tiksineceksin ve ne zamana kadar sahih kitaplarımız olan Müslim ve Buhari’nin bile övülmediği derecede kendini öveceksin? Keşke Sahihayn’daki (Müslim, Buhari kitapları) hadisler, senden selamet bulsalardı. Hatta her vakit onları zayıflatmakta, iptal etmekle, kendi görüşüne göre onlara te'vil edip veya inkar etmekle, onlara hücum ediyorsun. Senin kendini bunlardan men etme zamanın yaklaşmadı mı? Tevbe edip dönme vaktin gelmedi mi? Ölümün yaklaşmadı mı; yetmiş yılının basamağında değil misin?

Evet Allah’a yemin ediyorum ki, kendi ölümünden bahsettiğini hatırlamıyorum. Hatta ölümden bahsedeni tahkir ediyorsun. Benim kavlime bakacağını zannetmiyorum. Vaazımı da dinlemiyorsun. Belki sana yazdığım bu birkaç sayfaya itiraz etmek için, birçok kitap yazmaya büyük gayretin vardır. Sonu gelmeden sözümü kesiyorsun. Sevdiğin adamdan, devamlı intikam almayı düşünüyorsun. Ta ki, elbette sana diyeyim. Sana karşı çok şefkatli ve dost olduğum halde, bana karşı durumun böyle olursa, düşmanlarına karşı durumun nasıl olacak bilmem ki?.. Vallahi, sevmediğin insanlar arasında akıllı, salih ve fazilet sahibi kimseler vardır. Nitekim seni sevenler arasında da yalancılar, facirler, cahil ve tembel, zekasız, yıkıcı kimseler vardır. Aşikare beni sebbedip, gizlice sözlerimden istifade etmene razıyım. “Ayıplarımı bana söylemekle, bana hediye veren kimseden Allah razı olsun!” . Zira ayıplarım günahlarım çoktur. Bunlardan tevbe etmezsem bana yazıklar olsun! Allamü’l-Guyube (Gizli şeyleri çok bilen Allah’a) karşı işlediğim günahlardan dolayı, başıma gelecek rezaletten vay halime! İlacım, Allah’ın afv ve müsamahasıdır. Tevfik ve hidayetidir. Bütün hamdler, alemlerin Rabbine olsun. Allah, Peygamberlerin sonu olan Efendimiz Muhammed’in (sallallahü aleyhi ve sellem), tüm al ve ashabının üzerine salat ve selam eylesin.

Kaynak: Ebu Hamid bin Merzuk, Bera'atü'l-Eş'ariyyin, Bedir Yayınevi, 1994; s.379-380. Tercüme: Emekli Müftü Hasib Seven.

Not: Bu risalenin Ömer Nasuhi Bilmen tarafından yapılmış olan bir başka tercümesi şurada bulunabilir:Ahmed Davudoğlu, Dini Tamir Davasında Din Tahripçileri, 5. Baskı, Huzur Yayınevi, İstanbul 1989; sayfa: 48-51.
 

Murat Yazıcı

Ordinaryus
Katılım
10 Nis 2007
Mesajlar
2,230
Tepkime puanı
40
Puanları
0
Zehebi'nin nasihatını kaydeden alimlerden biri de es-Sehavi'dir. (El-İ‘lân bi’t-tevbîh li men zemme’t-târîh, s.136). Zehebi'nin Zagalü'l-ilm risalesi bu nasihattan başkadır. Zehebi, Zagalü'l-ilm risalesinde de İbni Teymiyye'de "kibir, ucb, meşihat riyasetine aşırı sevgiyle ulu zatları tahkir etme, büyüklük taslama davası ve gösteriş afeti" olduğunu yazıyor ve hocasına "ilimle böbürlenmekten ve bencillikten kork" diye hitab ediyor. (Bera’atü’l-Eş’ariyyin min Akaidi’l-Muhâlifin, Bedir Yay., s. 378.)

Zehebi (vefatı m. 1347), İbni Teymiyye'nin talebelerindendir. Çeşitli eserlerinde hocasını abartılı bir şekilde övmüştür. Bununla beraber, İbni Teymiyye hakkında yazdığı ve işte içinde böyle abartılı övgüler bulunan biyografide değişik yerlerde şu cümleler mevcuttur:

"İbni Teymiyye ekseri patavatsız ve münakaşacı idi... Bazı iyi bilinen konularda dört mezheb imamına muhalefet etti... Şimdi birkaç senedir bir mezhebe bağlı olmadan fetva veriyor... Bazen yanındaki birine hürmet gösterir, sonra sohbet sırasında ona mükerreren hakaret ederek gücendirirdi... Şiirleri sıradandır... Muhalifleri arasında gücendirdiği ve abartılı bir şekilde iftira ettiği kişiler de vardır. Allahü teâlâ onu ruhundaki kötülükten korusun!" (A New Source for the Biography of Ibn Taymiyya, Bulletin of SOAS, 67, 3 (2004), 321-328.)

İbni Receb'in de (vefatı m. 1392) Zehebi'den naklen İbni Teymiyye'yi tenkid eden bazı ifadeler kullandığını burada not edelim (Zeyl alâ tabakâti'l-hanâbile, II, 394-395).
 

Murat Yazıcı

Ordinaryus
Katılım
10 Nis 2007
Mesajlar
2,230
Tepkime puanı
40
Puanları
0
3 - "Tabakatu'ş Şafîiyye el-Kübrâ" adlı eserin müellifi Tacu’d-Din’in babası Takıyu’d-Din es-Subkî -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- şunları söylemektedir:
"Aklî ve şer’î ilimlerdeki geniş bilgisi, üstün kadri ve kaynayıp coşan denizi andıran hali ile ileri zekası, içtihadı ile bütün bu alanlarda anlatılamayacak ileri dereceye ulaşmıştı..." dedikten sonra şunları söylemektedir:
"Bana göre o bütün bunlardan daha büyük, daha üstündür. Bununla birlikte yüce Allah ona zühd, vera, dindarlık, hakka yardımcı olmak, hakkı yerine getirmek gibi özellikleri vermişti; bütün bunları da yalnızca Allah için yapardı. Bu hususta selef-i salihin izlediği yolu izlerdi. Bu konuda çok büyük bir pay sahibi idi. Bu dönemde hatta uzun dönemlerden beri onun benzeri görülmüş değildir."​

Bu yazıyı hazırlayan kişi, ya kendisi çok cahildir, ya da okuyucularını kandırmaya çalışmaktadır. İmâm-ı Sübkî rahimehullah İbni Teymiyye'nin çağdaşı idi. Zehebi'ye yazdığı bir mektupta, İbni Teymiyye'yi çok övmüştü. Bu husus, İmâm-ı Sübkî'nin ihlaslı olduğunu, asla kötü niyetli olmadığını göstermektedir. Daha sonra, İbni Teymiyye'nin bozuk yazılarını görünce, çok sayıda reddiye yazmıştır. Bunlardan biri benim blogumda bulunabilir:

Makaleler ve Vesikalar: İmâm-ı Sübkî: Şifâüs-sikâm fî ziyâreti hayr-il-enâm

İmam-ı Ebül-Hasen Sübkî buyuruyor ki:

"Resûlullah ile tevessül etmek, yani istigase etmek, ondan şefaat istemekdir. Bu ise güzel bir şeydir. Önceki ve sonraki İslam alimlerinden hiçbiri buna karşı birşey dememişdir. Yalnız İbni Teymiyye bunu inkar etdi. Böylece doğru yoldan ayrıldı. Kendinden önce gelen alimlerden hiçbirinin söylemediği bir bid’at çıkardı. Bu bid’ati ile müslümanların diline düştü."
 

Uzak Yollar

Doçent
Katılım
15 Eki 2009
Mesajlar
569
Tepkime puanı
14
Puanları
0
Yaş
54
Bu yazıyı hazırlayan kişi, ya kendisi çok cahildir, ya da okuyucularını kandırmaya çalışmaktadır. İmâm-ı Sübkî rahimehullah İbni Teymiyye'nin çağdaşı idi. Zehebi'ye yazdığı bir mektupta, İbni Teymiyye'yi çok övmüştü. Bu husus, İmâm-ı Sübkî'nin ihlaslı olduğunu, asla kötü niyetli olmadığını göstermektedir. Daha sonra, İbni Teymiyye'nin bozuk yazılarını görünce, çok sayıda reddiye yazmıştır. Bunlardan biri benim blogumda bulunabilir:

Her anlayışta olduğu gibi,tarihtede kaynaklar farklı olduğu için,
herkes kendine göre bişeyler yazıyor.
Size göre cahil yada aldatan olamasıda doğaldır sanırım.
 

Murat Yazıcı

Ordinaryus
Katılım
10 Nis 2007
Mesajlar
2,230
Tepkime puanı
40
Puanları
0
9 - Fethu’l-Barî adlı eserin müellifi İbn Hacer el-Askalânî (v. 852 h.) onun hakkında şunları söylemektedir:​


"En hayret edilecek hususlardan birisi de şudur: Bu adam Rafızî, Hulûlcüler, İttihatçılar gibi bid’at ehline karşı bütün insanlar arasında en ileri derecede duran bir kimse idi. Bu husustaki eserleri pekçok ve ünlüdür. Onlara dair verdiği fetvaların sınırı yoktur."
Yine onun hakkında şunları söylemektedir:
"Şeyhu’l-İslam Takıyu’d-Din’in, kanaatlerini kabul edenin de, etmeyenin de çokça istifade ettiği ve herbir yana dağılmış eserlerin müellifi ünlü öğrencisi Şemsuddin İbn Kayyim el-Cevziyye dışında eğer, hiçbir eseri bulunmasaydı dahi, bu bile İbn Teymiyye’nin ne kadar yüksek bir konuma sahib olduğunu en ileri derecede ortaya koyardı. Durum böyle iken bir de gerek akli, gerek nakli ilimlerde Hanbeli mezhebine mensup ilim adamları şöyle dursun, çağdaşı olan Şafîi ve diğer mezheblere mensup en ilerideki önder ilim adamları akli ve nakli ilimlerde oldukça ileri ve benzersiz olduğuna da tanıklık etmişlerdir."​

Hâfız İbni Hacer el-Askalânî bunları nerede söylemiş? Bildiğim kadarıyla, Fethu'l Bârî'de böyle bir yazı yoktur. Ed-duraru’l-kâmine isimli kitabında ise başkalarının sözlerini aktarmıştır. Eğer öyleyse, bu sözler İbni Hacer'in değil, başkalarının sözleridir.

Hâfız İbni Hacer el-Askalânî, Ed-duraru’l-kâmine isimli kitabında, İbni Teymiyye'nin sahabenin büyükleriyle ilgili sözleri hakkında alimlerden bazı nakiller yapmaktadır:

“İbni Teymiyye Ömer ibnu’l-Hattab’a üç talak meselesinde ve Hazret-i Ali'ye de on yedi meselede Kur'anın nassına muhalefet etti diye isnadda bulunmuştur. Hazret-i Ebu Bekir ne dediğini bilen yaşlı birisi olarak müslümanlığı kabul etti, ama Hazret-i Ali çocukken İslamiyeti kabul edip bir kavle göre çocuğun İslamiyeti sahih değildir, demesi ve yine Hazret-i Ali hakkında, kendisi Ebu Cehil'in kızını istemiş ve ölünceye kadar onu severek unutmamıştır, demesi üzerine alimler ona münafıklığı isnad etmişlerdir. İbni Teymiyye Hazret-i Osman hakkında (Osman malı severdi) demiş ve (Peygamberden -aleyhisselam- istigasede bulunulmaz) dediği için ona zındıklık isnad etmişlerdir.” (Bera’atü’l-Eş’ariyyin min Akaidi’l-Muhâlifin, s.410.)

İbn Hacer el-Askalânî (v. 852/1448) İbn Teymiyye’nin, İmâmiyye Şîası’nın otoritelerinden olan İbnü’l-Mutahher el-Hıllî’nin (v. 726/1325) Minhâcü’l-kerâme fî ma’rifeti’l-imâme (Tebriz 1286, Tahran 1298, Kahire 1962) adlı eserine reddiye olarak yazdığı Minhâcü’s-sünne en-nebeviyye fî nakzı kelâmi’ş-şîa ve’l-kaderiyye isimli kitabı üzerine yaptığı değerlendirmede diyor ki:

Telif esnasında kaynağını hatırlayamadığı bazı makbül/sahih hadisleri veya senedi zayıf da olsa bazı mevcut/sabit rivâyetleri mevzu olduğu gerekçesiyle reddetmiştir. İbn Teymiyye, İbnü’l-Mutahher el-Hıllî’nin kullandığı hadislerin büyük bir kısmı mevzu ve çok zayıf olmakla birlikte, onun sözünü çürüteyim (tevhîn) derken bazan Hz. Ali’yi küçük düşürmüş, ifrat ve teşeddüde düşmüştür. (İbn Hacer, Lisân, VI, 319-320; a.mlf., Dürer, I, 71; Leknevî, Ecvibe, s. 174-176; Prof. Dr. Z. Güler'den naklen)

İbni Teymiyye'nin ""Rasulullahın Kabri Şerifini Ziyaret" konusundaki bozuk görüşü hakkında, Hâfız İbni Hacer el-Askalânî şöyle yazmıştır:

"Bu, İbn Teymiyye'den nakledilen en çirkin ve tepki çeken konu­lardan biridir. Hz. Peygamber'in kabrini ziyaret etmenin meşru olduğuna dair icma bulunduğu iddiasını reddetmek için getirilen delil, Mâlik'in "Hz. Peygam­ber'in kabrini ziyaret ettim" sözünü mekruh saymasıdır. Malikîler'den muhakkik âlimler, İmam Mâlik'in bu sözü söylemeyi edeben mekruh saydığını söylemişler­dir. Kabrin ziyaret edilmesi ise aslında en faziletli amellerden, Yüce Allah'a yak­laştıran en önemli fiillerden olup, bunun meşru olduğu konusunda tartışma söz konusu olmaksızın icma bulunmaktadır." (Fethu'l Bârî, 1989 Baskısı, 3:66)
 

dostluk

Kıdemli Üye
Katılım
18 Haz 2007
Mesajlar
5,663
Tepkime puanı
304
Puanları
0
Yaş
50
Konum
istanbul

sayın yazıcı,şahıs öncelikle kurana cenabet dokunulur diyenlerden,konu öğrenmek değil onun için,günlerdir,müslüman forumda bir adım geri atmadı kurana abdestsiz dokunmamak hususunda ,apaçık ayeti bile kuranı herkez anlar dendiği halde inkar edip kurana temiz yaklaşını ruh temizliği idda edenlerden sonrada kafirlerde kurana dokunacakmış,kuran cenabet dokunulurmuş,ruh temizliği diyorlar kafirin ruhu pis,beden -abdestide inkar ediyorlar..
 

Uzak Yollar

Doçent
Katılım
15 Eki 2009
Mesajlar
569
Tepkime puanı
14
Puanları
0
Yaş
54
sayın yazıcı,şahıs öncelikle kurana cenabet dokunulur diyenlerden,konu öğrenmek değil onun için,günlerdir,müslüman forumda bir adım geri atmadı kurana abdestsiz dokunmamak hususunda ,apaçık ayeti bile kuranı herkez anlar dendiği halde inkar edip kurana temiz yaklaşını ruh temizliği idda edenlerden sonrada kafirlerde kurana dokunacakmış,kuran cenabet dokunulurmuş,ruh temizliği diyorlar kafirin ruhu pis,beden -abdestide inkar ediyorlar..

Sayın dostluk,siz bu düşüncenizle ne Kuranı anlayabilirsiniz nede anlatabilirsiniz.Evrensel olan ve bütün insanlığı hitap eden bir kitabı,
kendi kutsal değerleriniz adına saklayarak muhataplarından uzaklaştırırsınız.
 

Murat Yazıcı

Ordinaryus
Katılım
10 Nis 2007
Mesajlar
2,230
Tepkime puanı
40
Puanları
0
sayın yazıcı,şahıs öncelikle kurana cenabet dokunulur diyenlerden,konu öğrenmek değil onun için,.

Durumun farkındayım; bu şahsa değil, buraya kopyaladığı yazıya cevap yazıyorum. Aslında bu yazıyı bu forumda daha önce okumuştuk. Bazılarının gözü boyanabilir diye cevap veriyorum.

Hüseyin Avni Kansızoğlu şöyle diyor:

Bir yanda, devletler gücü ile, Müslümanlar arasında “selefîlik” zarfında “teşbîh” ve “tecsîm” inancı yerleştirildi, geliştirildi ve kollandı. Öte yanda da, çağdaş nebbâşlarca mezarından çıkarılan “Mu’tezile” düşünceleriyle Müslümanların, kafası iyiden iyiye karıştırıldı. Biri “aklı kullanmayan veya kullanamayan akılsızlar”, diğeri de “rasyonalist/akılcı akılsızlar” olan şu iki zümreye, Ümmet’in boğazı sıktırıldı. Aslında biribirine taban tabana zıt gibi görünen şu iki anlayış sahiblerinin ortak yanları, “Ehl-i Sünnet” inancındaki bütün bir Ümmet’e karşı olmak ve onun vahdetini yok etmektır. Şu “akılcı akılsızlar”ın zaman zaman İbn-i Teymiyye ve İbn-i Kayyımlerin arkalarına sığınmaları, onları beğendikleri ve kabûllendiklerinden değil, Ehl-i Sünnet muarızlarını tepelemek maksadıyladır. Sonra da onları da tepelerler, olur biter. (İnkişaf Dergisi, No: 7, Ekim-Aralık 2006, s. 42)
 

Uzak Yollar

Doçent
Katılım
15 Eki 2009
Mesajlar
569
Tepkime puanı
14
Puanları
0
Yaş
54
Hüseyin Avni Kansızoğlu şöyle diyor:

Ehl-i Sünnet muarızlarını tepelemek maksadıyladır. Sonra da onları da tepelerler, olur biter. (İnkişaf Dergisi, No: 7, Ekim-Aralık 2006, s. 42)

Bu Hüseyin Avni(kansızoğlu.!!!) kendi dışındaki düşüneneleri tepelemek istiyor sanırım.
Böyle dediğine göre.Müslümanların birbirini tepelemeleri diye biş düşünce nasıl söz konusu olabilir acaba?
İman edenler kardeş değilmi?
Rabbimiz Allah değilmi?
Kitabımız Kuran değilmi?
Peygamberimiz Hz.Muhammed(sav) değilmi?
Müslümanın müslümanı tepelemesi diye bir kelam sanırım en çok sözü eden sahibine dokunur.Böyle düşüncelerden Allaha sığınırım ben.
 

Murat Yazıcı

Ordinaryus
Katılım
10 Nis 2007
Mesajlar
2,230
Tepkime puanı
40
Puanları
0
Ona Yapılan İftiralar:​


Şeyhu’l-İslam İbn Teymiyye’ye çağdaşı, mutasavvıf, kelamcı ve bid’atçi düşmanlarından çokça iftiralarda bulunulduğu gibi, çağından sonra günümüze kadar da (bu durum)devam etmiştir. Ancak bu iftiralar arasında en şaşırtıcı olup hasım bid’atçilerin dayanak kabul ettikleri iftira ise gezgin İbn Batuta’nın, "Rihletu İbn Batuta (İbn Batuta Seyehatnamesi)" diye tanınıp meşhur olmuş "Tuhfetu’l-Enzar..." adını taşıyan eserinde -Allah’tan layıkı ile muamele görmesini dileriz- söylediği şu sözlerdir:
"726 yılı muazzam ramazan ayı 9’una tesadüf eden perşembe günü Şam’ın Dımaşk şehrine vardım... Dımaşk’ta Hanbeli fukahasının büyüklerinden Şam’ın büyüğü ve çeşitli ilim dalları hakkında söz söyleyen Takıyu’d-Din İbn Teymiyye vardı. Ancak aklı pek yerinde değildi. Dımaşk’lılar onu çokça ta’zim eder, o da minbere çıkıp, onlara vaazlar verirdi..." diye sözlerini sürdürür ve daha sonra şunları söyler:
"Caminin minberinde insanlara vaaz ederken cuma gününde huzurunda bulundum. Onlara öğüt veriyordu, söylediği sözler arasında şu da vardı:
Allah dünya semasına benim şu inişim gibi iner, dedi ve minberin basamaklarından bir basamak indi. İbnu’z-Zehra diye bilinen Malikî mezhebine mensup bir fakih ona karşı çıktı ve onun söylediği bu sözü reddetti. Fakat herkes bu fakihe karşı çıktı, elleriyle, ayakkabılarıyla onu alabildiğine vurdular ve nihayet sarığı da düştü..." Ve daha başka yalan ve iftiraları bunların akabinde sıralamaya devam etmektedir. (bk. er-Rıhle, I, 102, 109, 110, Tahkik: Dr. Ali el-Muntasır el-Kettanî, Müessesetu'r-Risale baskısı. )
İbn Batuta’nın sözleri bunlar, iftirası bu. Bundan dolayı Şeyh Ahmed b. İbrahim b. İsa "el-Kasidetu’l-Nüniyye"(Bk. Şerhu'l-Kasidetü'n-Nüniyye,1, 497. ye yazdığı şerhinde şu sözleri söylemektedir:
"Böyle bir yalandan Allah’a sığınırız. Bu yalanı söyleyen Allah’tan korkmaz, bu iftirada bulunan utanmaz mı?
Nitekim hadis-i şerif’te: "Eğer utanmazsan dilediğini yapabilirsin" diye buyurulmuştur. (Sahihtir. Buharî, Edeb Babu iza lem testehi... da rivayet etmiştir. Fethu'l-Barî, X, 523. Hadisin baştarafları da şöyledir: "Nubuvvet kelâmından insanlara erişenlerden birisi de şudur...")
Bu yalan o kadar açıktır ki ayrıca bunu uzun boylu reddetmeye gerek yoktur. Bu iftiracı ve yalancıya karşı Allah yeter. Çünkü bu şahıs Dımaşk’a 726 yılı 9 Ramazan tarihinde girdiğini söylemekte. Şeyhu’l-İslam İbn Teymiyye ise o sırada el-Kal’a’da hapsedilmiş bulunmakta idi. Nitekim onun öğrencisi Hafız Muhammed b. Ahmed b. Abdu’l-Hadi "Tabakatu’l-Hanâbile" adlı eserinde ile Hafız Ebu’l-Ferac Abdu’r-Rahman b. Ahmed b. Receb'in belirttikleri gibi güvenilir ilim adamları bunu böylece zikretmişlerdir. Hafız Ebu’l-Ferac sözü geçen "Tabakat"ında İbn Teymiyye’nin biyografisini yazarken şunları söylemektedir:
"Şeyh (İbn Teymiyye) 726 yılı, Şa’ban ayından, Zü’lkade’nin 28. gününe kadar el-Kal’a’da (hapis) kaldı." (Bk. ez-Zeyl alâ Tabakati'l-Hanâbile, II, 405.)
İbn Abdi’l-Hadî ayrıca onun oraya altı Şa’ban’da girdiğini de ekler. (Bk. İbn Abdi'l-Hadî, el-Ukudu'd-Dürriyye, s. 218.)
Şimdi bu iftiraya bir bakalım. Bu şahıs onun huzurunda bulunduğundan ve bu sırada minberde insanlara vaz-u nasihatte bulunduğundan sözetmektedir. Bunun gerçekle ilgisini bir bilebilseydik! Acaba caminin minberi Dımaşk Kal’asının içlerine mi intikal etti?
Halbuki İbn Teymiyye belirtilen tarihte sözü edilen kaleye girdiğinde ancak naşı üzerinde dışarı çıkmıştı. Hafız İmadu’d-Din İbn Kesir "Tarihinde bunu böylece kaydetmektedir. (Bk. el-Bidaye, XIV, 123.)
İbn Kesir'in el-Birzalî'den naklen zikrettiğine göre İbn Teymiyye'nin ikindi sonrası 16 Şaban Pazartesi günü girdiği şeklindedir. Durum ne olursa olsun, bu Mağrib'li yalancının Şam'a girişinden önce onun hapse girdiği muhakkaktır. O ise 9 Ramazan'da Şam'a girmiştir. el-Birzalî ile İbn Kesir'in ondan naklen zikrettiğine göre İbn Teymiyye'nin Kal'a hapsine girişi ile İbn Batuta'nın Dımaşk'a girişi arasında yirmiüç gün, İbn Abdu'l-Hadî'nin zikrettiğine göre ise ikisinin girişi arasında otuzüçgünlük bir fark vardır.)
Böylelikle bu hususta yapılacak açıklamalar nihaî maksadına ulaşmış bulunuyor.
İbn Batuta’nın çokça yalan söylediğinin delillerinden birisi de onun bu seyahatnamesinde naklettiği çok acaib hikâyeleridir. O kadar ki İbn Haldun bu seyahatnameden bir miktar nakillerde bulunduktan sonra şunları söylemektedir:
"...Onun anlattığı şeylerin çoğunluğu Hint ülkesinin hükümdarı ile ilgili olup onu dinleyenlerin çokça garib karşılayacağı halleri ile ilgili anlattıklarıdır... Nihayet o bu kabilden hikayeler anlattı, bu sefer insanlar kendi aralarında onun yalancı olduğunu söylemeye koyuldular. O günlerde Sultan Faris b. Vardar’ın veziri ile karşılaştım. Bu hususta onunla konuştum ve ben bu adamın insanlar tarafından yaygın bir şekilde yalanlanmış olması dolayısıyla vermiş olduğu haberleri kabul etmediğini gördüm." (İbn Haldun, Mukaddime, II, 565, Tahkik: Ali Abdu'l-Vahid Vafi)
O halde İbn Haldun rivayet ettiği haberlerin çokça garib oluşları sebebiyle İbn Batuta’nın doğruluğunda şüphe etmektedir. İbn Teymiyye’ye dair naklettiği rivayetten daha garibi de yoktur.
Diğer taraftan İbn Batuta’nın Hindistan’ı ziyareti esnasında naklettiği garib hadiselerden birisi de şu sözleriyle anlattıklarıdır:
"Nihayet Beşay dağına vardık, orada salih Şeyh Ata Evliya'nın zaviyesi de vardır. "Ata" türkçede baba demektir, "evliya"da Arapça bir kelimedir. Anlamı evliyaların babası demek olur. Aynı şekilde ona "si sad sale" de denilir. Farsça’da "si sad" üçyüz "sale" de yıl anlamındadır. Onların belirttiklerine göre o üçyüzelli yaşında imiş. Onlar bu kişi hakkında güzel inançlara sahibtirler..."
Daha sonra şunları söyleyinceye kadar sözlerini sürdürür:
"Yanına girdik, ona selam verdim, boynuma sarıldı. Cismi nemli idi, ondan daha yumuşak bir cisim görmedim. Onu gören kişi ise elli yaşında olduğunu zanneder. Bana naklettiğine göre herbir yüz yaşında saçları ve dişleri (yeniden) çıkar..." (Rihle, 1, 466.)
Bu seyahatnamede ne kadar uydurma, yalan ve iftira bulunduğunu ancak Allah bilir.

Allah, İbn Teymiyye’ye geniş geniş rahmetini ihsan etsin, zalimlerin tuzakları ise mutlaka boşa çıkar.​

İbni Teymiyye'ye herhangi bir iftira yapıldığını görmedim. Şimdiye kadar derinlemesine araştırdığım her konuda, kendisini tenkid edenlerin doğru söylediğini gördüm.

Bu konuyla alakalı bir yazı aktaralım:

"İbn Battuta'nın anlattığı hadise bazı kişiler tarafından inkar edilmiştir; bilhassa İbni Teymiyye'nin destekçileri tarafından. Çünkü İbni Teymiyye'nin “muhakkak ki Allahü teâlâ benim buradan indiğim gibi dünya semasına inmektedir” şeklinde bir cümle söyleyip Allahü teâlânın nüzulünü göstermek için minberden bir basamak inmiş olabileceğine inanmıyorlar. Ancak, İbni Battuta'nın anlattığını uydurma ve yanlış olarak kabul etsek bile, şunun bilinmesinde fayda var ki asrının en büyük hadis alimi Hâfız İbni Hacer el-Askalânî Ed-duraru’l-kâmine isimli kitabında (I, 164) benzer bir olayı rapor etmektedir. h.705/m.1305 yılında (İbni Battuta'nın anlattığından 21 sene önce) meydana gelen bu olayda, İbni Teymiyye yine Allahü teâlânın nüzulünü nasıl tahayyül ettiğini anlatmak için minberin basamaklarından inmiştir. Hâfız İbni Hacer'in bu olay için kaynağı İbni Teymiyye'nin kendi talebelerinden Süleyman Necmeddin el-Tufi el-Hanbeli'dir (vefatı h.716/m.1316)."

Daha fazla bilgi için tıklayınız:

Makaleler ve Vesikalar: İbni Teymiyye: Teşbihin Tanıkları
 

Ahi Evran

Profesör
Katılım
18 Haz 2007
Mesajlar
1,695
Tepkime puanı
14
Puanları
38
Yaş
45
Müslümanlar arasında “selefîlik” zarfında “teşbîh” ve “tecsîm” inancı yerleştirildi

Selefilerde tecsim ve teşbih inancı yoktur...!!!
Vakıf gurabanın eserlerine bakılabilir...
Selefilerde müteşabihi tevil yoktur...
Tevili olmayan bir şeyin tecsimi, teşbihi olmaz, var diye iftira atmaktadır...
Selefiler nakilleri olduğu gibi kabul ederler, bu konuda müteşabih eyetler bilinmektedir, selefiler bunları olduğu gibi kabul ederler, tevil etmezler...Hadislerdeki müteşabihlere karşı da aynı tutumu gösterirler, tevil etmezler...
 

Murat Yazıcı

Ordinaryus
Katılım
10 Nis 2007
Mesajlar
2,230
Tepkime puanı
40
Puanları
0
Selefilerde tecsim ve teşbih inancı yoktur...!!!
Vakıf gurabanın eserlerine bakılabilir...
Selefilerde müteşabihi tevil yoktur...
Tevili olmayan bir şeyin tecsimi, teşbihi olmaz, var diye iftira atmaktadır...
Selefiler nakilleri olduğu gibi kabul ederler, bu konuda müteşabih eyetler bilinmektedir, selefiler bunları olduğu gibi kabul ederler, tevil etmezler...Hadislerdeki müteşabihlere karşı da aynı tutumu gösterirler, tevil etmezler...

Sen Türkçe biliyor musun?

Yazar demiş ki:

Müslümanlar arasında “selefîlik” zarfında “teşbîh” ve “tecsîm” inancı yerleştirildi.

Oku ve düşün bakalım! Dikkat et, beynin acımasın.

***

Yazarın ne demek istediği bir yana, ben konuyu biraz değiştirerek başka bir hususa işaret edeyim:

İslam dininde "Selefilik" diye bir mezheb yoktur, "Selef'in mezhebi" vardır. Mesela, İmam-ı Gazali el-İlcam kitabında bu ifadeyi kullanır. Eşariler ve Matüridiler (yani Ehl-i sünnet) işte bu "Selef'in mezhebi" üzerindedir.

Vehhabilik denen sapık bir fırka mevcuttur. İbni Teymiyye'nin teşbihe ve tecsime kayan görüşlerini benimsemişlerdir. Bu mülhidler, bazen kendilerine "Selefi" diyor. Mesele bundan ibarettir.
 

Uzak Yollar

Doçent
Katılım
15 Eki 2009
Mesajlar
569
Tepkime puanı
14
Puanları
0
Yaş
54
Sen Türkçe biliyor musun?

Yazar demiş ki:

Müslümanlar arasında “selefîlik” zarfında “teşbîh” ve “tecsîm” inancı yerleştirildi.

Oku ve düşün bakalım! Dikkat et, beynin acımasın.

***

Yazarın ne demek istediği bir yana, ben konuyu biraz değiştirerek başka bir hususa işaret edeyim:

İslam dininde "Selefilik" diye bir mezheb yoktur, "Selef'in mezhebi" vardır. Mesela, İmam-ı Gazali el-İlcam kitabında bu ifadeyi kullanır. Eşariler ve Matüridiler (yani Ehl-i sünnet) işte bu "Selef'in mezhebi" üzerindedir.

Vehhabilik denen sapık bir fırka mevcuttur. İbni Teymiyye'nin teşbihe ve tecsime kayan görüşlerini benimsemişlerdir. Bu mülhidler, bazen kendilerine "Selefi" diyor. Mesele bundan ibarettir.

Yok senin bildiğin gibi değil.Burda yanlışsın.Öyle kendi fikrince anlatma
olayları kardeş.Selefiliği bi araştır sen önce,gerçi biyerden sağdan soldan kopyalar getirirsin ama yinede iyi olur yanlış bilgilenmekten.
 

Ahi Evran

Profesör
Katılım
18 Haz 2007
Mesajlar
1,695
Tepkime puanı
14
Puanları
38
Yaş
45
Sen Türkçe biliyor musun?
Yazar demiş ki:
Müslümanlar arasında “selefîlik” zarfında “teşbîh” ve “tecsîm” inancı yerleştirildi.
Oku ve düşün bakalım! Dikkat et, beynin acımasın.
Yazarın ne demek istediği bir yana, ben konuyu biraz değiştirerek başka bir hususa işaret edeyim:
İslam dininde "Selefilik" diye bir mezheb yoktur, "Selef'in mezhebi" vardır. Mesela, İmam-ı Gazali el-İlcam kitabında bu ifadeyi kullanır. Eşariler ve Matüridiler (yani Ehl-i sünnet) işte bu "Selef'in mezhebi" üzerindedir.
Vehhabilik denen sapık bir fırka mevcuttur. İbni Teymiyye'nin teşbihe ve tecsime kayan görüşlerini benimsemişlerdir. Bu mülhidler, bazen kendilerine "Selefi" diyor. Mesele bundan ibarettir.

Bugün selefilik ile kast edilen mezheb ehl-i hadis'in mezhebidir. Buhari, Müslim, Ahmed vb hadis kitapları başta olmak üzere hadislerle amel etmeyi meslek edinen bazı müslümanlar, kendilerini selefi olarak nitelemektedirler...

Selefilik zarfı adı altında tecsim ve teşbih hiç bir zaman olmamıştır...
Yıllardır bir çok selefi-vehhabi ile tanıştım, tartıştım, hiç birinde tecsim-teşbih görmedim, hepsi ittifakla tevil etmeyiz, keyfiyetini Allah'a havale ederiz demektedirler...Tüm bunlardan sonra geriye iftira kalmaktadır...

Asıl üzerinde durulması gereken bazı mülhidlerin nasıl olupta ehl-i sünnet içine sızmış olmalarıdır...Ehl-i Sünnetin içinden ifitira zarflarını sağa, sola atmalarının arka planında ehl-i sünneti küçük düşürme, tahkir, tezyif ve tahfif gayretleri vardır...

Selefin mezhebinin aslı İmam-ı Azam Ebu Hanife'nin Fıkh-ı Ekber'i ve İmam Tahavi'nin metni başta olmak üzere, diğer müçtehit imamların içtihatları eksenindedir.

Ben Türkçe biliyorum da sen Türkçe anlamıyorsun sorun orada!!!
 
Üst