"Avrupa Birliği", "Medeniyetler İttifakı" adı altındaki icraatları olsun, "Amerika ile stratejik ortak ve dost olma" gayretleri olsun bunların hepsini küfre karışma arzusu ve küfre karşı duydukları iştiyak ile yaptıklarını görürsünüz.
Bu yüzdendir ki ülke menfaatine atılması gereken adımları atmıyorlar. Atmaları mümkün değildir. Zira bütün gayretleri, meşguliyetleri, inanışları küfrün müdafisi olmak, küffarı dost edinmek, onların arasına girebilmek üzerinedir. Artık bunlardan memleket menfaatine hiçbir şey beklemeyin. Onlar, orada değil ki. Küfrün safında.
Nitekim kendileri söylüyor, "AB'ye mutlaka girmek istediğini". Hatta "Nikah kıymak istiyoruz", "Katolik nikahı olsun, bir daha kopmasın" diyorlar. Görüyorsunuz bütün arzuları küffar birliği ile "Katolik nikahı" kıymak.
Bu nasıl bir sözdür? Halbuki Hazret-i Allah Âyet-i kerime'sinde:
"Sen onların dinlerine uymadıkça ne yahudiler ne de hıristiyanlar aslâ senden hoşnut olmazlar." buyuruyor. (Bakara: 120)
Bu Allah kelâmını görmediler mi? Görmek mi istemediler? Yoksa örtmek, kaldırmak mı istediler?
Bunların durumu budur.
Bir Allah-u Teâlâ'nın hükmüne bak, bir de bunların sözlerine bak. Sonra kararını ver. Allah-u Teâlâ'nın hükmünün olduğu yerde mahlûkun hükmü yoktur.
"Hüküm ancak Allah'ındır. O hakkı haber verir ve O, ayırdedenlerin en hayırlısıdır." (En'âm: 57)
Allah-u Teâlâ'nın ayırdettiğini bunlar karıştırmaya çalışırlar. Siz bu karıştırma emrini kimden aldınız?
"Hüküm ancak Allah'ındır. O, yalnız kendisine kulluk etmenizi emretmiştir. Bu dimdik ayakta duran bir dindir. Fakat insanların çoğu bilmezler." (Yûsuf: 40)
İnsanların çoğu gibi siz de bilmiyorsunuz. Bu din dimdik ayakta! Bunlar ise şöyle söylüyor:
"Belki ifadelerim yadırganacak ama, yine de söylemek zorunda olduğumu düşünüyorum. Bizim için ortada bir mağlubiyet var, bunu aynen kabul etmemiz gerekir. Konu, medeniyetlerle ilgili. Karşılaşma, adeta Medeniyetlerin karşılaşması. Bir batı medeniyeti var, bir de bizim başından beri ileri sürdüğümüz tezler var. Bence bu hüzünlü bir yolculuk, ortada açıkça bir mağlubiyet var. Kendi kültürümüz, kendi medeniyetimiz. İddialarımızın, tezlerimizin üstünlüğünü gösteremedik. Ama sonuca seviniyoruz. 'Biz küçük olalım, doğruyu söyleyelim.' anlayışıyla bir yere varılmaz."
Bir Allah-u Teâlâ'nın hükmüne bak, bir de bunların söylediklerine bak!
"Medeniyetler Uzlaşması", "Medeniyetler İttifakı" adı altında icad ettikleri "Küfrü ve kâfirleri hoş görme, küffarla işbirliği ve birlik kurma" faaliyetlerine bir din gibi sarılıyorlar. "Küffar Birliği"ne niçin dahil olmak istediklerine dair beyanlarına bakarsanız bunu açıkça görürsünüz.
"AB sürecinde biz bir medeniyetler uzlaşmasının orada mücadelesini veriyoruz."
"AB ile başlattığımız üyelik müzakereleri, medeniyetler ittifakının adresi olmuştur."
Dikkat ederseniz bütün konuşmalarında "Medeniyetler uzlaşması"ndan bahsediyorlar.
Burada medeniyetten kasdettikleri "din"dir. Nitekim "Dinlerarası diyalog" diye ortaya çıkanlar ismini değiştirip "Medeniyetlerarası diyalog", "Medeniyetler arası uzlaşma" demeye başladılar.
Halbuki Allah katında din İslâm'dır.
"Allah katında din İslâm'dır." (Âl-i imrân: 19)
Diğer dinlerin bir hükmü yoktur. İslâm'ın yanına küfrü koyup adına "Medeniyetler ittifakı" diyemezsiniz. Bu icraatları kendi adınıza yapın. İslâm dini bunu reddeder.
"İman ile küfür birbirinden kesin olarak ayrılmıştır." (Bakara: 256)
"Kim İslâm'dan başka bir din ararsa, onunki aslâ kabul edilmeyecektir. Ahirette de ziyan edenlerden olacaktır." (Âl-i imrân: 85)
"Bugün size dininizi kemâle erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm'ı beğendim." (Mâide: 3)
Biz Allah-u Teâlâ'nın bizim için beğenip gönderdiği dinine iman ettik. Küfrü, hak ve hakikat ile, İslâm ile bir tutmaya çalışanlardan uzağız.
Oysa bunlar İslâm dinininin yanına küfrü koyup "O da din, bu da din" derler.
"Camiyi, havrayı, kiliseyi bir arada, barış içinde tutan bir medeniyetten geliyoruz." diyorlar.
Dikkat ederseniz her beyanlarında Allah-u Teâlâ'nın ayırdığını karıştırmaya çalışıyorlar. Bu söz İslâm'a terstir. İslâm camiyi, havrayı, kiliseyi bir arada tutmak için gönderilmedi. İslâm hukuku zımmilere yani cizye vermeyi kabul eden yahudi ve hıristiyanlara ibadet hürriyeti vermiştir. İslâm âli ve galiptir. Hüküm Allah'ındır. İslâm ülkesinde yaşayan yahudi ve hıristiyanlar İslâm hükümdarının koruması altındadır, onun zimmetindedir, o kadar. Nitekim İslâm hukukunda bu zımmilerin yeni kilise yapmasına müsaade edilmez.
Oysa bunlar ne yapıyor? Caminin yanına kilise ve havra yapıyorlar. Adına da "Dinler bahçesi" diyorlar, "Dinler Arası Hoşgörü Merkezi" diyorlar. Çok iyi bir iş yapmış gibi de iftihar ediyorlar:
"Üç semavi dine ait üç mabedin aynı bahçede buluşturulduğu bu proje sembolik öneminin ötesinde yaşadığımız dünyanın her yerinde yankılanması gereken önemli bir mesaj veriyor. Bu mesaj barış ve kardeşlik mesajıdır. Üç semavi dinin mabedlerini bir bahçede buluşturan bu mekana adım atan hiç kimse bu ülkenin kimliğine şaşı bakamayacaktır."
Ülkenin kimliğini "İslâm"dan çıkartıp, "İslâm, hıristiyan, musevî, üçü bir arada"ya çevirmeye çalışıyorlar. "Başta İstanbul olmak üzere, Bursa, Konya, Ankara, Şanlıurfa, Mardin bu muhteşem maziyi sergileyen birer müze şehirlerimizdir." diyorlar.
Böylece küfrü yükseltmekle İslâm'ı alçaltmaya çalışmış oluyorlar. Halbuki kendilerini alçaltıyorlar da farkında değiller.
Bu alçalmayı, bu tavizleri İslâm'a, müslümanlara mal etmesinler. Zira bunlar desteği Hazret-i Allah'tan değil, küffardan bulmaya çalıştılar. Böylece küffarla birlikte alçaldıkça alçalmış oldular.
Küffarın küfrünü hoş görmek hangi müslümana yakışır? Müslüman olan bu alçalmayı, İslâm'ın ve imanın yüksekliğine tercih eder mi?
"Allah'a ve Peygamber'ine muhalefette bulunanlar, kendilerinden öncekilerin alçaltıldığı gibi alçaltılacaklardır. Hâlbuki biz apaçık âyetler indirmişizdir. Kâfirler için alçaltıcı bir azap vardır." (Mücâdele: 5)
"Kâfir olup âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, işte onlar için alçaltıcı bir azap vardır." (Hacc: 57)
Bunlar küffara yakınlaşacağım diye uğraşıyorlar. Küffar ise bunları bina girişine, İslâm düşmanı eski bir papa putunun önüne oturtuyor, imzayı orada attırıyor. Bu alçalma İslâm'a ait değildir. Ancak bunlardan İslâm ve müslümanlar çok büyük zarar görüyor.
"Çeşitli yorumlar yapılıyor; 'efendim, zorla bizi AB'ye alın diye yalvarıyorsunuz'... Evet siz, zorla bizi bu medeniyetler uzlaşmasının içerisine katın demek zorundasınız."
Görüyorsunuz küffara yalvardıklarını itiraf ediyorlar. Hatta yalvarmakla iftihar ediyorlar. Bu İslâm milleti bu tarihe kadar hiçbir devirde bu kadar alçalmamıştır.
Küfrün karşısında alçalttığı şey sadece kendisi olsa, "bize ne?" der geçerdik. Ancak bu alçalmayı İslâm adına, müslümanlar adına yapıyorlar.
"Onlar müminleri bırakıp kâfirleri dost edinirler. Onların tarafında bir şeref ve kudret mi arıyorlar? Bilsinler ki şeref ve kudret tamamen Allah'a âittir." (Nisâ: 139)
Bütün icraatları bu minval üzeredir.
Hatay'da "Medeniyetler Buluşması" adı altında toplantı düzenlediler. Hilâl'in yanına haç ve yahudi yıldızı koydular.
'Medeniyetler İttifakı Girişimi' adını verdikleri bir safsatanın arkasından bu büyük İslâm milletini süreklemek için gayret ederler.
Küffara destek olmak isterler. Küffarın hazırladığı projelerde görev alırlar.
"GOP, bir alt biriminin eşbaşkanlığını üstlendiğimiz bir proje. Olay sadece Ortadoğu'yu kapsamıyor. İnsan hakları, demokrasi, düşünce özgürlüğü gibi mevzular ile ilgili ortak çalışmalar yapılması gerekiyor. Bu konuda yapacağımız çalışmalara komşu ülkelerden başladık. Suriye, Lübnan, Fas, Tunus gibi ülkelere geziler düzenliyoruz. Yakında Cezayir'e gideceğiz, Ürdün'e gideceğiz... Bu mevzuyu Körfez ülkelerinde de işleyeceğiz. Bunun herkese mal olabilmesi için çalışmalar yapmak gerekiyor."
Amerika'nın kadın dışişleri bakanı da diyor ki "22 ülkenin sınırları ve rejimleri değişecek." Küffar gayesini açıkça ortaya koymuş. Bu projenin adına önce "BOP", yani "Büyük Ortadoğu Projesi" dediler. Sonra "GOP=Genişletilmiş Ortadoğu Projesi" adını verdiler. Bunlar da Amerika'nın Ortadoğu'yu ele geçirmesine yani İslâm'ı ortadan kaldırmasına yardım ediyorlar.
Bu GOP projesinin kapsamında küffarın bir başka projesi daha var. "Ilımlı İslâm", "Dinlerarası Diyalog", "Medeniyetler Arası İttifak" gibi isimlerle anılan bu projenin maksadı da ehlince malumdur. Bu vazifesini de büyük bir iştiyakla yapıyor:
"İspanya ile birlikte başlattığımız Medeniyetler İttifakı girişimi, artık eylem aşamasına gelmiş bulunuyor.
Bu konudaki son adımı 18 Aralık'ta New York'ta özel oturumla toplanan BM Genel Kurulunda attık. ...eylem planımızı dünya kamuoyuna açıkladık."
Gördüğünüz gibi bu icraatlarını bütün dünyaya yaymak istiyorlar.
Gittiği her ülkede küfrü methediyor, bu İslâm milletini küfür topluluklarına dahil etmek için çalışıyor. Birleşmiş Milletler'de, Amerika'da, Avrupa'da, İslâm ülkelerinde; İslâm Konferansı Örgütü toplantılarında, Malezya'da, Arabistan'da... Buna mümasil her yerde "Medeniyetler İttifakı" adı altında uğruna baş koydukları küfür yolunu anlatıp, insanları çekmeye çalışıyorlar.
Bu icraatları yapıyorsanız kendi adınıza yapın, İslâm adına yapma selahiyetini size kim verdi? İman ile küfrü, İslâm ile diğer küfür dinlerini karıştırma, bir araya getirme vazifesini size kim verdi? Bu İslâm'a terstir.
Nitekim bu vazifelerinin bir neticesi olarak küfür ordularını methederler. İşgalci küfür ordusuna, haçlılara methiye düzerler:
"Kahraman genç kadın ve erkek Amerikan askerlerinin, olabilecek en az kayıpla evlerine dönmeleri için dua ediyorum."
"Dünya barışı için son elli senede dünyada en çok Amerikalılar kendi çocuklarını feda etmişlerdir."
Zâlimin zulmüne dua ediyor. Fesübhanellah! Akıl alacak durum değil.
"Kim Allah'ın indirdiği hükümlerle hükmetmezse, işte onlar zâlimlerdir." (Mâide: 45)
Bu Âyet-i kerime hükmüne göre zâlimin zulmünü metheden de zâlimdir.
Zaten en büyük dostları kâfir. Onlardan küfür tahsil edip duruyorlar:
"Ey iman edenler! Kendilerine kitap verilenlerden herhangi bir zümreye uyarsanız, imanınızdan sonra sizi çevirirler de kâfir yaparlar." (Âl-i imrân: 100)
Nitekim Amerika ile dostluk kurmak isterler.
"ABD ile ilişkilerimiz dostluk ve müttefiklik zemininde devam etmektedir."
"Türkiye ile ABD, uluslararası barışın ve istikrarın korunması konusunda ortak görüş ve düşünceleri taşımaktadır''
Küffar "Küreselleşme" adı altında hükmünü ve tahakkümünü bütün dünyaya yaymak, bütün dünyaya ve hususiyetle İslâm dünyasına manen nüfuz etmek istiyor. Hem vatan topraklarını, hem de imanları ve vicdanları sömürgeleştirmeye çalışıyor.
Bunlar ise küffarın hesabına ve kâfirden yana çalıştıklarını bakın nasıl ilan ediyorlar:
"Öngörülebilir gelecekte en etkili küresel güç olma konumunu sürdürecek olan ABD ile evrensel değerler ve ortak çıkarlar etrafında kurduğumuz ortaklık küçümsenmemelidir."
"ABD'nin küresel düzeydeki konumu ve gücü, uluslararası ilişkilerin belki de en belirleyici özelliği haline gelmiştir. Bu ise dünya için bir fırsattır. ... ABD dünyayla ilgilenmeye devam etmelidir."
"İnsanlık binlerce yıl aradan sonra yeniden aynı dili konuşan tek bir aileye, yeryüzü tek bir coğrafyaya dönüşüyor. Dünya küçük bir köy haline geliyor. Bunu hep birlikte görüyor, yaşıyoruz. Kanaatimce bütün olumsuz yan etkilerine rağmen küreselleşme insanlığa tarihi bir fırsat sunmaktadır."
"...'kesret içinde vahdet' yani çeşitlilik içinde birlikte yaşama ilkesini tüm dünyada küreselleştirelim. Geleceğimizi felaket senaryolarına teslim etmeyelim. Bizim AB perspektifimizin altında bu vizyon vardır; Irak ve Suriye meselelerine bakışımız da bunu esas almaktadır; Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika İnisiyatifindeki rolümüz buna dayanmaktadır; burada bizim bir eşbaşkanlık görevimiz var. Başlattığımız Medeniyetler İttifakı projesinin temelinde de bu vizyonumuz yer almaktadır. Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika projesindeki rolümüz bize özellikle Ortadoğu'da önemli görevler yüklemektedir."
Bir bunların bu sözlerine bak, bir de Allah-u Teâlâ'nın hükmüne!...
"Onların nasıl andlaşmaları olabilir? Onlar size galip gelselerdi (sizin aleyhinize ellerine bir fırsat geçseydi), hakkınızda ne yemin ne de andlaşma gözetirlerdi. Onlar ağızlarıyla (dil ucuyla) sizi hoşnut etmeye çalışırlar, hâlbuki kalpleri istemez. Onların çokları yoldan çıkmış fâsıktırlar." (Tevbe: 8)
"Onlar bir mümin hakkında ne bir yemin gözetirler ne de bir andlaşma gözetirler. Çünkü onlar saldırganların tâ kendileridir." (Tevbe: 10)
Allah-u Teâlâ küffarı bize böyle tanıttığı halde, bunlar bu hükümleri görmezden geldiler, daha kötüsü kaldırmak istediler.
"Allah'ın âyetlerini az bir dünya menfaati karşılığında sattılar da insanları O'nun yolundan alıkoydular. Onların yaptıkları gerçekten ne kötüdür!" (Tevbe: 9)
Küfre karışmak, küffar birliğine girmek hususundaki arzuları tahmin edilenden çok daha büyüktür.
"Ülkemizin AB'ye üyeliği konusu bizim için dış politika konularımızdan bir konu, herhangi bir konu değil. Özellikle üyelik için tam bir irade ile hazırlıklarını yaptığımız bir temel konudur."
O kadar büyük bir arzu duyuyorlar ki her tavizi vermekten çekinmiyorlar:
"Yani bize karşı masaya getirilen her şartı tek tek yerine getirdik; bizzat AB yetkililerinin ifadesiyle, masanın üstünde hiçbir engel bırakmadık."
Vatandan, dinden her şeyden taviz verdiler. Hatta küffar bizi beğensin diye "İslâm devleti değiliz." bile dediler:
"Türkiye bir İslam devleti değil, nüfusunun büyük bir bölümü Müslüman olan demokratik bir ülkedir. 'İslam devleti' büyük yanlış anlamalara yol açabilir. Avrupalı olup olmadığıma gelince, bunda herhangi bir şüpheniz mi var? Tabii ki Türkiye coğrafi ve kültürel olarak Avrupa'ya aittir."
Küfre iştiyakları o kadar fazla ki, bu arzunun mahkûmu olduklarını gizlemiyorlar bile:
"Şairin dediği gibi; "uzun yola hüküm giydik'... AB müzakere süreci uzun, zorlu bir süreç bunu biliyoruz."
Kendisi mahkûm olduğu gibi bu İslâm milletini de mahkûm etmek istiyorlar:
"Türkiye'yi geri dönülemez bir halde Avrupa'ya sokmamız çok önemli." diyorlar.
Halbuki Hazret-i Allah şöyle buyuruyor:
"Birbirine hasım iki zümre!" (Hacc: 19)
"Müminler, müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesinler. Kim bunu yaparsa, Allah ile bir dostluğu kalmaz." (Âl-i imrân: 28)
Küffarla birlikte hareket etmeyi, küffarı dost edinmeyi, küffarın planlarına riayeti düstur edinirler.
"Evet siz, zorla bizi bu medeniyetler uzlaşmasının içerisine katın demek zorundasınız. Eğer demezseniz, o zaman bu dünyada medeniyetler çatışmasına hazırlıklı olmalısınız. Ya bunu tercih edeceksiniz ya öbürünü. Biz medeniyetler uzlaşmasını tercih etmek durumundayız. Aksi takdirde bunun insanlığa bedeli çok ağır olur."
Bu şu demektir: "Biz küffarla cihad etmek istemiyoruz. Küffar ne yaparsa yapsın, bizden bir karşılık görmeyecek. Vatanımıza tasallut etmiş, dinimize tasallut etmiş mühim değil. Biz ne pahasına olursa olsun onlarla dostluk kurmak için çalışıyoruz."
Nitekim görüyorsunuz, küffar vatanımız üzerinde çalışıyor, dinimiz üzerinde çalışıyor. Bölmeye, parçalamaya, küçültmeye gayret ediyor.
Küffarın bu düşmanlığının hiç mi karşılığı olmayacak? "Ne isterse yapsın!" diyerek oturup bekleyecek miyiz? Çatışmayı çıkartan biz miyiz onlar mı? Osmanlı'nın hemen bütün harpleri küffarın tecavüzü veyahut anlaşmalara riayetsizliği sebebiyle ortaya çıkmıştır.
Bunun gibi bugün de küffar anlaşmalara riayetsizlik yapıyor. Hatta teröristleri maşa gibi kullanarak bize saldırıyor.
"Sen kendileriyle andlaşma yaptığın hâlde, onlar her defasında hiç çekinmeden andlaşmalarını bozarlar." (Enfâl: 56)
"Eğer andlaşma yaptıktan sonra yeminlerini bozarlar ve dininize dil uzatırlarsa, küfrün önderlerine karşı savaşın. Çünkü onlar yeminleri olmayan kimselerdir. Umulur ki vazgeçerler (küfre son verirler)." (Tevbe: 12)
Düşmanın bütün kuvvetleriyle taarruza geçtiği bir devirde "Bunlar bizim dostumuz, onlar ne derse yapalım." demek vatana ihânet değil de nedir?
İşte Irak! Küffar vatana, dine, camiye ve hatta ırza tecavüz ediyor. Siz hangi yüzle bunların müdafisi oluyorsunuz? "Kahraman genç kadın ve erkek Amerikan askerlerinin, olabilecek en az kayıpla evlerine dönmeleri için dua ediyorum." diyorsunuz.
Bir de bizi hükm-ü ilâhiye ters hareket etmeye zorlamak için tehdit ediyorsunuz. "Vatanı, milleti peşkeş çekmezseniz karşılığı çatışmadır." demek istiyorsunuz.
"Ve her yolun başına oturup da tehdit ederek inananları yolundan alıkoymaya ve o Allah yolunu eğriltmeye çalışmayın." (A'râf: 86)
Küffarla dini, vatanı, milleti peşkeş çekmeden de anlaşmalar yapılabilir. Nitekim Resulullah Aleyhisselâm da böyle anlaşmalar yaptı. Ancak hiçbirisinde "küffarla dostluk kuralım", "küffarın amacı bizim amacımızdır.", "küffarla kesret içinde vahdet olalım!" demedi. Der mi? O ki Resulullah! Hükm-ü ilâhi'ye muhalif hareket eder mi? Edebilir mi?
"Neredeyse onlar sana vahyettiğimizden başkasını bize karşı uydurman için akıllarınca seni bile fitneye düşürecek ve o takdirde seni samimi bir dost edineceklerdi.
Eğer biz sana sebat vermemiş olsaydık, neredeyse onlara birazcık meyledecektin.
O takdirde sana hayatın ve ölümün sıkıntılarını kat kat tattırırdık. Sonra bize karşı kendin için bir yardımcı da bulamazdın." (İsrâ: 73-75)
Bunların bu şekilde küffarın gayesine hizmet etmesi sizi şaşırtmasın.
Siz kimin hesabına çalışıyorsunuz? Kimden yanasınız?
Hem "Biz İslâm değiliz!", "Davâmız da İslâm değil!" derler, hem de İslâm'ı ve Allah dostlarını küfürlerine âlet ederler.
"Medeniyetler İttifakı Zirvesinin, 17 Aralık'ta Konya'da gerçekleştirdiğimiz Şeb-i Arus törenlerinin hemen ardından yapılmış olması da, bizim açımızdan ayrıca son derece anlamlı olmuştur."
Bütün bu icraatlarına İslâm dinini alet etmeye çalıştıkları gibi Hazret-i Mevlânâ'yı da ortak etmeye çalışıyorlar. "Medeniyetler İttifakı aynı zamanda bir Mevlana İttifakı'dır." diyorlar. Bu Hazret-i Mevlânâ'ya bühtandır, iftiradır. Hazret "Bin kere tevbeni bozmuş olsan da gel" diyerek insanları tevbeye davet ediyor, İslâm dinine davet ediyor. Bunlar ise "Hazret-i Mevlânâ kâfirleri küfürleriyle beraber çağırdı" demek istiyorlar. Bu zât-ı âliyi de icraatlarına alet etmeye kalkıyorlar. İslâm dinini alet etmişler, bu zâtı mı alet etmeyecekler?
Bu âli zâtın adını kullanarak öyle işler çevirmeye başladılar ki. Bu zâtın zikir meclisi olan "Semâ"yı dansa çevirdiler.
Bu "Küfrü hoşgörücü"lerin, bu "Medeniyetler uzlaşması"cıların İslâm'a tamamen zıt işleri İslâm adına yapmaları, bu gibi ihânetlerin İslâm maskesi, "Müslüman" ismi altında icra edilmesi neye benzer? Bu şuna benzer:
Hicrî üçüncü yüzyılda yaşamış büyük İslâm alimi Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri "Hatmü'l-Evliyâ" kitabının on beşinci bölümünde şu temsili verir:
"Nitekim biz bir gün bu topluluğu, ileri gelen önderlerini de geri çekmeksizin, "Bu yolun mecûsileri" diye isimlendirmiştik. Bana onun te'vilini sordular, dedim ki:
Ben onu boşuboşuna söylemedim, onu ancak basiretle söyledim.
... Mecûsiler ise nikâh aracılığıyla kendi mahremlerinden dahi faydalandıkları için, ben söylediğim şeyi mecûsilerin hâl ve durumlarına göre söylemiştim. Zira onlar kızkardeşleriyle ve kendi kızlarıyla zinâ ettikleri için iki haramı biraraya toplarlar ki, aslında bu zinâdan daha da büyük bir şeydir.
... kendisinden ise sözde huşû ve hidayet görünür. Halbuki bu huşû değildir, bu ölü bir görünüştür!
Görmez misin ki Ebu'd-Derdâ -radiyallâhu anh- "Büdelâ"yı tarif ettiği vakit:
"Onlar ölü görünüşlü değildirler, huşû içinde de olmazlar." buyurmuştur?
Çünkü bu, kişiyi ölü gibi gösteren, nifaktan kaynaklanan bir huşûdur.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- de, rivâyet edildiğine göre şöyle buyurmuştur:
"Nifak'tan ileri gelen huşûdan Allah'a sığınırım!"
"Yâ Resulellah! Nifaktan ileri gelen huşû da nedir?"
"Beden huşû içindedir ama, kalpte huşûdan eser yoktur!" (Câmiu's-Sağîr, c. 2, 371)
... Bunun için derim ki; Onların ilmi bulanıktır, mikroplu bir batağın içinde pislikleşmişlerdir. Gıdaları da işte budur!" ("Hatmü'l-Evliyâ", 15. Bölüm)
Bu gibi kimseler günümüzde de mevcuttur.
•
Nitekim Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:
"Biz onları ateşe çağıran imamlar kıldık." (Kasas: 41)
Bunlar din-i mübin'e o kadar büyük zarar veriyorlar ki tarifi mümkün değildir. Çünkü bunlar İslâm gibi görünüyorlar. Müslüman da saf olduğu için bilmiyor; "O daha iyi müslüman..." diyor. Mevzunun hülâsası budur.
Binaenaleyh bu avcıların yaptığı tahribatı mecûsi de yapamaz, hıristiyan da yapamaz, yahudi de yapamaz, hatta Deccâl bile yapamaz. Bunlar gadab-ı ilâhîye uğramış kimselerdir.
Bu gibi kimseler her ne kadar Hakk yolunda bulunduklarını iddiâ ediyorlarsa da, yol kesicidirler. Hakk ehli gibi görünseler de hak ve hakikatle aslâ ilgileri olmaz.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde buyurur ki:
"Onlar hakikaten kendilerinin bir şey üzerinde bulunduklarını sanırlar. İyi bilin ki onlar yalancıdırlar.
Şeytan onları istila etmiş, onlara Allah'ı anmayı bile unutturmuştur. Onlar şeytan taraftarı olanlardır." (Mücâdele: 18-19)
"Resul'üm! Gördün mü o nefis arzusunu ilâh edineni? Artık ona sen mi vekil olacaksın? (Onu şirkten sen mi koruyacaksın?)" (Furkân: 43)
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"Direk olmuş keresteler." buyuruyor. (Münâfikûn: 4)
Mevkileri güzel, saltanatları yerinde, kisveleri herkesi imrendirir, fakat hepsi de cehennem direğidir.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Hiç şüphesiz ki şeytanlar o insanları yoldan çıkarırlar. Onlar da kendilerinin hidayete erdirilmiş olduklarını zannederler." (Zuhruf: 37)
•
Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimiz'den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'te Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
"Ümmetimden birtakım zümreler türeyecektir. Onlar Kur'an'ı öyle okurlar ki; sizin okuyuşunuz onlarınkinin yanında hiç kalır. Namazınız da namazlarına göre bir hiç kalır. Orucunuz da oruçlarının yanında bir hiç kalır. Kur'an'ı okurlar, onu lehlerine zannederler, halbuki o aleyhlerine olacaktır. Namazları köprücük kemiklerinden öteye geçmez.
Nitekim onlar, okun yaydan çıktığı gibi İslâm'dan hemen çıkacaklar. Onlarla harp eden ordunun askerleri Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-inin dilinden kendilerine ne (kadar ücret)ler takdir edilmiş olduğunu bilselerdi (başkaca) çalışmaktan mutlaka vazgeçerlerdi."
Hazret-i Ali -radiyallahu anh- bu Hadis-i şerif'i ve devamını rivayet ettiği zaman Ubeyde es-Selmânî -radiyallahu anh-:
"Ey müminlerin emiri! Kendisinden başka ilâh olmayan Allah aşkına söyle! Sen bu Hadis'i Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-den bizzat işittin mi?" diye sordu.
O da: "Kendisinden başka ilâh olmayan Allah'a yemin ederim ki evet!" dedi. Ubeyde -radiyallahu anh- ona üç sefer yemin verdi, o da üç sefer yemin etti. (Müslim: 1066)
Dikkat etmişseniz Hazret-i Ali -radiyallahu anh- bu Hadis-i şerif'i rivayet ettiği zaman, Ashâb dahi tereddüde düştü.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Ebu Saîd ve Enes -radiyallahu anhümâ-dan rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinin bir noktasında da şöyle buyuruyorlar:
"Onlar insanları Kitabullah'a çağırırlar, fakat Kitap'tan zerre kadar nasipleri yoktur." (Ebu Dâvud: 4765)
Nitekim Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:
"Onlar Allah'ın kelâmını değiştirmek isterler." (Fetih: 15)
Bunca hakikatleri açık açık beyan ettiğimiz halde hiçbir tanesi Allah ve Resul'ünün hükmünü kabul etmeye yanaşmadığı gibi, bütün güç ve kuvvetleriyle Nûr-u ilâhî'nin yayılmasını engellemeye çalışıyorlar.
Fakat Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyuruyor ki:
"Onlar Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek isterler. Halbuki kâfirler istemeseler de, Allah nurunu tamamlayacaktır." (Sâff: 8)
•
Onlara yakınlık göstermek şöyle dursun, meyletmek bile insanı ateşe müstehak kılar. Bu kadar izah ve ispattan sonra haktan sapar onlara meylederseniz, ateşin size dokunacağını katiyetle bilin! Şayet imanınız varsa!
Nitekim Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:
"Zulmedenlere meyletmeyin, yoksa size de ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka dostunuz yoktur. Sonra yardım da görmezsiniz." (Hûd: 113)
Kendilerinde zulüm bulunan kimselere meyletmek insanı ateşe götürürse, zulmü kökleşmiş olanlara eğilim duymanın, üstelik tamamen meyletmenin neticesini düşünmek gerekir.