Hece Öykü’deki Cemal Şakar'ın “Edebiyat Ortamının Melezleşmesi” yazısı, melezliğin baş tacı edildiği edebiyat ortamında, terimin sadece çokluk ve hoşgörü ikliminden ibaret olmadığını gösteriyor
Asım Öz/ Kültür Servisi
Cemal Şakar, Hece Öykü'nün son sayısında edebiyat ortamının melezleşmesinin oluşturduğu sıkıntılı hallere değinmekte. Melezliğin hoşgörü iklimini ihlal eden ama ilkeleri ihmal etmeyen bu yazı melezlik meselesini düşünmek için de bir imkân.
Önce melezliğin genel olarak nasıl anlamlandırıldığına bakmakta yarar var. Muhamed Abduh ve Reşid Rıza'nın kaleme aldıkları Menar tefsirinin girişinde kültürel hayatla ilgili olarak üç aşamanın söz konusu olduğu belirtilir: Taklit, melezlik ve özgünlük olarak sıralanır bu aşamalar. Melezliğin geleneksel ile modern toplum ve paradigmalarının arasında kalmış bir uğrak olduğunu ifade eden postkolanyal yaklaşımlarla da benzerliği var bu üçlü kategorinin. Tabii bazı durumlarda tersinden bir okuma da yapılabilir kültürel olanın aşamalarına dair. Sözgelimi günümüzde sıklıkla karşılaştığımız özgünlükten melezliğe düşüş, geri çekiliş gibi. Bu durum, kültürel öznenin özgünlük düşüncesinden farklılaşarak bölünürken yeniden oluşması; oluşurken başka bir tadı, kültürü de bünyesine alması, çoğalması; başka bir kültürel coğrafyaya dönüşmesi; dönüşürken içindekiyle içinde yaşadığını da kendine çevirme halidir. İşte bu yönüyle bakan kişinin yüklediği anlama göre melezlik kültür uyuşmasının ya da çelişkisinin bir fotoğrafı biçiminde karşımıza çıkar.
SÖZCÜĞÜN SERENCAMI
Her ne kadar Nilüfer Göle Melez Desenler'(2002)i yazmış olsa da kelime ile ilgili hiçbir deyimin, atasözünün Türkçede olmayışı bunun yeni bir durum olduğunu ortaya koyabilir. Melez, Hulki Aktunç'un Büyük Argo Sözlüğü'nde (1980), ya da Alper Sedat Aslandaş- Baskın Bıçakçı'nın hazırladığı Popüler Siyasal Deyimler Sözlüğü'(1996)nde de yok. D.Mehmet Doğan'ın hazırladığı Doğan Büyük Türkçe Sözlük'(2010)te kelime ile ilgili üç söczük var: Melez, melezleşme, melezleme. Sözcüğün sözlük anlamı "karışık", "dönük" "katışık", "karanlık" "ırkları ayrı bir ana babadan doğmuş, her iki ırkın kimi özelliklerini taşıyan kişi". İşe yaramaz anlamına da geliyor. "Soyu karışık, dölü değişik olan yaratık, belli bir soydan değil de döllenme yoluyla karışık soydan gelen" anlamına da geliyor. Sözlüklerde yer alan tanımlama biçiminin sıkıntılı olduğunu düşünen Caner Taslaman İslami unsurla Batılı unsurların bir arada olduğu süreçleri anlatmak için kullanılan melez kimlikler ifadesine haklı olarak rezerv koyduğunu da hatırlamak gerekecektir. Taslaman, Küreselleşme Sürecinde Türkiye'de İslam(2011) kitabında kelime hakkındaki rezervleri babında şunları ifade eder: "Fakat "melezlik" ifadesi; daha ziyade bir Finlandiyalı ile bir Arap'ın veya bir beyazla zencinin evlenip melez çocuklara sahip olmaları gibi anlamları çağrıştırmaktadır. Oysa Batı ile İslam'ın karşı karşıya bir durumdayken, bireylerin kimliklerinde beraberce buluşması; başlangıcı bir arzuya dayanmadan, rastgele ve karmaşık süreçlerin sonucunda olmuştur. Bu yüzden "melez kimlikler" demek yerine "karışım kimlikler" demeyi tercih ettim." Bu rezervi akılda tutarak devam edelim.
Siyasal konumlanışları yeniden anlamlandırma sürecinde de kullanılır melezlik. Enternasyonalin bugün doğru kavram olamayacağını düşünen İmparatorluk kitabının yazarları, M. Hardt ile A. Negri, bugün yaşadığımız dönemin baskın niteliğinin, "milletler örgüsü"nü aşan "kırma-melez" bir karışım oluşuna vurgu yaparlar. Kıbrıslılık da bu noktada anılabilir. Eti, Mısır, Asur, Pers, İskender İmparatorluğu, yeniden Mısır ve Roma egemenlikleri sürecinde oluşan "melez halk" tanımı yapılır onlar için.
Çok olasılığı bir arada zikretmek zorunda kalabileceğimiz melezlik kültürünün asgari öngörüleri ya da varsayımları hakkında bazı kanılara ulaşmamızı sağlayacak verilere de sahibiz Türkçe kültür dünyasında. Melezlik, genel hatları ile günümüzde yaşanan kültürel küreselleşme süreçlerini adlandırmak için kullanılan ve çoğu zaman allanıp pullanan bir sözcük olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle ister gerçek ortamda isterse hiper-gerçek ortamda olsun Batı'ya göç edenlerin yaşadığı kültür şokuna bir ad bulmak ve çok kültürlü bir toplumun diliyle, geleneğiyle, yaşam biçimiyle, müziğiyle, resmiyle, günlük yaşamıyla, sanatsal etkinlikleriyle ve insan ilişkileriyle kendi kimliği arasında geliş gidişler yaşayan kişilerin durumunu izah babında benimseyerek kullandıkları bu sözcüğe dair Türkçe kültür dünyasında hem genel bir bakış hem de türler üzerinden özel bir bakış geliştiren yazarlar söz konusu. Öykü-şiir, nesir-şiir kavramları üzerinden öykünün kolaylıkla şiirsel değerlerle doldurulabileceğini ve yeni bir melez edebi tür elde edilebilir diyen isimler var. Müge İplikçi Kafdağı romanı özelinde, melez roman kavramını kullanır parçalanmış öznenin halini anlatmak için. Enis Batur ise, Akdeniz'in öbür ucunda, İspanya'nın çok kültürlü geçmişinden melez bir edebiyatın tohumlarına ulaşan Juan Goytisolo üzerinden "bu uçta, çok kültürlü bir dünya başkenti olan İstanbul'da da, benzeri ürünlerle daha sık karşılaşmış olmalıydık" diyerek melezliği olumlar.
Melezin, soyca karışma olarak "melezleşme" iki ayrı türü birleştirip yeni bir tür ortaya çıkarma anlamında "melezleme" gibi kullanımları sözcüğün anlamını biraz daha çeşitlendirir. Türkçe kültür dünyasını da ucundan kıyısından etkileyen sözcüğün seyrinde Melih Cevdet Anday'ın bir şiirinde bir yaprağın melezliğine bir imge olarak değinir. Melez adlı bir dergi çıkaran Gültekin Emre ise melez şiirden söz eder. Emre'ye göre ""Melez şiir, dil, ırk, renk uyumunun, çatışkısının boyutunu genişletme savaşının da bir aracıdır"
İLKELERİN AŞINMASI OLARAK MELEZLİK
Edebiyat dünyasının bugünkü "melez" hali üzerine düşünen Cemal Şakar "Edebiyat Ortamının Melezleşmesi" başlıklı yazısında melezliğin baş tacı edildiği edebiyat ortamında terimin sadece çokluk ve hoşgörü ikliminden ibaret olmadığını yalın ve çarpıcı bir üslupla gösteriyor bize. Yazının girişinde andığımız özgünlük düşüncesinin kaybı Şakar'ın melezlik hakkında gündeme getirdiği ilk nokta olarak karşımıza çıkmaktadır: "Bunun postmodern durumun her şeyi düz bir zeminde yan yana çekme iştahıyla bir ilgisi olduğu kesin. Zira bir ideolojiye yaslanarak dünyaya vaziyet etme, dünyayı değiştirip dönüştürme talepleri, 'pek modernist' bir yaklaşım olarak değerlendirileli ve bu taleplerin parodisi yapılmaya başlanalı yirmi-yirmibeş yıl oluyor."
Üstelik bu sadece dar anlamıyla kültürel hayatta değil siyaset, iktisat, hukuk ve devlet anlayışlarına uzanan hatta bütün hayatı kuşatan "hoşgörü vasatı"nın genel tasviridir. İnsanları ilkelerin bir araya getirdiği edebiyat ortamının melezlik öncesi dönemdeki hali hakkında ise şunları ifade ediyor: "O zamanlar edebiyat dergileri, ortak bir düşünüşün ve duyarlılığın ifade biçimlerinin arandığı tezahür alanı olarak çıkardı. Dahası edebiyata 'bir söz söyleme' vasıtası olarak bakılırdı. Yazarlar peşinen otosansürü önemser ve her daim murakabe altında eser vermeye çalışırdı. Editörler de -ki bunlara genellikle 'abi' denirdi- dergilerini, başta belirlenmiş ilkeler doğrultusunda yayınlamaya özen gösterirlerdi. Murakabe ve yayın ilkelerinin, bugünün postmodern zemininde otoriter, baskıcı ve sansürcü göründüğünün farkındayım. "
Kültürel çoğulculuğun ortaklarını çoğaltma romantizminin birçok maraz doğurduğunu gözlemlemek de mümkün. Edebi kamuda yaşanan ilkesizliğin yol açtığı sorunlara da değinen Şakar, kişilerin yaşadıkları derin çelişkiler konusunda çok önemli noktalara değiniyor: "İdeolojik ilkelerin belirleyici olmadığı bu tür ortak alanların oluşmasında yaşanan en bariz sorun; olgu ve olayların 'neye göre değerlendirileceği', 'neye göre bir tutum alınacağıdır.' Bütün özgürlükleri savunmak gibi romantik bir ilkesizlik, insanı her daim, aslında çok da hoşlanmayacağı nahoş hallere itebilir. Örneğin 'beraber çıkardığınız' bir dergide ya da internet sitesinde pornografik bir imgeyle sizin yazınız pekala yan yana gelebilir; dininize diyanetinize söven bir yazıyla sizin vaaz u nasihatiniz yandaş olabilir; muzır bir neşriyatı, ifade özgürlüğü bağlamında savunmak size düşebilir ya da çok da farkında olmadan kendinizi, bunlar da iktidarlar parayla tanışalı çok bozuldu bağlamında 'mahallenize' söverken bulabilirsiniz."
Yazılan yazılardan dünya görüşünün çekilmesi müphemliği ve bulanıklığı beraberinde getirmektedir. Batı yerelliğinin evrenselleştirilmesi ile baştan kültürel taşra olduğunu kabul eden insanlar, bu bakışın altında kendi dünya görüşünü okuyan muhafazakâr zihinler kolaylıkla var olana eklemlenebilmektedirler: "bu yeni okumalarla birlikte, dinin ne kadar da demokrat, liberal, özgürlükçü filan olduğu keşfedilmektedir. Örneğin Hz. Peygamberin kimi şairlerin 'hal'li yönündeki görüşü karşısında ya bu rivayetin sıhhatinden şüpheye düşülmekte ya da 'o zamanın şartları' ile 'bu zamanın şartları' diye farklı iki düzlemden söz ederek Hz. Peygamberin örnekliği iptal edilmiş olmaktadır. " Kültürel ittifakın ve melezleşmelerin de yardımıyla din algısının nasıl dönüştüğü ise ayrıca üzerinde durulması gereken bir başka nokta.
Yeni bir entelektüel biçim olarak melezliğin oluşturduğu şaşı bakışa dikkat çeken önemli bir yazı Cemal Şakar'ın yazısı.