İşte onun için kalpte ne kadar soru işareti ve maraz varsa açıkca sorup öğrenmek ve sual bırakmamak lazım. İçine atarsan o maraz büyür ve son nefeste karşımıza çıkar. Allah'la aramızda alıp veremediğimiz ne kadar problem varsa önceden halleştirmek lazım. Bu gerek isyan olsun gerekse cedelleşmek olsun. Bu biraz yanlış anlaşılabilir. Fazla açmak istemiyorum. Tasavvufta ''Tarikat küfrü'' diye bir bahis vardır. Bu gibi meseleleri o bab içinde ele almak gerek. Allah'a olan imanın şiddetiyle kul, Allah'ı kalbinden ve beyninden atamıyacağı bir makama gelir. İstese de atamaz. Ayağı tökezlese, araba korna çalsa, kendisine sataşsalar, kapkaçcı gelip cüzdanını çalsa, hanımından azar işitse küfür işitse vesaire hepisini Allah'tan bilir. Çünki perdeler kalkmıştır. Hayrın ve şerrin ondan geldiğine imanın hakikatine ermiştir fakat henüz razı değildir. Bu hal çok ağırdır. Kaldırılamıyacak derecede ağırdır. Vesile perdelerinin kalkması için uğraştığına didindiğine bin pişman olur bu kişi. Söver sayar, agresifleşir. Hatta en mukaddes şeylere bile ağzına geleni söyler. Ağrına gider çünki. Beni niye yarattın, ben sana ne yaptım, benden ne istiyorsun, gibi hassas duygulara kapılır. Bütün bu isyanların ve küfürlerin çıkış kaynağı İmandandır. Onun için buna tarikat küfrü deniyor. Zahiren kafirin küfrüne benzese de inkardan değil imanın şiddetinden geliyor. İmam-ı Rabbani bunu maruz görür. Tasavvufta bir hal olarak yorumlar. Çile haneler vardır mesela. Heres sanır ki bu çilehanelere nefsi terbiye etmek için girilir. O da vardır lakin bu şiddetli imanın küfür haline düşen mecnunları da buralara tıkarlar. Zira bu hal geçmeden adamı piyasaya salarsan şeriat kılıcıyla herifi keserler. Derisini yüzerler.
Bunu herkesin anlamasını beklemiyorum. Sadece tasavvufi bir meseleye değindim. Böyle şeylerde var yani. Bilin yeter.